๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Kapaktakiler => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 07 Ekim 2011, 19:10:48



Konu Başlığı: Söz Uçar Yazı Kalır
Gönderen: Zehibe üzerinde 07 Ekim 2011, 19:10:48
Söz Uçar Yazı Kalır


Mayıs 2006 - 89.sayı

Mehmet Berat IRMAK kaleme aldı, KAPAKTAKİLER bölümünde yayınlandı.

Yazıyı “yaban”a atmayın; ayak bastığımız, alın değdirdiğimiz topraklarda varlığımızın mührü yazıdan ibarettir. İslâm uygarlığı dediğimiz muhteşem birikim, muhteşemliğini “yazgı”dan olduğu kadar “yazı”dan almaktadır.

Şu gün görmüş günler görmüş yeryüzünde, yazının doğallaştığı, evrenle bütünleştiği, turnalar gibi kanatlandığı yegane uygarlık İslâm uygarlığıdır.

Bize “kalemle yazmayı” öğretene şükür borcumuzu ödeyerek diyelim ki, vahiy kâtiplerinin “sünnet”ini devam ettiren ve binlerce “elyazması”nı bize miras bırakan soylu kişilerin, her mimarî eserin “alnına” kıyamete kadar silinmeyesi yazılar işleyen eli öpülesi yazı ustalarının ve hususiyetle Türkçe’yi muhteşem bir yazı dili haline getiren Osmanlı atalarımızın yazıya düşkünlüğünün yazımızın başında yâd edilmesi, rahmet ve minnetle anılması gerekir; gereği yazılmıştır/yapılmıştır.

Şimdi, diyelim ki fakir bu yazıyı yazmamıştır, yazmak yerine üç beş muhtemel okuyucusuyla dilinin döndüğünce, aklının erdiğince sohbet edip, yazı üzerine söz söylemiştir; sizler de doğal olarak elinizdeki mecmuada “söz uçar yazı kalır” adlı bir yazı okumuyorsunuzdur, bir şey kaybetmiş sayılmazsınız; fakir nihayetinde bir deneme yazarıdır ve icabında denemese de olur. Hadi “vahiy” korunmuştur korunmasına da, diyelim ki Hazreti Peygamber’in “söz”lerinin, ne bileyim, o muhteşem divanların, tasavvuf klasiklerinin, mesnevilerin yazılmadığını bir düşünün… Düşünemezsiniz, çünkü böyle bir yokluğu düşünmenin verdiği “titreme” hissi bile o yazılı “külliyat”ın varlığı sayesindedir. Onun için söz uçar, yazı kalır. (Buradan “söz”ü küçümsediğimiz çıkarılmasın; sözümüz sözdür ki, yazı da varlığını söz dediğimiz o “vergi”ye borçludur. “Sözümüz senet” sözünün bugünkü anlam itibarıyla ilk çağrışımı yine yazının kapısına çıkmaktadır.)

Yazıyı “yaban”a atmayın; ayak bastığımız, alın değdirdiğimiz topraklarda varlığımızın mührü yazıdan ibarettir. İslâm uygarlığı dediğimiz muhteşem birikim, muhteşemliğini “yazgı”dan olduğu kadar “yazı”dan almaktadır. Bir ırmak kesintisizliği, coşkunluğu ve bereketi içerisinde yazıla yazıla günümüze gelen o birikimden nasiplendiğimiz ölçüde “yazı”mız, yani hayatımız güzelleşecektir.

Bugünden geriye dönüp baktığımızda dünyayı güzelleştirmek için sürdürdüğümüz o soylu, o muhteşem yürüyüşün izleri de “yazı”ya çıkmaktadır. “Kader”le “yazı”nın bu kadar örtüştürüldüğü başka bir dil bulunmadığı gibi, başka bir uygarlık da bulunmamaktadır. Sıradan insanımızın idrakinde bile okuduğumuz “hayat kitabı”ndan başkası değildir; yaşayıp göreceğimiz, sürüp çekeceğimiz evvelden yazılmıştır. “Yazgı”mız neyse onu çekeriz; alnımıza yazılan başımıza gelir...

“Kul olayım kalem tutan ellere” deyişimizde, okur-yazar taifesine duyduğumuz hürmetin, yahut kendi düşüncemizin, sevincimizin, aşkımızın, çilemizin “kalıcı” hale gelmesinin yanında, “yazı”mızı evvelden yazan o büyük “el”e duyduğumuz aşkın ince göndermeleri bulunmaktadır.

“Ova”ya “yazı” deyişimizdeki ufuk açıklığı, yazının, imanın ifşası olduğuna delalet etse, yazı da nihayetinde bir şifreden, yaşadığımız hayatın kodlanmasından ibarettir. O kodlar, o şifreler, o remizler açıldığında ortaya çıkan “bizim hayatımız” sahiden bizim hayatımızdır ve içinde cümle insanîliği barındırmaktadır. “Kadir Mevlâm böyle yazmış yazımı” deyişimizdeki teslimiyet, yalnızca bir boyun eğiş, bir kabullenme değildir; bir kadir kıymet bilişin de göstergesidir; bu yakınma kokan cümlede bile ruhumuzdaki “nefes” aslını hatırlamaktadır.

Yeryüzündeki yolculuğumuzun anlamı biraz da “yazı”ya bakışımız ölçüsünde derinleşmektedir. Dünya denilen ihtiyar “kitap”ın her cümlesi okuduğumuz ölçüde kendisini ele vermektedir; noktaya gelene kadar…