๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Kapak Konusu => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 30 Eylül 2011, 18:41:49



Konu Başlığı: Çalışıyoruz ama niye
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 30 Eylül 2011, 18:41:49
ÇALIŞIYORUZ AMA NİYE?

Eylül 2009 48.SAYI

Mona Lisa Gülüşü adlı filmde Julia Roberts, 50’li yıllarda bir Amerikan kasabasındaki koleje sanat tarihi öğretmeni olarak gelen Katherine’i canlandırıyordu. Katherine film boyunca kadınları eve hapseden (!) küçük kasaba zihniyetiyle savaşıp başarılı, yetenekli, zeki öğrencilerinin ev kadını olmaması için elinden geleni yapar. Okul yönetimini karşısına almak pahasına kızları eğitimlerine devam edip ekonomik özgürlüklerini kazanmaları yönünde destekler. Film, konusu her ne kadar küçük bir kasabada geçse de dönemin genel karakteristiği ve Batı toplumunda kadınların çalışarak statü elde etme mücadelesi hakkında fikir veriyor.

Gerçekte ise asıl hikaye bundan sonra başlıyor. Çünkü mücadeleyi kazanan kasaba kızları çok değil otuz sene sonra yemek yapmak, bir evi çekip çevirmek ve hatta düğme dikmek için bile Martha Stewart’a başvurmak zorunda kaldılar. Kurabiye pişirip ev düzeniyle ilgili püf noktaları veren Martha ironik bir şekilde kadınların yeni rol modeli oldu. Bir iş veya üretim faaliyeti olarak görülmeyen ev kadınlığını pazarlayarak multimilyoner olan Martha’nın annelerimizden tek farkı ise bütün işleri ekranda yapmasıydı.

Türkiye’nin ise henüz bir Martha’sı yok. Fakat Batı’yı birebir taklit etmek şeklinde devam eden modernleşme sürecimiz bizim hikayemizin de benzer bir sona erişeceğinin habercisi. Nitekim 70’lerde Batı toplumlarının ardından bizde de kadının çalışmasıyla ilgili ataerkil yaklaşıma itiraz sesleri yükselmeye başlamıştı. Aynı dönemde hizmet sektörünün genişlemeye başlaması kadınların kentsel ekonomik faaliyetlerde daha çok yer almalarına olanak sağladı. Bu durum birçok tartışmayı da beraberinde getirdi. Kadının çalışması kültürümüz için yeni bir olgu olmadığı halde; çalışma koşullarında işgücünün sanayi merkezlerine taşınmasıyla başlayan ve günümüze kadar devam eden değişimin sosyal yapıya ve bireylere olan tesiri bu konuyu sürekli gündemde tutuyor. Çalışan annelerin çocuklarının daha çok özgüven sahibi olduğundan tutun da erkek egemen işyerlerinde kadınların çektiği sıkıntılara kadar her gün birbirinden farklı pek çok bilgi servis ediliyor önümüze. Kamuoyu oluşturma çabası iki kutuplu devam ederken, kadınların çalışma eğilimlerinin günden güne artıyor oluşu da sosyal bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor.

ÇALIŞMAK “IN” ANNELİK “OUT”

Kadınların çalışma eğiliminin artmasında toplumda saygın bir konum elde etme ve kendini değerli hissetme arzusunun ciddi rolü olduğu söylenebilir. Ücretli bir işte çalışmayan kadınların müşterek mesleği olan ev hanımlığının çağrıştırdığı olumsuz anlamlar da kadınların kendilerine başka ünvanlar aramasına sebep oluyor. Toplumda sürekli tüketen ve zamanını faydasız işlerle öldüren birey imajıyla var olmak istemeyen kadın kendisine alternatif olarak sunulan iş hayatına çoğunlukla gözü kapalı dalıyor.

Kadınlarımızın bugün içine düştüğü yanılgılardan biri de kabiliyetlerini toplumun yararına kullanmayı ekonomik istihdam ile eşdeğer görmeleri. Halbuki çalışma ücretli bir işte geçirilen mesai ile kısıtlanamayacak kadar geniş bir eylem ve çalışmanın amacı olan üretim de yalnız maddi ölçütlerle değerlendirilmemesi gereken bir kavram.

Radyo ve TV programcısı Zahide Ülkü Bakiler toplumda yaygın çalışma ve üretim anlayışının oluşturduğu sıkıntıları şu şekilde tarif ediyor: “Üretim gibi somut konuların dışındaki soyut meselelerde, gözün görmediğini değersizleştirme gibi bir durum söz konusu. Mesela, bir kadının iç güzelliği toplum nazarında, -özellikle büyükşehirlerde- ne kadar değer ifade ediyor? Çocuk yetiştirmek de bu konuda güzel bir misaldir. Uzun zamana yayılmış, karşılığını seneler sonra ‘hayırlı bir evlat’ olarak görebileceğiniz çocuk yetiştirme meselesi; bugünün hız çağında yaşayan insanlar için ‘az kârlı’ bir iş. Oysa çalıştığınız zaman o ayın sonunda maaşınızı alırsınız. Toplum sizi başarı kurallarını gerçekleştirdiğiniz için takdir eder, size değer verir. Çocuk yetiştirme ve ev hanımı olma meselesini küçümseyenler, insanlardaki sabır duygusunu da unutturuyorlar. Ya da hepsinin birlikte yapılabileceğini düşündürerek hatta bunu dayatarak; kadınları ve aileleri yoruyorlar. Yorgun bir aile, niteliklerini yitirmiş oluyor. Sonraki nesillerin aile algısını, evlilik tercihlerini, hayattaki önceliklerini belirliyor. Sonuçta biz de, Avrupa’da olduğu gibi nüfus yaşlanması problemini konuşur hale geliyoruz. Hiç kimse insanlarca kıymet atfedilmeyen bir işle yıllarını geçirmek istemez. Eşyanın, somut olan her şeyin bir modası olduğu gibi, soyut konularda da takip edilen bir moda, akım var. Son yıllarda Türkiye’de çalışmak ‘in’, annelik ‘out’…”

EZBER BOZAN EV KADINLARI

Anneliğin ev kadınlığı kavramı içinde eritilip ciddiyetsizce ve değer verilmeden ele alınması kuşkusuz en çok yetişmekte olan nesli etkiliyor. Toplum çalışma konusunda özellikle yükseköğrenimli kadınların yerine tercihini yapmış olsa da birçoğu büyükanneye emanet ettikleri çocukları ve mükemmel olması için daha fazla uğraş verdikleri aile düzeni yüzünden ikilemde kalıyor. Bazıları da çevrenin söylediklerini bir yana bırakıp kendilerine kulak vermeyi tercih ediyor.
Melike Tecimen onlardan biri. Melike Hanım 33 yaşında, gıda teknolojisi mezunu bir ev hanımı. Zorlu bir mücadeleden sonra kendi deyimiyle anneliği çalışmaya tercih etmiş ve ev hanımlığının göründüğü kadar korkutucu olmadığını başkalarına da anlatmak amacıyla bir web sitesi kurmuş. Amacının geçmişte kendisinin de yaşadığı karmaşanın içinde bulunan diğer kadınlara seslenmek olduğunu söyleyen Melike Hanım, ev hanımlarının en önemli üretiminin insan yetiştirmek olduğu üzerinde duruyor. İş hayatında negatif enerjiyle dolan eşlerin eve geldiklerinde birbirlerine tahammüllerinin kalmadığı, bu yüzden evliliklerin mutsuz gittiği ve çocukların huzursuz ortamlarda yetiştiği tespitinde bulunuyor. Bununla beraber ev ile iş arasındaki dengeyi çok iyi sağlayan çalışan kadınların da olduğunu fakat bunun özellikle kadın açısından daha fazla fedakarlık gerektirdiğini ekliyor.

Melike Hanım aslında kadının çalışmasına karşı değil. Onun daha çok önemsediği nokta kadınların ekonomik açıdan ihtiyaçları olmadığı halde, sosyal yönlendirmeyle kendilerini iş hayatında olmak zorunda hissetmeleri. Melike Hanım’ın dikkat çektiği “çalışmak zorunda hissetme hali” meslek sahibi fakat çalışmayan pekçok kadın tarafından da dile getiriliyor. Mesleklerini icra etmedikleri için yadırganmak; sorgulayan, yönlendiren insanlarla mücadele etmek onların her gün tekrar tekrar yaşadığı ciddi bir sorun.

ÇALIŞMIYOR HİZMET EDİYOR

Benzer sorunlarla karşı karşıya kalan Rüveyda Dalbudak ise “Tercihimle mutlu olduğumu göstererek çevremi ikna ediyorum” diyor. Rüveyda Hanım hareketli, birçok işi aynı anda yapmak isteyen, üretken bir kadın. Uzun yıllardır vaktini hizmet etkinliklerine sarfediyor ve işine birçok çalışan kadından daha fazla mesai ayırdığı çok açık. Kimi zaman yemek yetişmediğinde eşinin yardım ettiğini, çocuklarının da yapmakta olduğu işin önemini kavradıkları için kendisine destek olduklarını söylüyor Rüveyda Hanım. Bunca koşturmasına rağmen çevresi tarafından hala zamanı bol bir ev hanımı olarak görülmesinin nedenini ise biraz sitemle şöyle açıklıyor: “Yaptığım işin maddi bir karşılığı yok. Eğer bir bedel alsaydım çevrem çok daha farklı tepkiler verirdi. Bizim işimizin ve amacımızın ne olduğunun bile farkında değiller.”

Ücretli bir işte çalışmayan her kadına gününü TV karşısında heba eden ev kadını muamelesinde bulunulması sadece Rüveyda Hanım’ın sitemine maruz kalmıyor; bu tutum toplumun menfaatini amaçlayan faaliyetlere gönül vermiş pek çok kadın tarafından da dar görüşlülük olarak nitelendiriliyor. Rüveyda Hanım gibi faaliyetleriyle ezber bozan ev kadınları çalışmanın para kazanmakla eşdeğer tutulmasının, yaşadığı topluma faydalı olmak için ortalama mesai saatlerini aşacak şekilde çaba gösteren kadınlara yapılan büyük bir haksızlık olduğu görüşünde.

5 YAŞINDAKİ OĞLUM MUTFAĞI OFİS GİBİ GÖRÜYOR

Son zamanlarda ofise bağlı çalışma hayatının yorucu olduğunu düşünen bazı kadınlar da, teknolojinin nimetlerinden yararlanarak bilgi ve becerilerini evlerinden hatta kimi zaman mutfaklarından dünyayla paylaşıyorlar. Çikolataya bulanmış çileklerle, elmalarla yapılan o harika meyve sepetlerini görmüşsünüzdür. Fruit&Chocolate’ın birbirinden güzel ve iştah açıcı tasarımlarıyla ilk karşılaştığımda biri bunların benimki gibi bir mutfaktan çıktığını söylese inanmazdım. Neslihan Kayıt işte bu zor işi kendi evinde başaran bir ev hanımı. Uzun yıllar dış ticaret uzmanı olarak çalışan Neslihan Hanım eşinin işi sebebiyle başka şehre taşındığında işinden ayrılmak durumunda kalmış. Hemen ardından oğlunun dünyaya gelmesiyle ofis yaşamına kolay kolay dönemeyeceğine karar vermiş. Evden ne tür bir iş yapabilirim diye araştırırken mutfağa olan ilgisi onu meyve sepetlerine yöneltmiş. Yurt dışından getirttiği kitaplar ve aldığı uygulamalı eğitimlerin sonunda Fruit&Chocolate isimli firmayı kuran Neslihan Hanım, bir sene boyunca evinin mutfağında hazırladığı ürünleri web sitesinden satışa sunmuş. Bir yandan hobisini işe dönüştürmenin keyfini bir yandan da evden çalışmanın rahatlığını yaşarken, Fruit&Chocolate’ın müşteri portföyü de günden güne büyümüş. “Bu işe başladıktan sonra oğlumun bile bana bakışı değişti. Mutfağı ofis gibi görüyor” diyen Neslihan Hanım şimdilerde hobisini bir atölyeye taşımanın hazırlıkları içerisinde.
Bugünkü düzende çalışma konusunda çoğunluğun benimsediği yolun dışına çıkıp kendi önceliklerine ve yaşam felsefesine en uygun tercihi yapabilmek cesaret işi gibi duruyor. Bununla beraber üretimin gerçek anlamının ve üretme biçimlerindeki çeşitliliğin daha geniş kitleler tarafından farkedilmesiyle, kendi tercihini yapma cesaretini gösterebilen kadınların sayısı da hızla artacağa benziyor.

“ÇALIŞMAK DİĞER SORUMLULUKLARI AZALTMIYOR”

ZEYNEP KILIÇ, YÖNETMEN

İş hayatı cinsiyet ayrımcılığı konusunda en masum yöneticilerin bile önyargılarının olduğu bir dünya. Benzer vasıflara sahip olsanız bile bir erkek meslektaş yanında ikinci derecede tercih edildiğiniz bir gerçek. Bir de inançlarınız gereği hassasiyetleriniz varsa, bu dünya içinde tutunmak ve o hassasiyetleri koruyarak yol almak ekstra çaba ve sorumluluk, yani daha fazla gayret ve yıpranmak demek… Bu çaba yorduğunda hele ülfet de peyda olmuşsa yaşadığınız ortama kolaylıkla uyum sağladığınız bir gerçek. Hayatındaki roller çalışmaktan ibaret olmadığı için evine, ailesine, özel yaşamının gerektirdiği işlere ayırdığı vakit ve enerji de kadını oldukça yormakta. Çalışıyor olmak, hayatının diğer kısmındaki sorumlulukları azaltmadığı gibi o sorumluluklar arasında denge gözetmeye çalışırken fıtratının sınırlarını zorlamakta.

“MUHAFAZKAR KESİM DURUŞUNDAN VAZGEÇTİ”

ZAHİDE ÜLKÜ BAKİLER, TV-RADYO PROGRAMCISI

Muhafazakar kesim kadınların çalışması konusunda daha iştahlı. Dünya nimetlerinin ne kadarına ulaşırlarsa, kendilerini o kadar şanslı sayıyorlar. Hayat standartlarını yüksek tutanların ya da bunu arzu edenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor. Bu da –geniş kesimler içinde- bir tek erkeğin çalışmasıyla kolay kolay mümkün olmayacağına göre, kadınlar da yüksek tempolu bir iş yaşamının içine atılıyorlar. Sanki bir sirkte yaşıyoruz: İzleyiciler yani toplum, elinizde kaç top tutabildiğinize bakıyor. Herkesin gözü herkesin üzerindeyken kendinizi mecbur hissediyorsunuz. Bir yerde kadınların bu dayatmalara isyan edeceğini zannediyorum, daha doğrusu bekliyorum. Umarım o isyan gelir ve hepimiz daha az gösterişli, ama soyut hazları daha yüksek bir hayat yaşayabiliriz.

Hatice BEKTAŞOĞLU