Konu Başlığı: Din-Bilim Çatışması Gönderen: Zehibe üzerinde 15 Temmuz 2011, 13:29:26 Din-Bilim Çatışması Temmuz 2010 - 139.sayı Halil AKGÜN kaleme aldı, KAPAKTAKİLER bölümünde yayınlandı. Din ile bilimin çatıştığı inancı, son dört asırda Batı düşünce tarihinin en temel konularından biri olageldi. Dinî inanç, tahkik edilemez, dogmatik ve akıl karşıtı bir hurafeler yığını olarak tanımlanırken, bilimsel veriler açık-seçik mutlak hakikatler olarak takdim edildi. Din ile bilim çatışmak zorunda mı? Bu soruya Batı dünyası yaklaşık dört asırdır cevap arıyor. Oysa İslâm dünyasında bu soru hiç bir zaman modern, Batılı anlamında sorulmadı. Müslüman bilim adamları ve düşünürleri bu mesele üzerinde kafa yormadığı için değil. Tersine, Batılı seküler zihin dünyası din-bilim konusunda yanlış kabullerden hareket edip, hatalı sonuçlara ulaştığı için... Din ile bilimin çatıştığı inancı, son dört asırda Batı düşünce tarihinin en temel konularından biri olageldi. Dinî inanç, tahkik edilemez, dogmatik ve akıl karşıtı bir hurafeler yığını olarak tanımlanırken, bilimsel veriler açık-seçik mutlak hakikatler olarak takdim edildi. Makul, yani akıl sahibi insanların bunlar arasında bir tercih yapmak zorunda kaldığında, dinî dogmatizmi değil, bilimsel doğruları tercih edeceği varsayıldı. Bu bakış açısının bir sonucu olarak akıl sahibi, eğitimli ve zeki insanların dinî inançlara iltifat etmeyeceği öngörüldü. Pozitivizmin iktidar dönemlerinde herhangi bir dinî inancı savunmak, akıl, bilim ve aydınlanmayla telifi mümkün olmayan bir durum olarak görüldü. Buna karşın dinî inanç sahibi insanların bilimsel hakikatleri anlamadığı, arkaik bir dogmatizmde inat ettiği ileri sürüldü. Batı’nın sorunu Şimdi bu basit tabloya eleştirel bir gözle bakalım. Bu tasvir Avrupa dışında herhangi bir toplum için geçerli olabilir mi? Mesela Hint medeniyeti yahut Çin için bu kategorik ayrımlar ileri sürülebilir mi? Aynı şey İslâm dünyası için de geçerli. Bu çerçeveyi alıp aynıyla İslâm düşünce geleneğine uyarlamak, ne aklen ne de tarihen mümkün. Çünkü İslâm dünyasının soruları ve bu sorulara verdiği cevaplar Batı’dakinden çok farklı olmuştur. İslâm medeniyetinin din-bilim tecrübesine bakmadan önce, bu ilişkinin Batı düşüncesinde nasıl şekil aldığına kısaca bakalım. Hıristiyan düşüncesinin krize girdiği 16’ıncı yüzyıldan itibaren Batı din-bilim ilişkileri yeni bir seyir izledi. Katolik kilisesinin dinÎ ve siyasi sorunları, genel manada bütün dinlerin ortak sorunları olarak yorumlandı. Batı Avrupa’nın hususi tecrübesinde ortaya çıkan ruhban sınıfı, papalık ve kilise modeli, din karşıtı bir hareketin doğmasına neden oldu. Avrupalı aydınlar diğer dinî gelenekleri ve hassaten İslâm’ı hiç bilmedikleri için, aslında Kilise ve Papalık karşıtı olması gereken eleştirilerini, bütün dinlere çevirmeye başladılar. Batılı din ve bilim adamları Bu çatışmadan din-bilim ilişkileri de nasibini aldı. Hıristiyan teolojisinin teslis ve çarmıha gerilme gibi anlaşılması ve izahı zor sorunlu öğretileri, akıl-dışı ve akıl-karşıtı dogmalar olarak reddedildi. Buna ilaveten dünyanın yuvarlak olduğu ve güneşin etrafında döndüğü gibi astronomi konuları, Kilise’nin sansürüyle karşılaştı. Ünlü Galileo davasında Galileo, evrenin merkezinde dünyanın değil güneşin olduğunu söylediği için Kilise tarafından mahkum edildi. Galileo kellesini kurtarmak için bilimsel görüşlerini umuma açık yerlerde gizlemek zorunda kaldı. Böylece bilimin ve aklın açık seçik hakikatleri, dinin dogmatik ve zorba öğretileri tarafından bastırılmış oldu. Engizisyon mahkemelerinin bilim ve düşünce adamlarını bastırma çabası, din ile bilim arasında köklü bir çatışmanın ortaya çıkmasına neden oldu. Bu imaj Batı kültüründe o kadar köklü bir yer edindi ki bugün bile din adamı deyince insanların zihninde aklını tatile çıkartmış yobaz ve zorba bir tip canlanıyor. Buna karşın bilim adamı deyince, dinî inancı aşmış, sadece aklın ve bilimsel verilerin kılavuzluğunda hareket eden bir insan tipi geliyor akla. Oysa bu iki imaj da yanlış, ikisi de sorunlu. Dahası, her ikisi de Avrupa toplumlarının yaşadığı hususi tecrübenin sonucu olarak ortaya çıkmış imajlar ve tipler. Batı düşünce tarihinde dinî inancını muhafaza etmiş bilim adamları bulunduğu gibi, bilimsel verileri doğru bir şekilde okuyan ve bilimi olması gereken yere yerleştiren din adamları var. Bilimcilik ideolojisi Bugün Batı’daki din karşıtlığını besleyen en önemli kaynak, saf bilim değil, bir ideoloji haline gelmiş olan “bilimcilik” akımıdır. Bilimsel araştırmadan farklı olarak bilimcilik, ideolojik bir tutuma işaret eder ve bu yüzden “bilimsel” bir yönü yoktur. Bilimin mutlak hakikat olduğuna, bilimsel yöntemlerin yanılmazlığına ve hakikatin ancak bilimin fizik yöntemleriyle ortaya çıkabileceğine olan inanç, bilimden çok bilimciliğe tekabül ediyor. Bilimcilik, kendisini adeta bir din gibi kurgulayarak bir dogma haline geliyor. Modern ateizmin sıkça kullandığı bilimcilik, yakın dönemde Richard Dawkins ve Steven Weinberg gibi yazar ve bilim adamlarının yürüttüğü din-karşıtı kampanyada açıkça görülebiliyor. Dawkins Tanrı’nın bir “yanılsama” olduğunu ileri sürüyor ve bunu kendinde bilimsel verilerle ispat etmeye çalışıyor. Oysa Dawkins’in en büyük hatası burada bir kategori yapması ve Tanrı var mı gibi felsefî-teolojik bir soruyu bilimsel yöntemlerle cevaplamaya çalışması. Bu, köprü yaparken karşımıza çıkan bir mühendislik sorununu, biyolojinin yöntemleriyle çözmekten farksız. Alanları ve kategorileri birbirine karıştırdığınzda ortaya bilim değil kaos ve kafa karışıklığı çıkar. Steven Weinber adlı Amerikalı fizikçi, Dawkins’in ateizmini ve din karşıtlığını daha da ileri götürüyor ve “bütün dinlerden nefret edilmesi gerektiğini” söylüyor. Weinberg’in İslâm dünyasına karşı özel bir husumeti var. Ona göre müslümanların dinî inançlarını savunurken sergilediği “yakîn”, diğer dinlerden çok daha ileri düzeyde. Bilimsel veriler ne olursa olsun müslümanlar dinlerine olan inançlarını yitirmiyorlar. Yani İslâm diğer dinlere göre daha dogmatik, daha yobaz. Çünkü bilim karşısında imanı sarsılmıyor, tersine daha da güçleniyor. Şimdi bu iddiaların bilimle, bilimsel araştırmayla ne alakası var? Bu, açıkça ideolojik bir tavır değil mi? İşte bilimin bitip bilimciliğin başladığı, bilimin bir ideoloji haline geldiği yer burası. Bilim soslu bağnazlık Weinberg dinleri inanç merkezli sistemler olmakla suçlarken kendisi de aynı inanç noktasına geri geliyor ve “evrenin nasıl işlediğini bilimsel olarak ortaya koyan bir Nihaî Teori’nin bir gün mutlaka formüle edileceğine inanıyorum” diyor. Elinde bu iddiayı yahut kehaneti doğrulayacak hiçbir bilimsel verinin olmadığını itiraf ediyor. Ama daha sonra “bilime inanıyorum” diyerek, kendisiyle çelişkiye düşüyor. Din ile bilim arasında kesin bir çatışmanın ve savaşın olduğuna inananlar, işte bu tutarsız ve sorunlu bakış açısından hareket ediyorlar. İçine düştükleri çelişkili durumu izah etmek yerine dine saldırıyorlar. Dine saldırırken de aslında Hıristıyanlık dışında bir din hakkında herhangi bir bilgiye sahip değiller. Sadece zanla, yanlış ve yanlı bilgiyle hareket ediyorlar. Bu tutumun bilimsellikle bir ilgisi olabilir mi? Batı bilim tarihinin en büyük isimlerinden Sir Isaac Newton, din-bilim ilişkileri konusunda çok farklı bir bakış açısına sahipti. Ama ateist bilimciler Newton’un bu yönünü görmek istemiyor, hatta unutturmaya çalışıyorlar. Herkesin bildiği gibi Newton hem dindar bir hıristiyandı hem de batınî-manevi ilimlere meraklı bir bilim adamıydı. Newton tabiat alemini Yaratıcı’nın büyük bir sanat eseri olarak görüyor ve kendi bilimsel teorilerinin bu mükemmel sanat eserinin güzelliklerini ve sırlarını ortaya çıkartmaktan başka bir işlevinin olmadığına inanıyordu. Hayatının sonlarına doğru Newton şöyle demişti: “Dünyanın benim hakkımda ne düşündüğünü bilmiyorum. Fakat ben kendimi deniz kenarında oynayan ve kendini birkaç deniz taşı keşfettiği için mutlu sayan bir çocuk gibi düşündüm hep. Oysa o koca hakikat deryası, yanıbaşımda hâlâ keşfedilmeyi bekliyor”. Modern bilimciliğin Newton’un bu tevazusundan hiç nasiplenmediği ortada. Modern bilimin akıl, gözlem ve deney gibi sağlam temellere dayalı olduğu, buna karşın dinin salt inanca ve taklide dayalı olduğu fikri, çağımızın en büyük efsanelerinden biri. Zannedildiğinin aksine ne bilimler salt akla yahut deneye dayanıyor ne de dinî inanç, tahkikten yoksun, körü körüne kabule dayalı bir sistem. Hem din hem de bilim bundan daha karmaşık bir yapıya sahip. Bilimcilik adına verilen zarar Fakat çocuklarımıza okullarda bu okutuluyor. Bilimin her söylediğini kabul etmeleri, dinin söylediklerini ise üç kere gözden geçirmeleri öğretiliyor. Neden? Dinin temel ahlâkî ve manevi öğretileri neden üç kere gözden geçirilmeli? Bilimin her söylediği tartışılmaz hakikat mi? Asıl sorulması gereken soru şu: Bilim ve teknoloji bütün sorunlarımızı çözebilir mi? Aklı başında hiç kimse bu soruya tereddüt etmeden evet diyemez. Çünkü bilimin alanı bellidir ve insanlığın en temel varoluşsal sorularına bilim cevap veremez. Ben kimim, bu dünyada amacımız ne, iyi ve kötü nedir, bir öte dünya var mı, alemdeki düzen nereden geliyor, insanlar neden ahlâklı olmalıdır... gibi soruların muhatabı bilim ve teknoloji değil, dindir, kelamdır, felsefedir, tasavvuftur. Öte yandan modern bilim ve teknolojinin insanlığa faydası kadar muazzam zararları da olmuştur. Çevre krizi, küresel ısınma, kitle imha silahları, giderek mekanik hale gelen hayatlarımız... Bunlar bilimin her yaptığı işin doğru olmadığını gösteren birkaç örnek. Peki bilim ve teknolojinin yeri neresi? Din ile bilim arasında nasıl bir ilişki olmalı? Bunlar birbiriyle çatışmak zorunda mı? Bu soruların cevapları İslâm bilim ve düşünce geleneğinde çok kapsamlı ve derinlikli bir şekilde verimiştir. Önümüzdeki yazıda İslâm’da din-bilim dengesinin nasıl kurulduğuna bakacağız. |