> Forum > ๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ > Semerkand Aylık Tasavvuf Dergileri > Kapaktakiler > Sınırları Aşabilmek
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Sınırları Aşabilmek  (Okunma Sayısı 443 defa)
16 Eylül 2011, 03:54:10
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 16 Eylül 2011, 03:54:10 »



Sınırları Aşabilmek



Nisan 2007 - 100.sayı

Halil AKGÜN kaleme aldı, KAPAKTAKİLER bölümünde yayınlandı.

Modern dünyaya yeni sınırlar çizerek girdik. İnsanlar, toplumlar, ülkeler arasında çizilen sınırlar, bize yeni kimlikler verdi. Yeni aidiyet duyguları ihdas etti. Sınırlar çizerek kendimizi güvende hissedeceğimizi sandık. Fakat artık bu sınırlar bize yetmiyor. Gönül coğrafyamıza, inanç iklimimize, maneviyat haritamıza dar geliyor.

İmparatorlukların yıkılıp ulus devletlerin kurulduğu 18. ve 19. yüzyıllar tarihin en uzun yüzyıllarıdır. Bu dönemde ortaya çıkan insan ve toplum tasavvurları, yeni siyasi, ekonomik ve siyasi sistemlerin de doğmasına neden oldu. İmparatorlukların adem-i merkeziyetçi yapısının yerini merkezî ulus devletler aldı. Farklı dil, kültür ve etnisitelerden oluşan toplumlar, tek bir etnik temele dayalı olarak tanımlandı. Türkiye gibi pek çok müslüman toplum, bugün bu dar, tek boyutlu ve yapay kimlik tanımlarından kurtulmaya çalışıyor.

Modern tarih anlatılırken bize genellikle şu söylenir: her ulus, belli bir bağımsızlık mücadelesinden sonra kendi devletini kurmuştur. Türkler, Araplar, İranlılar, Arnavutlar, Yunanlar, Fransızlar ve diğer dünya milletleri, zaten homojen birer bütün oldukları için devlet sahibi olmalıydılar. İmparatorlukların yıkılması bu uluslara kendi devlet kimliklerini kazanma imkanı sundu. Yani önce ulus vardı, sonra devlet.

Oysa bunun ne tarihen ne de felsefî olarak mümkün olmadığını biliyoruz. Tarihen seküler ulus devletler kurulana kadar modern manada bir “Türk milleti”, “Arap milleti” yahut “Afgan milleti”nden bahsetmek mümkün değil. Bu ismi taşıyan toplumlar, daha geniş ve kozmopolit bütünlerin parçasıydılar. Müslüman olmadan önce bile Türklerin herhangi bir “saf ırk yahut millet” olmak gibi bir iddiası hiçbir zaman olmadı. Onlarca Türk aşireti, boyu, Orta Asya’da Çin ve Moğol topluluklarıyla içiçe yaşamaktaydı.

Tıpkı diğer etnik toplumlar gibi Türkler de müslüman olduktan sonra yeni kimlik aidiyetlerine sahip oldular. Bir Türk, Arap, vs. olmanın ötesinde bir ümmetin parçası olmak, kimliklerini belirleyen ana siyasi tanım oldu. Din bağı, aşiret, boy, kabile, ulus bağlarından daha önce gelmekteydi. Türklerin bir cihan imparatorluğu kurmasını, diğer topluluklarla ve özellikle Kürtlerle kader birliği yapmasını sağlayan da bu ümmet kimliği oldu. Türk olanla Türk olmayan arasındaki sınırlar ortadan kalktı. Aynı şekilde Türkle Arap, Farsla Afgan, Afrikalıyla Hintli arasındaki sınırlar akışkan hale geldi.

Ulus devlet ve yapay sınırlar


Modern ulus devlet, bu yapıları yıkarak kuruldu. Etnisite temelli devlet tanımı sayesinde Türk, Arap, Somalili, vs. devletleri kuruldu. Bu devletler kurulduktan sonra geriye dönülerek yeni ulus tanımları yapıldı. Tarih kitapları yeniden yazıldı. Kurucu ulus mitleri icat edildi. Bir ulusun diğerinden, Türklerin Araplardan, Kürtlerden, vs. ne kadar üstün olduğu anlatıldı.

Bütün bunlar ulus devlet mekanizmasını meşrulaştırmak için oluşturulan kurgulardır. Bu yüzden modern dönemde önce devlet vardır, sonra ulus. Etno-seküler ulus devleti var eden millet değildir. Tam tersine homojen ve etnik bir grup olarak modern ulusları ortaya çıkaran ve tanımlayan şey, devletin kendisidir. Yani önce devlet vardır, sonra o devlete göre tanımlanmış, icat edilmiş bir millet...

Bu devlet ve millet tanımlarının çizdiği yapay sınırlar, İslâm dünyasını 57 devlete ve onlarca etnik kimliğe böldü. Kavmiyetçilik virüsü herkesi bize uzak kıldı. Hatta çoğunu düşman olarak gördü. İslâm kardeşliği üzerinden kurulan güçlü bağlar kısa sürede çözüldü. Buna direnenler ümmetçi olmakla, devlete karşı çıkmakla, vs. suçlandılar.

Bugün bu sınırlar bize dar geliyor. Çünkü bin küsur yıllık tarihi tercrübeyi anlamamıza imkan vermiyor. Diğer müslümanlarla kurduğumuz vicdan ittifakını bozuyor. Zihinlere ‘biz ve onlar’ diye şüpheler düşürüyor. Birilerinin sırf dilinden yahut derisinin renginden dolayı üstün ya da alçak olduğunu kulaklarımıza fısıldıyor. Tıpkı Hz. Adem’e secde etmeyi reddeden şeytanın “onu topraktan, beni ateşten yarattın” demesi gibi ırkçılık tohumlarını ekiyor.

Yüz küsur yıllık ulus devlet tecrübesine rağmen, bugün müslüman toplumlar kadim vicdanlarının sesine kulak veriyorlar. Siyasi sınırları aşıp, daha yüksek idrak seviyelerinde buluşmayı, birleşmeyi arzu ediyorlar. Filistin, Çeçenistan, Irak, Keşmir, Bosna deyince hepsinin yüreği titriyor. Aynı gözyaşlarını döküyorlar. Aynı duaları edip, aynı tevekküle sarılıyorlar.

Yapay haritalar, derin birlikler

Siyasi ve ekonomik olarak İslâm dünyası, sanki hiçbir sınır yokmuş gibi hareket etmek zorunda. Sanki bu sınırlar aramızda hiç çizilmemiş gibi birbirimize bakmayı, birbirimizle konuşmayı öğrenmek zorundayız. Mısırlı, Türkiyeli, Ürdünlü, Pakistanlı, Nijeryalı olmak hiçbirimizin birinci kimliği değildir. Bunlar devletlerin bize giydirmeye çalıştığı dar gömleklerdir. Bu ayrımlara, kimliklere, tanımlara direnebildiğimiz ölçüde sahih bir birliğe yaklaşmış olacağız.

Bir örnek olarak Türkiye’nin doğu ve güney sınırlarından Suriye, Irak ve İran’a doğru gidin. Antakya’dan Haleb’e, Cizre’den Erbil’e, Doğubeyazıt’tan Hoy ve Tebriz’e gidin. Türkiye nerede bitiyor, Suriye nerede başlıyor bilemezsiniz. Habur sınır kapısını ne zaman geçtiniz de Irak’a girdiniz fark edemezsiniz. Coğrafya, sokaktaki insan, camideki ezan, okuldaki çocuklar, bahçedeki ekinler hepsi bize tek bir coğrafyada olduğumuzu söyler.

İslâm dünyasının derin birliği sadece coğrafya yahut bitki örtüsüyle sınırlı değil. Bu yüzden siyasi sınırlar dünya vizyonumuzun çok gerisinde kalıyor. Sınırlara takılanlar, ağaçlara bakarken ormanı göremeyen insanlar gibiler. Ortada hep birbirinden farklı ağaçların olduğunu düşünüyorlar. Ama bütün bu farklı ve kendine has ağaçların bütün olarak bir ormanı meydana getirdiğini göremiyorlar.

Kimileri de görmek istemiyor. Türkiye’nin ve Arap dünyasının yabancılaşmış siyasi elitleri Avrupa ve Amerika’dan devşirdikleri kelimelerle konuşmayı tercih ediyorlar. Böylece avamın seviyesine inmemiş olacaklarını düşünüyorlar. Oysa bu kelime ve kavramların çizdiği sınırlar, onları hep halkın, tarihin, kültürün, coğrafyanın dışında bırakıyor. Yabancılaştıkları için halk onları anlamıyor. Halk anlamadığı için aydınlar ve elitler onları küçümsüyorlar. Oysa dışarıda kalan kendileri; bunu fark etmiyorlar.

Derin birlikteliğimiz pazarlık konusu yapılmasaydı, bugün önümüzde Kürt sorunu diye bir şey olur muydu? Irak’ta Şiî-Sünnî çatışması olur muydu? Aynı coğrafyanın, medeniyetin, kültürün insanları birbirlerine hasım, düşman gözüyle bakar mıydı? “En hayırlınız, Allah’tan en çok korkanınızdır.” ilkesini yaşayabilseydik, şeytanî bir kavmiyetçiliğin pençesine düşer miydik?

Vicdan ve irfan birliği


İslâm dünyasının derinlerdeki vicdanî ve aklî birliği bütün çabalara rağmen varlığını sürdürüyor. Bugün yapılması gereken bu derin birliği desteklemek, derinleştirmek, güçlendirmektir. Aynı tarihin, ortak bir kaderin ve ortak bir geleceğin mensupları olduğumuzu kendimize tekrar hatırlatmaktır.

İkinci adım bu derin birliği, siyasi ve kurumsal mekanizmalarla desteklemektir. İslâm ülkeleri arasındaki yapay sınırları aşabilmek için, daha sağlıklı iletişim kanalları açılmalıdır. İslâm Konferansı Teşkilatı gibi örgütler bu süreçte önemli roller oynamalıdırlar. Kendini sessiz, sahipsiz gören müslüman kitlelerin sesi olacak bir kurum, 21. yüzyılın tarihine damgasını vuracaktır.

Üçüncü adım tekrar normale dönmek yani sınırların ötesini görebilmektir. Ben-öteki, biz-onlar, vs. ayrımlarını aşıp yüksek vicdan ve yüksek irfan düzeyinde yeniden buluşabilmektir. Bunu yaptığımız zaman kendimize “Ümmet-i Muhammed” diyebilecek kıvama geleceğiz. Bunu başardığımız gün şeytanın kavmiyetçiliğini aşıp, “Adem’in çocukları” olduğumuzu idrak edeceğiz.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Sınırları Aşabilmek
« Posted on: 26 Nisan 2024, 00:46:13 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Sınırları Aşabilmek rüya tabiri,Sınırları Aşabilmek mekke canlı, Sınırları Aşabilmek kabe canlı yayın, Sınırları Aşabilmek Üç boyutlu kuran oku Sınırları Aşabilmek kuran ı kerim, Sınırları Aşabilmek peygamber kıssaları,Sınırları Aşabilmek ilitam ders soruları, Sınırları Aşabilmek önlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes