๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Kapaktakiler => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 23 Ağustos 2011, 13:39:06



Konu Başlığı: Yılları Heba Etmeden
Gönderen: Zehibe üzerinde 23 Ağustos 2011, 13:39:06
Yılları Heba Etmeden


Ocak 2009 - 121.sayı


Ali SÖZER kaleme aldı, KAPAKTAKİLER bölümünde yayınlandı.


Fıkıh kitaplarında, mükellef olma adayı çocuklar için ‘mümeyyiz’ sıfatı kullanılır. Yani ayırt edebilen… Yani doğruyu yanlıştan ayırabilen… Ancak, mümeyyiz olacak çocuk donanımlı olmalıdır. Yaşadığı dünyanın, kendinin ve olayların farkında olmalıdır. Hazırlıksız yakalanmamalıdır. Mesela yirmili yaşlara girmeye aday olan bir genç dinî ihtiyaçlarla donanmalı ve ilmihal dediğimiz gerekli ilmi öğrenmiş olmalıdır.

İnsan yetiştirmek ağaç yetiştirmeye benzer. İlk başta bir tohumdan filiz haline gelir. Sonra kocaman ağaç olmaya aday bir fidan olur.

Mesela bir meyve fidanı. Daha ilk günden ilgiye muhtaçtır. Verimli bir yere dikilmeli, suyu verilmeli, ne gerekiyorsa yapılmalıdır. Fakat gelişi güzel büyümesine izin verilmemeli, gerektiğinde budama yapılmalı, fazla uzayan dallar kısaltılmalıdır. O taze dalları budamak ağacı yaralayacaktır. Ancak gerekli budamalar ağacı olgunlaştırır. Çalı olmaktan kurtarır.

İşte, insan inşa etmek de böyle bir şeydir. Ne modern anlayışta olduğu gibi sonsuz bir özgür bırakma işidir eğitim, ne de kapıları bütün yeniliklere kapatmaktır. İşin gerçeği ve doğrusu inancımızdan ve geleneklerimizden sapmadan yürüyen sağlam nesiller yetiştirmektir.

Altın çağların kıymetini bilmek


Çocukluk çağı altın yıllardır. Kıymeti bilinmelidir. İleriki yaşlarda olumsuz tavırlara neden olacak davranışların temelleri bu yıllarda atılmaktadır. Hadis-i Şerif’te buyrulduğu gibi “Her çocuk İslâm fıtratı üzerine doğar.” Daha sonra anne-babası ve çevresi çocuğu şekillendirirler.

Yakın zamana kadar toplum olarak gelenekselleşmiş bir aile yapımız vardı. Çocuklar, anne-baba, dede-nine elinde büyür, onları örnek alırdı. Büyüklerden masallar dinlerdi. Konu komşunun çocuklarıyla oynar, akrabalarla kurulan ilişkilerle hayatı tanırdı. Sosyal hayat ilk başta böyle şekillenirdi.

Hızla gelişen teknoloji ve küreselleşen hayat ile bir anda geleneklerimiz hızlı bir değişim sürecine girdi. Önce radyo, sonra televizyon, sonra internet ve daha sonra cep telefonları girdi hayatımıza. Her biri kendi içinde arkadaş, rehber, ebeveyn ve öğretmen görevi görür oldu. Çocuklar bir anda anne babanın, dede ve ninelerin kucağından kayıp gitti.

Şimdi, daha üç yaşından itibaren çocuğun dünyasını televizyon ve internet şekillendiriyor. Zaten bu yaşlarda da çocuk etrafındaki şeyleri merak etmeye başlıyor. Cevap aradığı birçok şeyin karşılığını da artık televizyondan öğreniyor. Çocuğun dünyası yıllar ilerledikçe televizyona, internete göre şekilleniyor. Dolayısıyla çocuk ile ebeveyn arasına bu teknoloji kutuları girmiş oluyor. Okul çağına gelindiğinde de aynı durumdan eğiticiler şikayet ediyor.

Aslında hayatımızı kuşatan teknolojik unsurları ret edemeyiz. Sadece gerektiği gibi ve doğru şekilde kullanma yolunu tercih etmeli ve çocuklarımıza da böyle öğretmeli, böyle telkin etmeliyiz.

İnancımıza göre bir dünya


Bizim dünyamız müslüman bir dünya. Telakkimiz de böyle olmalı. Arka plan ve kültür dünyamız müslüman bir ailenin ve cemiyetin kültürü ve anlayışı çerçevesinde oluşmalıdır. Mesela bir çocuğun daha ilk yaşlardan ihtiyaç duyduğu masallar bizim dünyamızı anlatmalıdır. Şair Sezai Karakoç “Çocukluğumuz” şiirinde bir çocuğun nasıl bir anlatıma ihtiyaç duyduğunu çok güzel dile getirir:

“Annemin bana öğrettiği ilk kelime / Allah, şahdamarımdan yakın bana benim içimde / Annem bana gülü şöyle öğretti / Gül, O’nun, O sonsuz iyilik güneşinin teriydi.”

Asırlar boyunca İslâm toplumları çocuklarının bu ihtiyaçlarını, hayata bakış açılarını ve inançlarını yansıtan öğelerle gidermişlerdir. Genelde sözlü kültüre ait olan bu unsurlar masal, hikâye, bilmece, atasözleri gibi birçok türü ihtiva etmiştir. Hikmetli sözlerle bezenerek masal ve hikâye kitapları yazılmıştır. İslâm dini hayatın özüne karılarak sunulmuştur çocuklara.

Hızla gelişen ve değişen araçlarla birlikte ne yazık ki bu eski yöntemler ikinci planda kalmıştır. Şimdi yapılması gereken bu sözlü ve yazılı kültürden faydalanarak teknolojinin gereğine göre eserler ortaya koymaktır. Tabii bunlar yapılırken de ticari kaygılardan ziyade, çalışmaların genç nesillere vereceği fayda gözetilmelidir.

Ebeveyn, çocuklarına İslâm dünyasının kavramlarını öğretmelidir. Mesela peygamberler tarihini… Sonra İslâm tarihini sevdirecek, öğretecek, çocuğun o dünyaya girmesini sağlayacak kitaplar, belgeseller, filmler tercih edilmelidir. Bu yöntem de bıktırmadan, usandırmadan tatbik edilmelidir.

Bu noktada anne babanın, çocuk üzerindeki tesirlerinin bilincinde olması gerekir. Ebeveyn, çocuğun altın çağları denilen dönemin baş aktörüdürler. Bilinçli ebeveynler ve bu çerçevede oluşturulmuş çevreler, çocuklarını bir insan olarak ve etrafını keşfetmeye çalışan çocuk olarak doğru ihtiyaçlara yönlendirebilirler. Fakat bu yönlendirme, son yılların moda deyimi olan sonsuz ‘özgür bırakma’ şeklinde olmamalı, gerektiği yerde ‘dur’ denilebilmelidir.

Hayatımızı bütün yönlerden kuşatmış olan teknolojiyi yok ve zararlı saymak yerine, bir fırsata çevirebiliriz. Televizyonu, interneti, gazete ve dergileri çocuklarımızın doğru tercihler yapmasını sağlayarak faydalı hale getirebiliriz. Yoksa yasaklama usulü, tecrübe ile sabittir ki faydalı olmamakta, hatta bir süre sonra bir çeşit açlık meydana getirmektedir.

Ayırt edebilmek farkında olabilmek


Fıkıh kitaplarında, mükellef olma adayı çocuklar için ‘mümeyyiz’ sıfatı kullanılır. Yani ayırt edebilen… Yani doğruyu yanlıştan ayırabilen… Ancak, mümeyyiz olacak çocuk donanımlı olmalıdır. Yaşadığı dünyanın, kendinin ve olayların farkında olmalıdır. Hazırlıksız yakalanmamalıdır. Mesela yirmili yaşlara girmeye aday olan bir genç dinî ihtiyaçlarla donanmalı ve ilmihal dediğimiz gerekli ilmi öğrenmiş olmalıdır.

Bunun yanında, herkes için olmasa da, okumuş bir genç, kendini okuryazar olarak ifade eden bir genç, İslâm tarihini ve gerektiği kadar dünya tarihini bilmelidir. Özellikle medeniyet tarihi dediğimiz, tarihî olaylardan ziyade anlayışı göstermeyi amaçlayan bir yol izlenmelidir. Okuma alışkanlığı edinmelidir. Ruhî olgunluğa erişebilmek için nitelikli kitaplar okumalıdır. Bu tür özellikler kişinin fikrî yönünü güçlendirdiği gibi, hiç farkında olmadan dünyasını kuşatan olaylara ve fikirlere karşı da onu hazırlayacaktır.

Medeni toplumlar, sağlam nesiller yetiştirerek yükselmiş, refaha ermişlerdir. Biz okumayan bir milletiz. Aslında okumak da sadece kitap okumak değildir. Okumak; hayatı okumak, kâinatı anlamak ve yaratılış gayesine münasip hareket etmektir.

Eğitim sisteminin çarkına düşmeden


Anne babanın çocuk üzerindeki tesiri belli bir yaşa kadar. Daha sonra okullar giriyor devreye. Fakat eğitim sistemimiz çocukların önünde büyük bir engel. Yıllardır eğitim sistemimiz tartışılıyor. İki yılda bir değiştiriliyor. Öyle ki sistem deneme tahtasına dönmüş durumda. Kurtuluşu değişimde aramak, bir hastalığa dönmüş denilse yeridir. Yanlış veya doğru, nasıl olursa olsun, yeter ki değişsin denilerek doğruyu bulmaya çalışmak ne kadar doğru olabilir?

Oysa meselenin bir muhteva ve bakış açısı olduğunun üzerinde kimse durmuyor. Birçok alanda olduğu gibi, talim terbiyede de şekilciyiz. Sadece şekle dayanan değişikliklerle ilerleme kaydedebileceğimizi sanıyoruz. Nitekim bu yanlış adımların sonunda eğitime hiçbir katkısı olmayan dershaneler girdi hayatımıza. 90’lı yıllarda hızlanan dershanecilik günümüzde vazgeçilmez bir unsur haline gelmiş durumda.

Oysa hiçbir şeyi sorgulamayan, sadece test çözme tekniğine dayalı bir yöntem çocuklarımızı çok derinden yaralamaktadır. İlkokuldan üniversiteye, on beş yılı aşan eğitim dönemi, ne yazık ki sadece soru ve cevap yöntemine hapsolmuş kalmıştır. Bir de eğitime para hırsının karıştırılması, genç nesilleri sağlıklı olmayan bir talim terbiye ile karşı karşıya getirmektedir. Bir tarafta sadece para kazanmak için eğitenler, diğer tarafta daha ilkokuldan itibaren çocuklarını bu sistemin çarkına kaptırmış anne babalar vardır. Çocuklar kabiliyetlerine göre yönlendirilmek yerine, ebeveynin hırslarına kurban gitmektedir.

Konuşmamız gereken pek çok sorunumuz var. İlk sorunumuz da hastalıklarımızın farkında olmamak. İlk bu noktadan başlamalıyız. Doğru bir teşhisle, birer birer sorunların üzerine gitmeliyiz. Bütün bunları yaparken de kısa vadeli hesaplar yapmamalıyız.

Hesaplarımızı dünyayı da ahireti de göz önünde bulundurarak yapmalıyız. Sağlam nesiller yetiştirmeliyiz.

Yılları heba etmeden… Nesilleri heba etmeden…