๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => İz Bırakanlar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 03 Kasım 2010, 16:49:38



Konu Başlığı: Hak dostlarının örnek ahlâkından Tevessül
Gönderen: Sümeyye üzerinde 03 Kasım 2010, 16:49:38
Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından 35 TEVESSÜL


Şüphesiz ki en büyük ve sî leler; kulu yaratılış gâ yesine ve Hakk’ın rızâsına ulaştıran vâsıtalardır. Kur’ân-ı Kerîm, ibâdetler, sâlih ameller, esmâ-i hüsnâ, salevât-ı şerîfe, mukaddes zaman ve mekânlar, peygamberler ve Hak dostları, bunların başında gelir. Tevessül de Cenâb-ı Hakk’ın sevdiği bu hususları vesîle edinerek, Allâh’a bunlar hürmetine duâ etmektir. Yani tevessül, Cenâb-ı Hakk’ın sevdikleri hürmetine O’nun rızâsını ve lûtfunu celbetme niyet ve arzusundan ibârettir.

HAKK’A VUSLAT VESÎLELERİ…

Kulu Hakk’a vâsıl edecek vesîleler saymakla bitmez. Rabbimiz, sonsuz rahmetinin eseri olarak biz kullarına lûtufta bulunmak için nice vesîleler ihsân etmektedir. Bu vesîleler, insanlığı hak ve hakîkate sevk ederek Rabbimizin “cennet dâvetine” elçilik yapmaktadır. Nitekim;
– Hazret-i Ömer’in îmanla şereflenmesine, kızkardeşi Fâtıma’nın evinde duyduğu Kur’ân âyetleri vesîle olmuştur.
– Bişr-i Hafî Hazretleri’nin geçmişteki nefsânî haya tın dan kurtulup sırât-ı müs ta kîme hidâyetine, yolda bulduğu bir kağıt parçası vesîle olmuştur ki, üzerinde “Allah” lâfzı yazılı olduğu için onu nâdide bir mücevher gibi büyük bir nasip bilerek alıp temizlemiş ve hürmetle lâyık olduğu mûtenâ bir mevkiye kaldırmıştır.
– Kadı Mahmud’un hakîkat iklîmine vâsıl olmasına, bir karı-kocanın mânevî sırlarla dolu dâvâsı vesîle olmuştur. Samimiyetle bu dâvânın peşine düşünce, kendisini Üftâde Hazretleri’nin kapısında bulmuş ve o kapıda, mârifetullah zirvelerine giden Hüdâyî yolunu keşfetmiştir.
– Hazret-i Mevlânâ’nın, gönül sultanlığına erişmesine, Şems adlı bir dervişin, aşk ve vecd âleminden bir pencere açması vesîle olmuştur.
Bu gibi misalleri artırmak mümkündür. Zira Hakk’a giden yollar, mahlûkâtın nefesleri adedince çoktur. Mühim olan, Cenâb-ı Hak’tan gelen bu vesîlelerin farkına varıp onlardan lâyıkıyla istifâde edebilecek bir gönle sahip olmaktır. Kulun gönlü hak ve hakîkate teşne ise, kendisini Allâh’a yaklaştıracak olan vesîleleri görmeyi Rabbimiz ona nasîb eder.
Hak dostlarından Ebû’l-Hasan Harakânî Hazretleri şöyle buyurur:
“Bir kulun vesîle ederek Yüce Allâh’ı bulmaya çalıştığı hangi şey olursa olsun; onların en güzeli Kur’ân-ı Kerîm’dir. Öyleyse, Yüce Allâh’ı Kur’ân yolundan aramalısınız.” (el-Hadâikü’l-Verdiye, s. 458)
Hakîkaten Kur’ân, bir ucu Allâh’ın kudret elinde, diğer ucu bizlere uzatılmış en sağlam iptir. Bu ipi sımsıkı tutarak onu Hakk’ın yakınlığına ve ilâhî lûtuflara kavuşmaya vesîle edinmek gerekir.
Duâların makbûl olması için tevessül edilebilecek hususlardan biri de salevât-ı şerîfedir. İs lâ mî an’ane de duâ, ham de le ve sal ve ley le baş la yıp yi ne on lar la hitâma er di ri lir. Sal ve le, Pey gam ber Efendimiz r hak kın da Ce­nâb-ı Hakk’a bir duâ dır ki, onun (sa le vâ tın) red de dil me yip ka bul edi le ce ği yo lun da bir ka na at mev cuttur. Du­âla rı mı zın ba şı nı ve so nu nu sa lât ü se lâm ile süs le mek de bu ger çek ten kay nak lan mak ta dır. Böy le ce ka bû lü mu hak kak olan iki du ânın ara sı na ken di du âla rı mı zı sı kış tır mak, on la rın da kabûlü nü sağ la mak dü şün ce siy­le  yapılan bir tevessüldür.
Du ânın müs te câb ol ma sı nı temin eden di ğer bir vesîle de es mâ-i ilâ hiy ye dir. Âyet-i ke rî me de buyrulur:
“En gü zel isim ler (es mâ-i hüs nâ) Al lâh’a âit tir. O hâl de bu isim ler le O’na duâ edin!” (el-A’râf, 180)
Ayrıca Peygamber Efendimiz r, Allah Teâlâ’dan yağmur dilediğin de “İstiskâ Namazı” kılmış, böylece duâsının kabûlü için nâfile namazla da tevessül etmiştir. Nitekim Rabbimiz de; “Ey îmân edenler, namaz ve sabırla Allah’tan yardım isteyin!..” (el-Bakara, 153) buyurmaktadır.
Sâ lih amel ler de hayırlara kavuşup sıkıntılardan kur tu lmaya bir ve sî le dir. Bu hususu îzah sadedinde; geç miş üm met ler den, yol cu lu ğa çı kan üç ar ka da şın hâ lini bil di ren bir hadîs-i şerîf, hulâsaten şöyledir:
“Yol cu luk es nâ sın da yağ mu ra ya ka la nan üç ar ka daş, ge ce yi ge çir mek için bir ma ğa ra ya gi rer. Der ken dağ­dan bir ka ya par ça sı dü şer ve ma ğa ra nın gi ri şi ni ka pa tır. Bu nun üze ri ne on lar:
«–Sâ lih amel le ri miz le Al lâh’a duâ et mek ten baş ka çâ re miz yok tur; bi zi bu ra dan, Allah’tan baş ka hiç kimse kur ta ra maz.» der ler.
On lar dan bi ri , ana ba ba sı na olan ita ati ni ve sî le kı lar. Ka ya bi raz ye rin den oy nar, fa kat ma ğa ra dan çı kı la cak gi bi de ğil dir.
İkin ci si, Al lah kor ku su nu, ha yâ ve if fe ti ni ve sî le kı lar. Ka ya bi raz da ha ara la nır, ama yi ne çı kı la cak gi bi de ğil­dir.
Üçün cü sü de, kul hak kı na olan ri âye ti ni ve sî le kı la rak Al lâh’a yal va rır. Bu nun üze ri ne ka ya, ma ğa ra nın ağ­zın dan ta ma men ka yar ve dı şa rı çı kar lar.” (Bkz. Bu hâ rî, Edeb, 5, En bi yâ, 53; Zi kir, 100)
EN BÜYÜK VESÎLEMİZ…
Sâlih amellerle tevessül edilebildiği gibi, o amelleri tebliğ ve irşâdı vesîlesiyle öğrendiğimiz Rasûlullah r ile tevessül etmek de pek tabiî ki câiz ve hattâ elzemdir. Zira O, Hak katında mahlûkatın en kıymetlisidir. Allah Y, Efendimiz r’i, bütün amellerimizden de, mevcut her şeyden de daha çok sevmektedir.
Beşeriyet, Rahmân’ın uç suz-bu cak sız af ve ke rem ummânına, Rabbimizin, O “Var lık Nû ru”na duyduğu muhabbeti hürmetine mazhar olmuştur. Nitekim ha dîs-i şe rîfte şöyle buyrulur:
“Âdem u cen net ten çı ka rıl ma sı na se bep olan zel le yi iş le di ğin de, ha tâ sı nı an la yıp; «–Yâ Rab bî! Mu ham med hak kı için Sen’den be ni ba ğış la ma nı is ti yo rum.» de di.
Al lah Te âlâ; «–Ey Âdem! He nüz ya rat ma dı ğım hâl de Mu ham med’i sen ne re den bil din?» bu yur du.
Âdem u; «–Yâ Rab bî! Sen be ni ya ra tıp ba na rû hun dan üf le di ğin de ba şı mı kal dır dım, Arş’ın sü tun la rı üze rin­de; “Lâ ilâ he il lâl lâh, Mu ham me dü’r-Ra sû lul lâh” cüm le si nin ya zı lı ol du ğu nu gör düm. Bil dim ki Sen, Zât’ının is mi ne an cak ya ra tıl mış la rın en se vim li si ni izâ fe eder sin!» dedi.
Bu nun üze ri ne Allah Te âlâ; «–Doğru söy le din ey Âdem! Ha kî ka ten O, Ba na gö re mah lû kâ tın en se vim li si dir. O’nun hak kı için Ba na duâ et. (Mâ demki duâ et tin), Ben de se ni ba ğış la dım. Şâ yet Mu ham med ol ma say dı se ni ya rat maz dım!» bu yur du.” (Hâ kim, Müs ted rek, II, 672)
İşte Efendimiz r’in Hak katındaki kıymeti o kadar yücedir ki, yaratılışın başlangıcı O’nun nûruyla olmuştur. Hâlık-ı Mutlak, Cenâb-ı Hak’tır; fakat yaratılışın sâikı, Hazret-i Muhammed r’dir. O olmasaydı, âlemler ıssız çöllere dönerdi. Nerede bir güzellik varsa, O’ndan bir akis taşır, çünkü O’nun yüzü suyu hürmetine yaratılmıştır.
Bunun içindir ki, O henüz dünyayı şereflendirmeden evvel, pek çok peygamber bile, duâlarında O’nu vesîle kılarak Allâh’a yönelmiştir. İnsanlığın atası Âdem u, Rasûlullah r Efendimiz’i duâsına vesîle kıldı; ilâhî affa nâil oldu. O yüce Rasûl, İbrahim u’ın sulbüne intikâl eyledi; ateş ona serin ve selâmet oldu. O yüce inci, İsmail u’ın sedefine girince, bıçak onun boynunu kesmedi, nâmına göklerden kurbanlık koç indirildi.
Velhâsıl, peygamberler dahî O’nun hürmetine ilâhî rahmetten istifâ de etmişlerdir. Hattâ Hazret-i Mûsâ u, O’na tâbî olmanın bereketine erebilmek için O’nun ümmetinden olmayı dilemiştir.1
Şu hâdise, ashâbın Efendimiz r ile tevessüllerine tipik bir misâldir:
Bir âmâ, Ra sû lul lah r’e ge le rek gözündeki hastalıktan şikâyet etti. Efen di miz r; sabretmesinin daha hayırlı olacağını tavsiye etti. Âmâ ise:
“–Yâ Ra sû lâllah! Be ni elim den tu tup gö tü re cek kim sem yok. Bu hâl ba na çok me şak kat ve ri yor. Lüt fen göz le ri­min açıl ma sı için duâ edi niz!” diye ısrar edince Efen di miz r şöy le bu yur du:
“–Git ab dest al, son ra iki rekât na maz kıl, ar dın dan da şöy le duâ et:
«Al lâh’ım! Rah met Pey gam be ri olan Ne bîn Mu ham med’le (O’nun hür me ti ne) Sen’in Zât’ın dan di li yor ve Sa na yö ne li yo rum... Yâ Mu ham med! İh ti yacı mın ve ril me si için Sen’inle Rab bi me yö ne li yo rum!.. Al lâh’ım! O’nu ba na şefaatçı kıl!..»” (Tir mi zî, De avât, 118; Ah med bin Han bel, Müs ned, IV. 138)
Hâ kim’in ri vâ ye tin de, ay rı ca âmâ nın gö zü gö rür bir hâl de aya ğa kalk tı ğı da ilâve edilmiştir. (Bkz. Hâ kim, Müs ted rek, I, 707-708)
Hâfız İbn-i Kesîr, Yemâme Savaşı’nda müslümanların parolasının:
“Yâ Muhammedâh: Ey Muhammed, bize yardım eyle!” olduğunu söyler. Hâlid bin Velid t, Yemâme savaşında düşmanı mübârezeye çağırdıktan sonra yüksek sesle müslümanların parolasını söyleyerek; “Yâ Muhammedâh!” diye nidâ etmiştir. Ayrıca o gün mübâreze için karşısına kim çıktıysa hepsine gâlip gelmiştir. (Taberî, Târih, II, 513; İbn-i Kesîr, el-Bidâye, VI, 324)
Tabiî ki bu ifâdeden kastedilen; “Allâh’ım! Sana Sevgili Rasûlün Muhammed r vesîlesiyle yöneliyoruz, O’nun hürmetine bize nusret ve zafer lûtfeyle!” niyâzıdır. Târihte bunun pek çok misâli vardır. Nitekim Çanakkale harbinde Binbaşı Lütfü Bey, pek müşkül bir vaziyetle karşılaşınca; “Yetiş yâ Muhammed! Kitabın elden gidiyor!” diye feryâd etmiş ve Allâh’ın yardımıyla o bâdireden kurtulmuşlardır. Bunun gibi nice tecellîler yaşanmıştır. Nitekim Çanakkale Harbi’ndeki İngiliz kumandanı târihçi Hamilton da, bu hakîkati şöyle îtirâf etmiştir:
“Bizi Türkler’in maddî gücü değil, mânevî gücü mağlûb etmiştir. Çünkü onların atacak barutu bile kalmamıştı. Fakat biz, gökten inen güçleri müşâhede ettik!..”

KIRIK KALPLER HÜRMETİNE…

Hadîs-i şerîfte buyrulur:
“İçinizde saçı-başı dağınık, eski elbiseler içinde, garip görünümlü ve insanların îtibâr etmediği nice kimseler vardır ki, Allâh’a yemin etseler, Allah onların yeminlerini boşa çıkarmaz… Berâ bin Mâlik de onlardandır.” (Tirmizî, Menâkıb, 54/3854)
Yani böyle kimseler, Cenâb-ı Hakk’a karşı “naz ehli”dirler. Allah’tan bir şeyin vukû bulmasını ısrarla niyaz ve ümîd ederek bunu insanlara yeminle söyleseler, Allah Teâlâ onların yüzünü kara çıkarmaz.
Nitekim Enes bin Mâlik’in kardeşi olan Berâ t’ın dünyaya ait bir dikili taşı bile yoktu. Ölmeyecek miktarda bir azıkla yaşıyor, fakat fakirliği sabır ve tevekkülle karşılıyordu. Berâ t, Hazret-i Ömer zamanındaki harplerden birine katılmıştı. Müslümanlar sayıca çok az olup zor durumda kalmışlardı. Ordu kumandanı, Berâ t’tan müslümanların zaferi için yemin etmesini ısrarla taleb etti. Bunun üzerine Hazret-i Berâ:
“Ey Rabbim, onlara karşı zafer ihsân etmen ve beni Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’e kavuşturman için Sana yemin ediyorum!..” dedi.
Hakîkaten ertesi gün zafer nasîb oldu ve Hazret-i Berâ da şevkle arzuladığı şehâdet şerbetini içti. (Hâkim, III, 331/5274)
Ra sû lul lah r Efen di miz bi le, Al lah’tan za fer ve yar dım ta leb eder ken mu hâ cir le rin fa kir le ri ve sî le siy le ni yaz da bu lu nur2 ve şöy le bu yu rur du:
“Ba na za yıf la rı ça ğı rı nız. Çün kü siz, an cak za yıf la rı nız(ın duâ ve be re ke ti) ile rı zık lan dı rı lır ve yar dım edi lir si­niz.” (Ebû Dâ vud, Ci hâd, 70)
Kı rık ve mah zun kalple ri ve sî le edi ne rek rı zâ-yı ilâ hî ye vâ sıl ola bil mek sa de din de Mâ lik bin Di nar’ın şu ri vâ ye­ti de ol duk ça mâ ni dar dır:
“Mû sâ u Ce nâb-ı Hakk’a bir il ti câ sın da:
«–Yâ Rabbi! Se n’i ne re de ara ya yım!» de di.
Al lah Te âlâ bu yur du ki:
«–Be n’i, kal bi kı rık la rın ya nın da ara!»” (Ebû Nu aym, Hil ye, II, 364)

SÂLİH KULLARLA TEVESSÜL…

Allâh’ın sâlih kulları, rahmet ve bereket vesîlesidirler. İnsanları Allâh’a itaate dâvet eder, ümmetin selâmeti için duâ ederler. Allah Teâlâ da dilerse bu sevdiği kulları hürmetine muhtemel tehlikeleri def eder, rahmet ve nusretini lûtfeder.
Müfessir Bursevî; “…Allâh’a yaklaşmaya vesîle arayın…” (el-Mâide, 35) âyeti hakkında der ki:
“Bu âyet, açık bir şekilde vesîle aramayı emretmektedir. Bu, mutlaka gereklidir. Allâh’a vuslat ancak onunla gerçekleşir. Vesîleden maksat, hakîkat âlimleri ve mürşid-i kâmillerdir.” (Bursevî, Rûhu’l-Beyan, c. IV, s. 543)
Talebesine ders veren sâlih bir âlim, onun yetişmesi için bir vesîledir. Mür şid -i kâmiller de, âlimlerin zâ hi rî ilimlerde yap tı ğı reh ber li ğe ben zer bir va zî fe yi, mâ ne vi yat yol la rın da îfâ eder ler.
Âlim ler ve sâ lih le rin, ku lu Rab bi nin yo lu na tev cîh et me le ri, ruh ban lık mâ hi ye tin de bir fa âli yet de ğil dir. O, bir ir şad ve ikaz dır. Yü rü ne cek yol lar da yol cu la ra reh ber lik et mek ten ibâ ret tir. Bu na mu kâ bil hris ti yan lık ta ruh ban lık var dır. On la ra gö re ruh ban, Al lah ile kul ara sın da za rû rî bir va sı ta du ru mun da dır. İs lâm ise bu nu red de der. Yani Al lah ile kul ara sın da bir üçün cü şa hıs ta sav vur olu na maz. Kul, Rab bi ne şah sen ve doğ ru dan her an ilticâ edebilir. Mü’min, yalnız Allâh’a ibâdet edip yalnız O’ndan yardım diler. Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur:
اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَ اِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
“(Rabbimiz!) Ancak Sana kulluk ederiz ve yalnız Sen’den medet umarız.” (el-Fâtiha, 5)
Öte yandan, insanın en büyük ihtiyacı, dünya imtihanlarından selâmetle geçerek Hakk’a vâsıl olabilmektir. Bu hususta insanların elinden tutup yol gösteren Hak dostları da Allâh’ın lûtfettiği vesîleler cümlesin dendir. Zira onların hem halk ile hem de Hak ile aynı anda münâsebetleri vardır. Bu sebeple, halkı Hakk’a ulaştıran bir köprü hizmeti görürler.
Önceleri bir hristiyan iken, Hazret-i Mev lâ nâ ve Mes ne vî’si vesî lesiy le hi dâ yete eren rahmetli Farsça hocam Ya man De de’ye:
“–Siz, niçin Mev lânâ ve Mes nevî’sinden bu kadar çok bah se diyorsu nuz?” di ye sorulduğunda:
“–Evlâdım, benim elimden Mevlânâ tuttu. O beni Hazret-i Peygamber’in kapısına götürerek hidâyetime vesîle oldu. Beni ateşten kurtaran birisini bu kadar anmam az bile!” derdi.
TEVESSÜL ŞİRK DEĞİLDİR…
Allah Teâlâ, insanların birbirinden yardım istemesine izin vermiş ve biri kendisinden yardım istediğinde ona icâbet edip yardım edilmesini emretmiştir.
Sahâbe-i kiram da, Rasûlullah r’den yardım ister, şefaat taleb eder, fakirlik, hastalık, borç gibi hâllerini arz eder, sıkıntıya düştüklerinde O’na koşarlardı. Pek çok rivâyette nakledildiğine göre, bir kuraklık hâli zuhûr edince insanlar Allah Rasûlü’ne gelir, O’ndan Cenâb-ı Hakk’a duâ ederek yağmur taleb etmesini isterlerdi.
Ashâb-ı kirâm, böyle yaparken şunu çok iyi biliyorlardı ki; Rasûlul lah r, hayırlara ulaşmakta sadece bir vâsıta ve sebeptir. Hakikî fâil, kâdir-i mutlak, yalnız Cenâb-ı Hak’tır. Fakat Rabbimizin, Habîbi’ne olan muhabbeti hürmetine, O’nun duâlarını daha çok kabul edeceğini umduklarından, bu yola tevessül ediyorlardı. Sahâbe efendilerimiz, neyin “şirk” neyin “tevhîd” olduğunu da elbette bizden çok daha iyi bilen kimselerdi.
Eğer bir mü’min, Allâh’ın vesîle edinilmesini emrettiği bir şeyi vesîle ediniyorsa, bu, o kişinin, vesîleyi emreden Allâh’a itaat için böyle yaptığını gösterir; -hâşâ- Allah’tan başkasını Rab tanıdığını değil!..
Üstelik bir şeyi vesîle edinen kişi, Allah Teâlâ’nın o şeyi ya da kişiyi sevdiğine inandığı için onu vesîle edinmektedir. Tevessül eden kişi, vesîle edindiği şeyleri, Allah Teâlâ gibi bizzat menfaat veya zarar verebilecek bir mevkîde görürse, bu o zaman şirk olur. Tevessül eden kişi, kendisiyle te vessül edilen zâtın, sadece Allâh’ın izniyle bir hayra sebep olabileceğini, bir kötülüğü de, ancak O’nun dilemesiyle defedebileceğini bilmelidir.
Ce nâb-ı Hak, bir şe yin olmasını mu râd et ti ği za man ona “كُنْ” yani “Ol!” der ve o iş ger çek le şir. Bu na rağ men Al lah Te âlâ ilâ hî mu râ dı muk te zâ sın ca bâ zı hâ di se le rin ta sar ru fu nu bir ta kım kul la rı na tev dî ey le miş tir. Tıp kı dört bü yük me lek te ol du ğu gi bi:
Ceb râ il u, vah yi pey gam ber le re bil dir mek le; Mi kâ il u, ta bi at hâ di se le ri ni sevk ve idâ re et mek le; Az râ il u, ruhları kabzetmekle; İs râ fil u ise, Sûr’a üfle mek le va zî fe len di ril miştir.
Ce nâb-ı Hak, el bet te ki bu va zî fe le ri o me lek le re ge rek ol mak sı zın da ger çek leş ti re bi lir. Fa kat Al lah Te âlâ, ilâ hî irâ de siy le on la ra böy le bir va zî fe ve sa lâ hi yet ver miş tir. O gü cü on la ra ve ren Al lah Te âlâ’dır. Bunun gibi, ehlullah da bâzen Cenâb-ı Hakk’ın murâdına âlet ve mâkes olurlar. Kudret-i ilâhî onlar vâsıtasıyla zuhûra gelir.
Meselâ şifâ Allah’tandır. Fakat Cenâb-ı Hak, doktoru, ilâcı vs. şifâya vesîle kılmıştır. Dolayısıyla şifâyı bu vesîlelere tevessül ile aramak gerekir. Kulların şifâ için doktora mürâcaatı şirk sayılamaz. Zira her mü’min bilir ki, şifâyı veren Allah’tır, doktor bir vâsıtadan ibârettir.
Bununla birlikte bâ zı kim se le rin, sâ lih le rin gı yâbında ve ya ka bir le ri ni zi yâ ret es nâ sın da; “Ey fi lân zât! Ba na şi fâ ver! Be nim şu ih ti ya cı mı gi der!” gi bi söz ler le doğ ru dan doğ ru ya ken di le rin den ta lep te bu lun ma la rı, son de re ce yan lıştır ve şir ke kapı aralar. Şüp he siz bu tür ifâdeler için bir ta kım te’ vil ler ya pı la bi lir se de, gâ yet has­sas olan tev hîd akî de si nin özü nü ze de le ye n bu gibi câ hi lâ ne söz ve tavırlardan şid det le sa kı nmak gerekir. Zira tevhîd akîdesinin ortaklığa tahammülü yoktur. İbadet ve sâlih amellere Allah’tan başkasını ortak etmek olan “riyâ” bile “gizli şirk” sayılıp şiddetle men edilirken, açık bir şirk tehlikesi arz eden bu tür davranışlardan kat’iyyetle sakınmak îcâb eder.
Velhâsıl te ves sül, me râ mı nı Ce nâb-ı Hakk’ın sev dik le ri hür me ti ne O’na arz ede rek du âya mak bû li yet ka zan­dır ma gay re ti nden ibârettir. Yok sa Hak Te âlâ’nın sâ lih kul la rı na kud siy yet at fet mek de ğil dir.
Şunu aslâ unutmamak gerekir ki, peygamberler ve onların bildirdikleri dışında hiç kimsenin son nefeste îmanla gidebilme teminâtı yoktur. Mü’min, bu endişe sebebiyle hayatını her nefes Kitap ve Sünneti yaşama gayreti içinde geçirmeli ve Yûsuf u’ın;
 تَوَفَّن۪ى مُسْلِماً وَ اَلْحِقْن۪ى بِالصَّالِحِينَ
“…(Ey Rabbim!) Beni müslüman olarak vefat ettir ve beni sâlihler arasına kat!” (Yûsuf, 101) niyâzını gönlünden ve dilinden düşürmemelidir. Levh-i Mahfûz’a bakıp onu okuyacak makâma erdikten sonra bile nefsine mağlûb olup ebedî hüsrâna uğrayan Bel’am bin Bâûrâ’nın3 hâlini hiçbir zaman unutmamalıdır. Yani kul, hangi makamda olursa olsun, kendi âkıbetini bile tayinden âcizdir; dâimâ Rabbinin lûtfuna muhtaçtır.
Rabbimizin bize lûtufta bulunmak için halkettiği sayısız vesîlelerden biri de, ilâhî af, rahmet ve mağfiretin âdeta tuğyân ettiği Ramazan ve bayram günleridir. Bu vesîlelere ihlâs ve samîmiyetle tevessül etmek ve bu büyük fırsatları zâyî etmekten sakınmak, îman firâsetinin en tabiî bir gereğidir. Zira bu nîmetleri ziyan etmek, O nîmetleri lûtfeden Rabbimize karşı bir nankörlüktür. Bunun içindir ki Efendimiz r:
“…Cibrîl u bana göründü ve; «Ramazan’a erişip de günahları affedilmeyen kimse rahmetten uzak olsun!» dedi. Ben de «Âmîn!» dedim...” buyurmuştur. (Hâkim, IV, 170/7256; Tirmizî, Deavât, 100/3545)
İlâhî bir gufran vesîlesi olan bu mübârek ayı gaflete düşmeden geçirmek için bütün gayretimizi gösterelim ki, hüsrâna uğrayanlardan olmayalım.
Yâ Rabbî! İbadetlerimizi, amel-i sâlihlerimizi, hizmet ve gayret lerimizi bütün kusurlarımızla birlikte kabûl buyur! Bütün bunları, rahmet ve mağfiretine vesîle eyle! Habîb-i Ekrem r Efendimiz’in yüzü suyu hürmetine bizleri affeyle! Bizleri, sevdiğin kullarınla birlikte yaşat, sâlihlerle birlikte haşreyle!
Âmîn!




Dipnotlar: 1. Bkz. Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, Beyrut 1995, IX, 87-88. 2. Bkz. Bu hâ rî, Ci­hâd, 76; Ta be râ nî, Mû ce mu’l-Ke bîr, I, 292. 3.  Bkz, el-A‘râf, 176.
 




Osman Nuri Topbas


Konu Başlığı: Ynt: Hak dostlarının örnek ahlâkından Tevessül
Gönderen: Ekvan üzerinde 04 Kasım 2010, 01:22:40
Benden rep diyorum..başka da bişey demiyorum..mükemmel bir bakış..Allah razı olsun..


Konu Başlığı: Ynt: Hak dostlarının örnek ahlâkından Tevessül
Gönderen: Ekvan üzerinde 21 Eylül 2013, 21:56:37


     Rabbim ebeden razı olsun..İnşaallah Rabbimize giden yolda, vesilelere müracaat edenlerden oluruz..


Konu Başlığı: Ynt: Hak dostlarının örnek ahlâkından Tevessül
Gönderen: Rüveyha üzerinde 22 Eylül 2013, 01:45:39
Şüphesiz ki en büyük ve sî leler; kulu yaratılış gâ yesine ve Hakk’ın rızâsına ulaştıran vâsıtalardır. Kur’ân-ı Kerîm, ibâdetler, sâlih ameller, esmâ-i hüsnâ, salevât-ı şerîfe, mukaddes zaman ve mekânlar, peygamberler ve Hak dostları, bunların başında gelir. Tevessül de Cenâb-ı Hakk’ın sevdiği bu hususları vesîle edinerek, Allâh’a bunlar hürmetine duâ etmektir. Yani tevessül, Cenâb-ı Hakk’ın sevdikleri hürmetine O’nun rızâsını ve lûtfunu celbetme niyet ve arzusundan ibârettir.

Ne güzel açıklanmış.Allah Allah.Rabbim razı olsun..İnsanların ilimlerini paylaşmasıda çok büyük önem arz ediyor..Edilen dualara da içten amin diyorum..Rabbim rızasına uygun yaşamayı nasip eylesin..


Konu Başlığı: Ynt: Hak dostlarının örnek ahlâkından Tevessül
Gönderen: Ceren üzerinde 22 Eylül 2013, 02:23:16
Paylaşım çok güzel olmuş.Allah razı olsun.Bizleri de hak dostlarının yolun dan,peygamber efendimizin yolundan ayırmasın Allah'ım.


Konu Başlığı: Ynt: Hak dostlarının örnek ahlâkından Tevessül
Gönderen: Pelinay üzerinde 26 Aralık 2015, 11:22:29
Zira Hakk’a giden yollar, mahlûkâtın nefesleri adedince çoktur. Mühim olan, Cenâb-ı Hak’tan gelen bu vesîlelerin farkına varıp onlardan lâyıkıyla istifâde edebilecek bir gönle sahip olmaktır. Kulun gönlü hak ve hakîkate teşne ise, kendisini Allâh’a yaklaştıracak olan vesîleleri görmeyi Rabbimiz ona nasîb eder.

maşallah Nuri Topbaş hhocamız mükemmel bir bakış açısıyla konuyu izah etmiş.istiifade ettiğim bir paylaşımdı.Allah razı olsun.
Rabbim inşallah bu vesilelere sımsıkı sarılabilmeyi nasip etsin bizlere.