๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Kapaktakiler => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 06 Ekim 2011, 12:50:17



Konu Başlığı: Güneş ve Gül Adası
Gönderen: Zehibe üzerinde 06 Ekim 2011, 12:50:17
Güneş ve Gül Adası: Rodos



Nisan 2006 - 88.sayı

Ahmet MİROĞLU kaleme aldı, KAPAKTAKİLER bölümünde yayınlandı.


Anadolu'nun Sevdalısı


Ege Denizi’nde 12 Ada olarak bilinen adaların en büyüğü olan Rodos, Türkiye’nin yanı başında, Anadolu kıyılarına 18 kilometrelik bir mesafededir ama 10 kat daha uzaktaki Yunanistan’a tabidir.

Rodos Adası eski çağlardan beri doğal güzelliği ve yumuşak iklimi ile ünlüdür. Sürekli rüzgâr alan adada çok sayıda yel değirmeni vardır. Her zaman yeşil, her dem taze, şirin, aydınlık ve güneşlidir. Başlıca gelir kaynağı turizmdir. Bereket kaynağı zeytini ile tahılının yanı sıra, gayet lezzetli üzümü, inciri, narı ve portakalı da öteki önemli gelir kaynaklarıdır.

Osmanlı’dan önceki Rodos Şövalyeleri dönemi hariç, müslümanlar, hıristiyanlar ve museviler, burada yüzyıllarca bir arada barış içinde yaşamışlardır.

Adanın genel itibariyle ikiye ayrıldığını görürsünüz. İlkini, etrafı kale surlarıyla çevrili eski şehrin bulunduğu bölge, ikincisini modern yapılarla dolu yeni şehrin bulunduğu kısım teşkil eder.

Her biri âdeta adaya İslâm’ın damgasını vurmuş Osmanlı dönemine ait kubbeler, camiler, kütüphaneler, hamamlar, çeşmeler hiç ummadığınız bir yerde karşınıza çıkabilir. Özellikle eski yerleşim bölgesinin her sokağında Türkçe bilen birine rastlayabilirsiniz. Kebap, keyif, kilim, koçan, konak, köfte, kubbe, kurban, leblebi, leke, leylek, macun, menekşe, mercan… Türkçe’den geçip Rodos ahalisince hâlâ kullanılan kelimelerin sadece bir kısmını teşkil eder. Dahası, 10 camili Türk mahallesinde kendinizi Anadolu topraklarında gibi hissedebilirsiniz.

Son zamanlarda Rodos’taki Osmanlı eserleri restore edilmekte, yenilenmekte ve turizm sektörünün hizmetine verilmektedir. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük dehalarından birisi olan Mimar Sinan’ın Rodos’a hatıra bıraktığı Süleymaniye Camii’nin 20 yıl kadar önce bir yıldırım düşmesi sonucu yıkılan minaresi, bu sayede vakur başını tekrar göklere dikmiştir. Adada halen şanlı bir geçmişe sahip, dinlerini, dillerini ve geleneklerini yaşatmaya çalışan 2500 kadar Osmanlı bakıyyesi müslüman Türk yaşamaktadır. Halbuki İtalyanlarca yapılan nüfus sayımında bu rakam 8272 dolayındaydı (1936).

Rodos, Fatih’in hayallerini süsleyen bir adaydı ama burayı Rodos Şövalyeleri’nden 5 ay kadar süren şiddetli bir muhasaradan sonra ve kaynakların ifadesine göre binlerce şehidin kanı ve canı pahasına Kanuni alabildi (929/1522). Osmanlılar, fetihten itibaren nice amiral, sadrazam, şair ve edebiyatçısını Rodos toprağına defnetmişlerdir.

Anadolu’nun komşusu bu ada, Namık Kemal, Ali Ekrem, Cenap Şehabettin, Sezai ve Ebüzziya gibi nice önemli zevatın yetişmesinde başrol oynamıştır. Romalılar döneminde de bu özelliği ile ön plana çıktığı anlaşılıyor. Nitekim Sezar ve daha birçok ünlü Romalı adadaki bir hitabet okulundan mezun olmuşlardı.

Ne yazık ki Rodos ile ona bağlı diğer adalar, 390 yıl Osmanlı idaresinde kaldıktan sonra 1912’de Trablusgarp Harbi esnasında İtalyanlar tarafından işgal edilmiştir.

Güneş veya gül adası, Akdeniz’in incisi diye tanımlanan bu toprak parçası, karşısında duran ama uzun zaman önce ayrıldığı ve bir türlü kavuşamadığı Anadolu’nun sevdasıyla yanıp tutuşmaktadır hâlâ. Ay ışığı altında kıyı ile cilveleşen gümüşî dalgaların geliş gidişiyle bir nebze hasret gidermekteyse de, elbette bu yetmemektedir.


Tarihi geçmiş


Rodos Adası, önemini Doğu Akdeniz Havzası ile Ege Denizi ve Boğazlar Bölgesi arasındaki yol üzerinde yer almasına borçludur. Adanın ismi muhtemelen çiçekli tabiatından (Grekçe Rhodon=gül) kaynaklanmaktadır.

İlk zamanlar Girit Adası’nın tesiri altında idi. Daha sonra Perslilerin, ardından Atinalıların etkisi altına girmiştir. Büyük İskender buraya bir ara Makedon muhafız kuvvetlerini yerleştirmiştir. Eski Yunan ve Roma devrinde resim ve heykel sanatının merkezlerinden biri olarak tanınmıştır.

Hıristiyanlık Rodos’a erken girmiş ve ada daha sonraları başpiskoposluk merkezi olmuştur.

İslâmiyet’in doğuşundan sonra Rodos’un tarihi hareketlendi. Mısır, Suriye ve Anadolu topraklarına yakınlığı, adayı bir çok vesileler ile müslümanların deniz seferlerine muhatap kıldı. Hicretin ilk asrında Halife Muaviye, Cünade b. Ebi Ümeyye el-Ezdî kumandasındaki bir filoya Rodos’u fetih görevini verdi (52-53/672-673). Bu ilk seferde müslümanlar buraya geçici olarak yerleşmiş ve 60/679 yılında Halife Yezid’in emri ile buradan ayrılmışlardır. Bu kısa süreli İslâm ve müslüman varlığı, sanki adanın daha sonra Osmanlılar döneminde yaşayacağı uzun süreli İslâm hakimiyetinin habercisi niteliğindedir.

Rodos, Haçlı Seferleri sırasında bir konaklama ve ikmal merkezi olarak kullanılmıştır.

Müslümanların ayağına batmış diken


Rodos, Bizans’a bağlı iken bu devletin geçirdiği sarsıntılardan doğrudan etkilenmiştir. Zaman zaman buraya ticari amaçlarla yerleşmiş Cenevizlilerle Venediklilerin hakimiyetine girer gibi olmuştur.

Ama Rodos tarihinde tartışmasız en önemli olay, adanın St. Jean şövalyelerinin hakimiyeti altına girmesidir (1309). Şövalyeler, Rodos’a yerleşmelerinin ardından ve Haçlı seferlerinin sona ermesinden sonra adayı Hıristiyan dünyanın ileri karakolu konumuna yükseltmişlerdir. İşte şövalyelerin hakimiyeti altındaki bu dönemde adanın müslümanlara ayak bağı olduğunu veya ayaklarına batmış bir diken gibi telakki edildiğini söyleyebiliriz.

Şövalyeler, Anadolu ve Mısır’a yönelik saldırılarda, İzmir’in işgalinde (1344), İskenderiye’nin yağmalanmasında (1365) ve Niğbolu seferinde (1396) etkin rol oynadılar.

İskenderiye’nin yağmalanması, Memlûklerin Kıbrıs ve Rodos’a yönelik seferlerine yol açtı. Nitekim Kıbrıs fethedildi (1426). Fakat Rodos, Memlûklerce birbiri ardı sıra girişilen birçok fetih hamlesini boşa çıkardı. Bunda şövalyelerin düşman ülkelere yerleştirdikleri casusluk şebekesinin, müstahkem kalelerinin ve kendilerini son derece iyi birer asker ve savaşçı olarak yetiştirmelerinin etkisi vardır. Sonunda Mısır Sarayı’nda itibar kazanmış aynı zamanda tüccar olan bir Fransız prens sayesinde Memlûklerle Rodos hakimleri arasında barış sağlandı.

Bu tarihten sonra Rodos şövalyeleri artık daha yakındaki bir başka müslüman güce, Osmanlılara havale edilmiş sayılırdı.

Osman Gazi’den Fatih’e

Hakikaten Bizans kaynakları daha Osman Gazi devrinde, 1310 civarında Rodos’a gemilerle asker sevk edildiğini bildirirler. Gerçi Osmanlı tarihlerinde bu sefere ilişkin herhangi bir kayda rastlanmamaktadır.

Yıldırım Bayezid Han’ın İstanbul Boğazı’na Anadolu Hisarı’nı yaptırmasının sebeplerinden birisi de, Niğbolu Seferi sırasında düşmana destek veren Venedik ve Rodos donanmalarının bundan böyle yapılacak bir seferde benzer yolu izlemelerinin önüne geçme isteğiydi.

Fatih Sultan Mehmet Han da, Rumeli Hisarı’nı niye inşa ettirdiğini soran Bizans İmparatoru’na Rodos korsanlarına karşı tedbir alma gerekçesiyle cevap vermişti (1452). Her ne kadar Rodos şövalyeleri Fatih tahta oturduğunda kendisini tebrik etmek üzere elçi göndermeyi ihmal etmemiş, İstanbul fethini kutlamış ve ticaret antlaşması imzalama talebinde bulunmuşlarsa da, fetihten sonra kurulan Hıristiyan ittifakına katılmaktan geri durmamışlardı.

Şövalyeler, bu ittifak antlaşması gereğince Ege korsanlarını desteklemeye, Türk kıyılarına saldırıp gemi zapt etmeye başlamışlardı. Fatih’in buna cevabı gecikmedi. Rodos şövalyelerine ait adalara çıkartmalar yapıldı, akınlar düzenlendi. Zoru gören şövalyeler Fatih’le daha tahta çıktığında imzaladıkları barış antlaşmasını yenilemek mecburiyetinde kaldılar. Yine de 16 yıl süren Osmanlı Venedik Savaşlarında Venediklileri desteklediler. Bunun üzerine Fatih Rodos’un fethini nihaî anlamda tamamlamak üzere donanma sevk etmiş, fakat ne yazık ki komutanın ve askerlerin yanlış harekâtı sonucu adanın fethine ramak kalmışken sefer başarısızlığa uğramıştır. Kâtip Çelebi’nin deyimiyle bu durum, neredeyse fethi tamamlanmak üzere olan adanın 42 yıl daha şövalyelerin elinde kalmasına sebebiyet vermiştir.

Cem Sultan ve fetih


Rodos, Cem Sultan Olayı’nda dikkatleri bir kez daha üstüne çekti. Cem Sultan, İkinci Bayezid’e karşı yürüttüğü taht mücadelesinde başarılı olamayınca önce Rodos’a kaçmıştı. Rodos şövalyelerince büyük bir törenle karşılanıp bir aydan fazla burada kaldıktan sonra da Fransa’ya gönderilmişti.

Yavuz Sultan Selim Han’ın Mısır’ı almasıyla Anadolu ile bu yeni eyalet arasındaki deniz yollarının emniyeti daha önemli hale gelmişti. Yavuz, bu işe dair esaslı hazırlıklar başlatmış ise de ömrü vefa etmedi.

Kanuni, Rodos’a 700 gemilik, 50-60 bin Azeplik bir donanmayla çıkartma yaptı. Son derece çetin bir savaştan ve 4 ay 23 gün süren bir kuşatmadan sonra kale fethedildi (1422). Rodos’un fethi, belki de İstanbul’un fethi kadar önemliydi.

Osmanlılar, şövalyelerin eşyalarını ve silahlarını alarak 10 gün içinde adayı terk etmelerine izin verdikleri gibi, ada halkına din ve mezhep özgürlüğü tanıyacaklarını ve 5 yıl süreyle vergiden muaf tutacaklarını da taahhüt etmişlerdi.

Kanuni, camiye tebdil edilen St. Jean Kilisesi’nde Cuma namazını kıldıktan sonra 2 Ocak 1423’te adadan ayrılmıştır. Kısacası müslümanların ayağına batan dikeni söküp atmak, çok istemelerine rağmen ne Fatih’e, ne de Yavuz’a nasip olmuş, bu işi Kanuni Sultan Süleyman başarmıştır.

Osmanlı hakimiyetinde Rodos bir sancak merkezi konumunda idi. 1867’de vilayet teşkilatı kurulunca da vilayet merkezliği konumuna yükseltilmiştir. Yirminci asırda Rodos, Sakız, Midilli ve Limni sancaklarının vilayet merkezi durumundaydı. İstanköy, Yalı, İncirli, Sömbekli, İliyaki, Herke, Kerpe, Kaşot ve Aya Yani adaları da yine Rodos’a bağlı idi.

1830’da yapılan bir nüfus sayımına göre adanın nüfusu 16 bin kişiden ibaretti. Bunun 6000’i Türklerden teşekkül ediyordu. Yahudilerin sayısı ise 100 kadardı. 1890’larda Türk nüfusun sayısının 6825’lere tırmanmış olduğu yabancı kaynaklarca belirtilmektedir. Türklerin adadaki varlığı mübadele sonrası göçlerle giderek azalmıştır.

İtalyanlar 1912 yılında Rodos’u 12 Adalarla birlikte işgal ettiler. Aynı yılın Ocak ayında İtalyanlarla yapılan Ouchy Antlaşması ile Osmanlı’ya verilmesi kararlaştırılan adaların iade işlemine ne yazık ki Balkan Harbi (1912-13) engel olmuştur. Daha sonra adalar üzerinde Yunanistan da hak iddia etmeye başlamıştır. Milletlerarası bir konferans tarafından adaların Yunanlara verilmesi kararı Osmanlı Devleti’nce tanınmamış, mesele yeniden ele alınacakken, bu sefer Birinci Dünya Savaşı patlak vermiştir.

Lozan Antlaşması (1923) ile Rodos ve 12 Ada İtalya’da kalmışsa da, İkinci Dünya Savaşı sırasında buralar İngiliz deniz kuvvetlerince işgal edilerek 1945’te Yunanistan’a devredilmiştir.

Rodos’taki Osmanlı eserleri


Rodos’taki Osmanlı eserleriyle alakalı geniş kapsamlı çalışma Zeki Çelikkol’un “Rodos’taki Türk Eserleri ve Tarihçe” (Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayını, 1992) adlı eseridir. Eserde İbrahim Paşa, Recep Paşa, Murad Reis, Demirli, Ağa, Şadırvan, Ali Hilmi Paşa, Brzani Baba, Enderun (Kanduri), Girit Mahallesi (Hamidiye), Hamza Bey ve Muradiye (Uzgur) Camilerine yer verilmektedir. Camilerin yanı sıra ayrıca 18 kadar mescit de isimleriyle birlikte listelenmektedir. Çelikkol, hamamlara, çeşmelere ve muhtelif mezarlıklara da ayrıca değinir.

Adada mevcut Osmanlı imareti, halen Yunanistan Modern Sanatlar Müzesi olarak kullanılmaktadır.

Rodos’tan söz edip de 18. asırda Abdülmecid Han’ın rikabdarlarından Hafız Ahmet Ağa tarafından inşa ettirilen ve içerisinde ekserisi 15. yüzyıldan kalma 2500 civarında Türkçe, Arapça ve Farsça yazmanın bulunduğu kütüphaneye değinmeden geçmek olmaz. Kütüphanede bulunan çok sayıdaki el yazması Kur’an nüshalarından en önemlisi 1400’lerde istinsah edilmiş olan bir nüshadır.

Hafız Ahmed Ağa’nın vefatından sonra oğlu Fethi Ahmet Paşa’nın 1853’te güvenlik nedeniyle babasının vakfını kendi vakıflarına katmasıyla, Süleymaniye Camii ile birlikte saat kulesi ve bitişiğindeki Rüştiye Okulu tek bir vakıf haline gelmiştir. Süleymaniye Camii gibi, İbrahim Paşa ve Sultan Mustafa camilerini ayakta tutabilmek için şimdilerde bu mekânlarda nikâh işlemleri de yapılmaktadır. Fethi Ahmet Paşa tarafından inşa ettirilmiş olup, kendi adıyla anılan bir cami de İstanbul’da Karacaahmet türbe ve tekkesinin tam karşısındadır.

Surların önünde yer alan Müslüman Mezarlığı da önemli Osmanlı eserlerindendir. Murad Reis Tekkesi Haziresi ise meşhurlar mezarlığı gibidir. Burada Kırım Hanı Şahin Giray (Fetih, Saadet ve Canbek Giray’ın mezarlarıyla birlikte), Şair Haşmet’in, Veziriazam Yusuf Paşa’nın, bir çok sadrazamın, Müşir Abdülkerim Paşa’nın, ayrıca Iran Şahı Safi Mirza’nın mezarları bulunmaktadır.

Bugün Rodos’taki müslüman Türklerin çoğu geçimlerini turizmcilikten sağlamaktadırlar. İçlerinden meslek veya ticari müessese sahibi olanlar da çıkmıştır.

1974’ten sonra Süleymaniye Medresesi’nin kapatılmasıyla ne yazık ki din ve dil eğitimi son bulmuştur. Her şeye rağmen gelecekten ümit kesmemek gerekir. Rodos’ta yaşayan kardeşlerimizin bizzat kendileri tarihi, milli ve manevi miraslarını kaybetmemek için gayret sarf etmelidirler. Fakat bizler de zaman zaman burayı ziyaret etmek, onları yalnız bırakmamak, maddeten ve manen desteklemek gibi görev ve sorumluluklarımızın olduğunu hatırdan çıkarmamalıyız.

Rodoslu kardeşlerimizin yarınlarının bugünlerinden daha huzurlu, mutlu ve güzel olması dileğiyle...

Evliya Çelebi'nin Dilinden Rodos


Evliya Çelebi “Çok memleketler gördüm, böylesini görmedim.” dediği Rodos’u da ziyaret etmiş ve hayli beğenmiştir. Ona göre şehrin surları içinde 4200 ev bulunmaktadır. 24 mahalleden sadece 4’ünde Rumlar, 2’sinde de Yahudiler oturmaktadır. Rodos’ta 6’sında Cuma Namazı kılınan toplam 36 cami ve mescit vardır.