๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kelam İlmi ve İslam Akaidi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 02 Ocak 2012, 19:23:21



Konu Başlığı: İstitaat Meselesi
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 02 Ocak 2012, 19:23:21
2. İstita'at Meselesi


(İstita'atın fiilden evvel olduğunu iddia eden) Mutezilenin aksine olarak: “İstita'at fiille beraber olur. İstita'atı, insan fiili­nin oluşmasını ve meydana gelmesini sağlayan kudrettir.” (İsti­ta'at beşerî kuvvet ve insan gücü manâsına gelir.)

Müellif Ömer Nesefi'nin bu ifadesinde, “îstita'at, Allah Taâlâ'nın canlılarda yarattığı bir araz olup canlılar ihtiyarî ve iradî fiillerini bu arazla yaparlar”, diyen et-Tabsire müellifinin sözüne işaret vardır. İstita'at fiilin illeti ve sebebidir. Cumhura göre istita'at fiilin illeti de­ğil, edasının şartıdır.

İster fiilin illeti olsun, ister edasının şartı olsun, istita'at, sebep ve âletlerin selâmetinden sonra, insanın fiile kasd ve onu iktisab etmesi anında Allah Teâlâ'nın yarattığı, bir vasıftır. İnsan, iyi ve hayırlı bir fiile kasdederse, Allah Taâlâ iyi ve hayırlı fiilin kudretini; şer ve kötü fiile kasdederse, şer ve kötü fiilin kudretini yaratır. Bu duruma göre hayırlı ve güzel iş yapma gücünü insan kendisi zayettiği için yeril­meyi ve ceza görmeyi (zemm ve ikabı) hak eder. “(Hak olanı) dinlemeye ve işitmeye istita'atları yoktur,” denilerek kâfirlerin yeril­mesinin sebebi budur.[61] İstita'at araz olduğu için, zaman itibariyle fiille aynı anda bulunması, fiilden önce bulunmama­sı şart ve zarurîdir. (İstita'at, insan kudretinin fiile iktiramıdır, sözü­nün manâsı budur). Aksi takdirde (araz olan kudret iki zamanda bulunmayacağı için) fiilin istita'atsız ve kudretsiz vukua gelmesi la­zım gelirdi. Zira, daha evvel de temas edildiği gibi, arazların bakî ve daimî olması imkânsızdır [62].

İtiraz: Arazın, beka ve devamının imkânsızlığı kabul edilse bile bir araz yok olunca, peşinden derhal onun dengi olan diğer bir ara­zın yeniden ortaya çıkması imkânı tartışma götürmez. Neden bir fiilin kudretsiz meydana gelmesi lâzım gelsin?

Cevap: “Fiilin vukuuna sebep olan kudret (fiilin husulünden) önceki kudret ise, o zaman fiilin istita'at ve kudret olmadan mey­dana gelmesi lazımdır, diye iddia ediyoruz. Eğer siz. (fiilin husulüne imkân veren kudreti) fiille beraber bulunan ve yenilenen kudretin misli ve dengi olarak kabul ederseniz, fiilin vücuda gelmesini sağ­layan kudretin fiille beraber bulunmasının şart olduğunu zaten iti­raf etmiş olursunuz (ve fiili meydana getiren istita'at, fiilin vücuda gelmesinden önce bulunan istita'at değil, onun dengi ve misli oîan, fiille beraber bulunan yenilenmiş bir istita'attır, demiş olursunuz).

“Fiilde tesirli olan kudret için, önceden emsal bulunması şarttır. Zira ilk defa hadis olan kudretle fiilin vukua gelmesi mümkün değil­dir”, diye iddia edersiniz, “Buyurun, bu iddianızı delille ispatlayın”, deriz. (İlk defa hadis olan kudret zayıf olduğundan, kuvvetlensin de onunla fiilin vukua gelmesi mümkün olabilsin, diye fiilin husulüne sebep olan kudretin emsalinin, önceden bulunması ve tekrarlanması, caiz ve mümkün değil, lazım ve zaruridir, der ve meseleyi “imkân” konusu olmaktan çıkarıp, “zaruret ve vücûp” konusu haline getirir­seniz, bunu bize delille ispat ve izah edin. Zira bunun imkânını biz de kabul ediyoruz. Fakat zaruretini reddediyoruz).

Önceki kudret, fiilin vukuu zamanına kadar bakî kalır. Bu bakî kalma, ya emsalinin yenilenmesiyle veya arazların bekâsındaki isti­kamet ve süreklilikle olur, şeklinde bir şey farz edebiliriz, denilirse, o zaman da deriz ki: Eğer (Mutezile) “ilk hadis olduğu andaki ve haldeki kudretle fiilin husule gelmesi mümkündür”, derse, kendi mez­heplerini terketmiş olurlar. Zira bu, duruma göre “fiilin kudretle be­raber olmasını”, caiz ve mümkün görmüş oluyorlar, demektir. Eğer “bu imkânsızdır”, derlerse, delilsiz bir hüküm vermek ve bir tercih sebebi olmadan tercih yapmak (tahakküm ve tercih bi-lâ müreccih) lazım gelir. Zira ilk andaki kudret değişmemiş ve onda yeni bir manâ da hadis olmamıştır. Çünkü bu gibi şeyler arazlar için imkânsızdır.

(Fiilin ilk meydana gelen kudretle vücuda gelmesini sağlayan şey nedir? İlk kudrette bir değişiklik yoktur. O kudrete yeni bir manâ da eklenmemiştir. Zaten kudrette yeni bir manânın vücûda gelmesi de imkânsızdır. Zira kudret de manâ da hadistir, hadis hadis ile kâim olmaz. O halde kudretin ilk anında fiilin vukua gelmemesini engelle­yen, sonraki durumunda meydana gelmesine âmil olan şey nedir?). Bu kudret sayesinde, ilk anda vücûda gelmesi imkânsız olan bir fiil, sonraki durumunda neden ve niçin zaruri olarak var olmuştur?

Fakat bu son itiraza verilen cevap tartışılabilir. Zira, “İstita'at fiilden önce olur” diyenler, “zaman itibariyle kudretin fiille bera­ber bulunması imkânsızdır”,“bir fiilin meydana gelmesi için, mutlak surette zaman yönünden daha evvel kudretin bulunması şarttır”, de­miyorlar. (Bunun zaruretini ve vücûbunu değil, imkânını ve ceva­zını savunuyorlar). O sebeple, gerekli bütün şartların bulunması ha­linde, kudretin ilk defa meydana gelmesi zamanında fiilin vücûda gelmesinin imkânsızlığı icab etmez.

Ayrıca, gerekli bir şart bulunmadığı için veya bir engel mevcud olduğu için ilk durumda meydana gelmesi imkânsız olan bir fiil, -her iki halde de kadirin sıfatı olan kudret, eşit olarak mevcut ol­makla beraber- lüzumlu şartların tamamlanması halinde, ikinci durumda zarurî olarak var olabilir.

İşte bu noktayı (ve bu husustaki delillerin zayıflığını) göz önün­de bulunduran (Fahruddin Razî gibi) bazı kelâm âlimleri şu kanâata ulaşmışlardır: İstita'attan maksat, fiilen tesirini göstermesi için mevcudiyeti gerekli olan şartların tümünü kendinde toplayan kud­rettir. Bu manâdaki kudret behemehal fiille beraber bulunur, doğru olan da budur. Aksi takdirde istita'at fiilden önce bulunur. (Böylece Fahruddin Razî, Mutezile ile Eş'arîyeyi telif etmiş oluyor).

“Arazların bekâsının imkânsızlığına (ve bu noktadan hareketle yapılan itirazların cevaplandırılmasına) gelince, bu konunun dayan­dığı öncüllerin (ve mukaddemlerin) açıklanması gerçekten çok zor­dur. Şöyle ki:

Bu öncüller şunlardır:

Birincisi, “bir şeyin bekası, o şey üzerine zaid hakikî bir şeydir”.

İkincisi, “arazın arazla kâim olması imkânsızdır”.

Üçüncüsü, (hareket ve sükûn gibi) “iki arazın bir mahal ile kâim olmaları imkânsızdır”. (Bu öncüllerden her biri zayıftır, bunlardan çıkarılan netice de tartışma kabul etmez bir gerçek değildir. Bu üç öncülün doğruluğu ispat edilse mutlak olarak Sünnî görüşü hak olur­du, aksi halde Mutezile'nin görüşü daha doğru olur.[63]

İstita'at fiilden evveldir. Zira insan fiilden (ve bir şey yapma­dan) önce o işle mükelleftir. Kâfirin imanla mükellef olması, vakit girdikten sonra beynamazın namaz kılmakla mükellef olması zaru­ridir. (Fiili meydana getiren hakikî kuvvet ve kudret manâsına ge­len) istita'at gerçekleşmemiş olsaydı, bu durumda aciz kişilerin mü­kellef tutulmaları lazım gelirdi. Bu ise bâtıldır, diyenlerin bu delil­lerine, müellif Ömer Nesefî şu cevabı ile işaret etti:

İstita'at kelimesi “Sebep, âlet ve organların sağlıklı ve salim ol­malarının ismi olarak da kullanılır.” (Selâmet-i esbâb ve âlât manâsına gelen istita'at fiilden önce bulunabilir)

Nitekim, “Kabe'ye yol bulmaya istita'atı olanlara Allah için hac yapmak gereklidir”[64] âyetinde istita'at bu manâda kullanılmıştır.

Soru: İstita'at, mükellefin sıfatıdır. Sebep ve âletlerin selâmeti ise onun sıfatı değildir, (mükellefin dışındaki şartlar ve imkânlardır). Buna göre, istita'atı bu şekilde tefsir etmek nasıl doğru olur?

Cevap: Burada maksad, mükellefe ait sebep ve âletlerin selâme­tidir. Mükellef, istita'atla muttasıf olduğu gibi, “O, sahib-i selâmet-i esbabtır” (yani sebepler yönünden selâmette olan kişidir), denmesi itibariyle, onunla da (yani sebep ve âletlerin selâmeti ile de) mut­tasıf olur. Ancak bu tabir mürekkeb olduğu için mahmul (yüklem) olacak bir ism-i fail, ondan türetilemez. Halbuki istita'atta durum bunun aksinedir. (îstita'attan, müstetî, şeklinde bir ism-i fail tü­retilebilir ve “Ali oruç tutmaya müştetî' ve muktedirdir,” gibi öner­melerde bu ismi fail mahmul yani yüklem ve sıfat olarak da kulla­nılır. Halbuki mürekkeb bir tabir olan selâmet-i esbâb ve âlât'tan böyle bir ism-i fâil türetme imkânı yoktur).[65]


[61] Bk. Kehf 18/101.

[62] İstita'at: Taat ve itaat, kökünden gelip,  güç, kuvvet, kudret ve takat mânasına gelen bir kelimedir.

Mutezileye göre, istita'at fiilden evvel bulunur (istita'at kable'1-fiil), fakat fiille birlikte olması ve onu meydana getirmesi de gerekir. Bir kimsenin, namaz kılma fiiline teşebbüs etmeden evvel, bu fiille ilgili istita'ata sahip olması icabeder. Namaz kılma esnasında da bu istita'at bulunur. İstita'at fiilinden evvel olmasa, insan namaz kılmaya başla­madığı sürece bu işle mükellef olmaz. Zira fiilin illeti veya edasının şartı olan kudret yoktur.

Sünnîlere göre istita'at fiille beraber bulunur. (îstita'at maa'l-fiil’dir), fiilden önce değildir. Burada Sünnîler istita'at tabirine özel bir mâna vermektedirler. Şöyle ki, “İstita'at, bir işin ve bir fiilin gerçekleşmesini ve meydana gelmesini sağlayan kudretin hakikati ve mahiyetidir”. (İstita'at, insan fiilinin mâ-bihı'l-husûlü olan kudretin hakikatidir). Me­selâ, öğle namazını kıldığımızı düşünelim. Bu işi gerçekleştirmek için harcadığımız hakikî ve fiilî kudret istita'attır. İşte bu mânadaki kud­ret ve istita'at fiilden önce bulunmaz. Bunun sebebi de kudretin ve istita'atın araz oluşu ve bir arazın bir andan fazla bakî kalmamasıdır. Fakat bu, öğle namazını kılmakla mükellef olan insan, bu fiile teşeb­büs etmeden önce kendisine bil-kuvve namaz kılmak için kudret ve kuvvet bulunmaz, mânasına gelmez. O zamanda kuvvet ve kudret bulunur ama, bu kuvvet ve kudret, namazın fiilen kılınmasını temin eden kuvvet ve kudretten, başkadır. Buna selâmet-i esbâb ve âlât mânasına gelen istita'at veya kuvvet, adı verilir.

Sünnîlere göre, sebep, âlet ve vasıtaların selâmeti mânasına gelen isti­ta'at fiilden evvel bulunabilir. Fakat bulunması zarurî değildir. Sadece mümkündür. Buna göre istita'atın iki mânası vardır:

1. Hakikî kudret mânasına gelen istita'at. Fiil ve işin icra edilmesi süresince var olan istita'attır. Mükellefiyette esas olan istita'at bu de­ğildir. Fakat fiil bu istita'atla meydana gelir.

2. Âlet, sebep ve organların selâmette olması mânasına gelen istita'at. Mükellefiyet bu mânadaki istita'ata bağlıdır, ve bu istita'at fiilden önce de var olabilir. Sebep, âlet ve organların selâmette olması, insa­nın bir iş yapacağı zaman, o iş için gerekli olan iç ve dış imkân ve vasıtalardan mahrum olmaması, bedenin sıhhati, organlarının sağ-sâlim olması demektir. Bu duruma göre Mutezile ile Sünnîler arasında geçen tartışmanın pratik bir neticesi yoktur, mesele tamamiyle naza­rîdir. Mutezilenin, “istita'at fiilden  evveldir,  şeklindeki   tezinin  ka­bul edilmesi halinde insanın kendi fiilinin halikı olacağı, artık Allah'ın bu fiillerin yaratılmasında tesirli olamayacağı gibi teorik ve metafizik bir endişeden kaynaklanan bu ihtilaf, aslında  telif edilmez bir halde de değildir. Zira selâmet-i esbâb ve âlât mânasına gelen istita'atın, fi­ilden evvel  mevcut olduğunu kabul etmekle, zaten Sünnîler kısmen Mutezilenin görüşüne katılmış oluyorlar. Maturidiler: “İnsandaki kuv­vet iki zıd fiili meydana getirmeye elverişlidir”, derken de bu katılma işini pekiştirmiş oluyorlar.

[63] Bk. Ramazan Efendi Şerhi.

[64] Ali İmran: 3/97.

[65] Sadreddin Taftazani, Kelâm İlmi ve İslâm Akaidi (Şerhu’l-Akaid, Hazırlayan Süleyman Uludağ), Dergâh Yayınları: 210-215.