> Forum > ๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ > Semerkand Aylık Tasavvuf Dergileri > Kapaktakiler > Askere Dil Dersleri
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Askere Dil Dersleri  (Okunma Sayısı 492 defa)
02 Ekim 2011, 17:27:20
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 02 Ekim 2011, 17:27:20 »



Askere Dil Dersleri



Şubat 2006 - 86.sayı


Ali YURTGEZEN kaleme aldı, KAPAKTAKİLER bölümünde yayınlandı.

Biz, en azından “millet” olarak davul zurnalarla, ellerinde kınalarla, “Ya gazi ol, ya şehid” dualarıyla asker ocağına uğurladığımız çocuklarımızı “er”, “nefer” yahut “Mehmetçik” diye vasfederken elbette dinin belirlediği bir arka plandan yola çıkıyoruz. Birilerinin paşa gönlü öyle istiyor diye bu kavramların dinî ve tarihî muhtevasını silip atacak değiliz.

Sizin de kulağınıza çalınmış bir fıkradır: Yüksek rütbeli bir subayın cenaze namazı için imam efendi “Er kişi niyetine!” deyince, her nasılsa cemaat arasında bulunan başka bir yüksek rütbeli, “Aman hoca” demiş, “ne yapıyorsun; o er değil general idi.”

Böyle, kullanılan sözün tahsisini bile-isteye dikkate almamak üzerine bina edilmiş hayli fıkra vardır. Muhatabı gülümsetmeye matuf bu fıkralarda mizah unsuru, söze, çok bilinen fakat kastedilmeyen başka bir manâsının taammüden verilmesiyle vücut bulur. Hadise umumiyetle uydurmadır, bir mizansenden ibarettir. Dolayısıyla meselâ bu fıkrada yüksek rütbeli askerleri küçük düşürmek gibi bir niyet yoktur. Aksini düşünmek, yani hakikaten böyle bir hadisenin yaşandığına ihtimâl vermek, meseleyi kötü bir şaka olmaktan dahi çıkarır, ağlanacak hâle getirir. Zira bir cehâletin ifşâsı söz konusudur ve bu “cehl”, sahibinin mevkîi ile asla tevil edilemeyecek derecede korkunçtur.

Sabit ayağımızı kaybetmenin, şirazeden çıkmanın tabii bir neticesi olarak zaman zaman uydurma mizansenlere taş çıkartacak vak’alar yaşanmıyor değil. “Güleriz ağlanacak hâlimize”nin fevkinde bir hâl bu. Kanımız donuyor; gülmek bir tarafa, şöyle ağız tadıyla ağlayamıyoruz bile. Tıpkı son zamanlarda maruz kaldığımız “general şakası” cinsinden beyanlar karşısında olduğu gibi...

Biz, en azından “millet” olarak davul zurnalarla, ellerinde kınalarla, “Ya gazi ol, ya şehid” dualarıyla asker ocağına uğurladığımız çocuklarımızı “er”, “nefer” yahut “Mehmetçik” diye vasfederken elbette dinin belirlediği bir arka plandan yola çıkıyoruz. Birilerinin paşa gönlü öyle istiyor diye bu kavramların dinî ve tarihî muhtevasını silip atacak değiliz. Ama laikliği hâlâ ve ısrarla “millet-i hâkime”nin akidesinden imtina şeklinde anlama hatası sadece biz Müslümanları incitmekle kalmıyor, böylece korunduğu zannedilen müesseselere de zarar veriyor. Siz ordunun aslî unsuru olan “rütbesiz asker”e neden er, nefer veya Mehmetçik denildiğini bilmez, yahut bilir de bunları redde kalkışırsanız, o müessesenin manâ ve muhtevasını da yok etmiş olursunuz.

“Er”lik kemâle yönelmedir


Türk Dil Kurumu’nun hazırladığı sözlüğün değişik baskılarına bir daha baktım: “Er” kelimesinin “mürşid, insân-ı kâmil” karşılığını ta baştan beri es geçmişler. Yani Yunus’un “Er eteği tuttun ise” mısraındaki “er”in kim yahut ne olduğu bilinmesin istenmiş sanki. Tamam, “er” kelimesinin Arapçadaki “fetâ”, veya Farsçadaki “civanmerd” müterâdifi olarak “erkek kişi, rütbesiz asker, yiğit, (kadına göre) koca, âdem yahut adam” gibi birçok manâsı var fakat bunlar birbiriyle irtibatsız değil. Hepsi de en yukarıda “insân-ı kâmil” manâsında buluşuyor.

Nitekim biz askerimizin “er”liği ile onun cinsiyetini değil, yiğitlik ve cesaretini anlatmak isteriz. Askerlik bir “ocak” olarak bu yiğitleri pişirir “adam” eyler. Anadolu’da hâlâ birçok yerde askerliğini yapmayanlara “adam olmamış” gözüyle bakar, “koca”lığa münasip görmez, kız vermezler. Adam olmak, insân-ı kâmil olmaktır. Asker ancak bu manâda “er” olabildiği vakit “şahâdet”e koşabilir. Şahâdet en yüksek rütbe ise, ki öyledir, “er”, yani insân-ı kâmil olmadan bu rütbeye ulaşılabilir mi? İnsan fî-sebîlillâh yerinden yurdundan olup i’lâ-yı kelimetullâh için tâ Anadolu ve Rum ellerine sefer eyler mi? “Er” tesmiyesi bize Anadolu’nun manevî fâtihleri “Horasan erleri”nden mirastır.

“Er”lerimiz neden hep “Mehmet”tir?


Herkes bilir ki “Mehmet”, Efendimiz s.a.v.’in ism-i şerîfi olan “Muhammed”in muhaffefidir. Galat demeye dilim varmıyor. Zira bu telâffuz değişikliğinin Peygamberimiz s.a.v.’e ve O’nun ismine gösterilen hürmetin icâbı, -ola ki bu ismi taşıyanlar bir yanlışı işlerler düşüncesiyle- bilerek yapıldığını düşünüyorum. İslâm’la şereflendikten sonra erkek çocuklarımıza verdiğimiz en yaygın isim dün “Mehemmed”di, bugün “Mehmet”. Bu, Rasûl-i zî-şâna duyulan muhabbetin, hürmetin ve çocuklarımızın O’nu örnek alması arzusunun ifadesidir. Tabiatıyla, Orhan Gazi zamanında “yaya” ve “müsellem” olarak teşkil edilen ilk düzenli orduya Anadolu’dan koşa koşa katılan yiğitlerin, bugün olduğu gibi büyük ekseriyetinin “Mehmet” ismini taşıdığını tahmin zor değil. Şu halde “bizim” askerimiz o zamandan beri Mehmetçik’tir. Kelimenin sonundaki ek “küçültme” manâsından ziyade, bu hitâbı kullananların askerimize olan muhabbet, şefkat ve rikkatini aksettirmektedir.

Bu meselede serdedilebilecek başka bir görüş, İstanbul’un fethiyle alâkalıdır. Malûm, Hadîs-i Şerîf’le İstanbul’un fethi müjdelenmiş; fâtihleri komutan ve askerler övülmüştür. Muhammed, kelime manâsı itibariyle “övülmüş” demektir ki kutlu bir tevâfuk eseri fethin kendisine müyesser kılındığı Osmanlı sultanının adı da Mehemmed’dir. Hangi ismi taşırlarsa taşısınlar, fethe iştirak eden bütün askerlerimiz, Efendimiz s.a.v.’in övgüsüne mahzar olmakla “Muhammed”dir, yani “övülmüş”lerdir.

İzah şekli değişse de “Mehmetçik”in Hz. Peygamber s.a.v.’le râbıtası değişmemektedir vesselam.

Hz. Ebûbekir’in neferliği


“Koşmak, ileri atılmak, seferber olmak” manâsına Arapça “ne-fe-re” fiilinden müştak bir de “nefer” kelimesi var. Kur’ân-ı Kerîm’de hem bu fiilin değişik sîgaları hem de “ekip, grup, küçük birlik” karşılığı “nefer” ismi kullanılıyor. Lügatte “fert” ve “erkek kişi” manâları da bulunuyor ki biz “nefer”i daha ziyade bu muhtevasıyla biliyoruz. Gerçi eskiden umûmî seferberlik için “nefîr-i âmm” deniliyordu ama şimdilerde pek bilinmiyor. İnsanların bir yere toplanması için üflenen “sûr”un bir adının da “nefîr” olması yine buradan kaynaklanıyor.

“Nefer”in isim yahut sıfat olarak “asker” karşılığı isti’mâline Kur’an-ı Kerîm’de rastlamıyoruz. Fakat öte yandan “nefer”e bugünkü “asker” veya “er” manâsının yüklenmesi de Kur’ân-ı Kerîm’deki ne-fe-re fiilinin zikredildiği âyetlerdeki husûsî sebebi yahut bağlamı çerçevesinde mümkün olabiliyor ancak. Meselâ Tevbe Sûresi’nin 38. âyetindeki “infirû fî-sebîlillâh” ibâresi tek başına “Allah yolunda seferber olun!” şeklinde karşılanabiliyor. Tefsirler, bu ibârenin yer aldığı âyetin Tebük Seferi’ne müteallik olduğunu ifade etmekte ve şu izâhı yapmaktadır: “Hicret’in 9. senesindeki Tebük Seferi öncesinde Müslümanlar Huneyn ve Tâif seferlerinden henüz dönmüştür. Kıtlık senesidir ve yaz mevsiminin en sıcak günleri yaşanmaktadır. Tebük, o güne kadar sefer edilen yerlerin en uzağıdır. Karşıda iyi techiz edilmiş, sayıca kalabalık ve kavi bir düşman ordusu vardır. Beri tarafta Medine’nin hurmaları olgunlaşmış, gölgeleri güzelleşmiştir.” Böyle bir vasatta sefer emri gelince bazı bedevî kabileleri ile münâfıklar işi ağırdan alır, yüzlerini ekşitir, gönülsüz davranırlar. Hatta mühim bir kısmı türlü bahanelerle bu sefere katılmaz. Mezkur âyet, böyle davranan Müslümanları tekdir sadedindedir. Aynı emir karşısında örnek davranışlar sergileyen hakikî mü’minler de vardır. Sefer hazırlıkları için malının tamamını veren Hz. Ebûbekir r.a. bunlardan biridir ve Efendimiz s.a.v.’in “Peki aile efrâdına ne bıraktın ey Ebûbekir?” suâline “Allah ve Rasûlü’nü bıraktım.” dedirten bir ihlâs ve teslimiyetin timsâlidir.

Demek ki her devirde olabileceği gibi o zaman da Allah’ın “infirû” emri karşısında bir kısım Müslümanlar “yerlerinden fırlayıp ileri atılmış”, Müslüman olduklarını iddia edenlerin bir kısmı da dünyaya bağlılıkları sebebiyle yerlerinde çakılıp kalmışlardır. İşte böyle “evlerinden çıkıp bir yere toplanan cemaat”e “nefir”, “onlardan her biri”ne de “nefer” denmiştir bilâhare. Şu halde “nefer”, Allah ve Rasûlü’nün sefer emrine muhatap olunca hiç sorgulamadan koşup gelen, fethin veya zâlimi alt etmenin arzu ve heyecanıyla yerinde duramayan, dünyayı elinin tersiyle itip şartlara aldırmadan cepheye seğirten “er” demektir.

Neferlik, Hz. Ebûbekir r.a.’ın makâmına talip olmaktır yani.

Bu işin daha “gazilik” ve “şehitlik” bahisleri var. Onu da bilenler bilmeyenlere anlatsın.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Askere Dil Dersleri
« Posted on: 18 Nisan 2024, 20:05:18 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Askere Dil Dersleri rüya tabiri,Askere Dil Dersleri mekke canlı, Askere Dil Dersleri kabe canlı yayın, Askere Dil Dersleri Üç boyutlu kuran oku Askere Dil Dersleri kuran ı kerim, Askere Dil Dersleri peygamber kıssaları,Askere Dil Dersleri ilitam ders soruları, Askere Dil Dersleri önlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes