๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Kapaktakiler => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 23 Ağustos 2011, 17:41:09



Konu Başlığı: Âşıklar Ölmez Nura Çevrilir
Gönderen: Zehibe üzerinde 23 Ağustos 2011, 17:41:09
Âşıklar Ölmez Nura Çevrilir



Ocak 2008 - 109.sayı


T. Ziya ERGUNEL kaleme aldı, KAPAKTAKİLER bölümünde yayınlandı.

“Şevk ile her kim cemâlin şem’ine pervânedir, Yeri nûr olsun onun ki, anladı pervâ nedir.” (Hamdî)

[Büyük bir arzu ile (senin) güzelliğinin ışığına, (yani tecellisine) pervane olanlar, “korku”nun ne olduğunu, (aslında neden korkulması gerektiğini) anlamıştır. Böylelerinin yeri nur olsun.]

Muhammed Hamdullah, Fâtih’in hocası meşhur Akşemsed-din’in yedi oğlundan en küçüğüdür. O dönemin kaynakları, Hamdullah Çelebi daha dünyaya gelmeden, “anası karnında iken Akşemseddin mübarek, elini üzerine koyup benim kâmil oğlum, fâzıl oğlum, şâir oğlum deyu okşardı” kaydıyla Akşemseddin’in hem bu oğluna olan muhabbetini, hem de kerametini vurgular.

Gerçekten de Muhammed Hamdullah genç yaşta dinî ilimleri öğrenmiş, bir müddet müderrislik yapmış; o yıllarda dünyadan göçmüş olan Akşemseddin’in rüyasındaki işareti ile tasavvuf yoluna girmiş, Bayramîliğin bir kolunu süren İbrahim-i Tennûrî’ye intisap etmiş, “Hamdî” mahlasıyla şiirler yazmıştır.

İşte yukardaki mısralar, doğduğu yer olan Göynük’te bugün babası Akşemseddin’in yanı başında medfun bulunan bu fâzıl ve kâmil zatın kaleminden çıkmıştır. Beyit, Allah dostlarının, Cemâl’e ermek arzusuyla yananların, yani sâdık âşıkların ölmediğini, ölmeyeceğini; nûra çevrilip nûr olacağını anlatmaktadır bize.
Geceleri ışık etrafında dönen küçük kelebeklere “pervane” denir. Eskiden şem (mum) ile aydınlanırken de pervaneler gelir, mumun alevi etrafında döner, giderek daralan daireler çizdikten sonra yanar ölürmüş. Bu sahne, âşığın sadakatini, kararlılığını, aşkının şiddetini ifade için eski şiirimizde çokça kullanılır. Sevgilinin güzelliği veya o güzelliğin tecellileri mumun alevine, âşıklar da pervanelere benzetilir.

Gözü sevgiliden başkasını görmeyen âşık, hayatının mihverine sevgiliyi alır, ona pervane olur; onun ilgisini ve iltifatını kazanmak, aşkındaki samimiyetini ispatlamak için ölüm de dahil hiçbir tehlikeden çekinmez. Nitekim şair böyle bir âşık için, ölenlerin arkasından söylediğimiz “Nur içinde yatsın” duasını hatırlatacak tarzda “yeri nûr olsun” demekle, nihayetinde onun aşk ateşine yanarak öldüğünü ima ediyor.

Âşık ölmüştür ama bu arada “pervâ”nın ne olduğunu da anlamıştır. Pervâ, “insanın kendisine zarar verecek herhangi bir şeyden korkması, sakınması, o şey karşısında tedbirli durması” demektir. Oysa âşığın aşk ateşiyle kendini yakıp feda etmesi bir pervâsızlık gibi görünmektedir. Buna rağmen ya da bu sayede pervâ öğrenilmişse, nefse yahut maddi varlığa dair bir korkunun pervâ olmadığı, asıl sakınılması gerekenin, asıl pervâsızlığın başka bir şey olduğu idrak edilmiştir.
Pervânın bir anlamı da “cazibe merkezi mihver bir varlığın etrafında dönen unsurlarla, bu asıl varlık arasındaki bağ veya ilgi”dir. Bu takdirde âşığın pervâyı anlaması, “ölmekle, sevgili ile arasında olması gereken veya zaten var olan gerçek bağı fark etmesi, asıl irtibatı kurması, vuslatı yaşaması”dır.

Yaradılış hiyerarşisinin en alt basamağını oluşturduğu için “dünya” diye adlandırılan ve beşerî duyularla kolayca algılanabilen bu fani âlem, bir karanlık ve yokluk diyarıdır aslında. Allah katından bir nur yahut aydınlanma nimeti olarak gönderilen peygamberler ve kitaplarla hem bu hakikati, hem de Cenab-ı Hakk’ın kainatta “en-Nûr” ismiyle tecellisini fark eden müminler, önce dünyanın karanlığından ilâhi nurun aydınlığına koşar, sonra da mum ışığı etrafındaki kelebekler gibi bu nura pervane olur.

Zira müşahede ettikleri tecelliyat ile Cenab-ı Hakk’ın Cemâl’ine muttali olan kalplerin artık başka bir güzelliğe kapılması mümkün değildir. Cemâl-i Mutlak’ın güzelliğinden nasibdar olup da O’na âşık olmamak ihtimali yoktur. Böylece marifetullaha eren, nurla dolan kalpler, gerçekte var olmayan maddi yanımızla ilgili tehlikelerden değil, Sevgili’nin varlığı, azameti, kudreti, keremiyle mütenasip bir hürmet, dikkat, bağlılık, itaat ve itinayı gösterememekten sakınır. Asıl pervâsızlık Allah Tealâ karşısında kalpteki havf ve haşyetin eksikliğidir. Yahut aşkla öğrenilen “pervâ”, kulun Cenâb-ı Hak’la rabıtasıdır ki kesretin arkasındaki vahdeti müşahede haline ve vahdete dahil olma iştiyakına işaret eder.

Cemâl-i Mutlak’a âşık olup O’nun nuru etrafında pervane olanlar Allah dostları, yani evliyaullahtır. Onların yeri nurdur. İlâhi aşkla yanıp o nura dahil olmuşlar, Allah’ın boyasına boyanmışlardır. Bu yüzden onlara bakanlar “Allah’ı hatırlar.” Mum ateşinde yanıp ölen pervaneler gibi bunlar da “mevt-i ûlâ” ile ölmüşlerdir. Mevt-i ûlâ, nefsin ölümüdür; nefsin hevâ ve hevesinin kökünü kazımaktır. Maddeden veya kesretten kurtulmaktır. Böyle bir ölüm yahut böyle bir ceht, kişinin nefsi ile Allah arasındaki tercihinin yegâne mihengidir.

Bu yüzden evliyaullahın yeri nurdur. Efendimiz s.a.v.’in ifadesiyle, kıyamet günü onların “yüzleri bir nurdur ve kendileri de nurdan birer minber üzerinde”, nebiler ve şehitlerin imrenerek bakacağı bir makamda olacaktır. Ölümden değil ama dünyaya bağlanmaktan, nefse uymaktan, Sevgili’yi unutmaktan “pervâ” ettikleri için, Yunus suresinin 62. ayetinde müjdelendiği gibi ahiret yurdunda onlara “havf yoktur” ve “onlar mahzun da olmayacaklardır”.

Hak âşığı için ölüm nefsin ölümü ise, öbür türlüsü sadece bir yer değişikliğinden ibaretse, hatta vuslatın, aslına kavuşmanın imkânı ise eğer; âşıklar ölmez, aslına döner, nura çevrilir.