Konu Başlığı: Hasanı Basri Gönderen: Sümeyye üzerinde 22 Eylül 2010, 18:25:12 HASAN-I BASRİ Hz. Peygamber Efendimiz, yerde gökler ötesinin davetçisi olarak vardı. İnsanları oraya toptan götürmek için gönderilmişti. İnsanların bazısı onu kabul etti ve cennete ehil hale geldiler, kimisi ise, ondan ve getirdiği hayır ve yümünlerin tümünden yüz çevirdiler. Ona arkadaş olma liyakatıyla serfiraz insanlara 'sahabe' dendiği malum. Bir de, Kur'an'ın tabiriyle, sahabeye 'iyilikle tabi olanlar' var. Bunlara 'tâbi'î' diyoruz. Bunlar, bildiklerinin hepsini sahabeden öğrendiler. Kendi devirlerinde zuhur eden problemlere Kur'an ve hadislerden bildikleriyle cevap verdiler. Bu insanların özelliği, en hayırlı 'karn'ların ikincisini teşkil etmelerinin yanında bir de İslamî ilimlerin tasnif ve tedvininde ciddi emeklerinin geçmiş olması. Mescidlerde kurdukları ilim halkalarıyla bildiklerinin tümünü şakirdlerine öğrettiler. Öğrettiklerini yaşadılar. Yaşadıkları destansı hayatları sonraki nesillere şanlarına yakışır bir şekilde naklettiler. O bahtiyarlar zümresinden biri, belki de başı Hasan-i Basrî'dir. Nesilleri hayran bırakan bereketli hayatını sınırlı sayfalarımızda aktarmaya çalıştık. Faydalı olması duasıyla... Bu yazımızda, Peygamber hanesinin nur ikliminden feyzini almış bir büyüğü daha tanımaya çalışacağız. Tanımaya çalışacağımız bu zat, sözü peygamber sözüne, fizikî durumu ve yaşayışı sahabeye çok benzetilen büyük imam Hasan Basrî'dir. Hasan Basrî'nin anası Hayriye, Peygamberimiz (sav)'in hanımlarından anamız Ümmü Seleme (r.anha)'nin, babası Ebu Hasan da Hz. Zeyd b. Sabit'in azadlısı idiler. Hz. Ömer (ra)'in hilafeti zamanında kutlu belde Medine-i Münevvere'de Ebu Hasan ile Hayriye izdivaç etmiş ve izdivaçtan geleceğin büyük imamı olacak bir erkek çocuk dünyaya gelmişti. Kutlu beldede doğan çocuk, rivayete göre Hz. Ömer'e (ra) götürülmüş, Hz. Ömer de yüzünün güzelliğini görünce ona "Hasan" ismini vermişti. Sonraları "Ebu Said" künyesi ile de anılmaya başlayan Hasan b. Ebi Hasan Yesar'ın, "Hasan Basrî" olarak meşhur olmasının sebebi şundan dolayıdır: O, belli bir yaştan sonra Basra vilayetine yerleşmiş ve orada ilim ve feyiz neşretmeye başlamıştı. Basra'da kuvvetli seciyesi, ilmî üstünlüğü, belagatı, zühd ü takvası ve vaaz u nasihatlarıyla öyle bir üne kavuştu ki, kendisi artık etraftan "Basralı Hasan" olarak anılmaya ve tanınmaya başlayınca bundan sonra kendisine hep "Hasan Basrî" denildi. Hasan Basrî'yi çok talihli kılan bir iki sebebi hatırlatmak istiyorum. Hasan, dünyaya geldikten sonra Hz. Ömer iki yıl daha hilafet makamında kalmıştı. Hasan Basrî, kutlular kervanı tabiînin büyüklerinden olmanın yanı sıra Resûlullah'ın da manevî evladı olma şerefine ermiş bir insandır. Muhammed b. Selam'ın nakline göre Hasan henüz küçük iken anası ev işlerini rahat görmesi için onu, Allah Resûlü (sav)'nün zevcesi Ümmü Seleme'nin evine götürürdü. Ümmü Seleme validemizin yanında kalan çocuk çok ağlamaya başlayınca onu susturmak için anamız, sütten kesilmiş olmasına rağmen Hasan'ı emzirir ve sonra da onu alır, Allah Resûlü (sav)'nün ashabına götürürdü. Bir defa Hasan'ı Hz. Ömer'e gönderip ona dua etmesini istemişti de Hz. Ömer (ra): "Allahım onu dinde fakih kıl ve insanlara sevdir" diye dua etmişti. Bu haberi ayrıca Yunus Hasan'dan, o da anasından, kendisine Ümmü Seleme validemizin süt emzirdiğini nakletmiştir. Ahmed b. Hanbel'in "Kitabu'z-Zühd"ünde naklettiğine göre, Merzuk el-Icli der ki: "Bir gün Ebu Katade bana, Hasan Basrî'yi göstererek: "Şu şeyhin peşini bırakma! Allah'a yemin ederim ki edep yönünden Ömer b. Hattâb (ra)'a benzeyen ondan başkasını görmedim." Vadi'l-Kura'da neş'et eden Hasan, Hz. Osman'ın hilafetinin son yıllarında 14 yaşında iken onun hutbelerini de dinlemiştir. Kur'ân-ı Kerim'i bu dönemde ezberlediğini Hafız Zehebî kaydetmektedir. Ebu Nuaym, Hilye'de Avf b. Ebi Cemile el-A'rabi'den yaptığı rivayette, Hasan Basrî'nin anası Hayriye, küçük Hasan'ı Ümmü Seleme'nin yanına bırakırdı. Anasından uzak kalan çocuk ağlamaya başlayınca Ümmü Seleme onu emzirirdi. Çocuk çok emince göğüslerinde süt oluşur o da sütten içer sonra susardı. İşte Hasan Basrî'nin elde ettiği hikmet ve belagat bu sütün bereketiyledir. Hafs b. Gıyas da, A'meş'den aşağıdaki sözü işittiğini söylemiştir. Hasan Basrî'nin bu kadar hikmet sahibi olması ve belagatı, hep emdiği o sütün sayesindedir. Nitekim Ebu Ca'fer Muhammed b. Ali de diyor ki: "Bu sütün bereketiyledir ki, Hasan'ın sözü de nebilerin sözüne benzemektedir." 1 Medainî'nin Hz. Hasan'dan şu rivayeti yaptığı da nakledilir: "Anam ve babam Benî Neccâr'dan birinin kölesi idiler. O zat, Benî Seleme kabilesinden bir kadınla nikâhlandı da anamla babamı kadının mihri olarak verdi, sonra Selemeliler anamı-babamı azad ettiler."2 "İlim ve amel yönünden yaşadığı asırdaki insanların efendisi idi" sözü, Hasan Basrî'yi anlamaya yardımcı olacağı kanaatindeyim. Hasan Basrî, maddî ve manevî gıdasını Saadet hanesinden almasının yanı sıra büyüyüp yetişmesi de yine o nur ikliminde olmuştur. Ulaşıp görüşebildiği bir çok sahabiden de aynı zamanda feyiz almıştır. Hz. Osman bunlardan biridir. İsmail b. İbrahim, Şuayb'den yaptığı rivayette: "Hasan'ı Hz. Osman b. Affan'a ibrikle su dökerken gördüm,"3 demiştir. Sahabiden İmran b. Husayn, Ebu Hureyre, Ebu Bekre, Ebu Bürze, Makil b. Yesar, Abdullah b. Makil, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas ve Enes b. Malik, Semure b. Cündüb ve Sa'Saa b. Muaviye ve daha başka sahabiden hadis rivayetinde bulunmuştur.4 Hasan Basrî'nin 70 kadar sahabiyi şahsen tanıdığı ve onlardan rivayette bulunduğu ve pek çok hadis öğrendiği de yapılan rivayetler arasındadır.5 Bir çok ilimde olduğu gibi hadis sahasında da kendisini zirvelere çıkaran dehası ve ilmî yeteneği, devrinde yetişen büyükler tarafından kabul edilip tasdik edilmiştir İlim öğrenme ve öğretmeyi çok şeyden üstün tutan büyük imam, Hişam'ın rivayetine göre şöyle demiştir: "İnsanın ilim öğrenme ve öğretmesi, dünya ve dünyada olan herşeyden onun için hayırlıdır." 6 Hasan Basrî, Medine'den Mekke'ye geldiği zaman, Mekke'de onun için bir ilim meclisi hazırlanmış ve birçok zevat orada hazır bulunmuştu. Bu zatlardan Mücahid, Ata, Tavus b. Keysan ve Amr b. Şuayb: "Biz asla böyle bir alim görmedik" demişlerdi.7 Hasan Basrî, akibetinden çok korkan ve çok ibadet eden bir insandı. Kalbin diri olmasının ancak ibadetle mümkün olabileceğine kanaat getiren İmam şöyle derdi: "Kalpler Ölür ve dirilir.. kalpler öldüğünde onu farzlarla diriltmeye çalışın, dirildiğinde de nafilelerle onu terbiye edin ve edeplendirin." 8 Allah korkusundan ötürü koca imamın yüzüne tebessüm gelmezdi adeta. Yusuf b. Esbat diyor ki: "Ben otuz yıl Hasan Basrî'nin güldüğünü ve kırk yıl da malayani şakalaştığını görmedim."9 Ömrünü hüzün içinde geçirdiği bilinen Hasan Basrî, bu mevzuda da ümmete örnek olmuştur. Bu mahzuniyeti en güzel şekilde şu sözleriyle İsa Yeşkuri dile getiriyor: "Hasan Basrî'den daha üzüntülü kimse görmedim. Onu her gördüğümde başına sanki bir musibet gelmiş gibi üzüntü içerisinde görürdüm."10 İmanın kemal bulması için, mü'minin akşam-sabah hüzün içerisinde olması gerektiğini zarurî gören Hasan Basrî, "Kişi hüznü sayesinde ancak dinîni ikmal eder" diye de yemin ederdi. 11 Akşam-sabah Kur'an-ı Kerîm'i idrak eden adamın akşam ve sabah hüzünlü olamayacağına bir türlü inanamazdı. Sırrı b. Yahya'nın rivayetine göre şöyle derdi: "Allah Tealâ'ya yemin ederim ki, mahzun olmadıkça, yorgun argın ve bitkin düşmedikçe kişi kâmil imana sahip olamaz." 12 Humeyd'in ifadesine göre o, mescidde derin bir nefes aldı ve ağlamaya başladı, o kadar ağladı ki artık omuzları titriyordu. Sonra: "Keşke kalplerde hayat olsa! Keşke kalpler düzgün olsa! Sabahında kıyamet kopacağı geceyi hatırladım da onun için ağlıyorum. O gün insanoğlunun bütün ayıplarının ortaya çıkacağı ve bütün gözlerin yaş dökeceği bir gündür." 13 Havşeb'in rivayetine göre kendisi bu husustaki fikrini açık ve net bir şekilde yemin ederek şöyle dile getirmiştir: "Ey Adem oğlu! Allah adına yemin ederim ki, eğer Kur'ân okuyup sonra ona inanıyorsan, mutlaka dünyada uzun boylu mahzun olarak yaşayacak, Allah'ın azabından şiddetli korkacak ve çok ağlayacaksın." 14 Her müminin hayatında mühim bir yer işgal eden Allah korkusu, ondan ötürü ağlamayı, gözyaşı dökmeyi ve hüznü elde etmenin yolunu Hasan Basrî şu sözleriyle açıklar. Müslim es-Sekafi diyor ki, Hasan Basrî'nin yemin ederek şöyle dediğini işittim: "Ey insan! Allah'a yemin ederim ki, eğer Kur'an-ı Kerimi okur ve ona iman edersen, dünyada hem hüznün, hem korkun artar hem de Allah korkusundan ötürü çok ağlarsın." 15 Çok mahzun olduğu ve hiç gülmediği büyük imama hatırlatılınca: "Amellerimize muttali olan Allah, onları kabul etmeyebilir, öyleyse nasıl gülelim" derdi.16 Yine o şöyle demiştir: "Biz gülüyoruz ama, amellerimize muttali olan Allah 'Ben o amellerinizden hiçbir şey kabul etmedim deyip, demeyeceğini bilmiyoruz. 'İnsanoğlu sana yazıklar olsun! Allah ile muharebeye takatin mi var? Çünkü Allah'a asi olan O'na muharebe açmış demektir. Vallahi Bedir ashabından 70 kadarına yetiştim onlar yünden elbise giyiyorlardı. Eğer siz onları görseydiniz onlara deli derdiniz Onlar da sizin hayırlılarınızı görseler, 'bunlar, hayır hasenattan nasipleri olmayan insanlar', şerlilerinizi görselerdi. 'Bunlar da ahirete inanmayan insanlar' derlerdi." 17 Salim, Hasan Basrî'nin mü'minin kendinden geçercesine gülüşünü kalbin gafleti olarak değerlendirdiğini, aynı şekilde Humeyd de "çok gülme kalbi öldürür" dediğini rivayet etmiştir.18 Mü'minin Allah kelâmına ve emirlerine karşı çok duyarlı olması gerektiği üzerinde duran İmam, mü'mini şöyle tarif eder: "Mü'min, Allah'ın beyanlarını, buyruklarını O'nun (cc) dediği gibi bilen, insanlar arasında en güzel ve en çok ibadet eden, en çok Allah'tan korkan kimsedir." "O, Allah yolunda dağ kadar altın infak etse, hep Allah'ın yardımını diler ve kendisinden asla emin olamaz. Salah, birr ü takva ve ibadette derinleştikçe derinleşir de sonra yine 'kurtuluşa eremeyeceğim' düşüncesiyle ıstırap duyar durur." Münafık ise, tam aksine "Birçok insanlar benim için dua edip istiğfarda bulunuyor, benim için artık ibadet u taât çok mühim değil" düşüncesiyle kulluğu unutur, ibadet u taât'ı mühimsemez ve hep kuru kuruya Allah'tan bağışlanmayı temenni eder durur. Mü'minin kendini aşmasını bilen bir insan olması gerektiğine de işaret eden Hasan Basrî, Allah'ın kendisine cehennemi haram kılacağı ve şeytanın şerrinden emin olacağını beyan ettiği mü'minde dört hasletin bulunmasını şart koşmuştur. Bu hasletler; "insan övüldüğünde, yerildiğinde şehvet ve gazap esnasında nefsine sahip olmak"tır.19 Devlet idaresinde adaletli davranması ve devlete sahip olmasıyla ikinci Ömer olarak adlandırılan Ömer b. Abdülaziz, Hasan Basrî'yi Basra kadılığına tayin etmiş, Hasan Basrî böylece bir müddet de Basra kadılığı yapmıştır. Müminin hesabını kitabını iyi yapan insan olması gerektiği üzerinde de çok duran İmam, "Mümin nefsini Allah adına hesaba çeken insan olmalıdır. Kıyamet günü hesabı hafif geçecek olanlar, dünyada hesaplarını yapanlar ve titiz davrananlardır. Hesabı o gün şiddetli olanlar ise dünyada hesap kitaptan uzak olarak nefsin peşine koşanlar olacaktır. Hasan Basrî, dünyada hep istiğna içerisinde yaşamış ve kimseden bir şey talep etmemesinin yanında etrafına cömertçe davranmıştır. Yunus b. Ubeyd Hasan Basrî'den şöyle dediğini nakletmiştir: İnsanların ellerinde bulunana elini uzatmadığın müddetçe onlar seni iyi görür ve sana ikramda bulunurlar. Ancak onların elinde bulunana el uzatırsan seninle alay ederler, sözlerinden hoşlanmazlar ve sana kızarlar yani buğz ederler. Kazanmanın ve kazandığını insanların istifadesi için harcamanın zarureti üzerinde de duran Hasan Basrî, sırf dünyalık için çalışıp kazandığıyla insanlara ve dine hizmeti gözetmeden paraya karşı olan bağlılığın ve meylin tehlikesini şu sözleriyle ifade eder. "Kim paraya değer verir onu makbul ve aziz görürse, Allah o kimseyi zelil eder." Bu hususta makul olan orta yolu da Hasan Basrî hazretleri şu sözleriyle ifade eder: Havşep rivayet ediyor ki, bir gün Hasan Basrî'ye "Allah bir adama mal veriyor, o da bununla hacca gidiyor ve akrabalarına yardım ediyor. Bundan başka o maldan yararlanabilir mi?" diye sordum. Şöyle cevap verdi: "Hayır, şayet bütün dünya onun olsa, kendisine yetecek kadarından istifade eder, gerisini de fakirlik ve kıtlık günlerine bırakır. Resulûllah'ın ashabı ve onlara tabî olanlar sığınmak ve onunla kuvvetlenmek için dünyada mal edinmekten hoşlanmazlardı. Kendilerine yetecek kadarını alır, gerisini de tasadduk ederlerdi. Daha sonra da kendileri ile Allah arasında olan din ve dünya işleri için kullanmaya başlarlardı." 20 Ebu Tarık es-Sa'di diyor ki, "Ben vefatı anında Hasan Basrî'nin yanında bulundum. O vasiyetini yazan katibe: 'Hasan b. Ebu Hasan'dan şuna şehadet ettiğini yaz' 'O şehadet eder ki, Allah'tan başka mabud yok, Muhammed (sav) de O'nun Resûlü'dür. Kim ölümü anında buna doğru olarak şehadet ederse cennete girer.' " Bu Muaz b. Cebel'den de ölümü anında böyle yaptığı rivayet edilmiştir. 21 Hasan Basrî hayatında iki defa hac yapmıştır. Bunlardan birisi ömrünün ilk yıllarında diğeri de ömrünün son yıllarındadır. 22 Oğlu Abdullah'ın rivayetine göre Hasan Basrî hicri 110 senesinde 88 yaşında iken Recep ayının başlarında bir cuma günü vefat etmiş ve cenazesi Basra vilâyetinde görülmedik bir kalabalıkla defnedilmiştir ki o gün Basra'da toplanan cemaat, camilere sığmayarak ikindi namazı dışarılarda kılınmıştır.23 Hasan Basrî'nin vefatı büyük tabiîn imamları arasında çok büyük üzüntü ve hüzünle karşılanmıştır. Allah Tealâ, Hasan Basrî ve emsali büyüklerin şefaatlerini ve tasarrufatını üzerimizden eksik etmesin. Amin.. Dipnotlar 1) Ebu Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, c. 2, s. 147. 2) A.y. 3) İbn Saad, Tabakat, 7/157, Zehebi, en-Nübelâ, 4/565. 4) A.y. 5) Büyük İslâm Tarihi, 2/574. 6) Ahmed b. Hanbel, Kitabu'z-Zühd, s. 371. 7) A.y. 8) İbn Hanbel, a.g.e., s. 378. 9) İbn Kayyım, Sıfatu's-Safve, 3/234. 10) İbn Hanbel, a.g.e., 368. 11) Ebu Nuaym, a.g.e., 2/133. 12) İbn Hanbel, a.g.e., s. 378. 33) İbn Kayyım, Sıfatu's-Safve, 3/234. 14) İbn Hanbel, a.g.e.,, 368. 15) Ebu Nuaym, a.g.e., 2/133. 16) Ebu Nuaym, a.g.e., 2/134. 17) Ebu Nuaym, a.g.e., 2/152. 18) A.yer 19) A.g.e. 2/144 20) Zehebi, en-Nübelâ, 4/565, 4/587. 21) İbn Sad, a.g.e.,7/174 22) A.g.e.,7/175 23) Zehebi, a.g.e., 4/487 Ali Hayran |