> Forum > ๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ > Semerkand Aylık Tasavvuf Dergileri > Kapaktakiler > Değişim Zamanı
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Değişim Zamanı  (Okunma Sayısı 737 defa)
05 Temmuz 2011, 01:47:29
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 05 Temmuz 2011, 01:47:29 »



Değişim Zamanı


Halil AKGÜN kaleme aldı, KAPAKTAKİLER bölümünde yayınlandı.

Değişimi bir gerçeklik olarak anlamaya çalışırken, onun değişmeyen birtakım ilkelere, kurallara ve değerlere göre mana ve istikamet kazandığını akılda tutmak gerekir. Değişimin ilkesi de değişmeyen bir şey değil midir?

Dünyamız baş döndürücü gelişmelere sahne oluyor. İnsanlar sokaklara dökülüyor. Yıkılmaz denen diktatörlükler yıkılıp gidiyor. Olmaz denen oluyor, olması gereken sırra kadem basıyor. Öyle bir dünya ki bu, hayrı da şerri de aynı anda beraber yaşıyoruz.

Bazen insanlık vasfımızı yok eden işler yapıyoruz. Bazen insanlığımızı hatırlayıp şöyle bir duruyoruz. Fakat modern çağın tercihi hep değişmekten yana. Bazı akıldâneler “değişmeyen tek şey değişim” diyerek her şey değişsin, hep değişsin diyor. Sanki değişime anlam veren, istikamet kazandıran birtakım ilkeler yokmuş gibi “hep değişelim” diyorlar. Hep değişen bir varlık artık kendisi olabilir mi? “Değişelim” diyecek gücü kendinde bulabilir mi?

Değişim bir gerçek. “Kevn ü fesad” yani “oluş ve bozuluş” aleminde yaşıyoruz ve bu bizim için değişmek, olmak, bozulmak sonra yeniden kemale ermek anlamına geliyor. Fakat değişim tek başına bir hakikat değil. Neye göre, nasıl ve niçin değişiriz? Cevabını vermemiz gereken soru bu.

Modern çağ, eskiyi aşmak, hatta aşağılamak adına bir değişim fetişizmi doğurdu. Hep değişim, her daim değişim, her şeyde değişim diyerek değişim putlaştırıldı. Sanki varlık aleminin dayandığı birtakım ilkeler, kurallar yokmuş gibi değişime adeta tapılır hale gelindi.

Oysa değişim, değişmeyen ilkeler esas alındığında anlamlı hale gelir. Değişim kendi ayakları üzerinde durabilen bir hakikat değil. Aksi halde değişimi ölçemez, ona anlam veremezdik. Zira değişim görece bir kavram. Değişimi birtakım sabiteleri esas alarak takdir ederiz.

Değişim yahut yolda olmak

Tıpkı bir yerden bir yere gitmek gibi. Evet, yolda olmak esastır. Yolcu olmak, seyr ü sefer eylemek, sülukta olmak erdemdir. Ama bir yere gitmek demek, bir noktadan başlayıp bir başka noktaya doğru yönelmek demektir. Kalktığımız ve vardığımız nokta sabit olmak durumundadır. Aksi halde hep bir şeyleri arayan ama ne aradığını bilmeyen, bu yüzden de bulduğu şeyin ne olduğunu anlamayan insanlara benzer hale geliriz. İnsan ne aradığını bilmiyorsa, bulduğu şeyin kıymetini bilebilir mi?

“Hz. Mevlâna ne güzel söylüyor:

Her gün bir yerden göçmek ne iyi
Her gün bir yere konmak ne güzel
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş

Dünle beraber gitti cancağızım
Ne kadar söz varsa düne ait
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.”

Her gün bir yerden göç edip her gün bir yere konmak için, değişen nedir, sabit kalan nedir onu bilmek lazım. Ulemamızın “mütegayyirat” yani değişen şeyler ile “sevabit” yani değişmeyen şeyler arasında kurduğu denge işte bu hakikate dayanıyor.

Şeriatta da, tarikatta da, hakikatte de değişen süreçler ve değişmeyen sabiteler vardır. İnsan her daim bir yolcudur. Bu; değişim, tahavvülat, oluş ve bozuluş demektir. Ama kevn olmadan fesad olmaz. Varlık olmadan oluş olmaz. İlke olmadan süreç olmaz. “Vücub” olmadan “imkan” olmaz. Kemal olmadan nakısadan kurtulunmaz.

Bu yüzden değişimi bir gerçeklik olarak anlamaya çalışırken, onun değişmeyen birtakım ilkelere, kurallara ve değerlere göre mana ve istikamet kazandığını akılda tutmak gerekir. Değişimin ilkesi de değişmeyen bir şey değil midir?

Haller içinde halim

Cenab-ı Hakk’ın isimlerinden biri de “mukallibu’l-kulub”dur. Yani kalpleri evirip-çeviren... Kalp kelimesi, Arapça’da “değişip dönen şey” manasına gelir. Zira insanın kalbi her daim hayır ile şer, nur ile zulmet, iman ile inkâr arasında gidip gelir. Onu bir sabiteye bağladığımızda “kalb-i selim” olur. İnsanı insan yapan da onun silm ve selamete ulaşmış bir kalbe sahip olmasıdır.

İnsanın bütün azaları sağlam olsa da kalbi hastalıklı olsa, o kişi insanlık vasfından çok şey kaybetmiş demektir. Kendi kalbinde silm’e, selamete, felaha ve adalete kavuşmamış kişi, alemdeki adalet ve mizanı idrak edemez. Yaradanının nimetlerini takdir edemez. Başkalarına karşı şefkat ve merhamet duyamaz. Hz. Peygamber Efendimizin bir hadisinde buyurduğu gibi, insanın bu uzvu hasta oldu mu bütün vücudu hastalanmış demektir.

Değişim halden hale geçmektir. İnsanın hayatı da haller, makamlar ve mertebeler arasında gidip gelmekten ibaret değil mi? Her sabah kendimizi yeni bir halde buluruz. Bazen mutlu bazen kederli, bazen cesur bazen ürkek, bazen gürbüz bazen içine kapanık, bazen melankolik bazen açık zihinli oluruz. Bu kadar hal içinde gidip gelen insanı kemale ulaştıracak olan nedir?

Güzel dualarımızdan biri de “Yarabbi halimizi, hallerin en güzeline tahvil eyle” duasıdır. Bir düşünün: Rabbimizden bizi en güzel hale koymasını istiyoruz. Neden? Çünkü insan olarak muayyen bir halden kurtulmak mümkün değil. Hallerin, mertebelerin üzerinde olmak mutlak kemal sahibi Cenab-ı Hakk’a mahsustur. Bize düşen bu haller, yani değişim süreçleri için kemal-i insanîye, erdeme, ihsana ulaşmaya çalışmaktır.

Bunun için değişimi kendi iç dünyamızda yaşamamız gerekir. Büyük bilge-filozof Molla Sadra, varlıklardaki değişimin önce kendi cevherlerinde, daha sonra arazlarında meydana geldiğini söyler. “Hareket-i cevherî” adını verdiği bu öğretiyle Molla Sadra bize çok önemli bir noktayı hatırlatır: Değişim, arazlarda değil cevherde, yani özde başlar. Özünü hayra tebdil etmemiş hiçbir varlık gerçek manada değişmiş sayılmaz. Arazlarda yani arızî niteliklerimizde meydana gelen değişim ancak zahirdedir ve çoğu zaman bir aldatmacadan ibarettir. Aslolan değişimi cevherde gerçekleştirmektir.

Değişim ama nasıl?

İnsanın özü değişir mi? Bizim geleneğimizde bu sorunun cevabı bellidir. İnsanın özü, cevheri değişmez. Çünkü Cenab-ı Hakk insanı belli bir fıtrata göre yaratmıştır. O fıtrat değişmez zira “Allah’ın sünneti”, yani yarattığı varlık düzeninin temel ilkeleri ve kuralları sabittir. Bu kurallar değişse, alemde nizam olmaz, ahenk kalmaz, düzen kurulmaz.

Değişen insanın özü değil, o öze musallat olan arızalardır. Yani insanın nefsi, hevası, kibri, nankörlüğü, ihtirasıdır. İnsan özünü sağlam tutacak ki bu hastalıklara karşı korunabilsin. Molla Sadra’nın diliyle söyleyecek olursa, insan cevherini Hakk’a öyle bir rapt edecek ki bütün değişim hakka doğru, hayra doğru olacak. İşte anlamı ve istikameti olan değişim budur.

Modern insan, değişimi putlaştırırken aslında kendi özünü de inkâr ediyor. Değişmeyen ilkelerin, kuralların olduğunu bildiği halde “değişmeyen tek şey değişim” diyor. Çünkü içinde yaşadığımız modern “cilalı imaj devri”, onun basiretini bağlamış, firasetini gölgelemiş, hikmetini elinden almış. Değişimi anlamak ve yönetmek için sabitelere bakması gerektiğini unutuyor modern insan.

Değişimin önünde bir çöp parçası gibi savrulurken, insan oluşundan, özne oluşundan neler kaybettiğinin farkında bile değil. Değişim furyasına kendini bırakınca her şeyin çok güzel olacağını zannediyor. Her şeyin değişmesinin doğru bir şey olduğunu vehmediyor. Televizyonda, okulda, işyerinde kendisine hep bu telkin ediliyor. Akıntının dışına çıkıp sakin kafayla olup bitenin muhakemesini yapamıyor. Çünkü bir dakikalığına bile olsa o çılgınlığın dışına çıkınca treni ilelebet kaçıracağını zannediyor.

Oysa modern insanın tam da bu türden bir duraklamaya, yavaşlamaya, teenniye, tefekküre, muhasebeye ihtiyacı var. Kendi varlığını ortadan kaldıracak işleri yapmaktan vazgeçmek için değişim girdabının bir nebze dışına çıkması ve sabitelerle olan irtibatını yeniden kurması gerekiyor. Aksi halde insan insan olmaktan çıkacak, dünya artık yaşanmaz bir yer haline gelecek.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Değişim Zamanı
« Posted on: 29 Mart 2024, 00:08:32 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Değişim Zamanı rüya tabiri,Değişim Zamanı mekke canlı, Değişim Zamanı kabe canlı yayın, Değişim Zamanı Üç boyutlu kuran oku Değişim Zamanı kuran ı kerim, Değişim Zamanı peygamber kıssaları,Değişim Zamanı ilitam ders soruları, Değişim Zamanı önlisans arapça,
Logged
05 Temmuz 2011, 10:28:47
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #1 : 05 Temmuz 2011, 10:28:47 »

İlkçağ Felsefesinde Akıl


Felsefe tarihçilerine göre antik çağda rasyonal anlamda ilk fel­sefe hareketinin Yunan kentlerinde ortaya çıktığı aşikardır. Rasyo­nalist filozofların en belirgin siması Sokrat'tır (M.Ö. 399). Bunun da ötesinde Sokrat, felsefenin maddî varlıklar aleminden aklî ma­hiyetler alemine doğru köklü bir değişime yönelen antik felsefenin bu dönüşümünde büyük pay sahibi olan sofistik filozofların en be­lirgin simasıdır. Sokrat'la felsefenin konusu haline gelen bu soyut aklî varlıklarla birlikte bu eğilimin temellerinin atıldığını görmek­teyiz. Daha sonra bu yeni eğilim antik Yunan'da gelişmiş ve bütün felsefesini idealar teorisi diye bilinen soyut gerçekler üzerine ku­ran Platon (M.Ö. 327) ve kendi özgün sisteminde formlar olarak yer alan bu gerçeklere dayalı sağlam bir felsefe sistemi oluşturan Aristo (M.Ö. 322) tarafından temellendirilmiştir.

O dönemde son tahlilde hem teorik hem de pratik akla isim olarak verilen rasyonal felsefe ifadesi ile biz burada hem teorik metafizik, hem de pratik felsefe eğilimlerini kasdediyoruz. En be­lirleyici özelliği, bütün irrasyonel unsurlardan arınması ve tam bir rasyonel akım olması olduğuna göre bu felsefede artık; akıl başlı başına bir kriter ve kesin bir bilgi kaynağıdır. Teorilerinin doğrulu­ğunu isbat için kendi çerçevesi dışında her hangi bir haricî delile ihtiyacı yoktur ve sübjektif olsun objektif olsun her bilgiye ulaşmaya kendi başına yeterlidir.

Yunan düşüncesinin sonbaharında, durum bu şekilde devam et­memiş, antik dönem düşünürlerince gündeme getirilen aklın işlevi sorunu içinden çıkılmaz bir hal almış ve daha önce tanıdığımız rasyonal akım bu dönemde kısmî bir horlanma ile karşılanmıştır. Düşünce, Doğu gnostizmi hakimiyeti altındaki Yeni Platoncu fel­sefe akımına doğru bir dönüşüm geçirmiş, rasyonalist akım zayıf­larken, çoğu alanda ruhçu akım hakimiyet kurmuştur.

Böyle bir ortamda, birinci eğilimden önemli ölçüde etkilenmiş, ikincisine saygılı ve İslâm'a bağlı İslâm filozofları geldiler ve bu sac ayağının tam ortasında aradaki çelişkileri gidermeye çalışırken kendi­leri de bir takım çelişkilere düştüler. En büyük çelişkileri ise İslâm'da akıl teorisi ile Yunan filozoflarının ortaya koyduğu akıl teorisini bir­birine karıştırmış olmalarıdır. İbn-i Teymiye'nin el-Farkan beyne Evliyai'r-Rahman ve Evliyai'ş-Şeytan isimli eserinde belirttiği gibi söz konusu iki teori arasında çok büyük farklar bulunmaktadır.[303]


[303] İbn-i Teymiye; el-Farkan beyne Evliyai'r-Rahman ve Evliyai'ş-Şeytan, s. 68. Haris El- Muhasibi, El- Akl Ve Fehmü’l Kur’an, İşaret Yayınları, İstanbul, 2003: 122-123.




[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes