๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Kapaktakiler => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 22 Ağustos 2011, 15:47:41



Konu Başlığı: Karanlığı Seven Zalimler
Gönderen: Zehibe üzerinde 22 Ağustos 2011, 15:47:41
Karanlığı Seven Zalimler



Şubat 2009 - 122.sayı


Ahmet ALEMDAR kaleme aldı, KAPAKTAKİLER bölümünde yayınlandı.

Karanlığı seven zalimler, ‘nûr’ yerine ‘nâr’ı yani ateşi tercih ettikleri için dünyayı ateşe vermekten kaçınmazlar. İsterler ki dünya yanarken gökyüzünü kara bulutlar kaplasın, yeryüzündeki yeşillikler küllerle örtülsün! Cehalet ağında yokluğa doğru giden zalim, başkalarını da zulmüyle yok etmeyi planlar.

İlâhi nurdan yoksun olmak veya bir nur halesinde iken oradan uzaklaşmak ne kötü! Nur nasıl bir sukûnet, bir dinginlik, çok güçlü bir anlam zemini ise, aynı şekilde zulmet bir o kadar huzursuzluk, hırs ve rekabettir. Zulmün psikolojik temeli, karartılmış ruh dünyasının yansıması olarak insanın varoluşsal boşluk içerisinde kalmasıdır.
Bazı kişiler yuvarlandıkları bu boşlukta tutunacak bir dal bulabilir ve kurtulmaya çalışabilirler; fakat bazıları da kendilerine güvensizliklerinden veya kendilerinde güç olduğunu vehmettiklerinden, boşluktan kurtulmayı düşünemezler. Yaşadıkları anlamsızlık zemininde sağa sola savrulmaları sonucu insanlara yaptıkları zulümlerden zevk alanlar olduğu gibi, varlığı nurdan beslenen insanlarla karşılaştıklarında kıskançlık ve rekabet hislerinden dolayı onları da zulmet boşluğuna çekmek isteyenler de vardır.

Karanlık ve aydınlık dostları


İmam-ı Gazzalî’ye göre, Allah Tealâ nur ile zulmeti, aydınlık ile karanlığı zikrettiği Bakara Suresi’nin 257. ayetinde, aydınlıktan ilmi, karanlıktan ise cahilliği kast etmiştir. İlim sahibi olmak, kendini ve kâinatı tanımaya çalışmak, yaratılanları idrak edebilmek, imanın bir neticesidir. Bundan dolayı Fahreddin-i Razi, müfessirlerin nur ile zulümattan maksadın, iman ve küfür olduğunda ittifak ettiklerini açıklamaktadır.

Söz konusu bu ayete göre, “Allah inananların dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.” Böylece ne olup bittiğini anlayabilirler. İnananlar aydınlık insanlardır. Aynı ayetin devamında, “Kâfirlerin dostları da tâğûttur. O da onları aydınlıktan karanlıklara çıkarır. Onlar ateş halkıdır, orada ebedi kalacaklardır.” buyurmaktadır.

Allah Tealâ, peygamberleri aracılığıyla hakikati açıklayan vahiylerini diğer toplumlar gibi İsrailoğulları’na da göndermiştir. Ancak onlar Musa a.s.’ın uyarılarına rağmen buzağıya tapmış ve zalimlerden olmuşlardır: “Andolsun, Musa size açık delillerle gelmişti. Sonra onun ardından tuttunuz buzağıya taptınız. Siz öyle zalimlersiniz işte!” (Bakara, 92)

Karanlığı seven zalimler, ‘nûr’ yerine ‘nâr’ı yani ateşi tercih ettikleri için dünyayı ateşe vermekten kaçınmazlar. İsterler ki dünya yanarken gökyüzünü kara bulutlar kaplasın, yeryüzündeki yeşillikler küllerle örtülsün! Cehalet ağında yokluğa doğru giden zalim, başkalarını da zulmüyle yok etmeyi planlar.

Kefaret olmayan ceza

Yeryüzünde hesabını vermekten en çok korkmamız gereken şey zulümdür. Çünkü hadis-i şerife göre zulmün cezası hem bu dünyada hem de ahirette çekilecektir. Ebu Bekir r.a.’dan gelen rivayete göre, Rasulullah s.a.v. şöyle buyurmuştur: “İşleyene daha dünyada cezası çarçabuk gelmeye en layık günah zulüm ve sıla-ı rahmin koparılmasıdır. Bu cezanın dünyada gelmesi, ahiretteki cezaya kefaret değildir.” (Ebu Davud, Edeb 51; Tirmizî,
Kıyamet 58)

Eğer zulmetme ihtimalimiz olan bir teklifle karşılaşırsak, bu teklif dünyevî menfaatlerimizi fazlasıyla artıracak düzeyde bile olsa kaçınmalıyız. Ahlâkî olgunluğumuzu tamamlayamadan, Allah katında acizliğimizi derinden hissetmeden yükleneceğimiz herhangi bir görev, belki biz farkına bile varmadan mevcut seviyemizi bile yok edebilir. İslâm tarihinde toplumu yöneten halifelerin büyük bir kısmının zulümden çok korktuklarını görüyoruz.

Atâ b. Ebu Rebah Hazretleri pek çok kimseye ve devlet adamlarına ders verirdi. Emevî halifelerinden Velid Süleyman b. Abdülmelik ondan ders alan talebeler arasındaydı. Süleyman b. Abdülmelik, Atâ Hazretleri’nin huzuruna gelir, diz çökerdi. Eve döndüğünde de çocuklarına ilim öğrenmelerini teşvik ederdi.

Bir gün Halife Velid b. Abdülmelik kapıcısına, “Kapıda dur ve yoldan geçen ilk şahsı huzuruma getir. Onunla konuşalım.” dedi. Kapıcısı bir müddet bekledikten sonra Atâ b. Ebu Rebah’ın geçmekte olduğunu gördü, fakat tanımıyordu. Ona seslenip; “Müminlerin emiri seni çağırıyor. İçeri buyur!” dedi. Atâ Hazretleri içeri girince, “Ey Velid! Selamünaleyküm.” dedi. Halife selamı alıp onunla sohbet etti.

– Cehennemde Hembeb adında bir vadi var. Zalim hükümdarlar orada yanacaktır, buyurmasıyla Halife Velid bayılıp yere düştü.

Devrin alimlerinden ve daha sonra halife olan Ömer b. Abdülaziz, “Emir’i öldürdün!” deyince,

– Ey Ömer! İş ciddidir. Zulüm kötü bir şeydir. Şakaya gelmez, buyurup onunla müsafaha etti.
Ömer b. Abdülaziz daha sonra: “Elimi öyle kuvvetli sıkmıştı ki, bir sene acısı elimden çıkmadı.” demiştir.

Zalimle arkadaşlık ve günahlar

Kalbimiz ne zaman kararmaya başlar? Abdullah b. Mesud Hazretleri’ne göre, zalimlerle arkadaşlık veya sohbet ettiğimizde onlardan etkilenmeye başlarız ve dolayısıyla bizim de kalbimiz kararmaya yüz tutabilir. Biz günahtan kaçınmaya çalışıyor olsak bile, çevremizdekilerin zulmünden dolayı kalbimiz kararabilir. İşte Kelime-i Tevhid’i vird şeklinde sıklıkla söylememiz gereğinin hikmeti, böyle bir kalkana ihtiyacımızın olmasındandır.

İnsan kendi kendisine zulmeder mi? Günah, başlı başına bir zulümdür. Günah işleyen kimsenin kalbini zulmet kaplar. Kalbi karanlıklarla dolar. Gittikçe sapıklığa düşer. Zulmeti şiddetlendikçe bu durum yüzünden de belli olur. Herkes bunu görmeye başlar. Onun içindir ki, bid’at ehlinin ve kâfirlerin yüzünde asla nur yoktur.

Günahlarımızın artmasıyla nurumuz eksilmekte ve zulmet artmaktadır. Yeryüzünde işlenen zulümlerde kendi günahlarımızın payını hiç düşünebiliyor muyuz? Günahlarımızın, bir türlü kurtulamadığımız iftira, gıybet ve dedikodularımızla müslüman kardeşlerimizi arkadan vurmalarımızın, bizi cehenneme götürebilecek cimriliğimizin, sonu gelmeyen hırslarımızın farkına varabilsek aynaya bakmaktan utanabilir ve ağlamaktan başımızı kaldıramayız.

Hz. Ömer r.a.’ın hilafeti zamanında uzun süren bir kuraklık olur. Sonunda kuraklığa dayanamayan halk halifeye gelip;

– Ey müminlerin emiri! Durumumuz ortada. Rabbimize dua et de yağmur gelsin, dediklerinde o muhteşem Hz. Ömer, halifeliğinin veya cennetle müjdelenmiş olmasının veya halkın beklediği gibi duasının kabul olabileceğinin gururuna kapılmaksızın hemen secdeye varmış;

– Ya Rabbi! Eğer benim halife olduğum bu topraklara bir damla yağmur yağmıyorsa bu benim günahımdandır; beni affeyle, diyerek uzun bir süre secdede hüngür hüngür ağlamıştır.

Olayı yaşayan sahabe-i kiram Hz. Ömer’den endişe ettiklerini, zira seccadenin sırılsıklam olduğunu söylerler. Halife secdeden kalkmadan öyle bir yağmur yağar ki, Hz. Ömer’in gözyaşları yağmur sularına karışır.

Bizler de Hz. Ömer gibi günahlarımıza ağlayabilseydik, niçin dinimizi yeterince temsil edemediğimizi ve niçin hem kalbî hem de zihnî birikimlerimizi artıramadığımızı düşünebilseydik, neredeyse bir asırdır şahit olduğumuz zulümler devam eder miydi? Böyle bir muhasebe sonucu acaba kendimize veya çevremizdeki insanlara
zulmedebilir miydik?

Mazlumun ahı


Kişisel veya toplumsal olarak yapılan zulümler sonucu ortaya çıkan ahların arşa yükseldiğini unutmamalıyız. Ayrıca bu zulümler yeryüzünde de negatif enerji kütlesi şeklinde bir yerlerde birikmekte ve mücessem hale gelebilmektedir. Bu yük tahmin edilebileceğinin çok üstünde ağırlaşırsa yeryüzü bu kütleyi kaldırabilir mi? Allah’ın veli kullarını birer dağa benzetirsek, “Yer onları sarsar diye, onun üstünde yüksek dağlar yarattık.” (Enbiya, 31) ayetine göre dağların yeryüzünde denge konumunda olmalarının sırrını bu nokta da mı aramalıyız? İlaveten bizlerin ayırt etmeksizin herkese yapabileceğimiz iyiliklerimiz, terazinin diğer kefesinde pozitif bir enerji kütlesi oluşturabilir.

Râsi b. Derviş isimli bir sultanın adamları, Alevî b. Muhammed’in yakınlarından birisinin mahsulünden zorla alıp, sahibine zulümde bulundular. O mazlum kişi gelip durumu Alevî b. Muhammed Hazretleri’ne arz etti. Alevî b. Muhammed derhal sultana çıkıp öteden beri yapmakta olduğu bu zulümden vazgeçmesini tembih ederek iki parmağı ile sultana işaret etti. Sultan Râsi b. Derviş, “Peki efendim!” diyerek hemen teslimiyet gösterdi. Alevî b. Muhammed Hazretleri oradan ayrılınca sultanın yanındakiler, “Niye korktunuz? Onun dediğini niye tuttunuz?” diye sorduklarında sultan;

– Onun uzattığı iki parmağını, gözlerime saplanmak üzere olan iki mızrak olarak gördüm. Az daha gözlerim çıkacaktı, dedi ve bir daha ne kendisi ne de emri altındakiler zulüm yapmadı.

Allah zulme uğrayanların yardımcısıdır. Allah zor durumda kalan, kimsesiz olan, çaresiz olan kişilerin taleplerini yerine getirir. Mazlum kişinin ahı doğrudan Allah’a ulaşır. Bundan dolayı Peygamber s.a.v. Efendimiz, “Mazlumun bedduasından sakınınız. Çünkü onunla Allah arasında perde yoktur.” (Buharî, Cihad, 180) buyurmuşlardır.

Zulmeden kişi veya milletler kısa vadede zulmettiklerine zarar vermektedirler ama aslında uzun vadede kendi kuyularını kazmaktadırlar. İktidar küfürle değil, zulümle yıkılır. Tarihte nice güçlü imparatorluklar her türlü varlıklarına rağmen halklarına veya başka milletlere zulmettikleri için tahmin edemedikleri biçimde yok olup gitmişlerdir.

Gadre uğrayanlar bir başka olurlar. Mevlâna Hazretleri’nin “Hamdım, piştim, yandım” dediği gibi, mazlumlar, kaderin cilveleriyle pişen, hayatla ölüm arasındaki ince sınırı fark edebilen, tevekkülü yaşadıklarıyla hisseden ve en önemlisi tecrübelerinde Allah’ı varlıklarında hissedebilen kişilerdir.

Çocukluk veya gençliklerinde zulüm içerisinde yaşayanlar, gereğini yapmakla birlikte sabrettiklerinde hayatlarında daha fazla olgunlaşırlar, onların Allah katındaki makamları daha yüksek olur. Mazlumlar öyle bir mukavemet kazanırlar ki, Şeyh Sadî k.s.’nin dediği gibi, bir zalim karşısında elpençe divan durmak yerine kızgın kireci elleriyle yoğurabilirler. Zulümlere maruz kalmış kişiler kazandıkları bu dirençlerine rağmen öyle olgunlaşmışlardır ki, aynı zamanda af ve merhamet etmeyi de hiç unutmazlar. Onlar, güçlüler güçsüzleri incitemeyecek kadar güçsüz olduklarında, çekip gidecek kadar güçlüdürler. Çünkü onlar mazlumun ahının yerde kalmayacağını, hesabının Allah’a ait olduğunu bilmektedirler.



Konu Başlığı: Ynt: Karanlığı Seven Zalimler
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 23 Ağustos 2011, 01:31:13
Günahlarımızın artmasıyla nurumuz eksilmekte ve zulmet artmaktadır. Yeryüzünde işlenen zulümlerde kendi günahlarımızın payını hiç düşünebiliyor muyuz? Günahlarımızın, bir türlü kurtulamadığımız iftira, gıybet ve dedikodularımızla müslüman kardeşlerimizi arkadan vurmalarımızın, bizi cehenneme götürebilecek cimriliğimizin, sonu gelmeyen hırslarımızın farkına varabilsek aynaya bakmaktan utanabilir ve ağlamaktan başımızı kaldıramayız.

ALLAH zulme uğrayanların yardımcısıdır. ALLAH zor durumda kalan, kimsesiz olan, çaresiz olan kişilerin taleplerini yerine getirir. Mazlum kişinin ahı doğrudan ALLAH’a ulaşır. Bundan dolayı Peygamber s.a.v. Efendimiz, “Mazlumun bedduasından sakınınız. Çünkü onunla ALLAH arasında perde yoktur.” (Buharî, Cihad, 180) buyurmuşlardır.  

Rabbim zalimin şerrinden korusun inş bizleri, nefsilerimizi de zulumden korusun inş. Rabbim ebeden razı olsun paylaşım için.