๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => İz Bırakanlar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 27 Ekim 2010, 17:43:31



Konu Başlığı: Mesnevi den bahar motifli düşünceler
Gönderen: Sümeyye üzerinde 27 Ekim 2010, 17:43:31
Mesnevi’den Bahar Motifli Düşünceler


Kendi yaptığı sanatını yıkan, yeniden yapmasın da bilir: “Her sonbaharda bağı bahçeyi yakar, harap eder; ilkbahar gelince, bahçeyi rengi ile boyayan gülü yeniden yetiştirir. Ey soğuk rüzgârlarla yanmış yakılmış olan gül, yeniden güzelleş, hoş bir hale gel. Nergisin gözü kör olmuştu, göze benzeyen çiçeği kurumuştu. Allah onun da gözünü yeniden açtı. Bir kamışın boğazını kesmiş ve koparmış gibi onu okşadı, tekrar canlılık, tazelik verdi.”

Mü’min için gerçek bahar, Rabbini hoşnut ettiği gündür: “O senden râzı olursa, bil ki; yüz binlerce gül açılmış, feyizler, rahmetler saçılmıştır. Onun gönlü senden râzı olur da işe koyulursa, güneş, bil ki; Koç Burcu’na girmiştir (ilkbahar başlamıştır). Güneşin Koç Burcu’na gelişinden gündüz de güler, bahar da güler. Çiçeklerle yeşillikler onun yüzünden birbirlerine karışırlar. Bir arada koşuşurlar. Yüz binlerce bülbülle kumru, sessiz sedasız kalmış dünyayı sesle doldururlar. Başına gelen bir beladan ötürü, can yaprağının yüzünü sararmış, kararmış görürsün de, Padişahlar Padişahı’nın öfkesinden haberin olmadığı için, niyazda bulunmuyorsun. Tövbe istiğfar etmiyorsun.

Bahardaki muhteşem eserlerde Sanatkârını, ancak ruhlar âleminde Rabbine verdiği sözüne sadık kalan mü’minler görebilirler: “Bahçelerin giymiş olduğu o süslü güzel elbiseleri nereden bulup getirmişler? Hepsi de kerem sahibi Allah’tan; hepsi de merhamet sahibi Allah’tan. Bütün bu güzellikler onun varlığına şâhittir. Bu güzelliklerin mânâsını anlayan, bu güzellikleri yaratan, ibda’ eden o eşsiz Padişah’tan bir belirti gören, sevinir, mutlu olur. Görmeyen gafil ise uyanılmaz bir uykudadır. Elest âleminde Rabbi’ni görüp mest olan kişinin rûhu, bugün de O’nun eserlerini, O’nun yarattığı güzellikleri görür de, Rabbi’ni görmüş gibi kendinden geçer.”

Ruh dünyamızda baharlar oluşması, çiçekler açılması ve kuşların mutlulukla cıvıldaşması için şimşek gibi iç yanışı ve bulut misali gözyaşlarıyla tövbe etmeliyiz: “Bir meyvenin yetişmesi için hararet ve su gerekir. Tövbenin kabulü için de bulut ve şimşek yani gözyaşı, iç yanışı ister. Gönül şimşeği çakmaz, göz bulutu yağmur yağdırmazsa, öfke ateşi, günah ateşi nasıl söner? Kavuşma şimşeği, yani ilahî tecellî nûrunun parlaklığı gönülde nasıl belirir? Mânâ kaynakları nasıl coşup akar? Yağmurlar yağmasa gül bahçesi, yeşilliğe nasıl sır söyleyecek? Menekşe yaseminle nasıl ahitleşecek? Çınar ağacı dua için nasıl el açacak? Selvi havada nasıl baş sallayacak? Çiçekler ilkbahar günlerinde renklerle, kokularla dolu yenlerini nasıl sallamaya başlayacaklar? Nasıl olur da lâlenin yanağı kan gibi kızaracak? Nasıl olur da gül, gonca kesesini açıp içindeki altınları saçacak? Bülbül nereden gelecek de gülü koklayacak? Üveyk kuşu "Ku-ku" (=nerede-nerede) diye sevgilisini arayacak? Nasıl olur da leylek canla, gönülle; "Lek-lek" (=Senin, senin) diye gaga vuracak. (Arapça’da) "Lek" ne demektir? Mülk de senin, mal da senin; her şey senin Allah’ım diyecek. Nasıl olur da toprak gönlünde gizlediklerini gösterecek? Nasıl olur da bahçe gökyüzü gibi parlayacak?”

Bahardaki muhteşem sanatta Sanatkârını, ancak ruhlar âleminde Rabbine verdiği “Evet Sen bizim Rabbimizsin” sözüne sadık kalan mü’minler görüp mesajını anlayabilirler: “Bahçelerin giymiş olduğu o süslü güzel elbiseleri nereden bulup getirmişler? Hepsi de kerem sahibi Allah’tan; hepsi de merhamet sahibi Allah’tan. Bütün bu güzellikler onun varlığına şâhittir. Bu güzelliklerin mânâsını anlayan, bu güzellikleri yaratan, ibda’ eden o eşsiz padişahtan bir belirti gören, sevinir, mutlu olur. Görmeyen gafil ise uyanılmaz bir uykudadır. Elest âleminde Rabbi’ni görüp mest olan kişinin rûhu, bugün de O’nun eserlerini, O’nun yarattığı güzellikleri görür de, Rabbi’ni görmüş gibi kendinden geçer.”

Fâni dünyada hiçbir şey kararında kalmaz, her şey gelip geçicidir, gönül bağlamaya deymez. Bakî ve ölümsüz gerçek Dost’u aramalı: “Ey ilkbaharın güzelliklerini görüp dudağını ısıran, hayran olup kalan kişi! Bir de sonbaharın sararmış halini, soğukluğunu seyret! Gündüz nûrlar saçan güzel güneşin parlak yüzünü görünce, bir de akşam batışı zamanında onun yorgun, hasta, kanlara bulanmış ölümünü de hatırla! Baharın geldiğine kaynaklar da şahittir; fidanlar da, çayır çimenler de şahittir; gül bahçesi de, o renk renk açan çiçekler de. Görünmeyen ve eşsiz olan bir güzelin güzelliğine, sedefte inci gibi her tarafta binlerce şahit vardır!”

aDünyada yapılan her iş, ekilen birer tohum gibi Âhiret baharında filiz verir: “Allah sırları meydana çıkarır. Bu sebeple kötü tohum ekme, çünkü ekilen tohum topraktan baş çıkaracak, bitecek, her şey belli olacaktır. Yağmur, bulut, hararet ve şu güneş topraktaki sırları meydana çıkarır. Yaprakların dökülmesinden sonra gelen şu ilkbahar, kıyametin varlığını ispat etmektedir. Bahar mevsiminde, o sırlar meydana çıkar. Şu yeryüzü ne yedi ise belli olur. Hiç bir şey gizli kalmaz. Toprağın yedikleri, ağzından, dudaklarından biter, çıkar, içinde ne varsa hepsi meydana çıkar. Her ağacın kökündeki sır, yediği şey, tamamıyla onda görünür.”

Gizli bahar, etkilerinden; görmediğimiz Yüce Sanatkâr da eserlerinden bilinir: “Selviler, yeşillikler, çiçekler, güller dilsiz dudaksız olarak suya ve ilkbaharın adaletine teşekkür edip dururlar! Zarif, kıymetli elbiseler giymişler, eteklerini sürükleyerek, neşeli, kendilerinden geçmiş gibi hoş bir halde oynamadalar ve her tarafa amber kokuları saçmadalar! Onların her cüz’ü, her parçası bahar padişahından gebe kalmışlar; bedenleri, meyve incileri ile dolmuş taşıyor! Sanki, evlenmeden, kendisine dokunulmadan Hz. İsa’ya gebe kalmış Meryem’ler gibi susmaktalar; laf ettikleri yok, fakat hal dilleri ile, gönül dilleri ile çok fasih, çok manalı, latif sözler söylüyorlar! (…) Her konuşan dil, konuşma gücünü Hakk’ın nurundan almadadır! Bahar mevsiminde her ağacın sayısız yaprakları, her çiçeğin, her yeşilin, hatta ağaçlarda neşeli neşeli öten kuşlar, böcekler hepsi hepsi lisan-ı halleri ile konuşmadalar; hepsi de, konuşma gücünü Hakk’ın nurundan almadadır!”

LEYLEKLER “LEK! LEK!” DER

Dünyada yapılan her iş, ekilen birer tohum gibi Âhiret baharında filiz verir: “Allah sırları meydana çıkarır. Bu sebeple kötü tohum ekme, çünkü ekilen tohum topraktan baş çıkaracak, bitecek, her şey belli olacaktır. Yağmur, bulut, hararet ve şu güneş topraktaki sırları meydana çıkarır. Yaprakların dökülmesinden sonra gelen şu ilkbahar, kıyametin varlığını ispat etmektedir. Bahar mevsiminde, o sırlar meydana çıkar. Şu yeryüzü ne yedi ise belli olur. Hiç bir şey gizli kalmaz. Toprağın yedikleri, ağzından, dudaklarından biter, çıkar, içinde ne varsa hepsi meydana çıkar. Her ağacın kökündeki sır, yediği şey, tamamıyla onda görünür.”

Dünyayı yaratan, Âhireti de kurabilir: “Dikenden gül bitiren o kudretli varlık, bu kışı da bahar haline döndürebilir. Her selviyi göklere doğru, sere serpe yükselten, kederi ve ıstırabı da sevinç ve neşe haline sokabilir. Her şey O’nun lütfu ve ihsanı ile yokluktan kurtuldu, var oldu. Var ettiğini ebedî kılarsa, sonsuzluğa kavuşturursa, O’nun nesi eksilir ki?”

Fâni dünyada hiçbir şey kararında kalmaz, her şey gelip geçicidir, gönül bağlamaya deymez. Bakî ve ölümsüz gerçek Dost’u aramalı: “Ey ilkbaharın güzelliklerini görüp dudağını ısıran, hayran olup kalan kişi! Bir de sonbaharın sararmış halini, soğukluğunu seyret! Gündüz nûrlar saçan güzel güneşin parlak yüzünü görünce, bir de akşam batışı zamanında onun yorgun, hasta, kanlara bulanmış ölümünü de hatırla! Baharın geldiğine kaynaklar da şahittir; fidanlar da, çayır çimenler de şahittir; gül bahçesi de, o renk renk açan çiçekler de. Görünmeyen ve eşsiz olan bir güzelin güzelliğine, sedefte inci gibi her tarafta binlerce şahit vardır!”

Gizli bahar, etkilerinden; görmediğimiz Yüce Sanatkâr da eserlerinden bilinir: “Selviler, yeşillikler, çiçekler, güller dilsiz dudaksız olarak suya ve ilkbaharın adaletine teşekkür edip dururlar! Zarif, kıymetli elbiseler giymişler, eteklerini sürükleyerek, neşeli, kendilerinden geçmiş gibi hoş bir halde oynamadalar ve her tarafa amber kokuları saçmadalar! Onların her cüz’ü, her parçası bahar padişahından gebe kalmışlar; bedenleri, meyve incileri ile dolmuş taşıyor! Sanki, evlenmeden, kendisine dokunulmadan Hz. İsa’ya gebe kalmış Meryem’ler gibi susmaktalar; laf ettikleri yok, fakat hal dilleri ile, gönül dilleri ile çok fasih, çok manalı, latif sözler söylüyorlar! Her konuşan dil, konuşma gücünü Hakk’ın nurundan almadadır! Bahar mevsiminde her ağacın sayısız yaprakları, her çiçeğin, her yeşilin, hatta ağaçlarda neşeli neşeli öten kuşlar, böcekler hepsi hepsi lisan-ı halleri ile konuşmadalar; hepsi de, konuşma gücünü Hakk’ın nurundan almadadır!”

Ruh dünyamızda baharlar oluşması, çiçekler açılması ve kuşların mutlulukla cıvıldaşması için, şimşek gibi iç ışığı ve bulut misali gözyaşlarıyla tövbe etmeliyiz: “Bir meyvenin yetişmesi için hararet ve su gerekir. Tövbenin kabulü için de bulut ve şimşek yani gözyaşı, iç yanışı ister. Gönül şimşeği çakmaz, göz bulutu yağmur yağdırmazsa, öfke ateşi, günah ateşi nasıl söner? Kavuşma şimşeği, yani ilahî tecellî nûrunun parlaklığı gönülde nasıl belirir? Mânâ kaynakları nasıl coşup akar? Yağmurlar yağmasa gül bahçesi, yeşilliğe nasıl sır söyleyecek? Menekşe yaseminle nasıl ahitleşecek? Çınar ağacı dua için nasıl el açacak? Selvi havada nasıl baş sallayacak? Çiçekler ilkbahar günlerinde renklerle, kokularla dolu yenlerini nasıl sallamaya başlayacaklar? Nasıl olur da lâlenin yanağı kan gibi kızaracak? Nasıl olur da gül, gonca kesesini açıp içindeki altınları saçacak? Bülbül nereden gelecek de gülü koklayacak? Üveyk kuşu “Ku-ku” (=nerede-nerede) diye sevgilisini arayacak? Nasıl olur da leylek canla, gönülle; “Lek-lek” (=Senin, senin) diye gaga vuracak. (Arapça’da) “Lek” ne demektir? Mülk de senin, mal da senin; her şey senin Allah’ım diyecek. Nasıl olur da toprak gönlünde gizlediklerini gösterecek? Nasıl olur da bahçe gökyüzü gibi parlayacak?”

BAHARDAKİ DİRİLİŞ VE EVLİYANIN NEFESİ

Mevlânâ, aslında büyük ders ve ibret sahnesi olan bahardaki yeniden inşa ve kuruluşa, cennet gibi süslenip bezenişe dikkatle bakılması, seyredilmesi ve belîğ mesajlarına kulak verilmesi gerektiğini hatırlatır: “Bu ağaçlar toprak altındaki insanlara benzerler. Ellerini topraktan dışarıya çıkararak, halka yüzlerce işâretler ederler. Kulağı olana, anlayana sözler söylerler, nasihatler ederler. Yemyeşil dilleri ile, upuzun elleri ile toprağın gönlünden sırlar açarlar. Ağaçlar, kış gelince başlarını kazlar gibi su içine çekerler. Onlar soğuklarda çirkinleşmiş, kargalaşmışken, ilkbahar gelince çiçeklerle, yaprak ve meyvelerle süslenir, güzelleşir, tavus haline gelirler. Allah, onları kış mevsiminde hapseylemişti; hapiste sıkılmışlar, kargaya dönmüşlerdi. Allah acıdı da bahar gelince onları tavus haline getirdi. Kış onları öldürdü ama, bahar gelince hepsini de diriltti. Yapraklarla süsledi.”

Mevlânâ, mü’min ile inkârcının, baharda tabiatın bu ibret dolu dirilişine yaklaşım farkını dile getirir ve bu harika sanatın Sanatkârını görmeyen inkârcının aslında gözden yoksun olduğunu belirtir “Allah’ı inkâr edenler derler ki: ‘Bu hal, yâni ağaçların yapraklarının dökülmesi, sonra tekrar yapraklanması, eskiden beri olagelen tabiî bir haldir. Bunu, ne diye kerem sahibi Allah yarattı diyelim?’ Onların körlüğüne rağmen, Cenâb-ı Hakk, dostlarının gönüllerinde ise mânevî bağlar, bahçeler bitirir. Gönülde mânevî kokular saçan her gül, Küll’ün (Allah’ın) sırlarından haberler verir durur. O güllerin kokuları, inkâr edenlerin burunları yere sürünsün diye perdeleri yırtar da âlemin çevresine yayılır. Allah’ı inkâr edenler, o gülün kokusuna karşı kara böcek (pislik böceği) gibi dayanamazlar, yahut da, davul sesinden ürken sinir hastalarına benzerler. Onlar, ruhlarını uyandıracak hakîkatleri dinlememek için, kendilerini işe güce vermiş meşgul bir halde gösterirler, evliyânın yüzlerindeki nûra sırt çevirirler, şimşek parıltısına karşı gözlerini yumarlar. Nûra karşı gözlerini yumarlar, dedik ama, aslında, onlarda göz yoktur ki yumsunlar. Göz ona derler ki, kendine mânevî bir huzur verecek, eman verecek, onu hayran bırakacak şeyleri görsün.”

Mevlânâ, gerçek Allah dostlarının söz ve sohbetlerini, bahar yağmurlarına; şeytan ve kötü kimselerin söz ve telkinlerini de sonbahar yağmurlarına benzetir: “Yağmur vardır, beslemek, yetiştirmek için yağar; yağmur vardır, her şeyi perişan etmek için yağar. Bahar yağmurlarının faydası, şaşılacak bir şeydir. Fakat sonbahar yağmuru, bağ ve bahçeler için sıtma yerine geçer, ağaçları titretir, yaprakları sarartır, döker, çürütür. Bahar yağmuru, bağı ve bahçeyi nazla besler, güz yağmuru ise onu sarartır, soldurur. Böylece soğuğu, rüzgârı, güneşi, hep birbirinden farklı bil de şaşırıp kalma. (…) Ermiş kişi olan abdalın nefesi de, gayp âleminin o baharındandır. O nefes yüzünden, gönülde, canda mânevî yeşillikler, tazelikler belirir. Onların nefesleri talihli, kabiliyetli kişilere, bahar yağmurlarının ağaçlara yaptığı tesiri yapar.”

Mevlânâ bu gerçeği, yanlışlıkla sadece zahirî anlamıyla anlaşılıp uygulanan bir hadisle ilişkilendirir: “Peygamber Efendimiz buyurmuştur ki: ‘Ey ashabım, ey benim dostlarım, sakın, ilkbahar serinliğinden ürkerek, bedenlerinizi örtmeyin. Çünkü, ilkbahar rüzgârı, ağaçlara yaptığı tesiri bedenlerinize de, canlarınıza da yapar. Fakat sonbahar soğuğundan kaçının, çünkü, sonbahar soğuğu, üzüm bağlarına yaptığını size de yapar.”

Oysa Mevlânâ’ya göre hadisin manası şöyle yorumlanmalıdır: “Velîlerin pâk, temiz nefesleri bahar gibidir. Yaprakların, filizlerin hayatıdır. Bu sebeple yumuşak olsun, sert olsun; velîlerin sözlerini dinlemekten örtünüp (gizlenip) kaçınma; onlara kulak ver; o sözler, dinine destek olur. Sıcak da söyleseler, soğuk da söyleseler onları hoş gör; o sözleri tut. Tut da şu dünya hadiselerinin çeşitli etkilerinden, sıcağından, soğuğundan, yakıp kavuran cehennem azabından kurtul. O mübarek sözlerin sıcağı da, soğuğu da ilkbahardır, hayattır. O sözler gerçekliğin, tam inancın, kulluğun özüdür, mayasıdır. O nefeslerle can bahçeleri dirilir, gerçek hayata kavuşulur. O nefeslerle gönül deryaları incilerle dolar.”

HZ. MEVLÂNÂ’DAN BAHAR ESİNTİLERİ

Mevlânâ, baharın potansiyel olarak güzü taşımasını, güzün de bahara gebe olmasını örnek vererek, musibetlerden rahmet, nimetlerden de musibet çıkabileceğini göstermek ister: “Mânevî bahar mevsimleri ve çiçekleri, sonbaharların içinde gizlenmişlerdir. Sonbahar da ilkbaharın içinde saklıdır. Bu sebeple sonbahar gibi olan hastalıktan, yoksulluktan ürkme!”

Mevlânâ, insanın başına gelen sıkıntı ve musibetlerin, ondaki potansiyel güzellikleri ortaya çıkarıp geliştireceğine, yeryüzünün gâh kar ve fırtınalara hedef, gâh güneşin okşayıcı gülümseme- lerine mahzar olarak mevsimlere uğramasıyla güzelliklere sahne olmasını örnek verir:
Yeryüzünün başına gelenleri bir düşün: Kış mevsiminin ve sonbaharın imtihanları, yazın kavurucu sıcağı, sonra Allah’ın merhameti gereği can bağışlar gibi kara toprağı dirilten ilkbahar. Rüzgârlar, bulutlar, yağmurlar, şimşekler hep bu gelip geçici şeyler toprağı uyandırmak, içindeki tohumların yetişip başkaldırmalarını, meydana gelmelerini sağlamak içindir. Boz renkli toprağın cebinde la’l gibi, taş gibi değerli-değersiz ne varsa hepsini meydana çıkarması içindir. Şu gamlı, kederli, suratı asık toprak; Allah’ın hazînesinden, kerem deryasından her ne çaldı ise, her neyi koynunda sakladı ise, (İlâhî) takdir polisi ona; ‘Doğru söyle, ne çaldın, ne götürdün; onları birer birer açıkla’ der. (…) Polis ona bazen şeker gibi tatlı sözler söyler, bazen onu asar, ona en kötü işkenceleri yapar. Böylece; kahırla lûtuf arasında, korku ile ümit ateşinin tesiri ile toprağın koynunda gizlediği Hakk’ın lutuf hazinesinden çalınmış şeyler, çeşitli bitkiler, meyveler, çeşitli madenler halinde meydana çıkar. O bahar mevsimleri Hakk’ın lûtfudur, ihsanıdır. Sonbaharlar da yine Hakk’ın toprağı ürkütmesi, korkutması, hırpalamasıdır. Kış mevsimi ise toprağın mânevî olarak çarmıha gerilişidir.”

Misalde olduğu gibi, acı veya tatlı, korkutucu veya müjdeleyici her şey de insanı arındırmak, geliştirmek, gizli yeteneklerini ortaya çıkarmak ve hamuru bozuk olanları ayıklamak içindir: “Hakk yolunda olup nefsi ile savaşan kişinin de zaman olur gönlü ferahlar, zaman olur daralır, derde düşer, endişelerle kıvranır. Çünkü su ve balçıktan yaratılmış olan bedenlerimiz, can ışıklarını inkâr eder; o ışıkların hırsızıdır. Bu yüzdendir ki, Hakk teâla harareti, soğuğu, ağrıyı, sızıyı, hastalığı, derdi bizim bedenlerimize yüklemiştir. Korku, açlık, mal noksanlığı, sakatlık; bütün bunlar değerli, geçer akçe olan "can"ın (manevî kemâllerin) meydana çıkması içindir. Bu korkutmalar, bu vaatler, hep birbirine karışmış iyi ile kötünün ayırt edilmesi içindir. Hakk ile batılı birbirine karıştırmışlar, iyi kişilerle kötü kişileri bu dün¬yada bir arada yaşatmışlardır.”

Mevlânâ, başka bir yerde toprağın, Hakk’tan bahar fermanı alır almaz, hiçbir şeyi gizlemeden, zayi etmeden, sakladıklarını fazlasıyla dışarıya çıkaran emin bir varlık olduğunu söyler. Toprak, bu adalet ve eminliğini de Yüce Sanatkârından almıştır: “Suya ve toprağa, ilâhî ilmin ışığı vurdu da, yeryüzü tohumu kabul eder hale geldi. Toprak emîndir. Ona her ne ekersen, hâinlik etmez, ektiğini fazlasıyla biçersin. Toprak bu emînlik vasfını, ilâhî adalet güneşinin üzerine doğması yüzünden kazanmıştır. Bahar mevsimi, Hakk’ın fermanını getirmedikçe, toprak içindeki sırları açığa vurmaz. Lûtuflar, iyilikler sahibi olan Allah, öyle cömert bir vericidir ki, bu haberleri anlamak ve bu kadar doğru ve emîn olmak vasfını, cansız sandığımız toprağa bile vermiştir. O cemâliyle, fazl u ihsanı ile nice cansızları kendinden haberdar ederken, celâliyle, kahrı ile nice akıllı insanları kör eder, onlara hakîkati göstermez.“

Baharın ihtişamını iyice fark edebilmek için güz ve sonbaharda yeryüzünün nasıl bir yıkım, bozgun ve mateme sahne olduğunu hatırlamak gerekir: “Sonbahar gelince, o yüz binlerce dal, o yüz binlerce yaprak, bozguna uğrar da ölüm denizine batar gider. Siyahlar giyinmiş kargalar, ölülere ağlayan kadınlar gibi, solmuş, perişan olmuş gül bahçesinde, yeşilliklerin yok oluşuna ağlar dururlar. Tekrar varlık âleminin Sultanından, yokluğa; ‘Yutmuş olduğun şeyleri geri ver’ diye ferman gelir. Ey kara ölüm, bitkilerden, şifa verici köklerden, yapraklar- dan, neyi yemiş isen, onları geri ver, diye buyrulur.”

(Geniş bilgi için bk. Abdulaziz Hatip, Mevlana’dan Işıklar, Sebat Yayınları, İstanbul)



Prof. Dr. Abdûlaziz HATİP