๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Kapaktakiler => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 18 Ağustos 2011, 18:44:47



Konu Başlığı: Bahar Türküsünü Kimlere Söyler
Gönderen: Zehibe üzerinde 18 Ağustos 2011, 18:44:47
Bahar Türküsünü Kimlere Söyler


Mayıs 2009 - 125.sayı

Hasan AKÇAY kaleme aldı, KAPAKTAKİLER bölümünde yayınlandı.

Her mevsimin kendine özgü bir özelliği ve güzelliği vardır. Mevsimler gibiyiz bizler de. Mevsimlerle birlikte yeşerir, meyve verir, solar ve beyazları giyer ömrümüz.

Kâinat içindeki değişmez değişim, her doğumun bir ölümü ve her ölümün de bir dirilişi olduğunu kelime kelime serer önümüze. Okuyalım ve anlayalım diye. Aynı özellikleri paylaştığımız topraktaki coşkunluk, durgunluk ve suskunluk insanoğlunu da yakından ilgilendirir ve etkiler.

Öyleyse bahar  bir silkiniş, tazelik, yenilik ve canlılığın tepeden tırnağa bütün mevcudatın yüreğine dokunan; coşkulu bir dirilişin toprağa, havaya, suya söylenmiş sarıcı ve sarsıcı bir türküsüdür.

Baharla O’nu tanımak


Nice baharları uzak bir köyde yaşadık ve orada bıraktık. Belki şimdi yalnızdır, mahzundur bahar. Çünkü onun coşkunluğuna eşlik edecek kimseler kalmadı onu bıraktığımız yerlerde.

Ne zaman “bahar” kelimesini duysam yüreğim kanatlanır, uzak bir köyde ardımdan kırgın bakışlarıyla bıraktığım bir çocukla buluşuruz. Beton ve demirin soğukluğunu içine sindirmiş şehirlerin etrafında gezinip, bir türlü ara sokaklarına, pencerelere ulaşamayan baharı, köyü ile bütün bağlarını kesmiş veya köyü hiç olmamış insanlara, özellikle çocuklara anlatmak ne kadar da imkansızdır! Dağlardan gelen serin rüzgârda bin bir renkli çiçeğin kokusunu ciğerlerine doldurmamış, bahar sabahlarının güneşiyle yüreğini ısıtmamış olanların yüzündeki gülüşler de, içindeki sevinçler de evlerin köşelerini süsleyen yapay çiçekler gibi olacaktır.

“Mestâne nukûş-u suver-i âleme baktık/ Her birini özge bir temaşâ ile geçtik”1 mısralarının anlamını henüz kavrayamadığımız günlerde, çiçeklerin de bir dili olduğunu ve her an zikir halinde olduklarını söylerdi büyüklerimiz. Yeşilin ufuk çizgisinde mavi ile buluştuğu noktada takılı kalan “mestâne bakış”ların ne manalar yüklendiğini, çimenler üzerinde eda edilen namaz sonralarında dedemizin dilinde dokunan şükür ve tefekkür “âmin”lerinden öğrendik. Bildik ki her şeyin sahibi O’dur. Bir çiçeği yaratmış olan, bir baharı, bir baharı var eden Cennet’i de halk edendi. Kısa zaman öncesine kadar kurumuş çalılara, dallara yeniden “Hayy” ismiyle diriliş emri veren de O’ydu. Ninemin; “Bunca güzelliği görüp de hâlâ seni tanımayanlar, bilmeyenler var mıdır acaba?” sorusunu her daim kendi kendine sorması, hayret makamında kendinden geçtiğinin bir ifadesi olsa gerek.

Ebedi bahara talip olmak

Evimizin karşı yamacındaki birkaç erik ağacı ilk müjdecisi olurdu baharın. Bembeyaz çiçekleriyle oradan bize tebessüm ederken, gizli bir ses ve gizli bir el “gel” diye çağırırdı bizi. Yemyeşil çimenler arasında kelebek, arı kovalamak, kuşlarla yarışmak, onların büyülü sesini dinlemek için... Uzayıp giden fındık bahçelerinden kardelenler fışkırırdı sonra. Etraf kar yağmış gibi yeniden beyaza bürünür. O kardelenler bazen tesbihimiz bazen çocukluğumuzun sultanlığına delil olarak başımıza taç olurdu. Ilık rüzgârlar toprağın göğsüne dokundukça mor, sarı ve beyaz renkleriyle çuhalar doldururdu dört yanımızı. Çimenler uzadıkça aralarında küme küme papatyalar, sarı yayla çiçekleri, menekşeler… daha ismini bilmediğimiz onlarca çiçek güzelliği ve kokusuyla bizi başka bir aleme alır gider. Yüzlere yeniden ışıklı bir tebessüm, gönüllere coşkulu bir sevinç ve huzur gelirdi.

Uzaktan uzağa bir şarkı gibi çağlayıp akan derelerin, çayların sesi,  büyülü sessizliğin içinde geceleri daha bir derinden duyulurdu. Ağaçların arasından bin bir nazla süzülüp oradan yüzümüzü okşayan serin akşam rüzgârları da farklı bir makamda söylerdi şarkılarını. Sanki uzaklarda bir yerde bir yeşil deniz taşmış da gelip dünyamızı kaplamıştır. Bir çiçeği okşar, sever gibi, gözler önüne serilmiş olan bütün bu güzelliği kucaklayası, bağrına basası gelir insanın. Öylesine doyumsuz ve sonsuz bir huzur verir ki bu tablo… Onlarca renk, koku ve sesler içinde kalan gönül, tatlı bir esrime ile kendinden geçer, bir rüzgârın kanadına takılmış gibi ötelere doğru süzülür akar adeta.

Bunca güzellik karşısında akıl ötelere varamamanın acizliği içinde kalarak şaşkınlık ve hayretinin ağırlığını taşıyamadığı için gözlerle paylaşır, bu muhteşem tablo karşısında gizleyemediği hayretini. Sonra akıl kendine gelerek,  gözlere: “Nasıl ki her resmin bir ressamı varsa gördüğün bu muhteşem tablonun da bir sanatkârı, bir ressamı var. Hiçbir şey kendi kendine olamayacağı gibi, bu âlem ve içindeki değişimler de kendi kendine olmuyor, bir idare eden, bir yöneten var. Sen, gördüğün bu nakışlardan Nakkaş’ına yönel! O’nu düşün! Bil ki, bunca güzelliği gözler önüne seren sanatkâr, kendini tanıtmak ve bildirmek için bütün bunları gerçekleştiriyor. Gölgelerden hakikate yönel, sen solmayan, ebedi bir baharın taliplisi ol.” der.

Tefekkür mevsimi

Kâinat, baştan başa büyük bir kitap hükmünde. Bahar mevsiminde ise her harfi ayrı bir renkte karşımıza çıkarılmış ki, dalgınlığımızdan, gafletimizden uyanıp daha dikkatli bakalım, okuyalım, anlayalım diye. Bu anlamda Nabi’nin güzel bir beyti vardır, der ki: “Bir kitabullahı a’zamdır ser-â-ser kâinat / Hangi harfi yoklasan manası hep Allah çıkar.”2 Yaratılmış her nesneye, her varlığa ibret nazarıyla baktığımız takdirde, gözümüz kör değilse, aklımızdan şüphemiz yoksa Yaradan’ı göreceğiz, O’nu bulacağız. Kâinat; büyük, muazzam bir kitapsa okunması gerekiyor. Bir yaprağın kenarındaki kıvrım, ortasındaki damarlar, çiçek açmış kiraz ağacı, gökte gülümseyen yıldız, yerde gezen karınca, her çiçeği ayrı renge boyayan el, her bir meyveye ayrı tad, ayrı koku veren güç bu okumalar sonucunda anlaşılacaktır.

Yaratılanların tamamı, üzerinde düşünülsün ve Yaradan bilinsin diye yaratılmış. Diğer canlıların baktığı gibi bakamaz insan çiçeğe, yaprağa, ağaca… Sadece o ağaçtan veya çimenden beslenen bir canlının bakışı olmamalı bir insanın varlıklara bakışı. Şair Baki de: “Nazar-ı ibretle berg-i dırahtân-ı sebze bak/ Hüşyar olana her varakı bir ceridedir”3 diyor. O yeşil yaprakların her biri, bir gazete, bir kitap hükmündedir. Oku ve düşün  dercesine arz-ı endam
ederler karşımızda.

Bahar mevsimi tefekkürün de mevsimi aynı zamanda. Gözlere parmağını sokarcasına, “seyret ve düşün” diyor, her bir çiçek, ağaç ve üzerine basıp geçtiğimiz toprak. O ki bizleri Rabbimize yaklaştıracak en güzel ibadet şekillerinden biridir. Öyleyse kalbimizdeki pası bahar yağmurlarıyla yıkamaya çalışarak, gözlerimizdeki kalın perdeyi ılık rüzgârlarla uzaklara savurarak, eşya ve varlıkları “gönül gözü”yle seyrederek kâinatı ve nesnelerin varlık sebebini anlama çabası içinde, Allah Tealâ’nın eşyadaki tecellilerini okumaya ve onlardaki hikmeti kavramaya gayret etmede baharı bir vesile yapalım. Unutmayalım ki, “Bir saat tefekkür etmek, bir sene ibadetten daha hayırlıdır.” 

Bu güzel ibadet için her zaman fırsat var fakat bahar mevsimi, kör olan gözleri, sağır olan kulakları, katılaşmaya yüz tutmuş yürekleri bile halden hale çevirmeye yetiyor. İnat edip kaçmadıkça, gözlerimizi yummayıp, kulaklarımızı tıkamadıkça kokusu, rengi, sesi… bütün güzelliğiyle bizi bu güzel dünyanın içine çağırıyor. “Düşünmez misiniz? Akletmez misiniz? Yaşadığınız kâinata bakıp fikretmez misiniz?”

1  Aşkla sarhoş bir şekilde alemin suretlerindeki nakışlara baktık ve her birinden farklı hikmetler çıkarıp farklı bir göz ile seyredip geçtik.

2  Kâinat, baştan başa Allah’ın büyük bir kitabıdır. Hangi harfini yoklasan manası hep Allah çıkar.

3 İbret nazarıyla ağaçların yapraklarına bak! Akıllı olana, o yaprakların her biri, bir gazete ve kitap
hükmündedir.