๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Kapaktakiler => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 09 Kasım 2011, 08:19:32



Konu Başlığı: Dünya O'nun Ahlâkıyla Güzelleşecek
Gönderen: Zehibe üzerinde 09 Kasım 2011, 08:19:32
Dünya O'nun Ahlâkıyla Güzelleşecek


Eylül 2005 - 81.sayı

Hüseyin ERÇELİK kaleme aldı, KAPAKTAKİLER bölümünde yayınlandı.

İslâm, beşeriyeti fazilet ve edeple yoğrulmuş bir hayata götürmeyi hedefler ve bu hedefe ulaştıran tüm sebepleri de temel prensipler olarak kabul eder. Bu prensiplerin ihlalini de hak ve hakikatten uzaklaşma olarak telakki eder. Bu bakımdan ahlâkî meseleler İslâm'ın özünü teşkil eder.

İslâm tüm faziletleri tek tek sayıp mensuplarını onları işlemeye teşvik etmi ştir. Hz. Peygamber s.a.v.'in iyi ahlâkla bezenmeyi emreden sözlerini toplarsak, İslâm'dan başka hiçbir hayat nizamında bulunmayan bir eser meydana getirmiş oluruz. Bu faziletlerin tafsilatına ve ayrı ayrı anlatımına geçmeden, Allah Rasulü s.a.v.'in iyi ahlâk ve davranış güzelliğine yaptığı sıcak ve manalı davetinden bazılarını hatırlayalım.

En iyiniz kim?


Şüreyk oğlu Üsame anlatıyor: Bizler Rasulullah s.a.v.' ın yanında sanki başımızda kuşlar varmış gibi hareketsiz otururken ve kimseden ses seda çıkmazken, tam o esnada bir grup insan gelip: “Allah'ın en sevimli bulduğu kullar kimlerdir”, diye sordular. Hz. Peygamber de: “Ahlâkça en iyi olanları” buyurdu. (İbn Mace)

Bir başka rivayette: “İnsana verilen en hayırlı şey nedir?” denilince: “Güzel ahlâk” buyurdu. (İbn Hibbân)

Başka bir rivayette de: “ Hayasızlık ve edepsizliğin İslâm'da yeri yoktur” (Tirmizî), “Sizin en hayırlınız ahlâkça en iyi olanınızdır” buyurdu. Yine kendisine: “İmanı en kâmil mümin kimdir?” diye sorulunca, Hz. Peygamber: “Ahlâkı en iyi olandır” ( İbn Mace ) diye cevap verdi.

Abdullah b. Amr r.a. şu hadisi nakleder: Allah Rasulü s.a.v .: “Benim için en sevimli olan, kıyamette de bana en yakın olanınızı haber vereyim mi?” diye iki veya üç defa tekrarladı. Ashab : “Buyurun, söyleyin ey Allah'ın Rasulü ” deyince: “Ahlâkça en iyi olanınızdır.” (el-Hindî, Kenzu'l - Ummal) buyurdu.

Benzeri şekilde: “Kıyamet gününde müminin mizanında iyi ahlâktan daha ağır bir şey yoktur. Allah hayâsız ve arsızdan hoşlanmaz. Muhakkak ki iyi ahlâk sahibi, namaz kılan ve oruç tutanların derecesine nail olur.” buyurdu. (Kenzu'l - Ummal)

Cenneti hak etmek için


Bu hadislerden de açıkça anlaşılacağı üzere, İslâm sadece ibadetlere odaklanmaz. Görüldüğü gibi Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz bir yandan insanları çeşitli ibadetlere davet edip düşmanları karşısında devletini cihad üzerine ikâme ederken, diğer yandan da kıyamet gününde müminin terazisinde en ağır gelecek amelin iyi ahlâk olduğunu vurgulamaktadır. Sadece bu bile İslâm'da ahlâkın önemini anlatmaya kâfidir.

Nice dinler vardır ki, sadece belli bir akideye sarılmakla günahlar affolunur veya belli ibadetleri yapmakla hatalar silinir. Ama İslâm'da durum böyle değildir. İslâm, akideyi iyilikleri işlemeye ve vecibeleri eda etmeye teşvik eden itici bir kuvvet kabul eder. İbadetleri kötülükleri silen bir araç, kemâle ulaştıran bir hazırlık addeder. Yani kötülükleri, kişiyi yücelten iyilikler yok edebilir.

Hz. Peygamber s.a.v ., ahlâkın değerinin artık küçümsenemeyeceği bir anlayış seviyesine ulaşıncaya kadar ümmetine güzel ahlâk konusunda ısrarcı olmuştur. Mesela buyurmuştur ki:

“Kul iyi ahlâk sayesinde ahirette büyük derecelere ve en büyük makamlara erişir. Halbuki o dünyada iken ibadetinde zayıf sayılırdı. Yine o, kötü ahlâkı sebebiyle cehennemde en aşağı dereceleri boylar.” (İhya)

“Mümin iyi ahlâkı sayesinde gece namaz kılan ve gündüz oruç tutanların derecesine ulaşır.” (Malik)

“İbadetinde orta halli olan mümin, iyi ahlâk ve üstün huyu sebebiyle çokça oruç tutan ve Allah'ın ayetlerini tatbik edip namaz kılanların derecesine ulaşır.” (İhya)

“Müminin şerefi, dini, mürüvveti, akıl ve değeri ahlâkı iledir.” (Hakim)

“Kalbini ihlâsla dolduran, dürüst, lisanı doğru, nefsini mutmain ve ahlâkını da müstakim kılan kurtulmuştur.” ( Buharî )

Örneklerin en mükemmeli


Güzel ahlâk, bir cemiyette sadece nazarî bilgilerle, sadece emir ve yasaklarla sağlanamaz. Çünkü faziletleri öğretmek ve kişiyi alıştırmak için “şöyle yap, böyle yapma” demek kâfi değildir. Bunun için köklü bir eğitim ve devamlı bir alıştırma gereklidir. Terbiye güzel bir örneklemeye dayanmazsa netice vermez. Kötü insan çevresine iyi tesirler bırakamaz. Kendisine ittiba edilecek insanın her yönüyle güzel hasletlerle donanmış olması gerekir. İşte Allah Rasulü s.a.v. davet ettiği ahlâk için en güzel numune idi. O, davet ettiği yüce ahlâkı ashabının kalbine muazzam sîretiyle nakşediyordu.

Meşhur sahabilerden Hz. Enes r.a. anlatıyor: “Ben Rasulullah'a on yıl hizmet ettim. Allah'a yemin ederim ki bana bir defa bile öf demedi. Herhangi bir şeyi niçin böyle yaptın, şöyle yapmadın da demedi.” (Müslim)

Yine Enes r.a.' dan : Dul bir kadın Rasulullah'ı bir ihtiyacı için dilediği yere kadar götürebilirdi. Bir insan onunla musafaha yapsaydı, kendisi Rasulullah'ın elini bırakmadan Rasulullah onun elini bırakmazdı. O yüzünü çevirmeden Rasulullah çevirmezdi. Arkadaşları arasında ayaklarını uzattığına kimse şahit olmazdı. Yani arkadaşları arasında asla kibirlilik taslamaz, bu hususta çok titiz davranırdı.” ( Tirmizî )

Hz. Aişe r. anha anlatıyor: “ Rasulullah iki işten birini seçmekle karşı karşıya kalsaydı, günah olmadığı sürece kolay olanını tercih ederdi. O, günahlardan en uzak insan idi. Nefsi için intikam almış değildi. Ancak haram işlediğinde karşılık verirdi. O ne bir kadın, ne bir hizmetçi, ne de herhangi bir şeyi dövmemişti. Allah yolunda cihad müstesna.” (Müslim)

Yine Enes r.a.'dan: “ Rasulullah ile yürüyordum. Üzerinde kaba kenarları sert bir aba vardı. Bu esnada bir bedevi gelip O'nun abasını çekti. Öyle ki Rasulullah'ın omuzlarında izler oluştu. Bundan sonra adam: ‘Ey Muhammed! Bana Allah'ın senin yanındaki malından ver!' dedi. Rasulullah tebessümle adama iltifat edip, maldan verilmesini emretti.” ( Buharî )

Hz. Peygamber'den gelen bazı hadisler şöyledir: “Allah nezaket sahibidir. Öyle olmayı da sever. Nezaket karşısında verdiği mükafatı , katılıkta veya başka herhangi bir şeyde vermez.” (Müslim), “ Nezâket her nede ise onu süsler, bir şeyden alındı mı onu da lekeler bırakır.”, “Allah yumuşaklığa karşı verdiğini hamlığa ve kabalığa karşı verecek değildir. Allah bir kulunu sevdi mi ona yumuşak huy ihsan eder. Bir ev halkı yumuşak huydan nasib almadılarsa, hayrın tümünden mahrum sayılırlar.” ( Tabaranî )

Hz. Aişe r.anha, Rasulullah'ın evde neyle meşgul olduğu sorulunca şöyle cevap vermi ştir: “O, evinde aile efradının hizmetinde bulunurdu. Namaz vakti gelince de hemen abdest alır, namaza giderdi.” (Tirmizî)

Abdullah b. el-Haris'ten: “Ben Rasulullah s.a.v.'den daha fazla tebessüm eden birini görmedim.” ( Tirmizî )

O muhteşem cömertlik ve cesaret


Allah Rasulü'nün cömertliği ve hiçbir şeyi saklamaması, cimrilik yapmaması şemail kitaplarında me şhurdur. O bir an olsun haktan dönmeyecek kadar cesurdu. Hükmünde ebediyyen zulüm yapmayacak kadar adildi. Tüm hayatı boyunca sadık ve emindi. Cenab-ı Hak müslümanlara onun mübarek ve şerefli izlerini takip etmelerini emrederek şöyle buyurmu ştur: “Gerçekten Rasulullah'ta sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnek vardır.” ( Ahzab , 21)

Bu konuda Kadı el- İyaz rh .a . şöyle der: “Hz. Peygamber s.a.v. insanların en iyisi, en cömerdi ve en cesuru idi. Bir gece duyulan bir ses üzerine Medinelileri korku sardı. İnsanlar sesin geldiği tarafa doğru gitti. Hz. Peygamber s.a.v. onları geride bırakarak ilerledi ve sesin olduğu yere varıp hadiseyi soruşturdu. Ebu Talha'nın eğersiz atı üzerinde, kılıcı da boynunda asılı duruyordu. Ashabına “korkmayın” diyordu.

Hz. Ali r.a. da şöyle anlatır: “Savaş alevlenip gözler şaşkın bakmaya başladığı zaman, biz Hz. Peygamber'e sığınırdık. O esnada düşmana O'ndan daha yakın kimse olmazdı.”

Cömertlik konusuna gelince, Cabir b. Abdullah r.a. anlatıyor: “Hz. Peygamber s.a.v. kendisinden istenen hiçbir şeye yok demezdi.” Nitekim bir gün biri gelip O'ndan bir şeyler istedi. Buyurdu ki: “Yanımda birşey yok. Fakat benim hesabıma istediğini satın al, bize bir şeyler gelince öderiz.” O esnada yanında bulunan Hz. Ömer r.a ., “Allah güç yetiremeyeceğiniz şeyi size yüklemedi.” deyince Hz. Peygamber s.a.v. bu yaklaşımı beğenmedi, pek memnun olmadı. Orada bulunan Ensar'dan biri de şöyle dedi: “Ey Allah'ın Rasulü infak et. Allah varken azalacağından endişelenme.” Bu söz üzerine Hz. Peygamber s.a.v. tebessüm etti ve: “Ben de bununla emrolundum.” buyurdu.

Nezaketin zirvesi


Kâinatın Efendisi ashabı ile ülfet eder, nefret ettirmezdi. Her kabilenin ileri gelenlerine ikram eder ve onu başlarına emir tayin ederdi. İnsanları korur, kötülükten sakındırırdı. Hiç kimseye karşı yüzünü ekşitmezdi. Ashabını arar, her birine ayrı ayrı değer verirdi. Öyle ki, her arkadaşı Hz. Peygamber'in yanında kendisinden daha kıymetli birinin olmadığı hissine kapılırdı. Bir ihtiyaç için O'nu durduran biri, kendisi ayrılmadan O ayrılmazdı. Bir ihtiyacının giderilmesini isteyeni boş çevirmezdi. En azından güzel bir sözle de olsa razı etmeye çalışırdı. Hak hususunda herkes O'nun yanında eşitti. Devamlı güler yüzlü, yumuşak huylu ve nezaketli bir yaradılışa sahipti. Sert ve kaba değildi. Ne bağırır-çağırır, ne ayıplar, ne de aşırı methederdi. Arzulamadığı bir şeyi görmezlikten gelir, onu işleyenden tamamıyla ümit kesmezdi.

Hz. Aişe r. anha anlatıyor: “Hz. Peygamber'den daha güzel ahlâklı kimse yoktu. Arkadaşları veya aile efradı O'nu çağırdıkları zaman ‘buyurun' manasına gelen ‘lebbeyk' derdi.”

Sahabeden Cerir b. Abdullah r.a. der ki: “Hz. Peygamber s.a.v. müslüman olmamdan itibaren beni her gördüğünde veya benden her ayrıldığında mutlaka tebessüm etmişlerdir. Ashabıyla şakalaşır, yarışlar tertip eder, çocukları okşar, kucağına alırdı.”

Hz. Peygamber s.a.v. fakir, dul, köle herkesin davetine icabet ederdi. Medine'nin en ücra köşesinde bulunan hastayı ziyarette bulunur ve mazeret gösterenin mazeretini kabul ederdi.

Hz. Enes r.a. şöyle anlatır: “Biri Hz. Peygamber'in kulağına eğilip bir şeyler söylemek isteyince, dilediği gibi O'nun başını eğmesini sağlayıp arzusunu takdim ederdi. Biri elinden tutunca, o elini bırakmadan Hz. Peygamber bırakmazdı. Karşılaştığı kişiye selam verir, musafaha yapardı. Kimseye karşı ayaklarını uzatmaz, bu sebeple yeri daraltmazdı. Yanına gelene ikram eder, bazen onun için elbisesini yere serer, altında bulunan minderi verir ve üzerinde oturması için ısrar ederdi. Ashabına bazen künyeleri ile hitap eder, ikram olarak en güzel isimleriyle çağırırdı. Konuşan bir kişi konuşmasını bitirmeden onun konuşmasını yarıda kesmezdi.”

Öyle bir tevazu ki...


Ebu Katâde r.a. da şöyle anlatır: Necâ şî (Habeş hükümdarının) heyeti gelince, Hz. Peygamber onlara kendisi hizmette bulundu. “Hizmeti biz yapalım.” denilince buyurdu ki: “Onlar ashabıma hizmet etmişlerdi. Ben de aynı şekilde onları mükafatlandırmak istiyorum.”

Ebu Üsame r.a. der ki: Hz. Peygamber s.a.v. bastonuna dayalı olarak yanımıza geldi. Biz de ayağa kalktık. Bunun üzerine: “Acemlerin birbirini ta'zim ettikleri gibi ayağa kalkmayın. Ben kulum, kul gibi yer, kul gibi otururum.” dedi. Merkebe biner, terkisine birini alır, fakir-fukarayı ziyaret eder, onlarla oturur, arkadaşları arasına katılır, mecliste boş bulduğu yere otururdu. O, cılız bir deve üzerinde, üzerinde dört dirhem bile etmeyen bir aba olduğu halde hac farizasını eda etti ve bu esnada şu duayı okudu: “ Allahım içinde riya ve gösteriş olmayan bir hac olarak kabul eyle.”

Zafer kazanmış bir komutan olarak Mekke'ye İslâm ordusuyla girince, Allah'a tevazuundan dolayı başı neredeyse bineğinin ön kısmına değecekti. O, önderler önderi, çok sükut eder, ihtiyaç olmadan konuşmazdı. Gülmesi tebessüm şeklindeydi. Tane tane konuşur, ne fazla uzatır, ne de çok kısa keserdi. O'na özenerek ashabı da O'nun yanında sadece tebessüm ederlerdi. Meclisleri vakar, hayır ve emniyet meclisiydi. Orada ne sesler yükselir, ne de saygı ihlâl edilirdi.

O konuşunca herkes O'nu can kulağıyla dinler, sanki başları üstünde kuşlar duruyor gibi kımıldamazdı. Tam ahenk içinde yürür, ne acele eder, ne de gevşek davranırdı. Güzel kokuları sever, kullanırdı. O'na tüm imkanlarıyla dünya takdim edilmişti. Fetihler arka arkaya nasip olduğu halde, mütevaziliğinden hiçbir şey kaybetmez, davranı ş ında dünya süsüne önem vermezdi. O kadar ki, vefat ettiği zaman ailesinin nafakasını temin için zırhı rehin olarak bir yahudide duruyordu.

Allah'ın salât ve selamı O'nun, ailesinin ve ashabının üzerine olsun...