๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Kapaktakiler => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 18 Eylül 2011, 18:17:52



Konu Başlığı: Başlarını Öne Eğen Başaklar
Gönderen: Zehibe üzerinde 18 Eylül 2011, 18:17:52
Başlarını Öne Eğen Başaklar


Haziran 2007 - 102.sayı


Ahmet ALEMDAR kaleme aldı, KAPAKTAKİLER bölümünde yayınlandı.

Tevazu, kendisinden aşağı olanlara küçük muamelesi yapmamak, onları değersiz ve aşağı görmemektir. Bu yönüyle tevazu, kibirli olmanın zıddıdır.

Kendisini başkalarından üstün görmeyen mütevazı insan her türlü sevgiyi, hürmet ve saygıyı hak ediyor demektir. Ancak kibri olmayan insan mütevazi olur veya tevazunuzun oranı, kibrinizin çokluğu veya azlığı oranındadır. Aynı zamanda tevazu kişinin fazileti iken, onun başkalarınca istismar edilmesini engelleyici bir başka özellik olan vakarın da temel bir kaynağıdır. Büyük insanın büyüklüğü, kendisinden küçük veya kendisinden aşağı seviyede olan insanlarla kurduğu ilişkiden belli olur.

Cehaletin Bilme Bilgisi


Bir insan her türlü kalitesine, bilgi ve kültür donanımlarına ve engin tecrübelerine rağmen insanlarla ilişkilerinde tevazuya riayet ediyorsa, işte o zaman mümin olmanın imtihanını verebiliyor demektir. Aslında tevazu sahibi kâmil insan, bilgisi arttıkça gerçekte hiçbir şey bilmediğini bilmeye başlar. Tevazu, insanın ilâhi ilim deryası karşısında acizliğini itiraf edebilmesidir.

Davud-u Tâi k.s. Hazretleri uzaklardan kendisini ziyarete gelenlere sormuş:
–Niçin geldiniz?
–Büyüğümüzü ziyaret için, demişler.
–Birader, ben kendimi büyük bilsem, küçüklüğümün delili olur. Küçük bildiğime göre şimdi sizin ziyaretinizi nasıl kabul edeyim?

Evet; fazilet ve tevazu sahibi insanlar, kendilerini her zaman böyle muhakeme ve muhasebe etmişler, asla başkalarından hürmet ve ikram beklememişlerdir.

Yüksek makamlarda bile mütevazi insan olduğu gibidir. Ne kadar parayla karşılaşsa bile, o insan aç olan kişinin halinden anlıyor demektir. Malı yok iken
nasıl sabrediyor idiyse pek çok konuda aynı sabrı sürdürebiliyor demektir.

Her Mevsim Yeni Bir Olgunluk


Mütevazi insan meyve ağacına benzer. Meyve dalının yere eğilmesi meyvesinin çokluğundandır. Dal yere doğru eğilmese, daldaki meyvelerden istifade etmek isteyen insanlar çeşitli güçlüklerle karşılaşacaklardır. Bu insanların, kış boyunca sabırla yaz mevsimini bekleyen ağacın baharla birlikte tomurcuklanarak meyveye dönüşmüş ürününden bereketlenmesi arzu edilmez mi? Bi meyve ağacının bu dünyadaki yaratılış vazifesi, yaratılmış diğer varlıklara meyve ikram etmektir. Bu ikramı meyvelerinin ağırlığıyla dallarını aşağı eğerek en güzel bir şekilde sunmaktadır.

Tevazu sahibi olmayan müslüman veya ibadetle meşgul olan âbid veya zâhit var mıdır sorusunu herkes kendi tecrübelerine göre cevaplandırabilir. Ancak Süfyan-ı Sevrî k.s. tevazu sahibi olmayan zahidi meyvesiz ağaca benzetmektedir. Kendi kendine alçalmayan kimse, başkası yanında yükselebilir mi?

Mesnevi-i Şerif’te anlatıldığı üzere Hz. Musa a.s. o iç ağrısı gibi herkesi rahatsız edici olan İsrailoğulları’nın kendilerini başka kavimlerden üstün görmemeleri ve dolayısıyla başlarının eğilmesi için, Kudüs Kalesinin kapısını ufak, alçacık yaptırmıştı.

Nefsin Üstünlük Hayali


Bazen Allah adına ilim öğrendiğimizi düşünürken, aslında gururumuz okşanıyor olabilir. Allah adına ibadet ederken araya pek çok nefsî engellerin girmesiyle o ibadet bizleri mağrur bir insan yapabilir. Zikir yapan ve haramların çoğuna dikkat etmeye çalışan bir zahit, kendisinde gördüğü üstünlükleriyle gözleri kamaşabilir ve âşık olan arifl eri bile küçümseyebilir.

Oysa Eşrefoğlu Rumî’nin Divan’ında geçtiği üzere, küçümsenen bu âşıklar gözlerinden dökülen yaşlarla Allah katında birer tevazu abideleridirler:

“Âşıkın işi tevazu meskenet
Gözleri yaş müdam seylandürür.”

Yaratıcısına Muhtaç İnsan


Oysa başaklar olgunlaştıkça başlarını önlerine eğmezler mi? Bir başakta ne kadar çok buğday tanesi varsa başını o kadar aşağı eğmiştir. Başağın kendisiyle övünmesi yerine başını tevazu gereği önüne eğmesi, aslında onun değerini daha da yüceltmektedir. Çünkü o başak, öncelikle haddini yani sınırlarını bilmektedir. Ne kadar ürün vermiş olursa olsun yaratıcısı karşısında yine aciz bir varlıktır. Yaratıcısının lütfuyla ürünlerini diğer canlılara sunmuştur. Bu vazifesini yerine getirmekle övünecek yerde onun şükretmesi gerekmez mi?

Bu bağlamda Allah dostlarından Ebu Süleyman Daranî k.s. Hazretleri’nin tevazu tarifi ne bakmamız gerekmektedir: “Tevazu, yaptığın güzel işlere bakıp kendini beğenmemen ve şımarmamandır.”

Bütün İnsanlar Aynı Yolun Yolcusu


Tevazu sahibi bir kişide başkaları için kötü duygulara yer yoktur. Bu kişinin insanlar arası ilişkileri güven ve samimiyet doludur. Çevresinde yükselmek
isteyenlere karşı kıskançlık ve rekabet duygusuyla engel değil, destek olmak mütevazı insanlara has bir özelliktir.

Sultan Veled Hazretleri bir defasında Hz. Mevlâna’yı inkâr edenleri parça parça etmeyi düşünürken, Mevlâna k.s. kendisine:

“Bahaeddin, eğer cennette olmak istersen herkesle dost ol, kimseye kin besleme, herkese tevazu göster, başkalarından ileri olmak isteme ve olma! Mum ve merhem gibi yumuşak tabiatlı ol, iğne gibi batıcı olma. Sana kimseden kötülük gelmemesini istersen, kötü şeyler düşünme ve öğrenme.” öğüdünde bulunmuştur. (Sultan Veled, Maârif, önsöz yazısında.)

Tevazudan bahsederken dünya ehli karşısında zillete düşmemek gerektiğini de vurgulamalıyız. Zillete varmayan tevazu ve gurura varmayan vakar bizler için ölçü olabilir. Dünya ehline, dünya için tevazu göstermek mümin için tabii ki yanlıştır. Tevazu, Allah’ın rızasına uymak için gösterilmelidir. Dolayısıyla böyle bir davranış, o insanın Allah hakkındaki düşüncelerinin ifadesi olacaktır.

Suyun Gücü


Tevazuya en güzel örneklerden biri sudur. Evet, su bazıları tarafından kuvvetsiz görülebilir ama dayanıklı olduğu sanılan nice kayalar, betonlar suyun
sessizce içlerine sızmasıyla yıkılmışlardır. Su belki yerden akar; belki her şeyden aşağıdadır. Ancak suyun etkisine baktığımızda pek çok durumda sert
kayadan bile daha kuvvetli olduğunu görebiliriz.

Denizlerin ve nehirlerin de yüzlerce dağ sellerinden faydalanmaları, daima kendilerinin onlardan daha aşağı seviyelerde bulunmaları yüzündendir. Böylelikle onlar bütün dağ derelerine hakimdirler. Bilgin olan kimse de bilgeliği ancak alçakgönüllülükle bulmuştur. Bulunduğu mevki insanların üstünde de olsa, altındakiler onun ağırlığını hissetmezler. Yeri, insanların önlerinde de olsa bir engel olarak görülmezler.

Allah Katında Büyük Olmak


Bazan kendimizi büyük görebilir veya başkaları nezdinde büyük görülebiliriz, fakat bir mümin için önemli olan Allah katında nasıl olduğumuzdur. “Nefsimin kendi gözümde büyük, Allah yanında küçük olmasından Allah’a sığınırım.” (Müslim) diye buyuran Yüce Peygamberimiz s.a.v.’in dualarında
ifade edildiği gibi, kendi gözümüzde küçük, Allah katında ise büyük olmayı arzulamalıyız.

Hakikate doğru yükseldikçe zatını daha derinlerden idrak edebilen ve böylece tevazusu ve kulluğu gittikçe artan ihlâslı kişilerden olmamızı Allah’tan
talep edelim.

Sözlerimizi tevazu ile insanın alçalmayacağını, aksine nasıl yüceleceğini ifade eden Mesnevi alıntısıyla bitirelim:

“Aklı kıt olanlar armut ağacı ararlar... Fakat bu armut ağacından o armut ağacına uzun bir yol var!

Armut ağacından in de yürümeye koyul... senin gözün de kamaşmış yüzün de! Bu ağaç, benliktir... evvelki varlıktır. İnsan, bu varlıkla kaldıkça gözü şaşı olur, olmayacak şeyler görür.

Fakat armut ağacından indin mi düşüncede de bir eğrilik, sapıklık kalmaz, gözde de sözde de! O vakit bu ağacı, dalları yedinci kat göğe kadar yücelmiş büyük bir devlet ağacı olmuş görürsün.

Aşağı indin de ondan ayrıldın mı, Allah rahmetiyle o ağacı değiştirir. Bu aşağıya inme, bu tevazu yüzünden Allah gözüne doğru bir görüş kabiliyeti verir.

Doğru görüş kolay ve bedava olsaydı Mustafa s.a.v. Allah’tan bu görüşü diler miydi?

Dedi ki: ‘Ya Rabbi, yukarıda olsun, aşağıda olsun, her cüz’ü bana olduğu gibi göster!’

Aşağıya indikten sonra yine o ağaca çık; çünkü artık o ağaç, ‘ol!’ emriyle değişmiş yeşermiştir.”