๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 03 Mayıs 2010, 14:48:53



Konu Başlığı: Sevgimiz Güneş Olsun
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 03 Mayıs 2010, 14:48:53
Sevgimiz Güneş Olsun

(http://www.semerkanddergisi.com/DergiResimleri/b17018c6954ddad6140.jpg)

Cahiliye devrinde putlara gösterilen sevginin yerini günümüzde yine cansız olan, insana karşı bir tebessümü, teşekkürü bile olmayan nesnelerin aldığını görmekteyiz. Çağdaş denilen insanın, maddeci yönüyle Cahiliye toplumundan geri kalır bir yanı yok gibi.

Çok değil bir on yıl öncesine kadar Batı ülkelerinde meydana gelen olayları duyup, tüylerimiz diken diken oluyor, yaşananları anlamakta aklımız zorlanıyordu. Nasıl oluyor da “insan”, insanlığa sığmayan, “vahşi”leri dahi aratmayan fiilleri işleyebiliyordu?

Dün, uzaklardan duyup şaşırdıklarımıza ne yazık ki bugün ülkemizde şahit oluyoruz. Gün geçmiyor ki insanlığın kanını donduracak haberlerle sarsılmayalım. Hadi Batılı, “Bir insanı haksız yere öldürmek, bütün insanlığı öldürmek gibidir.” gerçeğinden habersiz. Peki, yıllardır ülkemizde yaşanan, yaşatılan, gün geçtikçe daha da büyüyen acıları nasıl anlamlandırmalı?

Kendimize son zamanlarda sık sık sorduğumuz “Bize neler oluyor?” sorusunun cevabını nerelerde, kimlerden sormalıyız? Yoksa çok uzaklara gitmeden içimize dönerek, üzerini dünyalıklarla örttüğümüz maneviyatımızın sesini mi dinlemeliyiz?

Unuttuğumuz, kaybettiğimiz değerler neler? Bölüşmek, paylaşmak, sevgi, dostluk, vefâ… gibi kelimeleri hayatımızdan olduğu gibi, sözlüklerden de çıkarıp atmaya çalışan eller kimin? Korkuların, güvensizliklerin ve nefretin hakim olduğu bir dünyada “yaşamak” gerçek anlamıyla karşılığını buluyor mu? Yoksa farkında olmadan insanlık kendi elleriyle kıyametini mi hazırlıyor?

Her şeyi madde olarak gören, mutluluğun, huzurun, başarının, kendisi için var olduğunu düşünenlerin, baltalanan manevi dünyalarını saran büyük bir yangının getirmiş olduğu acı ve feryat, sadece o yangının içinde olanları değil, etrafındakileri de etkiliyor, yakıyor.  Bir müddet sonra “bana dokunmayan” anlayışında olanlara da bir kıvılcım sıçrayarak aynı telaşı, korkuyu, acıyı yaşamalarına sebep oluyor. Sadece teknolojik gelişmeler, buluşlar insanlığın mutlu olmasına yetmiyor. İnsan mutsuzluk içinde yaşarken de hiçbir maddi varlığın anlamı olmuyor.

Günümüz dünyası baş döndürücü teknolojik gelişmelerle ilerlerken, aynı zamanda insanî değerlerde tam zıddı bir geriye gidiş ve kaos yaşanmakta. Sadece kendisi için yaşadığını, hayatı bir  “mücadele” olarak gören insan, kendisinden başka her bireye, hatta en yakınındakilere bile zarar verebilecek eylemlere girmekten çekinmiyor. Bu düşünce ve davranış içinde olanlar sadece “cahil” denilen insanlar değil. Eğitimli insanların da aynı bataklığın içinde gün be gün kaybolmaya doğru gittiğini görmekteyiz. Öyleyse problemin kaynağı başka…

Sevgisiz iman olmaz

Bugün insanlar birbirini sevmiyor. Bakışlar bakışlara mermiden farksız; soğuk ve yaralayıcı. Herkes karşısındakine elde edebileceği menfaat kadar değer veriyor. Karşısındaki insandan bir çıkarı olmayanlar birbirine “selam” dahi vermekten çekiniyor. Oysa selam, insanlar arasında muhabbet bağını güçlendiren, birbirlerine yaklaştıran en önemli unsurlardan biriydi. O güzeller güzelinin canları titreten uyarısını sanki duymamış gibi yaşamaya başladık.  Efendimiz s.a.v.:

“Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, iman etmedikçe Cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Aranızda birbirinizi sevmeyi gerçekleştirecek bir şeyi size haber vereyim mi? Selamı aranızda yayınız!” buyuruyordu.

Bizler asıl problemin “imanî” noktada olduğunu anlamakta zorlanıyor veya anlamak istemiyor, yanlış reçetelerle tedavi yolları arıyorduk.

Aramızda yaygınlaştırmamız gereken selamı kestiğimiz günden beri de birbirimize olan sevgimiz azalıyor, kaybolma noktasına geliyordu. Çünkü birbirine yaklaşmak yerine, birbirimizden uzaklaşıyor, birbirinden uzaklaştıkça birbirini anlayamaz, tanıyamaz, hatta nefret eder duruma geliyorduk.

Huzur ve mutlulukları başka yerlerde arar olmuştuk. Sevginin ve mutluluğun asıl kaynaklarından uzaklarda aranması insanı gün geçtikçe karanlık bir kuyunun derinliklerine çekiyordu. Ve insan o karanlık dünyada ışıksız, sevgisiz, hissiz yaşarken, etrafında başka kimselerin var olduğunu unutup, sadece “ben” varım düşüncesiyle yaşamaya devam ettikçe menfaatine engel olacak her türlü engeli ortadan kaldırmakta bir sakınca görmüyordu.

Cahiliye devrinde putlara gösterilen sevginin yerini günümüzde yine cansız olan, insana karşı bir tebessümü, teşekkürü bile olmayan nesnelerin aldığını görmekteyiz. Çağdaş denilen insanın, maddeci yönüyle Cahiliye toplumundan geri kalır bir yanı yok gibi. Aradan geçen bunca zamana karşılık, o karanlık dönemde olduğu gibi, insanlar arasındaki ilişkilerin sevgiye değil menfaate dayalı olduğunu üzülerek görmekteyiz.

Sevmek yaratılıştan verilmiştir

Sevmek duygusu bebeklikten itibaren geliştirilen bir duygudur. İlk tomurcuklar bir bebeğin çeşitli ihtiyaçlarını karşılayan annesine karşı tatlı gülücüklerle başlar. Bebek öncelikle annesini, babasını sever. Sonra ailesindeki fertleri. Bu sevgi halesi merkezden muhite doğru büyüyen bir sevgidir.

Sevgi gören, sevgiyi bir soluk gibi hep içinde hisseden çocuk herkese, her varlığa karşı aynı sevgiyi gösterecektir. İlk izler, ağaçların gövdelerine kazınan birtakım şekiller gibi kalıcıdır. Ağaçlar büyüdükçe o şekiller de ağaçların gövdesinde büyüdükleri gibi, çocukların dünyasına atılan ilk çizgiler de onlarla birlikte büyüyüp gelişecektir. Güzel bir fıtrat üzere dünyaya gönderilmiş insanın bu güzelliğini korumak ve muhafaza etmek öncelikle aileye düşen bir görevdir. Aksi takdirde ilk zararı görecek olan da yine aile olacaktır. 

Zahmetsiz, ücretsiz olarak insanın karşısındakine sunabileceği en güzel armağan sevgidir. Bazen bir tatlı söz, bazen bir gülüşle ifade edilen sevginin zor bir yanı yok. Sevgi, verdikçe azalan değil, aksine çoğalan bir duygudur. Güneş gibi hem kaynağını hem de değdiği her yeri ısıtan ve ışıtan bir özelliğe sahip.

Yaşadığımız problemlerin, şikayetçi olduğumuz davranışların temelinde sevgisizlik yatmaktadır. Sevgi ile aşılmayacak bir sıkıntı, çözümlenmeyecek bir problem yoktur. İnsana düşen, doğuştan kendisine bahşedilmiş sevgi kabiliyetini geliştirmektir. Çünkü insan,  iyiliğe de kötülüğe de meyilli bir varlık olarak yaratılmıştır.

İnsanın iyi yönünü geliştirecek olan öncelikle anne ve babadır. “U” şeklindeki bir tüp gibi iyilik ve kötülüğe meyli bünyesinde taşıyan çocuğa her zaman iyi, doğru, güzel olanlar verilirse, tüpün diğer ucunda sıkışan kötülüğe meyilli duygular bir müddet sonra oradan dökülüp kaybolacaktır. Sadece güzelliklerle dolan insan kötülüğü bilmeyecek, tanımayacak. Bütün benliği iyiliklerle dolu insan, her varlığa “güzel” nazarıyla bakacak ve onun dünyasında kötülüğün yeri kalmayacaktır. Ve bilecektir ki, O yaratmışsa güzeldir, anlamlıdır, değerlidir.

Yaratılmışlar içinde en özel yere sahip olan, yaratılanların en şereflisine, insana, daha “özge” bir nazarla bakacaktır. Öldürmek bir yana, onu incitmekten dahi kaçınacaktır. Bir insanın küçültülmüş bir âlem olduğunu ancak O’nu bilmekle kavrayacaktır. O’nu bilmeyen, bulmayan için ise insanın da herhangi bir maddeden farkı kalmayacaktır.

Efendimiz’in sevgisi

Boş bir kâğıt hükmünde olup, güzelliklerin yazılmasını bekleyen çocuklarımıza öncelikle Allah sevgisini öğretmek gerek. O’nu seven bir gönül hiçbir zaman kötülüğe meyletmeyecek. Onun sevgisini kaybetme korkusuyla yaşayan insanın, dünyanın kirine günahına bulaşması kolay olmayacaktır.

İnsan bu dünyada güzel ahlâkıyla gerçek insanlığa ulaşmış olur. Anne ve babanın çocuklarına bırakacağı en güzel miras da güzel ahlâktır. Güzel ahlâkın yolu da sevgiden geçer. Çocuklar neyi görür, neyi yaşarsa onu öğrenirler.

Her konuda olduğu gibi, bu anlamda da insanlığa en güzel örnek Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz’dir. Bazı kimseler, Peygamberimiz’in Sahabi çocuklarını okşayıp öpmesini garip karşılıyorlardı. Kendilerinde olmayan bu güzel huyun, en güzel şekilde O’nda görülmesini tam olarak anlayamıyorlardı. Bir defasında Akra bin Hâbis, O’nu, Hz. Hasan’ı öperken görmüş ve: “Ey Allah’ın elçisi, benim on çocuğum var ve şimdiye kadar hiçbirini öpmedim” demişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber s.a.v. “Bilesin ki, merhamet etmeyene merhamet edilmez.” buyurmuştur.

Rahmet Peygamberi s.a.v.’in kuşatıcı ve engin merhameti sadece insanları değil, ağaçları,  çiçekleri, bütün yaratılanları içine almıştı. O, Allah’ın yarattığı eşsiz güzelliklere sahip tabiata duyarsız kimseleri Allah’ın azabıyla ikaz etmiştir: “Kim bir sidre ağacını keserse, Allah onun başını Cehenneme sarkıtır.”  Çevreye ve tabiata karşı duyarlı olanları da mükâfatla müjdeler. “Bir Müslüman ağaç diker veya bir şey eker de ondan bir kuş, bir insan veya bir hayvan faydalanırsa, bu onun için bir sadaka olur.” buyurarak, bütün canlılara karşı insanların merhametli, duyarlı olmasını öğütler.

Barışa götürecek tek yol

Sevginin bulunmadığı yerde imandan söz etmenin imkanı yoktur. İman, kalpte sevgi çiçeğini açtırdığı ölçüde kendisi de anlam kazanır. Hz. Mevlâna “Biz aşkın çocuklarıyız, annemiz aşktır bizim.” derken insanı doğuran ve besleyen özelliğin sevgi olduğunu anlatır. Yine “benim dinim aşktır” derken de, İslâm’ın sevgi dini olduğunu dile getirir.

İnsanların birbirini sevmesi, kucaklaması için çok sebep varken, kin gütmesi, yok etmesi için hiçbir sebep yok aslında. Çıkarları için birbirlerini ezenler, yok sayanlar, elinden gelen her türlü vahşeti sergileyenlerin “çıkar”ları hangi yüksekliğe kadar çıktı? Hiçbirinin başını göklere değdiren bir kazancı olmadı. Kimileri hep kendisiyle kalacak zannettiklerini terk edip gitti, kimilerinin de her şeyden çok değer verdiği “madde”ler bir “an” içinde yokluklara karıştı.

Sosyal yaraların ve hastalıkların tek çaresi sevgiyle kucaklaşmaktır. Hangi sebeple olursa olsun, son zamanlarda moda olan “öteki”  kelimesini dilimizden kovma zamanıdır. Gelmeden gitmeli çünkü bünyemize, yapımıza uyumsuz bir kelime. İnancımızla, kültürümüzle barışık olmayan bu kelime yerine kaynaştırıcı, kucaklayıcı kelimeler kullanmak tek çaremiz olmalı. 

Öncelikle “insan” olarak insanlıkta kardeş olduğumuz bilincini uyandırmalıyız. Hepimizin topraktan yaratılmış olması sebebiyle gelen kardeşliğimiz var. Bizler bir ana ve babanın, Hz. Âdem’in ve Hz. Havva’nın çocuklarıyız. Bu kardeşlik evrensel anlamda bir kardeşliktir.

Daha özde, dinde kardeşlik, İslâm kardeşliğidir. “İnananlar ancak kardeştir” ilkesini tam olarak yaşayanlar arasında husumetler, kinler nefretler olmaz. Kardeşler ancak yardımlaşır, paylaşır, bölüşür. Kendisi için istediğini kardeşi için istemek, kendisi için istemediğini kardeşi için de istememek düsturu insanlar arasındaki kenetlenmeyi, yardımlaşmayı dolayısıyla sevgi bağlarını kuvvetlendirmeyi sağlayacaktır. Sevgi, kardeşlik ve dostluğun gelişmesi toplumsal hayatın güçlenmesini sağlayacaktır.

Sevgi ışık; nefret karanlıktır. Sevgi ışığının kaynağı Yaratan’dır. Sevgi, sevgiyi var edenden beslenmiyorsa anlamsız demektir. O’nu sevmek sevgi alfabesinin ilk harfidir. O’nu bulduktan, O’nu sevdikten sonra her müşkül hallolacaktır. Yarına kalmayacak olan, dünyevî davaların boğuşmanın, didişmenin anlamsızlığı içinde kaybolmadan yaşayalım ve biz dahi bitirelim Yunus ile:

“Ben gelmedim dâvi için
Benim işim sevi için
Dostun evi gönüllerdir
Gönüller yapmaya geldim.”