๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Kapaktakiler => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 18 Ekim 2011, 21:01:24



Konu Başlığı: O'na Karşı Bir Mazeretimiz Olsun Diye
Gönderen: Zehibe üzerinde 18 Ekim 2011, 21:01:24
O'na Karşı Bir Mazeretimiz Olsun Diye


Ocak 2005 - 73.sayı

Arif GEZER kaleme aldı, KAPAKTAKİLER bölümünde yayınlandı.


Şimdilerde “iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak” şeklinde ifade edilen “emr-i bi'l-ma'ruf ve nehy-i ani'l-münker” vazifesi, evvelden bize 32 veya 54 farzın arasında belletilirdi. Bilirdik ki, müslüman bir taraftan kendi nefsinin ıslahı için uğraşırken, diğer taraftan da etrafında olan-bitenlere bîgâne kalamaz, kalmamalı.

Müslüman bir toplumun en önemli temel unsurlarından biri de “emr-i bi'l-ma'ruf ve nehy-i ani'l-münker”dir. Yani hakka-hayra yöneltmek, fenalıklardan ve çirkinlikten alıkoymak...

Mümin hayatının her alanında türlü şekillerde ifa zemini bulan farz, İslâm toplumunda kurumlaşmış, yani bir teşkilat doğurmuş emirlerden biridir. Bununla beraber, her bir müslüman da kendi nefsinden ve evlad u iyalinden başlamak üzere ma'rufa sevketme , münkerden alıkoyma hususunda sürekli bir çaba içerisinde bulunmak durumundadır.

İçinizde öyle birileri olsun ki...


Ma'ruf , mübarek dinimizin makbul kıldığı, onayladığı, iyi gördüğü şeylerin bütünüdür. Münker de bunun tam zıddıdır. Yani dinimizin fena ve çirkin kıldığı, onaylamadığı, günahı mucip olan her şey... Nasıl ma'rufu iyi, münkeri kötü görmek müslümanlığımızın ayırdedici ölçülerinden biri ise, insanları ma'rufa sevketmek, münkerden de uzak tutmak, müslüman toplum olmanın ayrıdedici vasıflarından biridir.

Emr-i bi'l-ma'ruf ve nehy-i ani'l-münker, müslüman toplumunun can damarı gibidir. O olmazsa toplum İslâm toplumu olamaz, mevcudiyetini koruyamaz. Nasıl ki damarlar vücudun canlılığını koruyor, bedenin bütün uzuvlarını besliyorsa, emr-i bi'l-ma'ruf ve nehy-i ani'l-münker'in işlerliği İslâm toplumunun diğer uzuvları arasındaki irtibatı korur, onları besler. Başka bir ifadeyle, bir binayı meydana getiren yapı taşlarının arasındaki harç gibidir.

Bu görevi ifa edecek birilerinin her devirde ve her müslüman toplumda var olması Cenab-ı Mevlâmız'ın bir emridir. Âl-i İmran Suresi 104'üncü ayette buyurulur ki:

“Sizin içinizde, insanları hayra çağıran, ma'ruf olana sevk eden ve münker olandan da alıkoyan bir grup bulunsun. Kurtuluşa erenler işte onlardır.”

Açıkça anlaşıldığı üzere, bu ayet müslüman toplumlarda bu vazifeyi üstlenen bir grup insanın sürekli bulunuyor olmasını emretmekte. O halde bu, müslümanlar açısından bir farz-ı kifayedir . Yani böyle bir grubun varlığı her bir İslâm toplumu için bir farzdır. Aksi halde o toplumun bütün fertleri vebal altında kalırlar.

Başta değindiğimiz üzere, aynı zamanda bu görevi belli usül ve üslup dairesinde ifa etmek, erkek olsun kadın olsun bütün müminlerin en temel vasıflarındandır. Çünkü Allah Tealâ müminlerin vasıflarını sıralarken bu sıfatı en başta zikretmektedir:

“Erkek olsun kadın olsun müminler birbirlerinin dostları ve yardımcılarıdır. Onlar ma'ruf olanı emreder ve münkerden alıkoyarlar, namazlarını kılarlar, zekâtlarını verirler. Allah ve Rasulü'ne itaat ederler. İşte onlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz ki Allah güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe, 71)

Bu ayetin açık manasına bakarak emr -i bi'l - ma'ruf ve nehy -i ani'l - münker'in bir mümin için namazdan ve zekâttan da önce gelen aslî bir sıfatı olduğu söylenebilir.

Bu devirde nasıl olacak?


Zaman ve zemin ne olursa olsun, ma'rufa sevk, münkerden alıkoyma çabası her halükârda devam etmelidir. Bize göre en vahim görünen durumlar dahi mümini bundan alıkoymamalıdır. Herhangi bir durum ümitsizliğe sevk etmemelidir. Yüz yüze bulunduğumuz durum, kişi veya toplum ne kadar kötü olursa olsun, biz yine bu görevimizi yapmakla mükellefiz. Yani, ‘artık bunlara iyilik yaramaz' veya ‘artık hakkı-hakikati tavsiye etmenin yararı yok' diyemeyiz. Çünkü biz bu görevi öncelikle kendimizi Rabbimiz'e karşı temize çıkarabilmek için yapıyoruz. Bunun böyle olduğunu bize yine Yüce Mevlâmız haber veriyor:

“İçlerinden bazıları, ‘Allah'ın helâk edeceği veya şiddetli bir şekilde azap edeceği bir kavme ne diye öğüt verip duruyorsunuz?' dediklerinde, öğüt verenler şöyle cevap verdiler: ‘Rabbimize karşı bir mazeretimiz olsun diye. Bir de belki bir faydası olur ümidiyle...” (Araf, 164)

Ma'rufu emir ve tavsiye eden, münkerden alıkoyan kişilere kulak verilmesi, onlara itaat edilmesi doğal olarak o toplumların kurtuluşunu sağlar. Fakat onların dinlenmemesi, görevlerine engel olunması ise topyekûn bir çözülme ve çürümenin habercisidir. Araf Suresi 165'inci ayet, bir toplumun kurtuluşunun emr -i bi'l - ma'ruf ve nehy -i ani'l - münker yapanlara itaat etmekle mümkün olduğunu; yok olmasının da bu kişilere sırt çevirmekle olacağını haber verir:

“Ne zaman ki onlar artık kendilerine verilen öğütleri unuttular, biz kötülüklerden vaz geçirmekte sebat edenleri selamete çıkardık. Zulmedenleri ise yapmakta oldukları çirkinlikler yüzünden şiddetli bir azap ile yakaladık.”

Tarihten ibret almak


Evet tarihte böyle olmuştu. Bu görevi yerine getirmeyen bazı kavimler, peygamberlerinin ağzıyla lânetlenmişler ve helâk edilmişlerdi. Çünkü o akılsız kavimler, o mübarek elçilerin duasına değil, bedduasına talip olmuşlardı:

“İsrailoğulları'ndan küfredenlere hem Davud'un hem de Meryem oğlu İsa'nın diliyle lânet olundu. Bunun sebebi onların isyan etmeleri ve aşırıya gitmeleri idi. Onlar, işledikleri herhangi bir fenalıktan birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Bu yaptıkları ne kötü bir şeydi!” ( Maide , 78-79 )

O kavimlere benzediğimiz gün, biz de onların akibetlerine uğramaz mıyız? Rasul -i Ekrem Efendimiz'in şu uyarısını hiç aklımızdan çıkarmamalıyız. Allah Rasulü s.a.v. buyurdu ki:

- “Kadınlarınız azdığı, gençleriniz isyana daldığı ve sizler de cihadı terk ettiğiniz zaman haliniz ne olacak?”

Sahabiler :

- “Böyle bir şey olacak mı ya Rasulallah?” diye sorunca, Rasul-i Ekrem s.a.v .:

- “Evet . Varlığımı kudret elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki, bundan daha kötüsü de olacaktır.” buyurdu. Sahabiler :

- “Bundan daha kötüsü nedir ya Rasulallah?” dediklerinde Rasul-i Ekrem s.a.v .:

- “Bâtıl ve fenalıklar (münker) emredilecek, hak ve hayır (ma'ruf)' dan men edilecek. O zaman haliniz nice olur?” buyurdu. Ashab-ı Kiram:

- “Böyle bir şey de olacak mı ya Rasulallah?” dediklerinde, Allah Rasulü s.a.v. buyurdu ki:

- “Evet. Varlığımı kudret elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki, bundan daha kötüsü de olacaktır. Allah Tealâ şöyle buyurur: Zatıma kasem olsun, onlara öyle bir fitne veririm ki, onların halim ve akıllı olanları dahi şaşırır kalır.” (İbni Ebi'd-Dünya)

“Tarih tekerrürden ibarettir derler. Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?” der ya şairimiz... Akıl, bizden öncekileri helâka götüren sebeplerden kaçınmayı gerektirmez mi? O halde dünya huzuru ve ahiret saadeti için her zaman, her yerde usulünce emr-i bi'l-ma'ruf ve nehy-i ani'l-münker ...