> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > İz Bırakanlar > Hak dostlarından ilâhî ahlâkı yaşamak 2
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Hak dostlarından ilâhî ahlâkı yaşamak 2  (Okunma Sayısı 602 defa)
03 Kasım 2010, 16:39:37
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 03 Kasım 2010, 16:39:37 »



Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından – 31 İlâhî Ahlâkı Yaşamak – 2


Yine ilâhî muhabbet bereketiyledir ki Rabbimiz, sâlih kullarını sever, sevdiği kullarını da nasipli gönüllere sevdirir. Onların hayatlarını, fânî ömürlerinden sonra da -hikmetli nasihatleri ve ibretli kıssalarıyla- gönüllerde devam ettirir.

Muhabbetullah tecellîlerine nâil olan bir kul, başta Ce nâb-ı Hakk’ı ve O’na yakınlığı nisbetinde her varlığı gönlündeki muhabbet dâiresinin içine alır. Fakat mü’min, Rabbine olan sevgisini, fânîlere duyulan sevgi ve bağlılıkların üstüne çıkarmadıkça kâmil bir îmâna ulaşamaz. Zira âyet-i kerîmede:

“…Mü’minlerin Allâh’a olan muhabbetleri ise her şeyden daha ileri ve daha kuvvetlidir…” (el-Bakara, 165) buyrulmaktadır.

Bu sebeple insanoğlu, kalbindeki çoluk-çocuk, ana-baba, kardeş ve arkadaş sevgileri gibi beşerî fakat meşrû sevgileri, lâyık olduğu seviyede tutmalıdır. Aksi hâlde bunlar, bir nîmet olmaktan çıkıp “fitne” hâline gelerek kalpleri fesâda uğratır.

Ana-baba, zevc-zevce, evlât ve sahip olduğumuz imkânlar, Cenâb-ı Hakk’ın biz kullarına büyük lutuflarıdır. Lâkin bütün bunlara duyulan sevgiler, Hak için ve Hak yolunda olmalıdır. Zira gönlü fânîlerin gel-geç güzelliklerine esir edenler, bütün güzelliklerin menbaı olan ilâhî muhabbetten mahrum kalırlar.

Muhabbet ve onun şiddetlenerek bütün varlığı kuşatması demek olan aşkın hakîkîsi ve mecâzîsi vardır. Hakîkîsi, Allah muhabbetin den ibârettir ve Hakk’a vus lat yolunun en büyük ser mâ yesidir. Mecâzîsi ise, mah­lû kattan birine muhabbet ve bağlılıktır. Esâsen rızâ-yı ilâhî ölçüleri içinde yaşanan mecâzî muhabbetler de ha kî kî muhabbete bir basamaktır, kalbin is tî dâ dını artı ran alıştırmalar mâ hi ye tin de dir. Leylâ ile Mec nûn arasın da ki muhabbet mâ ce râsı, bu nun şâheser bir mi sâ li dir.

Eğer Mecnûn’un gönlü, Leylâ’ya takılıp kalsaydı, o, kendisi için bir put olacaktı. Lâkin Leylâ, Mecnun için geçici bir rol oynadı. Mecnûn’un kalbini ilâhî aşka muhâtap olabilecek bir kıvâma getirdikten sonra Leylâ gözden düştü. Mecnun, Leylâ’dan yola çıktığı hâlde orada kalmayıp kalbini Mevlâ’ya yöneltme dirâyetini göstererek Hak âşığı oldu. Diğer bütün fânî ve izâfî bağlantılardan âzâd oldu. Böylece sevdiğinden başka bir şey görmez ve düşünmez oldu. Zira ilâhî muhabbetin mânevî lezzeti karşısında bütün dünyevî zevk ve lezzetler onun nazarında değerini yitirdi.

İşte, ilâhî muhabbet ile mest olan kimse, fânî câzibelerin esâretinden ve insanların elindekilere hased etmekten kurtulur. Böylece kemâle ve menzil-i maksûda erer. Bu da, aşk-ı sâfî, hubb-i ilâhîdir.

Velhâsıl bütün muhabbetler, yöneldiği varlığın Hak katındaki makbûliyeti nisbetinde meşrû ve değerlidir. Yeter ki mecâzî muhabbetler, kalp için son durak olma hüsrânıyla neticelenmesin! Asıl tehlike, muhabbete lâyık olmayana yakınlık ve iltifat göstermektir. Zira her insan, hayatta muhabbet duyduğu varlığın buna liyâkati nisbetinde bir seviye kazanır. İnsanın mânen yükselip alçalmasında, muhabbet kadar, onun zıddı olan husûmetin yerinde kullanılması da pek mühim bir tesir icrâ eder. Muhabbeti lâyıkına, hu sû me ti de müstehakkına yöneltebilmek, sâhibini âbâd ederken, bunun aksine, muhabbeti lâyık olmayana, husûmeti ise müstehak olmayana yöneltmek ise, insanı bu tavrındaki şiddeti kadar alçaltır.

Bu hususta Peygamber Efendimiz’in am ca sı hakkında nâzil olan:

“Ebû Leheb’in iki eli kurusun! Kurudu da!” (Tebbet, 1) âyetinin verdiği mesaj, müstehakkına nefret ile de îmânımızı kemâle erdirmemizin zarûrî olduğudur.

Fıtrî olan sevme temâyülünü, muhabbetin menbaına ve ona en lâyık olan Cenâb-ı Hakk’a hasredip bu nîmeti başka adreslerde ziyan etmekten sakınmanın zarûreti, diğer bir âyet-i kerîmede de şöyle beyan edilmektedir:

“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabânız, kazandığınız mallar, kesâda uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler, size Allah’tan, Rasûlü’nden ve Allah yolunda cihâd etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah, fâsıklar topluluğunu hidâyete erdirmez.” (et-Tevbe, 24)

Ne mutlu o mü’minlere ki, Allah ve Rasûlü’nün muhabbetini her şeyin üstünde tutarlar ve yabânî bahçelerin sahte çiçeklerine aldanmazlar!..

el-AFÜV…

Rabbimizin cemâlî esmâsından bir diğeri de el-Afüv ism-i şerîfidir. Cenâb-ı Hak çok affedicidir. Kâmil mü’minler de; “Affetmeyi bilmeyen, affedilmez.” düstûrunca, ilâhî affa lâyık olabilmek için Allâh’ın kullarına karşı çok affedici olurlar. Zira şahsına yapılan haksızlıkları âdeta “yok” hükmünde görerek gönlünde en ufak bir kızgınlık ve kırgınlık duymadan affetmeyi meleke hâline getirebilmek; kalbî olgunluğun şâheseridir, en büyük mânevî kahramanlıktır.

Hallâc-ı Mansur, kendisini anlayamayanlar tarafından taşlanırken:

“Yâ Rabbi! Benden evvel, beni taşlayanları affet!” diye niyâz etti. Zira o, kendisine ahlâkın ne olduğunu soranlara:

“Ahlâk, Hakk’ı düşünerek halkın ezâ ve cefâsına aldırış etmemektir.” diyebilecek bir gönül ufkuna sahipti.

Yine Hak dostlarından Sâ mi Efen di Haz ret le ri, Dâ ru’l-Fü nûn’un Hu kuk Fa kül te si’ni ye ni bi tir miş ti. Onun gü­zel hâ li ni ve ter te miz sî re ti ni pek be ğe nen bir Hak dos tu:

“–Ev lâ dım, bu tah sil de gü zel dir ama, sen asıl tah sî li ik mâl et me ye bak! Se ni ir fan mek te bi ne kay de de lim, ora da da gö nül ilim le ri ni ve âhi ret sır la rı nı öğ ren!..” de di. Ar dın dan da ilâve etti:

“–Ev lâ dım, o mek tepte na sıl eği tim ya par lar, ne öğ re tir ler bi le mem. Ama bil di ğim bir şey var ki, bu tahsîlin ilk dersi incitme mek, son der si de in cin me mektir...”

Kimseyi incitmemek, ne kadar zor olsa da, yine de olgun bir insanın elindedir. Lâkin kimseden incinmemek, neredeyse imkânsızdır. Bunun için kişinin şahsına yapılan eziyetleri sîneye çekip susması gerekir. Bu büyük bir mârifettir. Lâkin asıl mârifet, kalbi de susturabilmektir. Zira dili susturmak irâdeyle mümkündür, lâkin kalpte irâde yoktur; o yine için için konuşup sızlanmaya devam eder. Kalbe hâkim olabilmek, çok büyük bir mânevî olgunluk ve dirâyet ister. Dolayısıyla incinmemek; din kardeşinin ezâ ve cefâsını unutup ona karşı burûdeti/soğukluğu giderebilmek için, kalbi yüksek bir takvâ ile susturabilme mahâretidir. Bu sebeple de incitmemek mânevî yolun başlangıcı ise, incinmemek nihâyeti sayılmıştır.

Bu hususta Hazret-i Yûsuf’un sergilediği fazîlet çok ibretlidir: Yûsuf u’ı kıskanarak kuyuya atmış olan kardeşleri, yaşanan pek çok tecellînin ardından, onun yüksek fazîletini kabûl edip; “Sen Yûsuf’sun, Allah seni hakîkaten bizden üstün kılmış.” dediler. Yûsuf u ise kalbinde açılan derin yaraların üzerine âdeta bir şal atarak; “Bugün eskileri başa kakmak yoktur…” dedi. Ardından da onların mahcup gönüllerini tesellî sadedinde; “Allah merhametlilerin en merhametlisidir.” bu yur du.

Ayrıca kâmil mü’minler, kendilerini inciten bir hâ di se karşısında, önce lik le o muâmeleye müs te hak olup olmadık la rı yolunda bir nefis mu hâ se be sine yönelirler. Böy le ce, mâruz kaldıkları ce fâ lar dan da mânen istifâde im kânı elde ederler.

Vaktiyle serserilikten vazgeçip sâlih bir hayata dönen biri, dük kâ nın da çalışmakta iken, oraya gelen öfkeli bir adam, kendisini sorgu-sual etmeden fecî bir sûrette dövüp yaralamış. Bu eski serseri, ne bir karşılık vermiş ne de bir îtiraz sesi yükseltmiş. Öfkeli adam dükkândan çıkıp gittikten bir saat sonra geri gelerek bu adamı yanlışlıkla, başkası zannederek dövdüğünü söyleyip özürler dilemiş. Adam:

“–Hayır, bu işte bir yanlışlık yok. Ben bu dayağı hak etmiştim. Çünkü vaktiyle böyle senin yaptığın gibi birçok günahsız insanı sudan bahânelerle dövmüştüm. Senin bu muâmelen, benim hak ettiğim bir işti. Âhirette senden alacağım hakkı, o haksız yere dövdüğüm insanlara vereceğim.” demiş.2

İşin bir başka yönü daha vardır: Her mu sî bet, ona müstehak olma sebebiyle başa gelmez. Bazen de bir fert, mazlûmiyetle taçlanmak, sabır neticesi derece elde etmek ve mükâfatlandırılmak üzere bir musîbete mâruz kalır. Eğer mu sî betler hep hak etme ne ti cesinde olsaydı, in san lar mecbûren iyi olur lar ve peygamber ler üzerine hiçbir mu sî bet gelmezdi. Hâlbuki in sanlık tarihinde en bü yük musîbetlere mâ ruz kalanlar, enbiyâ sil­si le sidir. Üstelik onla rın mâsumiyet sıfatı vardır.

Düşünmek gerekir ki, bugün Allâh’ın kullarını affetme irâdesini gösteremeyen, menfaatperest, hodgâm ve felçli bir ruh, yarın huzûr-i ilâhîde ne yüzle af dileyebilir?! Affedememe illeti, insanın kendi gafletinden kaynaklanır. Zira affın asıl sahibi Cenâb-ı Hak’tır. Mü’minler de gönüllerindeki Allah muhabbeti nisbetinde affedebilirler. Bu sebepledir ki şahsî meselelerde affetme fazîletini gösteremeyip kin ve intikam gütmek, kâmil mü’minlere aslâ yakışmaz. Mü’mine düşen, kusurlu insana karşı gazap yerine merhamet duygusuy la dolu olmaktır. Gü nah kâ ra, sürüklendiği günahtan dolayı acı ma hissiyle mu kā be le etmek, îmanda ke mâ le ermenin bir ifâdesidir. Zira kâmil mü’minler, kusur işleyen bir mü’mine karşı -o kusur kendilerine karşı işlenmiş olsa dahî- bir doktorun hastasına muâmelesi gibi bir tavır sergilerler. Hiçbir doktor hastasına, yakalandığı hastalıkta şahsî bir kusuru olsa bile kızmaz. Kendisini hastasına şifâ sunmakla mükellef bilir. Bu ahlâk ile yaşayan Hak dostları da, günaha olan nefreti, günahkâra taşırmazlar. Onları yaralı bir kuş gibi kabul ederek gönül sarayında irşad ve ıslah gayreti içinde olurlar.

Nitekim Sehl-i Tüsterî’ye, ahlâktan sorduklarında şöyle buyurmuştur:

“Ahlâkın en küçük derecesi; eziyete katlanarak intikam peşinde olmamak, z...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Hak dostlarından ilâhî ahlâkı yaşamak 2
« Posted on: 27 Nisan 2024, 05:59:58 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Hak dostlarından ilâhî ahlâkı yaşamak 2 rüya tabiri,Hak dostlarından ilâhî ahlâkı yaşamak 2 mekke canlı, Hak dostlarından ilâhî ahlâkı yaşamak 2 kabe canlı yayın, Hak dostlarından ilâhî ahlâkı yaşamak 2 Üç boyutlu kuran oku Hak dostlarından ilâhî ahlâkı yaşamak 2 kuran ı kerim, Hak dostlarından ilâhî ahlâkı yaşamak 2 peygamber kıssaları,Hak dostlarından ilâhî ahlâkı yaşamak 2 ilitam ders soruları, Hak dostlarından ilâhî ahlâkı yaşamak 2önlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes