๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Kapaktakiler => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 07 Ekim 2011, 19:19:06



Konu Başlığı: Zenginlik Kanaat İmiş
Gönderen: Zehibe üzerinde 07 Ekim 2011, 19:19:06
Zenginlik Kanaat İmiş...



Mayıs 2006 - 89.sayı


Ayşe İZCİ kaleme aldı, KAPAKTAKİLER bölümünde yayınlandı.

Hep sahip olma, daha fazlasına sahip olma tutkusu büyük çoğunluğumuzun gündelik hayatını etkiler hale geldi. Sadece reklamların, ışıklı vitrinlerin büyüsü değil bu. Kim bilir hangi manevi boşluğu doldurma çabası bu... İşte modern çağın tüketim seline en sonunda bizler de kapıldık.

“Öyle bir zaman gelecek ki, kişinin helaki hanımının, anne-babasının ve evladının elinde olacaktır. Onlar, onu fakirlikle ayıplarlar ve güç yetiremeyeceği şeylerin altına sokarlar. O da (isteklerini temin için) dinini mahvedecek hâl ve yollara girer ve böylece helak olur.”
(Ebu Nuaym; Beyhakî; Zebîdî)

Dünyanın en güzide nimetleriyle mamur edilmiş bir yerinde, her türlü imkanın emre âmâde olduğu bir zamanda yaşıyoruz. Lakin ne bu nimetlerin yeterince farkındayız, ne de kıymetini biliyoruz. Dilencisinden milyarderine, kendini fakr u zaruret içinde gören o kadar çok kişi var ki, kendi konumumuzu, ihtiyaç durumumuzu doğru tespit etmekte zorlanıyoruz.

Siz de şahit olmuşsunuzdur, bazılarına dünyaları bağışlasanız gözü doymaz, uzaydan da hisse ister! Sahip oldukları onu asla mutlu etmeye yetmez, tam tersine, sahip olamadıklarının kompleksi ve mahrumiyet hissi onu bunalım girdaplarında kıvrandırır durur.

Kültür şoku ve kimliksizleşme

Sanayileşmeye bağlı olarak yaşanan göçler, şehirlerde kısa sürede nüfus patlamasına neden oldu. Bu yoğunluk içerisinde, kültür şoku ve yozlaşmaya bağlı kimlik bunalımı, kuralsızlık, tüketim alışkanlıkları gibi ciddi toplumsal sorunlar ortaya çıktı. Bütün bunların yanı sıra, baş döndürücü teknolojik gelişmeler de sağladığı kolaylıkları unuttururcasına üzerimizde yoğun bir tüketim baskısı oluşturdu.

Emin olun, ailevî problemlerin çoğu, çatışmalar, boşanmalar ve hatta intiharlar fakirlikten değil, hatalı tüketim anlayış ve alışkanlıklarından kaynaklanıyor. Son dönemlerde basında sıkça yer alan kredi kartı mağduriyeti ve buna dayandırılan intiharlar, bu bariz zaafımızın en kuvvetli delilleridir. Tamamen irade ile alakalı bir problem olan kontrolsüz tüketim sorununa sosyal baskı, ekonomik yetersizlik gibi kişinin sorumluluğunu görmezden gelen bir takım mazeretler yerine, acil çözümler üretmek gerekir.

Bu çözümler elbette borç affına yönelik kanunlar  ya da sürpriz maaş artışı olarak görülmemelidir. Tüketme davranışının psikolojisi iyi analiz edilmeli, tedbirler buna göre olmalı ki, tüketirken tükenmeyelim!

Bir alışveriş merkezi hikâyesi

Bir büyük şehrin orta halli bir muhitinde ikamet etmekteyim. Herkes gibi biz de günlük ihtiyaçlarımızı ara sıra yaptığımız market alışverişleriyle karşılamaktaydık.

Günün birinde semtimizin merkezinde otobüs durağı olarak kullanılan geniş bir alanda bir inşaat başlatıldı. Çok geçmeden görkemli bir bina boy gösterdi.

Önceleri kimse bu binanın buraya otobüs duraklarını tarumar etme pahasına neden yapıldığını anlayamamıştı. Meğerse büyük mü büyük bir alışveriş merkezi inşa ediliyormuş.

Semt sakinleri olarak böyle modern bir hizmetin bize sunulmasına haliyle çok sevindik. Bu işe sevinmeyenler de vardı tabii. Semtimizde yer alan küçük ve orta çaplı dükkanlar, mağazalar kısa sürede büyük indirimler başlattı. Yaşasın rekabet! Dün beş yüze aldığın margarin bugün üç yüze, çocuğun beslenme çantasına koymak için aldığın meyve suyu yarı fiyatına alıcı bekliyor. Deterjandan çay bardağına, kıymadan mangal kömürüne her şey öyle ucuzlatılmış ki, sanki adamlar gece boyu hiç uyumayıp sırf etiket değiştirmişler!

Bu ucuzluk karşısında birden cüzdanlarımızdaki paranın artmış olduğu hissine kapıldık. Alım gücümüz artmış oldu ya... Artık bizi kimse tutamaz. Eski günlerin intikamını alırcasına ucuz reyonlara hücum ettik. Yıllık stoklarımızı garantiye aldık, nasıl olsa nakit para da vermiyor, kart ile alıyorduk. Artık hanımların sohbetlerinde ne nerede daha ucuz bilgileri önemli yer tutuyordu.

Bu hengâme içinde yeni açılan devâsâ hiper süper market hiçbir şey yapmadan durur mu? Durmaz tabii ama biz düşünememiştik! İkamete açılmamış inşaat bölgelerinden, ara sokaklara değin her on dakikada bir ücretsiz servisler başladı. Evde yapacak iş mi tükeniyor, canımız sıkıldığında çıkıyoruz köşe başına, arkadaş ile servise biniyoruz, doğruca yeni alışveriş merkezine!..

Şu koskoca firma küçük çaplı mahalle marketlerinden daha mı güçsüz, elbette her şey burada daha da ucuz. Reyonlara baktıkça içimiz gidiyor, şimdi müşterinin ayağını alıştırmak için böyle ucuz satıyorlardır, sonra bu günleri bir daha bulamayız hissine kapılıyoruz. Şeytan dürter gibi, yarım kamyonet büyüklüğünde alışveriş arabalarını önümüze katıp dolanmaya, doldurmaya başlıyoruz. Hiç ihtiyacım olmasa bile beğendiğim bir şeyi mutlaka almalıyım. Alsam ne yaparım? Aman canım, birine hediye ederim, diyorum içimden.

Sonra sıra hesap ödemeye geliyor. Nakit alışveriş yapan hemen hemen hiç yok. Sıraya giriliyor, sırada beklerken hafiften göz ucuyla başkalarının aldıkları süzülüyor. Sizin görmemiş olup, başkasının sepetinde fark ederek beğendiğiniz bir ürünü hemen koşarak alıp gelme şansınız hâlâ mevcuttur.

Bazen yanılıp şaşırıp kocasıyla birlikte gelenler oluyor, onların hallerine acıyorum. Ağız tadıyla bir şey alamıyorlar. Erkeklere kalsa her şey lüzumsuz. Hanımların sinirini bozuyorlar, istediklerini almamakla toplum içinde rencide ediyorlar. Bu sebeple biz hanımlar için en uygun alışveriş saatleri kocamızın işte olduğu zamanlardır. Canım, zaten onlar akşama kadar yoruluyorlar, bir de alışverişte yorulmasınlar! Hassas kadın ruhumuzla kendi işimizi kendimiz görüyoruz, ihtiyaçlarımızı alıyoruz şunun şurasında...

Neredeyse taşıyamayacağın ağırlıkta poşetlerle servise doğru paytak paytak yürümeye başlayınca insanın özgüveni yerine geliyor, tüm yorgunluğunu unutuyorsun. Artık yükünüze göre servisin en güzide köşesi size tahsis edilebilir, görevlilerden sultanlar gibi hürmet, itibar görebilirsiniz. Hatta servisi, değil sokak başına, kapınızın önünü kadar bile götürtebilirsiniz, çünkü siz “velinimet”siniz…

Bir keresinde bir bayan müşteri ile servis şoförü ciddi manada atıştılar. Karlı-buzlu bir kış günüydü. Servisler ara yollarda ilerlemekte zorlanıyor, müşterilerden mümkün olduğu kadar ana yollarda inmelerini istiyorlardı. Orta yaşlı, kürklü bir hanımefendi elindeki poşet küçük olmasına rağmen ısrarla servise bir yokuş tırmandırmak istiyordu. Haliyle yolculardan karşı çıkanlar oldu. Hem kaza riski vardı hem de zaman kaybı olacaktı. Servis şoförü hık-mık etti. O dakikada, sırtındaki kürk kadar pamuk görünümlü kibar bayan birdenbire bir alışveriş canavarına dönüşüverdi. Acaba kürkün altında saklı pençeler mi vardı da böyle atak olabildi, anlayamadım. Gözlerini kısıp bağırdı:

“Ne münasebet canım, benim yüküm hafif diye istediğim yere kadar götürmemek olur mu? Belki ben hafif ama pahalı şeyler almışımdır... Böyle düşündüğünüzü bilseydim bir koca paket tuvalet kağıdı alırdım!”

Sonunda şoför tüm sabrını toplayarak kadını istediği yere kadar götürdü. 

Ben kendimi anlatıyorum, ama inanın binlerce hanımın ortak diliyle anlatıyorum. İndirimdi, servisti, onda var bende yoktu filan derken sonunda ne yapmışız biliyor musunuz? O kadar çok harcama yapmışız ki, kredi kartı borcunun hepsini bu ay ödemek mümkün değil! Bir kısmı maalesef faize kalacak ve ucuz diye aldıklarımızı belki iki-üç katı fiyatına ödemiş olacağız. Ama savunma hazır: “Benim suçum değil ki, şartlar öyle gerektiriyordu!”

Alışveriş tövbesi de varmış!


Biz kadınlar.. Bazen aldıklarımızdan pişman da oluyoruz, ama niye daha iyisini almadık diye! Kocalarımıza Allah bol kazanç ve bol sabır versin. Ben mi? Ben artık tövbe ettim! Alışveriş tövbesi... Yakın bir zamanda küçük bir kasabanın biraz dışında bir köy evine taşınacağız, orada tövbemi tutmak kolay olacak!

Şaka bir yana, konuyla ilgili uzmanlar, ekonomistler, toplum bilimciler günümüz toplumu için “tüketim toplumu” diyorlar. Bu kavramın içeriğine bakıldığında, insanların neden sürekli bir şeyler satın alarak doyum sağlamaya yöneldiklerini anlamak mümkün olur.

Kitle iletişim araçlarının ve reklamların sahip olmaya ve tüketmeye yönelik yoğun bir sosyal ve psikolojik baskı oluşturduğu bilinen bir gerçektir. Bu baskıya nasıl direnilebilir? Kapitalist ekonomik sistemde bu neredeyse imkansızdır. Biraz daha ötesini söyleyecek olursak, bu sistem içinde manevi değerler de dumura uğrar, hukuken ve vicdanen meşru olmayan kazanç yolları gündeme gelir. Nihayet tüketime endeksli doyum ve mutluluk hiç ulaşılamayan bir serap haline gelir. Sınıf çatışmaları ve toplumsal çözülme de bu koşulların sonucudur.

Peki, yapacak hiçbir şey mi yok? Var elbette. Genel toplumsal gidişatın yönü ne olursa olsun, kişisel tavır ve çaba her zaman mümkündür ve çok önemlidir. Bu sebeple biz daha ziyade kişisel bilinçlenmeye önem vermeliyiz. İsrafa ilişkin hikmetli sözlerimiz, hadis-i şeriflerimiz önce bizim tavır ve davranışlarımızda hayatiyet bulmalıdır.

Tüketim arzusuna ilişkin bir rahatsızlığımız varsa, inanın elinizdeki reçetede bunun da bir ilacı var; dikkatli bakarsak bunu fark edebiliriz. Nihayetinde toplumu sen-ben-o oluşturuyor. Vicdanımızın sesini dinlersek, çoğu zaman nefsimizin toplum maskesi altında bizi tüketerek tükenmeye zorladığını kolayca görebiliriz.

Şehirli insanın kolay ve çok tüketmesinin başka nedenleri de var elbette. Şayet gün doğumundan gün batımına kadar yevmiye ile yaz sıcağında çapa yaparak on lira kazandıysanız, o parayı kolay harcayamazsınız.

Tıpkı paramız gibi ömrümüzü, sağlığımızı da bilinçli harcamalıyız diye bir de hatırlatma yapalım. Sonunda pişman olmamak için.. Ve son olarak, tüketim alışkanlığımızı kontrol altına alabilecek, sürekli doyum sağlayacak, az masraflı çok bereketli bir öneri sunabilir miyim size: Okumak, öğrenmek... İlim yani…