๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Kapaktakiler => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 18 Ağustos 2011, 18:48:44



Konu Başlığı: Evimizde Hâl Eğitimi
Gönderen: Zehibe üzerinde 18 Ağustos 2011, 18:48:44
Evimizde Hâl Eğitimi


Mayıs 2009 - 125.sayı


Ahmet ALEMDAR kaleme aldı, KAPAKTAKİLER bölümünde yayınlandı.

İnsan ruhunun bu dünyada mekân tuttuğu bedenimiz, evimizdir. Aynı apartman binası içerisinde pek çok evin bulunması gibi, beden binamızda da farklı karakterlerde evlerimiz vardır. Bunlardan biri de gönül mahallesinde oturan kalp evimizdir.

Kalp evimizde neler hissediliyor, konuşuluyor ve yaşanıyorsa, onların halleri, tutum ve tavırlarımıza yansıyor demektir. Ne kadar rol yaparsak yapalım, kendimizi farklı sunmak için nasıl davranırsak davranalım, hâl ehli insanlar için aslında olduğumuz gibi görünüyoruzdur. İnsanı tanıma hakkında yeterli psikolojik bilgi donanımına sahip kişiler, insanın beden evinde iken yaşadığı ruhî hallerini ve bu hallerin değer bakımından seviyelerini anlayabilirler.

Aynı şekilde, derin bir tefekkürle insanın yaratılışı ve doğal yapısı ile ilgili basirete erişmiş insanlardan da gizlenmemiz mümkün değildir. Her ne kadar bu insanlar edebe riayet ederek hallerimizi deşifre etmekten kaçınsalar da, kendimize ait gerçekliğimiz ortadadır. Bir eğitim sürecine girmek üzere kendimizi geliştirmek için göründüğümüz gibi olmaya gayret edebiliriz. Ancak bu durum bile, olduğumuz gibi göründüğümüz gerçeğini değiştirmeyecektir.

Daha iyi daha sürekli

Hayat, halden hale geçmekle yaşanıyor. Her tecrübemiz bizleri farklı bir hale sokmakta. Hallerimiz sürekli yenileniyor. Hiçbirimiz eski hâl üzere değiliz. Böylece Allah, her an yeni bir hâl yaratmıyor mu? “O, her an yeni bir iştedir.” (Rahman, 29)

Tabii ki önceki hallerimiz, sonrakilerin habercisi konumundadırlar. Tabii ki yapıp ettiklerimiz, iyilik ve kötülüklerimiz, sevap ve günahlarımız, bizlerde meydana gelecek hâlleri biçimlendirirler. Zileli Aşık Kâmilî’nin bizlere uyarı ve tavsiyesi şeklindeki şu mısraları bu bağlamda ne kadar anlamlıdır:

“Güvenilmez şu cihanın şâdına
Nâzenin ömrünü verme yâdına
Mağrur olup aldanırsan tadına
Bu fanilik sana türlü hâl eyler.”

Haller, insanın iradesi olmadan sırf Allah’ın bir lütfu olmak üzere kalbe gelen manalardır. Hz. Şeyh Aliyyü’l-Heytî’ye göre haller, şimşekler gibidir. O kendiliğinden olmayınca celbetmek mümkün değildir. Keza o hasıl olunca devam ettirmek ve tutmak da mümkün değildir. Şu kadar ki, bazı haller gıda halini almıştır. Allah onunla dilediğini terbiye eder.

Haller sırf ilâhi bir armağan ve lütuf olmakla birlikte bunların daha iyi, daha sürekli olmasında iyi amel ve ibadetlerimizin tesiri vardır.

Artık sorumuzu soralım; hâl sahibi bir insan temelde hangi özelliklere sahiptir? Gönlünün zengin, ruhunun temiz, ahlâkının düzgün, manevi yaşayışının güzel olması, onu tasvir eden temel niteliklerdir. Kısaca hâl sahibi insan, Hakk’ın rızasını ve sevgisini kazanan iyi bir kuldur.

İlâhi aşk ocağı

Nasıl küp içindekini sızdırıyorsa, bizler de evimizde gördüklerimiz ve yaşadıklarımızla bütünleşiyoruz. Aile fertlerimizle ilişkilerimizi, onlarla aramızdaki duygu bağlarını, birbirimize karşı hissettiğimiz sevgi veya kin duygularını, ev dışında ilişki kurduğumuz diğer insanlara da yansıtıyoruz. Bu bakımdan her fert aslında evinin bir aynasıdır. Kişinin yüzünden evinde yaşananları okuyabilirsiniz.

İnsanı nasıl yetiştirelim ki evindeki manevi halleri dışarıya da taşsın... Özel haller yaşayan insanlarımızın güzellikleri, şehrin merkezinde de görülebilsin... Bazı evlerden sokaklara sızan mutluluk iksirleri, diğer evlerde de içilebilsin... Ve böylece adeta her evimiz, birer terbiye merkezi olarak ilâhi aşk ocaklarına dönüşebilsin...

Bunun için yerine getirilmesi gereken ilk şart, evde yaşayan her ferdin soluyacağı manevi ortamın sağlanmasıdır. Nefes almak için havadaki oksijeni soluyan kişiler gibi, hiçbir telkine gerek kalmadan Allah ve Habibi’nin sevgisinin ciğerlerimizin en ücra köşelerine kadar sinecek bir şekilde evde solunabilmesidir. Bir başka ifadeyle, evimizdeki hâl eğitiminin esası, doğal bir ortamda meydana geliyor olmasıdır.

Besmele ve selam bereketi

Öncelikle ev, içinde yaşayan aile üyelerinin manevî haller yaşayabileceği ortak bir tecrübe alanı olmalıdır. Besmele ve selam ile girilen ve çıkılan bir ev, barındırdıklarına huzur ve mutluluk verecektir. Böyle bir evde marifete ulaşmak için hâl-i Muhammedî zuhur etmez mi? Camilerimiz, türbelerimiz, dergâhlarımız, içine girenlerin Hz. Peygamberimiz’in rûh-ı a’zamı ile yani cevheriyeti ve nuraniyetiyle gönüllerini okşamıyorlar mı? Cemaate katılmanın faziletini unutmadan, evlerimizi camilerimiz ve dergâhlarımızda olduğu gibi, özel hallerin yaşandığı mekânlar olarak algılayabiliriz.

Evimizde bu algılamayı kolaylaştırmak üzere bilincimizi tetikleyen bazı faktörleri de göz ardı edemeyiz. Sonsuzluğun simgesi olan ebru sanatından bir şaheserin veya uyarıcı bir ayet-i kerimenin hat sanatıyla biçimlenmiş şeklinin, içerdiği mesajıyla birlikte estetik algımızı etkilemesi, bizlerde nice hallerin tecrübe edilmesine imkan hazırlayabilir. Duvarımızdaki Kâbe-i Şerif’in veya Efendimiz s.a.v’in sonsuzluk makamı olan Ravza-i Mutaharra’nın muhteşem bir görüntüsü, bizleri nice alemlere sevk edebilir.

Sükûnet ve semboller

Evimizdeki eşyaların çokluğu veya yerleşimdeki sıklığı, ruh dünyamızı engelleyen faktörlerden biridir. Eşyalarımızın sadeliği, renk ve biçim olarak birbirleriyle uyumluluğu ve ferah bir şekilde konumlandırılmış olmaları, evimizdeki manevi yaşayışımızın kalitesini yükseltecektir.

Bu bağlamda, yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim başta olmak üzere, tefsir ve hadis külliyatlarının, Peygamberimiz ve sahabenin hayatlarını anlatan eserlerin, Mevlâna, Yunus Emre gibi Allah dostlarının insanın içini ısıtan, kalbini çepeçevre saran kitaplarının evimizde bulundurulması ve okunması, evimizin her bir köşesine kadar pozitif enerjinin yayılmasını sağlayacaktır. Böyle bir enerji çemberi içerisinde yaşamak, hem ruh dinginliğimizi geliştirecek hem de kalbimizi manevi hallerle bezeyecektir. Kutsî kitaplarımızdaki satırlardan sadırlara yani sinemize yayılacak olan Allah aşkı ta hücrelerimize kadar sinmiş olacaktır.

Unutmamalıyız ki hakikat ancak iki şekilde tezahür eder: sükûnet ve semboller. Sükûneti barındırmayan ev, hakikati misafir edemez. Ses kirliliğinin hakim olduğu bir mekânda, herhangi bir halin ruhumuzda sessizce yeşermesini hissedebilir miyiz? Akif İnan’ın, “Unutsam eşyanın gürültüsünü” dediği gibi, evimizdeki gürültülerden ruhumuzu arındırmadıkça aşka ve kalbimizin saf tabiatına ulaşabilir miyiz? Kulağımızın bu anlamdaki eğitimi ise, evimizde bizleri ihya edecek bir musiki ortamının temin edilmesini gerekli kılmaktadır. Böyle bir ortam var ise, Hz. Mevlâna’nın bir rubaisinde ‘Dinle Neyden’ dediği gibi, ezgi ve ritimlerin sonsuzluk deryasında sınırsız hallerle karşılaşabiliriz:

“Dinle şu neyi. Bak neler neler söylüyor;
O, yüceler yücesinin sırlarını anlatıyor.
Yüzü sarı, içi boş, başını havaya vermiş de,
Dilsiz dudaksız, Hüdâ Hüdâ diyor.”

Coşku bulutlarıyla gelen

Evimizdeki hâl eğitiminin iksiri ise, Allah aşkıyla, Hz. Peygamber aşkıyla nine veya dedenin, anne veya babanın, abla veya abinin göz pınarlarından coşkuyla akacak gözyaşlarımızdır. Mınqas Kabilesi’nde söylenen şu atasözü bize bu iksirin değerini belirtir: “Gözlerde yaş yoksa ruh gökkuşağına sahip olamaz.”

Gökkuşağının her bir rengi, farklı bir hali temsil eder. Ruhumuz ise bütün renklerin vahdet mekânıdır. Haller olmadan vahdetin içerdiği farklı açılımları nasıl yaşayabiliriz ki? Gözlerimizden süzülen yaşlar, kalbimizin inceldiğini ve dolayısıyla -eğer Allah lütfederse- manevi halleri yaşamaya hazır olduğumuzu gösterir. Anne veya babanın gözlerinde bir damla yaş görmemiş bir çocuğa, kitaplarda yazılı olan hangi hali hissettirebilirsiniz ki?

***

İçinde bulunduğu hale razı olmak da, kâmil insanın tavrıdır. Mevcut halimize razı olmadan Allah’tan yeni haller beklemek mümkün müdür? Huzur ve mutluluğun sırrı, yaşadığımız zaman ve mekân dilimlerini benimsemekte gizlidir. İçinde yaşadığımız şartlarımız arzu ettiğimiz düzeyde değilse sabretmek, insanı olgunluğa yükseltecektir. Şairin bu düşünceleri aktardığı mısraları ile yazımızı noktalayalım:

“Razıyım bu hale ben,
Aşıkım kemale ben;
Bu sabır bende iken,
Ererim murada ben.”