๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => İz Bırakanlar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 27 Ekim 2010, 17:34:30



Konu Başlığı: Mevlana nın duaya bakışı
Gönderen: Sümeyye üzerinde 27 Ekim 2010, 17:34:30
Mevlana’nın Duaya Bakışı


Temiz ağız ile dua edilmelidir: Her insanın Allah'a dua edip yakaracak, O'na yalvarmaya lâ- yık bir ağza (her türlü kir ve pislikten uzak bir ağza) kavuşma gayretinde olması, haram yememesi, içmemesi, yalan söylememesi, kimse- yi aldatmaması, küfür ve kaba ifâdelerden uzak durması Mevlânâ'nın sürekli dile getirdiği bir husustur.
Temiz bir ağzın yoksa, ağzı temiz olanların sana dua etmelerini sağla: “Eğer sen iyi dua etmesini bilmiyorsan, eğer senin duada tesirli nefesin yoksa, git de özü sözü doğru kardeşler- den dua iste!”
“Cenâb-ı Hakk; 'Ey Mûsâ! Bana günah etmediğin, kötü söz söylemediğin bir ağızla duâ et, sığın!' buyurdu. Hz. Mûsâ; 'Benim öyle ağzım yok' dedi. Hakk da buyurdu ki: 'Öyle ise, Bize başkalarının ağzı ile duâ et! Sen, bana başka birisinin ağzı ile yâni, başkasının ağzından 'Allah'ım!' diye yalvar, duâ et! Çünkü sen, başkasının ağzı ile günah etmediğin için o ağız temizdir, günahsızdır. Öyle hareket et ki, başkala rının ağzı gece gündüz sana duâ etsin. Sen, başka birinin ağzı ile kötü söz söylemediğin, günaha girmediğin için o başka birinin özür dileyen ve duâ eden ağzı yok mu, işte o ağız senin için günah etmediğin bir ağızdır. Yâhut da kendi ağzını günahtan, kötü sözlerden arıt, temizle; rûhunu günah yükünden kurtar, çevik hale getir. Allah'ı zikretmek, tertemiz bir haldir. O tertemiz hâl gelince, temizlik erişince; pis hâl, pislik yükünü toplar, dengini bağlar, dışarı çıkar gider. Zıtlar zıtlardan kaçar. Nasıl ki güneş doğunca gece dayanamaz, kaçar gider! Allah'ın tertemiz adı, ağza gelince, yâni zikir başlayınca, ne pislik kalır, ne de gam ve keder.”
Önünde dua kapısı açılan, kabul kapısı da açılmış demektir. Duâ eden kişinin “Allah” demesinin Hakk'ın “Lebbeyk=Buyur!” demesidir. Bu nedenle, bizzat Allah'ın lütfu olan duanın sonucunu hemen göremeyince dua bırakılmamalı, devam edilmelidir: “Birisi, bir gece Cenâb-ı Hakk'ı zikrederek dilini, dudağını mânen tatlılaştırmak için; 'Allah, Allah!' diyordu. Şeytan ona dedi ki: 'Senin 'Allah, Allah!' deyişine karşılık; 'Lebbeyk!' (=Ne istiyorsun kulum?) sesi nerede? Ey bu sözü çok söyleyen kişi! Ne vakte kadar böyle söyleneceksin? Cenâb-ı Hakk'tan sana bir cevap gelmiyor, sen bu sıkılmaz, bu utanmaz yüzünle daha ne zamana kadar 'Allah' deyip duracaksın?' Adamın neşesi kaçtı, gönlü kırıldı. Zikri bırakıp başını yastığa koydu ve uyudu. Rüyasında yemyeşil, çayırlık çimenlik bir yerde Hz. Hızır'ı gördü. Hızır (a.s.) o şaşkına dedi ki: 'Ne diye zikirden geri kaldın? Allah'ın ismini anmaktan ne diye pişman oldun?' Adam; 'Ettiğim zikir karşılığında bana bir 'Lebbeyk' (=Buyur kulum!) diye bir cevap gelmiyor' dedi. 'Allah'ın kapısından kovulacağım diye korkup durmadayım.' Hızır (Cenâb-ı Hakk'ın görevlen- dirnesiyle) dedi ki: 'Senin 'Allah' deyişin, bizim 'Buyur!' dememizdir. Senin o yalvarışın, yanıp yakılman da, bizim habercimizdir. Çünkü zikretmek arzusunu sana biz verdik. Senin; 'İşim çok, zamanım yok, çok da yorgunum!' demen, hilelere başvurman, 'Allah'ı gereği gibi zikredemiyorum' diye düşünmen, çâreler araman, bizim seni kendimize çekmemizden, ayağındaki dünya sevgisi bağını çözmemiz- dendir. Senin korkun, aşkın, bizim lütfumuzun kemendidir. Senin her 'Yâ Rabbî!' deyişin altında 'Lebbeyk' (=Buyur) deyişler vardır. Hakk bilgisinden haberi olmayan kişinin canı, bu duâdan uzaktır.”
“Kulun 'Ya Rabbi!' diye yalvarmasına karşılık, Hakk'tan 'Lebbeyk' (=Buyur kulum) cevabı gelirse, kul nasıl olur da susar? Nasıl olur da 'Ya Rabbî!' demez? Bu öyle bir 'Lebbeyk' (=Buyur kulum) sesidir ki, bu sesin baş kulağı ile duyulmasına, işitilmesine imkân yoktur. Fakat başından ayağına kadar bütün varlığınla, onun mânevî zevkini tadar, heyecanla ürperirsin.”
Allah, mü'minin dualarına hemen icabet etmeyerek onu imtihan eder: “Duaya hemen icabet etmemem kulumu horlamak için değildir. Ona isteğini geç ihsan etmem onun faydasınadır. İhtiyâcı onu gafletten uyandırıp bana çevirdi, saçından tuttu çeke çeke benim tarafıma getirdi. Dileğini verirsem yine döner, o oyuncağa kapılır, gaflete gark olur gider. Gerçi, 'Ey sığınılan! Ey düşkünlere yardım eden Allah!' diye gönlü kırık, perişan bir halde ağlayıp sızlanmakta ama bırak ağlasın, sızlasın. Bana onun sesi hoş gelmektedir. O 'Yâ rabbi!' demesi, sırlarını söylemesi hoşuma gidiyor. Dudu kuşları ile bülbülleri, seslerinin güzelliği yüzünden kafese koyarlar. Fakat kuzgunla baykuşu hiç kafese korlar mı? Böyle bir şey hiç işitilmemiştir.”
Kul duânın sonucuyla meşgul olmamalı. Kendisi bizzat bir ibâdet olan duaya devam etmelidir: “Kardeş, elini duadan ayırma. Kabul edilmiş, edilmemiş, bununla ne işin var senin?”
İhtiyacı olan şeyleri, ihtiyacı elinde bulunduran Allah'tan istemede köpekten ibret alınmalıdır: “Köpeğin aklı ve idrâki olmadığı halde, acıkıp ekmeği olmayınca, senin önüne gelip kuyrukçuğunu sallıyor; ve hal diliyle, 'Bana ekmek ver, benim ekmeğim yok, senin var' diyecek kadar anlayış gösteriyor. Sen, köpekten de mi aşağısın? O, köpekken yerde yatıp 'Eğer isterse bana kendisi ekmek verir' demeye razı olmayarak yalvarıyor, kuyruğunu sallıyor. Sen de böyle yap ve Allah'tan iste ve dilen ki böyle bir ata sahibinin önünde dilencilik etmek çok yerinde olur.”
İhlasla ve gönülden dualarımız, tıpkı hararetin suyu gizlice buharlaştırıp havaya yükseltmesi ve biriken rahmet bulutlarına dönüşerek katre katre rahmet yağdırması gibi güzel sonuçları üzerimize dökülür, dünya ve âhiretimizi gülistana çevirir. Üstelik duaları- mız yeni dua çiçeklerini açtırarak bir devr-i dâimî sağlar: “Su, havuz içinde mahpus gibidir. Fakat, rüzgâr onu emer, yukarı çeker, alır. Çünkü su da, rüzgâr gibi dört unsurdan biridir. Rüzgâr, o suyu azar azar alır, ta madenine kadar götürür. Onu hapisten kurtarır, sen bu hali, bu gidişi, tükenişi göremezsin. Bizim alıp verdiğimiz bu nefesler de, bizim canlarımızı, tıpkı onun gibi azar azar dünya hapishanesinden çalar götürür. Candan, gönülden söylenen güzel sözler, dualar, niyâzlar, yakarışlar, Hakk'a doğru yükselir. Hakk'tan başka kimsenin bilmediği, bir yere kadar varır, ulaşır. Temizlenmiş ve arınmış olan nefeslerimiz, hoş sözlerimiz, yücelir, yücelir, bizden armağan olarak ölümsüzlük, sonsuzluk âlemine varır. Sonra sözlerimizin, niyâzlarımızın sevabı, Allah'ın rahmeti eseri olarak kat kat çoğalarak bize gelir. Sonra da, kul, elde ettiklerine benzer sevabı, tekrar elde etsin diye, Allah, bize, yine onlara benzer sözler söyletir. İşte böylece, hiç durmadan, güzel sözler, ötelere yükselir, yücelere gider. Karşılığında rahmet iner, bu iki hal, sende, senin varlığında dâima olur durur.”
Kırık gönülle edilen dua daha makbuldür: “Duâ ederken kırık bir gönülle Allah'a el aç! Allah'ın lütuf ve ihsanı gönle doğru uçar, gelir.”
“Çâreler tükenip, bitti mi dua zamanı gelir!”
“Gönülleriniz yumuşadı, gözleriniz yaşardı mı sizde bir yanış, bir yalvarış istidadı meydana geldi mi, o an hacet dileme anıdır; o çağı ganimet bilin ki rahmet kapısı açıktır; hacetlerinizi dileyin.”
İlâhî kazâ gelip çatınca yalvarmaya başla, duâ et: “İlâhî kaza gelince, basiret bağlanır, sûrette kalır da, işin iç yüzünü, hakîkatini göremezsin, dostları düşmandan ayırt edemez olursun. Böyle olunca Allah'a yalvarmaya başla. Ağlayıp inlemeğe, tesbih etmeye, oruç tutmaya devam et. Feryat ederek; Ey gâibleri bilen Allah'ım! Bizi nefsin hileleri, kötü düşünceleri, kayaları altında ezme. Ey aslanlar yaratan Allah'ım! Eğer, biz bir köpeklik etti isek, nefs-i emmâre aslanını pusudan çıkarıp, üstümüze saldırtma. Aslında bize mânevî kuvvet veren, hoş, tatlı su gibi olan ibâdetlerimizi, iyilikleri- mizi, yapılması zor, ateş gibi yakıcı gösterme. Hakîkatte ateş olan ve bizi felâkete sürükleyen günahlarımızı, dünya sevgisini de, bize hoş, latîf su gibi sevdirme. Allah'ım! Sen, bizi, dünya sevgisi ile sarhoş eder de âdetâ, kahır şarabından mestlik verirsen, aslında yok olan şeyleri, dünya ziynetlerini varlık sûretine büründürür, var gibi gösterirsin. Allah'ım! İlâhî yardımının, merha- metinin sembolü olan 'mâ-i tahûr'u, o tertemiz suyu serp de şu günahkâr dünyanın gaflet, cehâlet ve sapıklık ateşi tamamıyla nûr kesilsin ve günahkârlar kurtulsun. Allah'ım! Bütün denizlerin suyu Senin emrindedir. Senin emrine ve fermanına tabîdir. Su da Senindir, ateş de Senindir. Sen dilersen, ateş tatlı su olur, dilemezsen, su bile ateş kesilir. Allah'ım! Bizdeki bu istek de, duâ da, Senin îcâdın eseri, zulümden kurtulmamız da Senin lûtfun. Bu isteği bize, bizim isteğimiz olmadan vermişsin, bütün mahlûkâtına ihsan hazînelerini açan yine Sensin Allah'ım !»
İhtiyaçlar, hastalık, sıkıntı ve musibetler dua hazinesinin anahtarlarıdır. Bunlardan yakınmamalı, hatta memnun kalmalı ve vazifelerini yapıp gidinceye kadar var gücü- müzle yararlanmalıyız: Cenâb-ı Hakk, Firavun'a yüzlerce mülk, mal verdi de; o, ululuk, büyüklük dâvâsına kalkıştı ve halka; 'Ben sizin rabbinizim!' demeye başladı. O kötü yaratılışlı, mayası bozuk Firavun'un, Allah'a yalvarmasın, sızlanmasın diye, bütün ömründe bir defa olsun başı ağrıma- dı. Allah, Firavun'a şu dünyanın bütün mülkünü, saltanatını verdi de, ona dert, ağrı, sızı, gam, keder vermedi. Şunu iyi bil ki, sana Allah'ı hatırlatan, seni inciten, gizlice Allah'a yalvartan dert; dünya mülkünden, saltanatından daha iyidir.
Dertsiz yapılan duâ; soğuktur, bir işe yaramaz. Fakat dertli iken, acı çekerken edilen duâ; gönülden kopar gelir. O dudak altından sesi çıkarman, o gizli niyâzın, o geldiğin ve gideceğin ezel âlemi, rûh âlemini düşünmen yok mu? İşte samîmi, saf ve hüzünlü bir sesle; 'Ey feryadıma erişen Allah'ım, ey tek yardımcım olan Allah'ım!' demen gerçek duâdır.”
Duanın sözlerinden çok kopup geldiği gönlün samimiyeti önemlidir: “Sözün eğri, niyetin doğru olursa o söz eğriliği Allah'a daha makbuldür.”
Mevlânâ'nın irşadında duayla ilgili önemli bir hususiyet de duanın sâdece eş-dost, akraba, sâlih ve iyi kimseler için olmayacağıdır. Düşmanlar ve kötü kimseler için de dua edilmesi gerektiği, onlar için Cenâb-ı Hak'tan lütuf, merhamet ve hidâyet temenni etmenin yüceliği üzerinde de durulmaktadır.
Duaya davet eden de, onu kabul eden de Allah'tır. O'ndan en hayırlısını dilemek gerek: “Ey ortağı, benzeri bulunmayan, pâk, kutsal Rabbimiz! Bize yardım et ve günahlarımızı bağışla. Bize ince, derin manalı, tesirli güzel sözler ilham et de, onlarla dua ederek Senin merhametini kazanalım. Ya Rabbi! Duayı ettiren, bizi Sana yalvartan da Sensin, duayı kabul eden de Sen. Ümit de, emînlik de, korku da, mehabet de Senden gelmektedir. Ey söz sultanı! Biz yanlış söyledi isek, Sen düzelt. Her şeyin düzelticisi Sensin. Allah'ım! Sende öyle bir kudret, öyle bir güç var ki, onunla dilediğini, dilediğin şeye çevirirsin. Kan ırmağı bile olsa, onu Nil nehri haline getirirsin.
Bu çeşit kimyacılık işleri, bu çeşit çevirişler, şekilden şekle sokuşlar Senin işindir, Senin sırrındır. Allah'ım! Suyu toprakla karıştırdın, balçık yaptın; balçıktan da Hz. Âdem'in bedenini meydana getirdin. Sonra Hz. Âdem'e eş yarattın, dayı, amca yarattın. Ona binlerce düşünce verdin, sevinç verdin, gam verdin, keder verdin. Allah'ım!”
Bazı dualar var ki, aynen kabul edilmemesi daha iyidir: “Nice dualar vardır ki, dua edenin aleyhinedir. Onun ziyanına ve helâkine sebep olacak bu duaları, pak ve mukaddes olan Allah, kereminden, merhametinden dolayı kabul etmez.”
Dua ederken büyük bir teslimiyet, tazarru ve niyaz içinde, dua meyil ve gücünü de, kabulünü de O'ndan bilerek yalvarılmalıdır: “Ey hilim sahibi Allah'ım; Dua da, icabet de, emniyet de, korku da Sendendir. Yanlış söylediysek düzelt, ey söz sultanı, düzeltme de Sendendir.”
“Biz kendimizden vazgeçer, yüzümüzü Sana tutarız. Çünkü Sen, bize bizden yakınsın. Bu dua da Senin öğretmenledir, Senin ihsânındandır. Yoksa külhanda nasıl olur da gül bahçesi yetişir?!”
“Duamı su gibi akıttın, sebatını da bağışla ve o duayı kabul et. Önce bana duayı ilham eden Sensin, sonunda duamı da Sen kabul et.”
“Ey Allah'ım! Ey aşikâr ve gizli işleri bilen! Kul Senden başka kimin huzurunda el kavuştu- rur? Dua da Senden, duayı kabul etme de Sen- den! Önce duaya meyil veren de Sensin, sonra- dan duayı kabul eden de Sen. Evvel de Sensin, Âhir de Sen.”
Allah'ın, dillendirilen ve dillendirilmeyen tüm isteklerimizi duymaya ve hepsini yerine getirmeye kadir olduğunu bilmeli. Kendimizi bağımsız bir varlık görerek ihlas ve duamızı bulandırmamalıyız. İşte Mevlânâ'dan buna bir yakarış örneği: “Biz ney gibiyiz. Bizdeki ses, Sendendir. Biz dağ gibiyiz, bizdeki yankı Sendendir. Biz, kazanıp kaybetmede satranç gibiyiz. Ey san'atları hoş olan Allah'ım, bizi oynatan Sensin. Kazanıp kaybetmemiz Senden- dir. Ey bizim canımıza can olan Rabbim, biz kim oluyoruz da, Sana karşı, 'Biziz' diye ortaya çıkalım. Aslında, bizler de, bizim varlığımız da birer, 'yoktan' ibârettir. Allah'ım, fânîyi varmış gibi gösteren 'Gerçek Varlık' Senden ibârettir. Görünüşte, biz hepimiz de, birer aslanız. Ama, bayrakların üstündeki aslanlar gibi... O aslanla-rın, zaman zaman oynayışı, saldırışı rüzgârın tesiri iledir. Bayrakların üstündeki aslanların oynayışları görülür de, onları oynatan rüzgâr görünmez. İşte o görünmeyen var ya... O görün- meyen eksik olmasın, hiçbir zaman bizden uzak kalmasın. Allah'ım, bizi hareket ettiren güç de, bizim var oluşumuz da, Senin lütfun, ihsanındır. Varlığımızın hepsi de Sendendir. Senin eserindir, Senin icâdındır. Yok olan bizlere, varlık lezzetini Sen tattırdın, sonra tuttun, var gibi görünen bizleri Kendine âşık ettin. Bizlere verdiğin mânevî varlık lezzetini, lütfettiğin nimeti geri alma. İhsan ettiğin mânâ aşkının, kadehini, şarabını, mezesini (Aşka müteallik olan mânevî zevkleri) bizden esirgeme. Eğer o mânevî lezzeti, o feyzi esirgersen, onları, Senden kim arayabilir? Resim; 'Sen beni böyle yaptın' diye ressama nasıl olur da çıkışabilir? Allah'ım, Sen, bize bakma. Bizim yaptıklarımızı görme, Sen, Kendi lütfuna, Kendi cömertliğine bak. Allah'ım ne biz vardık, ne de bizim dileğimiz vardı. Senin lütfun, bizim söylenmemiş sözlerimizi duyuyor, işitiyor, bizi varlığa çağırıyordu.”
Tevhitte, ihlasta gark olarak, kendinden geçerek edilen duâ bambaşkadır: “Kendinde olmaksızın, istiğrak halinde edilen duâ, bam- başkadır. O duâ; duâ edenin kendinden değildir, kendinde bulunanın duâsıdır. Daha doğrusu, o duâ, gönülde bulunan Hakk'ın sözleridir. Aslında o duâyı, Allah etmektedir. Çünkü duâ eden kul, kendinde olmadığı için aradan çıkmıştır. O duâ da Allah'tandır, kabul edilişi de Allah'tandır. Kendinde olmaksızın edilen duâda kul aradan çıktığı için, artık mahlûk vasıta değildir. Bu yüzdendir ki bu yalvarıştan bedenin de haberi yoktur, rûhun da haberi yoktur.”
Allah'a karşı nazlanmamalı, dua ve ibadet ediyoruz diye kendimizi bir şey sanmamalı, bunu da O'nun lütuf ve ihsanı bilmeli: “Yürü, O'nun lütfuna güvenerek suç işleme ki, değil suçlarımız, iyiliklerimiz bile yetersiz oldukları için, o güzel Allah'ımızın huzurunda çirkindir. Ey gafil! Kendi hizmetini, yani yaptığın ibadetleri Hakk'a layık sandığın için suç bayrağını açıyor- sun. Zikir ve dua için sana izin verildi, sen de zikir ve duaya başlayınca kendini bir şey sandın, gurura kapıldın. Zikrederken sen kendini Allah ile konuşuyor sandın; niceler vardır ki, bu zan yüzünden Hakk'tan ayrı düşmüşlerdir. Eğer padişah seninle beraber yere oturur, yani merhametinin üstünlüğünden senin mertebene tenezzül ederek duanı dinlerse, o tenezzülü senin kendi kabiliyetinden değil, Hakk'ın lütuf ve kereminden bil, kendini ve mertebeni tanı; küstahlığa kalkışma; edep ve terbiye gözet.”
Her kim olursa olsun Allah'tan içtenlikle bir şey istese Allah verir: “Allah, 'Beni çağırdın mı, suçlu da olsan, putperest de olsan ben yine icabet ederim. Onun için duadan hiç çekinme; hiç usanma, dua; nihayet seni gulyabânî nefsin elinden kurtarır.”
Dua edilmeye en layık, anne babadır: “Çünkü, bu fidanın büyüyüp gelişmesine sebep olanlar onlardır; Yâ Rabbi! Onları lütfunun sığınağında esen kıl. Bu zayıfı nasıl geliştirme kanatlarının altında geliştirip yetiştirdilerse, Sen de onların başından, lütuf ve ihsan kanadını çekme!”
Fiilî dua esas olmakla beraber, fiilen yapılacak hiçbir şey kalmayınca, çaresiz kalınca yine duaya sarılmalı. Bu durumda Allah kurtuluş için sebepler yaratacaktır: “Ey bahtlı kişi, kuru duayı bırak. Ağaç isteyen, tohum eker. Tohumun yoksa Allah, yine o dua yüzünden sana bir fidan bağışlar ki görenler, ne hoş çalışıp da ne güzel fidana sahip olmuş derler. Meryem gibi hani, derdi vardı da tohumu yoktu. Bu dua yüzünden sanat sahibi Allah, o kuru hurma ağacını yeşertti.”
Her varlık hal ve tavrıyla sürekli dua ve niyazdadır: Duada ateş dosdoğrudur; su kendini yerden yere atar. Ağaçlar farz namazındadır, kuşlar tesbih çekmede, menekşe kendini yere atarak eğrilmiş duruyor. Ağaçlar dua eder gibi kollarını açmışlar; çınarın yaprakları, duaya uzanmaktadır. Zambak kılıcını çekmiş ve yasemin beyaz kalkanıyla cihâda gider gibi Allahu ekber demekteler. Güvercin sürekli “kû kû” (nerede, nerede) diyerek sevgilisini aramak- ta; leylek yolda “lek! Lek!” diye tekrar ederek, “el-mülkü lek”, “el-izzü lek” (mülk Senin, devlet Senin) demektedir.
Mevlânâ'nın zaman ve mekâna göre bâzı dualar okuduğu da rivayet edilmektedir. Onun her senenin başında muharrem ayı girdiği zaman şöyle dua ettiği ifâde edilmektedir: “Ey benim Allah'ım! Sen ezelî, ebedî ve kadîmsin. Bu yeni senedir. Ben Senden, beni kovulmuş şeytandan koruyacak iffet, ismet ve fenalık yapmağa çok emreden nefse galip gelmek beni Sana yakınlaştıracak şeylerle iştigal etmek ve Senden uzaklaştıracak şeylerden çekinmek için yardım isterim. Ey Allah'ım! Ey Rahman ve Rahîm ve ey celâl ve ikram sahibi, rahmetinle bu duamı kabul et!”
Mevlânâ, farz namazların sonunda dua yapmanın gerekliliği üzerinde durmakta ve namaz sonlarının dua için ne kadar uygun olduğunu anlatmaktadır. Yine o duaların özellikle Ramazan aylarında daha da makbul olduğunu ifâde etmektedir. Sabah namazı ve fecir vakitleri de duaların makbul olduğu zamanlardandır. Geceleri herkes uyurken uyanık kalınarak yapılan dua ve niyazları da Allah indinde parlayan muma benzetmektedir. Balığın kamında dua eden Hz. Yûnus, kendi dünyevî varlığının zindanında dua eden insan için bir örnektir ve o insan seher vakti, balık mesabesinde olan “gece”nin karnından kurtulup çıktığında da şükretmelidir.
Mevlânâ'nın abdest alırken edilecek dualarla ilgili açıklaması: “Abdest alırken her uzuv için ayrı bir dua okunacağı hadîste buyurulmuştur. Buruna su verirken, Ganî olan, yâni çok zengin, her şeyi mevcut olan Allah'tan Cennet kokusu istenir. Ey mümin; sen, gönülden Allah'a yalvar da, o koku seni alsın, Cennete götürsün! Gül kokusu, gül bahçesinin kılavuzu- dur! Pislikten temizlenirken de sözün; 'Ya Rabbi; Sen, beni şu pislikten arıt!' sözü olsun! Arkanı yıkarken: Ya Rabbi! Benim elim; ancak buraya kadar uzandı, burasını yıkadı, temizledi. Fakat elim, ruhumu, gönlümü temizlemekten, yıkayıp arıtmaktan âcizdir. Allah'ım! Adam olmayanla- rın canları bile lûtfunla adam oldu; canlara ulaşan ve onları can yapan ancak Senin lütuf ve kerem elindir! Ben aşağılık, günahkâr bir kulunum; benim başarabileceğim temizlik, ancak bu kadardır! Ey kerem sahibi Allah; elimin ulaşamadığı yerlerin, içimin, gönlümün temizli- ğini de Sen lütfet! Allah'ım! Ben dış yüzümü pislikten arıttım, temizledim; iç pisliklerden de bu nâçiz dostunu Sen yıka, Sen arıt!”
Mevlânâ'nın sabah namazından sonra okuduğu, Hz. Peygamber'in bir duâsı: “Allah'ım kalbimi nûrlandır, kulağımı nûrlandır, gözümü nûrlandır, saçımı nûrlandır, derimi nûrlandır, etimi nûrlandır, kanımı nûrlandır, önümü nurlan dır, ardımı nûrlandır, altımı nûrlandır, üstümü nûrlandır, sağımı nûrlandır, solumu nûrlandır, Allah'ım, nûrumu artır, bana nûr ver. Ey nûrun nûru ey merhametlilerin merhametlisi Allah'ım, merhametinle beni nûr et.”
Mevlânâ her anının dua olduğunu ifade etmektedir: “(Allah'ım,) konuşma gücüm oldukça, işim gücüm dua etmektir. Duaları kabul etmek de Sana düşer! Dua benden, kabul Senden! Duanın kabulü hususunda benim ne hakkım olabilir” “Çok dua ettim niyazda bulundum. O kadar ki, bütün vücûdum dua kesildi.”
Duada dinleyen ve “Âmin!” diyenleri de unutmamalı: “Duayı bize tatlılaştır; dua, ağzımı- za süt gibi, bal gibi tatlı gelsin! 'Âmîn!' diyene de lütfet!”

(Geniş bilgi için bk. Abdulaziz Hatip, Mevla- na'nın Dilinden Dualar, Nûn Yayıncılık, İstanbul)



Prof. Dr. Abdûlaziz HATİP