๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Kapaktakiler => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 16 Ekim 2011, 14:45:31



Konu Başlığı: Yoldan Çıkanlar, Yol Gösterenler
Gönderen: Zehibe üzerinde 16 Ekim 2011, 14:45:31
Yoldan Çıkanlar, Yol Gösterenler


Kasım 2006 - 95.sayı

Murat AYDOĞDU kaleme aldı, KAPAKTAKİLER bölümünde yayınlandı.


Peygamberler ve onların gösterdiği yolda karar kılmış veliler insanoğlunun emin rehberleridir. Yaratıcıdan kaçmaya ve nefsani arzularını hayat nizamı haline dönüştürmeye çalışan kalabalıkları hizaya getirmek onların mesleğidir. Bir yandan yaşadıkları çağın bütün olumsuzlukları ile bıkıp usanmadan mücadele ederlerken, bir yandan da çağrılarına kulak verenler için güvenli birer sığınak olmuşlardır.

17. yüzyılın başları.. Hindistan’ın egemen gücü Müslüman Babürlüler Devleti dipsiz bir sapkınlık çukuruna gömülmüştür. Devletin başındaki Ekber Şah, bâtıl olan ne varsa hepsine kol kanat germeyi bilgeliğin geniş görüşlülüğü zanneden bir cahildir. Bugün de aşina olduğumuz kimi tipler gibi sıra İslâm’a geldiğinde ise, kaşlarını çatıp otoriter tavrını takınıverir.

En yakın adamlarından birisi sözde alim Ebu’l-Fazl’dır. Ulemadan birisini bu kadar tutmasının sebebi ne olabilir? Mesele gayet basittir. Ebu’l Fazl, islâmî hassasiyetini kalbinden sıyırıp atıvereli epeyce zaman olmuş bir din reformcusudur. O artık peygamberlerin ve İslâm’ın hükümlerinin gerekliliğine inanmamakta, ibadet etmeyi riyakârlık olarak damgalamaktadır.

Bu iki cahilin icraatlarını ve bozulmanın topluma yansımalarını madde madde saymak kolay değilse de bir iki misal verelim: Ahireti inkâr etmek moda haline gelmişti. Küfrü yaymak edebiyat ve şiirin neredeyse temel işlevi olmuştu. Evlilik gereksiz bir bağımlılık olarak küçümsenmeye başlanmıştı. Zerdüştlük, Hıristiyanlık ve Hinduizm’in ayin ve gelenekleri canlandırılırken, saraya yakın müslümanlar namazlarını bile gizlice kılar hale gelmişlerdi. Bu ortamda içki, fuhuş ve israftan bahsetmeye herhalde gerek yok.

Ama aslında tüm bunlar Ekber Şah’ın varmak istediği esas hedef için birer vasıtasıydı. Onun nihai hedefi tüm dinlerin beğendiği taraflarını alarak yeni bir din uydurmaktı. Bir süre sonra bunu da yaptı ve “Din-i İlâhi” ilan edildi.

Mücadele başlıyor


Aynı yıllarda Serhend şehrinde bir genç de gelecekte yükleneceği büyük vazifeye hazırlanıyordu. Hz. Ömer’in 29. kuşaktan torunu olan İmam Rabbanî Hazretleri 17 yaşına geldiğinde zahiri ilimlerdeki tahsilini tamamlamıştı. Eski başkentlerden Agra’ya yaptığı yolculuk büyük mücadelesinin başlangıcı mahiyetindeydi. Agra’da Ebu’l Fazl ve benzeri sapkınlarla karşılaşmış, bunların peygamberlere ihtiyaç olmadığına dair fikirlere sahip olduklarını görmüştü.

Serhend’e döndüğünde peygamberlerin vazifesini ispat eden bir risale yazdı. Bir yandan ders vermeye devam ederken, bir yandan da dört bir tarafa mektuplar göndererek ve çeşitli risaleler yazarak müslümanları bu yıkıcı fikirlere karşı uyarıyordu. Aynı dönemde Sühreverdiyye, Kadiriyye ve Çeştiyye tarikatlarından icazet aldı.

Babasının vefatından sonra çıktığı hac yolculuğu dönüşünde Delhi’de konaklıyordu. Ama Delhi aynı anda ihtişamlı bir konuğu daha ağırlıyordu. Hâce Muhammed Bakibillah k.s., şeyhi Hâce Emkenegî k.s.’nin işaretiyle büyük emaneti Hindistan’a getirmişti. Ve karşılaştılar. İmam Rabbanî Hazretleri sonu olmayan bir okyanusa dalıyor, menzilleri süratle geçmeye başlıyordu. İki buçuk ay kadar sonra Nakşibendî nispetini elde etmiş, bir süre sonra da hilafet ve icazet sahibi olmuştu.

Başkalarının da bu nimetten nasiplerini alması için Serhend’de irşad faaliyetlerine başladı. Şeyhinin ahirete intikalinden önceki son ziyareti esnasında Hâce Muhammed Bakibillah k.s. İmam Rabbanî’yi göstererek etrafındakilere şöyle demişti: “Bundan başka hiç kimseye meyletmemelisiniz.”

Bu sırada Ekber Şah’ın uygulamaları artık tahammül sınırlarının çok ötesine geçmişti. Sonunda Farukî damarı iyice kabaran İmam-ı Rabbanî Hazretleri, Ekber Şah’ın ikamet ettiği Ekber-Âbad şehrine gitti. Ekber Şah’ın yakın adamlarına şunları söyledi: “Padişah, Hak Tealâ’ya ve O’nun Rasulü’ne asi oldu. Tevbe etsin! Allah ve Rasulü’nün yolunu tutsun. Aksi halde Allah’ın kahrını, gazabını beklesin!”

Ekber Şah oralı olmadıysa da, rivayete göre kısa süre sonra gördüğü korkunç bir rüya onun müslümanlar üzerindeki baskıyı hafifletmesine sebep oldu. Çıkardığı fermanla “isteyenin İslâm’da kalacağını, isteyenin de yeni dini seçeceğini, bu hususta kimsenin zorlanmayacağını” ilan etti.

İmam Rabbanî’ye boyun eğdirmek


1605 yılına gelindiğinde Ekber Şah ölmüş, yerine oğlu Cihangir geçmiştir. Cihangir diğer kardeşlerine karşı verdiği taht mücadelesini babasının sapkın görüşlerini kabul etmeyen devlet adamlarından aldığı destekle kazanmıştır.

Bu durum müslümanlar için umut vericidir. İmam Rabbanî Hazretleri de Cihangir’in etrafındaki müritlerine yeni sultanı doğru yola teşvik etmelerini öğütleyen mektuplar gönderir. Saraydaki müritlerinden Han Cihan’a yazdığı mektubun bir kısmı şöyledir:

“Hükümdar senin sözlerini dinleyip değer verdiğinden, ona Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat itikadını ana hatlarıyla, ya da ayrıntılarıyla anlatman gerçekten önemlidir. Lütfen onu Hakk’ın talimatından haberdar et. Fırsat düştükçe ona İslâm’dan ve müslümanlardan bahset. İslâm’ın esaslarını savun, küfrü ve sapkınlığı kına.”

Ne var ki Cihangir babasının yerleştirdiği uygulamalardan hemen vazgeçmedi. Bu arada büyük bir tutkuyla bağlanıp evlendiği Şiî Nur-i Cihan isimli hanımının telkinleriyle yine Şiî olan Asaf-Cah’ı kendisine vezir olarak seçti. Bu arada İmam Rabbanî Hazretleri, halifelerinden Şeyh Bediüddin’i ordu içinde irşat faaliyetlerinde bulunması için görevlendirmiş ve halife de oldukça fazla ordu mensubu üzerinde etkili olmuştu. Vezir Asaf Cah ise bu durumu sultan Cihangir’e anlatırken, İmam Rabbanî Hazretleri’nin saltanat davası güttüğünü, tedbir alınmazsa geç kalınabileceği fikrini işliyordu.

Sonunda Cihangir kendisi için tehdit olarak gördüğü İmam Rabbanî Hazretleri ile yüz yüze görüşmek istedi. Daveti kabul ederek saraya giden İmam Rabbanî Hazretleri, Cihangir’e etrafındakilerden görmeye alışkın olduğu gibi davranmayıp, ilmi meselelerde de Cihangir’in hoşuna gidecek şeyleri söylemeyince, sultan öfkelendi. Bu öfke ile sarayda yürürlükte olan bir geleneği hatırlattı ve İmam Rabbanî Hazretleri’nden kendisine secde etmesini istedi.

İmam Rabbanî Hazretleri’nin “Ben, Allah’tan başkasına secde etmem!” şeklindeki cevabı Cihangir’in boğazında düğümlendi. Durumu kurtarmak için daha hafif bir teklifte bulundu: “Seni secde etmekten muaf tuttuk, hiç olmazsa başını eğ! Zira verdiğim emri geri alamam.” İmam Rabbanî Hazretleri’nin kibir sahibi bir dünya ehli karşısında saçının bir tek telini bile kıpırdatması söz konusu değildi. Cihangir zorbalığa başvurdu ve İmam Rabbanî Hazretleri’nin hapsedilmesini emretti.

Allah’ın mahkûmlara büyük lütfu

İmam Rabbanî Hazretleri’nin sevenleri için derin bir ızdırap kaynağı olan bu durum, Güvelyar hapishanesinin çoğunluğunu gayri müslimlerin oluşturduğu mahkûmları için ise Allah’ın büyük bir lütfuydu. Demir parmaklıklar arkasında günlerini amaçsızca tüketen caniler, hırsızlar, serseriler bir anda kendilerini bambaşka bir dünyanın eşiğinde buldular ve birer ikişer boyun eğerek İslâm’ın aydınlık yoluna adımlarını attılar. İmam Rabbanî Hazretleri içinde bulunduğu durumu bir fırsat olarak telakki ediyor ve bir mektubunda şöyle diyordu:

“Sultan (Cihangir) tarafından gelen bu engeli düşününce, durumu Yüce Mevlâ’nın rızasına açılan bir pencere olarak görüyorum. Bilhassa böyle çekişmeli günlerde yapılan bu muameleler acaiptir. Bu tefrika günlerinde bunlar bir nazdır, işvedir, şakalaşmadır.”

Cihangir bu hareketiyle nasıl bir risk aldığının farkındaydı. Devlet kademelerinde ve halk arasında derin bir sevgiye sahip İmam’ın tek bir işareti iç savaşın başlaması için yeterliydi. Ne var ki İmam Rabbanî Hazretleri, ordu ve devlet kademeleri içerisindeki bağlılarının Cihangir’e karşı savaşılması yolundaki taleplerine şiddetle karşı çıktı ve sevenlerine şöyle dedi:

“Ben saltanat heveslisi değilim, kan dökülmesinden de hoşlanmam. Benim hapislik sıkıntısına katlanmam, her halükârda bir hikmete dayalıdır. Bu hikmet tahakkuk edince, bu musibet kendi kendine üzerimden kalkar. Padişaha eskisi gibi itaat yolunu tutun. İnşallah ben de yakın zamanda bu sıkıntıdan kurtulurum.”

Gönül tahtında saltanat

Cihangir, karşısındaki insanın kendisine anlatıldığı gibi bir iktidar ve güç heveslisi olmadığını artık açık bir şekilde görebiliyordu. Yaptığı zorbalığa karşılık İmam Rabbanî Hazretleri’nin tavırlarıyla verdiği cevap Cihangir’de bir yumuşamaya yol açmıştı. Güvelyar hapishanesi de neredeyse barışın ve huzurun kurtarılmış bölgesine dönüşmüştü.

Cihangir, İmam Rabbanî k.s. Hazret-leri’nin içinde bambaşka ve bilinmedik bir alem taşıdığını sezebiliyor, yabancısı olduğu bu alemin kokusunu yavaş yavaş almaya başlıyordu. Büyük İmam’ın hapishaneden çıkartılmasını emretti. İmam Rabbanî Hazretleri’nin ise ilgilendiği şey bu değildi. Özgürlüğünü birtakım şartlara bağladı.

Buna göre şimdiye kadar yapılan puthaneler yıkılacak, yıkılan camiler yeniden yapılacaktı. Cihangir herkesin önünde inek kesecek ve bu iş yaygınlaştırılacaktı. Beldelere kadılar tayin edilecek, gayri müslimlerden cizye alınacak, bâtıl gelenek ve törenler terk edilecekti. Bazı mahkûmların serbest bırakılması da talepler arasındaydı. Cihangir hepsini kabul etti.

Kısa süre sonra Cihangir, İmam Rabbanî Hazretleri’nin muhabbetine kıskıvrak yakalanmış durumdaydı. Bir an olsun onun yanından ayrılmak istemiyordu. O da Cihangir’i dinî konularda bilinçlendiriyor ve bazı uygulamalar için teşvik ediyordu.

Keşmir’de müslüman kızların kâfir erkeklerle evlenmesi yasaklandı. Hicri takvim uygulamaya kondu. İslâmî ilimlerin öğrenilmesi teşvik edildi ve daha pek çok uygulama yapıldı. Cihangir için ise hayatının en güzel anları İmam Rabbanî Hazretleri’nin tekkesinde diz çöküp sohbetlere iştirak ettiği anlar oldu.

Bir süre sonra İmam Rabbanî k.s. Hazretleri Serhend’e döndü ve vazifesine oradan devam etti. 1624 yılında, emaneti başkalarına ulaştıracak pek çok halife bırakarak ahirete intikal etti.

    Ekber Şah bir şölen düzenlemiş ve her dinden insanlar bu şölene çağrılmıştı. Yeni uydurulan “Din-i İlâhi” mensuplarına gayet süslü çadırlar ayrılmış, çeşitli yiyecek ve içeceklerle ağırlanmışlardı. Müslümanlar için ise paçavraya dönmüş eski çadırlar ve kuru ekmek uygun görülmüştü. Bu uygulama güya artık İslâm’ın eskidiğini göstermek içindi.

    Tören başlayınca, İmam Rabbanî k.s. Hazretleri, müslümanların bulunduğu bölümü çizgi içine alıp, bir toprak parçasını Ekber Şah’ın bulunduğu tarafa doğru fırlattı. Birdenbire çok şiddetli bir fırtına çıktı ve Ekber Şah’ın saray çadırlarında başlayan panik, birkaç kişinin ölümüne ve çok sayıda kişinin yaralanmasına sebep oldu.

    Aynı anda müslümanların bulunduğu çadırlara sükûnet hakimdi. Bu durumu gören Ekber Şah’ın adamlarından çoğu tevbe ederek İmam Rabbanî Hazretleri’ne mürit oldular.