๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => İz Bırakanlar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 07 Mayıs 2010, 12:03:47



Konu Başlığı: Mevlana dan vuslat reçetesi
Gönderen: Sümeyye üzerinde 07 Mayıs 2010, 12:03:47
Mevlânâ’dan Vuslât Reçetesi Çile, Açlık, Hiçlik


Rûmî’nin temel öğretilerinden birisi meşhur çilenin bizim ilacımız, açlığın gıdamız, acının felâhımız, hiçliğin kazancımız olduğu tavsiyesidir. Yüce Velî bu sözüyle Hazreti Peygamberin (s.a.v.) şu hadîs-i şerifine atıfta bulunuyordu: “Açlık kapısını çalınız.” Açlık mahlukatın Yaratıcılarına mutlak ihtiyacını hissettirir; açlık tüm kusurları yakar ve Rahman ve Rahîm olan Rabbimize giden yolu temizler. Rûmî’nin ifadesiyle:

“Suyu aramayla daha az uğraş ve susuzluğu ara”. O zaman yukarıdan ve aşağıdan sular fışkıracaktır”.

Gerçekten de açlığımız ilaçların şahıdır. Ruha açlığı yerleştir -onu hakir görme! Açlık tüm nahoş şeyleri hoş kılar. Halbuki açlık olmaksızın tüm hoş şeyler nahoş olur, reddedilir”.

Ve Yüce Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur: “Yoksulluğumla şeref duyarım.” Bir mü’min dünyada yoksullaşır, kendi benliğinden tamamen vazgeçerse, Huzur-u İlâhînin ebedî zenginliğini kazanır.

Rûmî için fakr insanın kemâle ermesiyle aynı anlama gelir; velayetin reçetesi, bir insanın ulaşabileceği en yüksek makamdır. Mevlânâ’nın sözleri, fakr halinin mü’min bir ruh için en çok mükafatlandırıcı, tatmin edici,  mutlak rıza ve itimadı kazandırıcı hâl olduğuna kanıttır.

Rûmî fakrı insanın hayatındaki en değerli ve gerekli unsur olarak görür:

“Bütün ilim çeşitleri arasından, ölüm gününde yalnızca fakr ilmi gidilecek yolun azığını sağlayacaktır”.

Ve büyük velî Abdülkadir-i Geylânî şu yorumu yapmaktadır:

“Zenginliğin gerçek anlamı başkaları olmaksızın hayatını idame ettirmek ise de, fakrın gerçek anlamı ihtiyaçların için başkasına bağımlı olmak değildir.”

Fakr mü’minin diğer bütün değerli özelliklerinden oluşur. Çünkü fakr fedakarlık ister; kişinin Rabbinde fani olmasını gerektirir. Bu yüce diğerkamlık hali gerçek tevazuyu, muhabbetle teslimiyeti, huşu dolu hayranlığı, nihayetsiz zenginliği ve her şeyden önce saf kulluğu doğurur. Bu yüzden fakr İslam dininin özüdür. Sevgili Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselatü Vesselam’ın mesajıdır… O’nun temel vasfı, ana özelliğidir. O’nun örnekliği yoluyla Cenab-ı Hak bize fakrın en büyük zenginliğimiz olduğunu gösterdi. Hazreti Peygamberin (s.a.v.) kudsi kalbinin ebedi güzelliği, varlığının yüce sırrı; saf tevazu hazinesidir. Tevazu onu kulların incisi haline getirdi. Bu yüzden Hazreti Peygamberin (s.a.v.) büyük aşığı Mevlana Celaleddin Rûmî’nin nihayetsiz derinliklere inecek kadar tevazu gösterdiğini, burada onun muhabbet dolu teslimiyetinin Hazreti Muhammed’in (s.a.v.) yolunda bir toz zerresi ve Kur’an’ın nihayetsiz kölesi olduğunu görüyoruz. Rumi, Peygamberimizin (s.a.v.) ‘Ahlak-ı Muhammedi’sinin asil karakteri ve güzelliğinin hakiki mirasçısıdır. İslam nurunun güzelliğini tüm ihtişamıyla yansıtır.

Rûmî insanların bozulan akılları ve kalplerinin kusurlarını, onları kendileriyle yüzleştirerek tamir eder. Özelikle modern insana hitap etmede son derece etkilidir. En cahil insandan en seçkin insana kadar herkese hitap etmede basit ve yaygın kaynakları kullanır. Onun sözlerinde ebedi bir tazeliğin tadını buluruz.  Sanki şu anda bize hitap ediyor gibidir:

 “Talihli olan ve sırlara vakıf olan, zekanın İblis’ten, sevginin ise Adem’den (a.s.) geldiğini bilir. Zekanı sat ve hayreti satın al!

Rûmî insanın ebedi ikileminin altını çizmektedir: insan kendi hakiki benliğinin tam tersi yöne gider. İlahi ebediyet alemlerinden kaçar ve hayvani içgüdülerinde, şehvetinde, şeytanın utanç verici karanlık aleminde yaşamayı tercih eder. Rabbinin davetinden, Rabbinin nurunun güzelliğinden kaçar ve Allah’ın gazabından başka hiçbir şey kazanmadığı dünya sirkinde oyunlar oynar.

İnsanların çoğu için hakikat çok rahatsız edicidir; zira hakikat onların kendi nefsinin özüne ışık tutar. Zayıflıkları, hilekarlıkları, aczleri, çirkinlikleri görünür hale gelir. İnsanlar kendi cehaletlerine saklanır ve görmeyi reddederler. Kendi çilelerini, hayatlarının geri kalan kısmı boyunca şeytanın hiç bitmek bilmeyen dairesinde kalmayı tercih ederler. Kısa ömürlü, yapay mutluluk ve sürekli ıstıraptan pişmanlık ve işkence onların hayat boyu refakatçisi olacaktır. İşte bu durumda Rûmî’nin misyonu manevi hastalıklarımızın en etkili doktoru işlevi görür. Mevlana’nın eserleri tamamen bu maksada yönelik olarak, bizi idraksizlik uykusundan uyandırmak, bizi gafletten çekip çıkarmak, aldanmalarımızı, kafa karışıklığımızı, güvensizliğimizi silip süpürmek, bizi hakiki kaynağımız konusunda uyarmak, dar görüşümüzü genişletmek, görüş açıklığı kazandırmak, manevi körlük perdelerimizi kaldırmak amacıyla yazılmıştır. Kısacası Mevlana insanın kalbindeki hastalıktan kaynaklanan kusurları tamir eder. Bize insanın cehaletine ilişkin muhteşem tanımlar verir:

“Başında bir sepet dolusu ekmekle oturmuşsun kapıdan kapıya ekmek kırıntısı dileniyorsun. Kendi başına bak, bütün sarhoşluğu bir yana bırak. Kendi kalbinin kapısını çal! Neden kapı kapı çalarak geziyorsun?”

“Dizlerine kadar derenin içindesin, kendinden gafilsin ve şundan bundan içecek su istiyorsun.”

 “Eğer bir hasta hekimine düşman olursa, eğer bir çocuk öğretmenine hasım olursa, eğer bir çamaşırcı güneşe öfkelenirse, eğer bir balık okyanusa kızarsa, bak ve gör kim kaybeder! Sonunda kim talihsizlik çeker! Hakikatte onlar yalnızca kendi yolunu keser. Kendi hayatlarını ve akıllarını kendileri boşa harcar”.

Mevlânâ’nın hayat öğretilerinin bir özelliği; onu seven takipçilerine yalnızca doğru ile yanlış arasında, itaat ile itaatsizlik arasında, günah ile günahsızlık arasında, iyi ile kötü arasında, helâl ile haram arasında ayrım yapacak idrak düzeyini kazandırması değildir. Aksine Rûmî saf ahlâk düzeyi konusu üzerinde nadiren durur. Onun derdi sevenleri ve okuyucularını bir an önce ebedî hazineye, insanın varoluşunun ebedî güzelliğine cezp etmekti. Bize hakiki varoluşla sahtelik arasında nasıl ayrım yapacağımızı öğretir. İşte hayatî nokta budur: Rûmî bize dünyayı ahiretten, fânîyi ebedîden, ruhu bedenden ve hepsinden önemlisi nefsi diğerkâmlıktan ayırmamıza imkan verecek kudsî idrak yeteneğini keskinleştirmeyi tavsiye etmektedir. Bir başka deyişle neyin ilâhî ebediyet tarafından geldiğini ve neyin madde, beden, bencillik aşağı alanından geldiğini görmeyi öğrenmek zorundayız:

“Eğer içindeki kötülüğün yok olmasını istiyorsan, ‘ilmini’ seni terk ettirmeye çalış; o ilim ki senin nefs-i emarenden ve senin muhayyelenden doğar; Nur-u İlâhî ile yıkanmaktan yoksundur.”

“Cenabı Hak buyurdu ki; tıpkı kitap taşıyan bir eşek gibi, Rabbinden gelmeyen ilim bir yüktür. Doğrudan Rabbinden gelmeyen ilim tıpkı bir kadının yüzündeki boya gibi yokolup gidecek”.

Rûmî’nin söylemi derin bir eğitim değeri içerir. Özellikle dervişleri üzerinde onun öğretileri acı bir ilaç etkisi yapar. Onun sözleri insanların putlarını kırar; onun sözleri insanoğlunun gaflet ve cehalet perdelerini yakıp yokeder.



Rabia Christine Brodbeck


Konu Başlığı: Ynt: Mevlana dan vuslat reçetesi
Gönderen: Ruhane üzerinde 09 Ekim 2016, 02:05:50
Selamun aleykum..Reçete ne guzel ne anlamlı bir reçete..Is uygulayabilmekte..Rabbim verdiği ömrü onu  rizasini kazanmak için yaşayan bir ömür  eylesin .Herişimizde onun rizasini gozetenkerden eylesin..


Konu Başlığı: Ynt: Mevlana dan vuslat reçetesi
Gönderen: Sevgi. üzerinde 09 Ekim 2016, 06:29:44
Aleyna Ve Aleykümüsselăm. Mevlam bizleri bu güzel reçeteye hakkıyla uyup Rızasına nail olabilmeyi nasip eylesin inşaAllah. Amin


Konu Başlığı: Ynt: Mevlana dan vuslat reçetesi
Gönderen: Ceren üzerinde 09 Ekim 2016, 15:55:53
Aleykumselam.Rabbim bizleri onun yolunda giden ve emrine uyup huzura eren kullardan olalim inşallah...


Konu Başlığı: Ynt: Mevlana dan vuslat reçetesi
Gönderen: Mehmed. üzerinde 09 Ekim 2016, 16:16:53
Ve aleykümüsselam . Rabbim bizleri bu reçeteye uyanlardan eylesin. Rabbim paylaşım için razı olsun