> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > İz Bırakanlar > Hak dostlarından Hz. Peygamber i kalben tanımak
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Hak dostlarından Hz. Peygamber i kalben tanımak  (Okunma Sayısı 564 defa)
03 Kasım 2010, 12:44:54
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 03 Kasım 2010, 12:44:54 »



Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından –18- Hz. Peygamber’i Kalben Tanımak


Bir derviş, ârif bir zâta sorar:

“–Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri mi, Bâyezid-i Bistâmî Hazretleri mi daha büyüktür?”

O zât şu cevabı verir:

“–Bu iki velî arasındaki fazîlet büyüklüğünü tâyin edebilmek için onlardan daha büyük bir velî olmak lâzımdır...”1

Yâni Allah dostlarının fazîlet ufkunu tam olarak kavrayabilmek, değme idraklerin kârı değildir. Beşerî idrak, Allâh’ın velî kulları hakkındaki fazîlet takdîrinden bile âciz iken, Allâh’ın Habîbi’nin kadr u kıymetini ne kadar takdîr edebilir ki?..

Acabâ kelimelerin mahdut imkânları ile yazılan bütün sîret kitapları, Hakîkat-i Muhammediyye’nin kaçta kaçını ifâde edebilir?!. Üstelik O’nu anlatmaya kalkan her kalem, sahibinin gönlündeki muhabbet nisbetinde bir ifâde kudretine sahip iken...

SONSUZ MÂNEVÎ İSTİÂB

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, bir gün talebeleriyle sohbet etmekteyken Şems-i Tebrizî, onu imtihan etmek maksadıyla garip bir heyecan içinde şu acâyip suâli sorar:

“–Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri mi, yoksa Hazret-i Muhammed Mustafâ r mi daha büyüktür?”

Mevlânâ Celâleddîn, dehşete kapılır ve hiddetle:

“–Bu ne acâyip bir suâl?! Hiç âlemlere rahmet olarak gönderilmiş yüce bir peygamberle, bütün mânevî sermâyesi O’na tâbîlik olan ve gönül feyzini O’ndan alan bir velî mukâyese edilir mi?!.” der.

Tebrizli Şems, sükûnetini bozmadan suâlini şu şekilde açıklar:

“–Öyleyse neden Bâyezîd, Rabb’inden cehenneme konulmasını ve vücûdunun orada hiçbir günahkâra yer kalmayacak derecede büyütülmesini taleb ettiği, lâkin bunun zıddına, küçük bir ilâhî tecellî karşısında da; «Şânım ne yücedir! Kendimi tesbîh ederim!..» dediği hâlde; Hazret-i Peygamber r sayısız tecellîlere rağmen büyük bir mahviyet içerisinde bulunuyor ve nâil olduğu ulvî derecelerle yetinmeyerek Rabb’ine hamd ve şükür hâlinde ve O’na yakınlık arzusuyla dâimâ istiyor, istiyor, sürekli istiyordu?..” der.

Bu îzah, Mevlânâ Celâleddîn’i sırf aklın aydınlattığı zâhir ilmin hudûduna getirip dayar. Bu noktada kalarak suâli cevaplamak imkânsızdır. Şems, mânevî tasarrufla onu bu noktadan daha ileriye istikâmetlendirir. Zîrâ zâhirî âlemin mâverâsı (ötesi), uçsuz bucaksız bir “ledün âlemi”dir. Böylece Şems, muhâtabını, onda mevcut olduğu hâlde habersiz bulunduğu mânevî ufkun derinliklerine doğru şimşek süratiyle bir keşif seyahatine çıkarmış olur.

Bu ânî gelişmenin tesiri ile Hazret-i Mevlânâ, daha evvel ezberlemiş bulunduğu zâhirî ilmin mütâlaalarından biriymiş gibi kolaylıkla şu cevâbı verir:

“–Bâyezîd’in; «Şânım ne yücedir; kendimi tesbîh ederim! Ben sultanlar sultânıyım!..» sözü, mânevî bir işbâ (doymuşluk) hâlinin ifâdesidir. Yâni onun mânevî susuzluğu, küçük bir tecellî ile giderilmiş oldu. Okyanusun hacmi sonsuzdu, lâkin onun kalbî istiâbı bu kadardı. Bu yüzden küçük bir tecellî ile rûhu artık talepsiz hâle geldi, sekre sürüklendi; akıl âleminin dışına çıktı.

Hazret-i Peygamber r ise, «elem neşrahleke sadrake »2 sırrına mazhar olmuştu. İlâhî tecellîler, kendisini her taraftan kuşattığı hâlde kâinat kadar geniş olan gönül âlemi, bir türlü kanmıyordu. Kulun Rabbiyle arasındaki mesâfe sonsuz kere sonsuz olduğu gibi, O’nun kalbî istiâbı da sonsuzdu. Bu yüzden mazhar olduğu nâmütenâhî tecellîler bile O’nun ilâhî aşkını teskîne kâfî gelmiyor, bilâkis sonsuz bir iştah ve iştiyakla susadıkça susuyor, içtikçe de susuzluğu artıyordu. Yüce Mevlâ’sına her an daha da yakın olmayı arzuluyordu. Her an bir hâlden diğer bir hâle yükseliyor ve her yükselişte de bir önceki hâline tevbe ediyor;

«Yâ Rabbî, Sen’i gereği gibi ve lâyık olduğun vechile tanıyamadım... Sana hakkıyla kulluk yapamadım…»3 diye istiğfar ve tazarrûda bulunuyordu.”

İşte Mevlânâ Hazretleri, bu nevî sır ve hikmet tecellîleriyle olgunlaşarak zâhirî ilimlerin hudutlarını aştı, gönül iklîminde aşk-ı peygamberî ile bambaşka mânâ ırmakları çağıldayan ve dilinden hikmetler fışkıran büyük velîlerden oldu.

VELÎSİ BÖYLE OLURSA

Selçuklu Sultanı’nın kızı ve Hazret-i Mevlânâ’nın mürîdesi olan Gürcü Hâtun, sarayın meşhur ressam ve nakkaşı Aynü’d-Devle’yi, gizlice resmini çizip kendisine getirmesi için Hazret-i Mevlânâ’ya gönderir. Ressam, gâfilâne bir şekilde huzûra çıkıp vaziyeti Hazret-i Mevlânâ’ya anlatır. O da mütebessim bir çehreyle:

“–Sana emredileni, arzu ettiğin gibi yap yapabilirsen!” der.

Ressam çizmeye başlar. Fakat neticede karşısındaki sîmânın, çizdiği resimle alâkasız bambaşka bir muhtevâ ve şekle büründüğünü fark edip yeniden çizmeye koyulur. Böylece Hazret-i Mevlânâ’nın, resmini çizmeye çalışırken yirmi yaprak eskitir. Sonunda aczini anlar ve bu işten vazgeçmek mecburiyetinde kalır. Hazret-i Mevlânâ’nın ellerine kapanır. Zîrâ o ünlü ressamın sanatı, kendi çizgilerinin içinde kaybolmuştur.4

Bu hâdise, ressamın gönlünü uyandırır; hayret, dehşet ve ürperiş içinde derin düşüncelere daldırır ve enfüsî bir âlemin seyyâhı eyler. Nihâyet gönlünde açılan pencereden Allah Rasûlü r Efendimiz’in tahayyülüne dalan ressamın dilinden şu sözler dökülür:

“–Bir dînin velîsi böyle olursa, kim bilir Nebî’si nasıl olur?!.”

GÖNDERENİN KADRİNCE OLUR!..

Hâlid bin Velid -radıyallâhu anh-, bir seriyye esnâsında müslüman bir aşîretin yanında konaklar. Aşîret reisi ona:

“–Bize Rasûlullâh r Efendimiz’i anlatır mısınız?” der.

Hâlid bin Velid -radıyallâhu anh-:

“–Allah Rasûlü’nün o ebedî güzelliklerini anlatmaya güç yetmez. Tafsîlâtıyla anlatmamı istersen, bu mümkün değil!” der.

Reis:

“–Bildiğin kadarıyla anlat! Kısa ve öz olarak târif et!” deyince Hâlid -radıyallâhu anh- şu karşılığı verir:

“• : Gönderilen, gönderenin kadrince olur!..”5

Yâni gönderen, Âlemlerin Rabbi olduğuna göre, gönderilenin şânını, var sen hesâb et!..

Velhâsıl Fahr-i Kâinât r Efendimiz’in yüceliğini kavramaya hiçbir beşerin gücü yetmez. Biz, O’nu kendi sınırlı idrâkimizle ölçemeyiz. Nitekim beşer idrâkinin bu sahadaki aczi yüzündendir ki O’nu bizzat Cenâb-ı Hak tekrîm ve takdîm ediyor. O’nun şânını ifâde sadedinde;

“Allah ve melekleri, Peygamber’e salât ederler. Ey mü’minler! Siz de O’na salevât getirin ve tam bir teslîmiyetle selâm verin.” (el-Ahzâb, 56) buyuruyor. Rasûl-i Ekrem r Efendimiz’in bir hilkat bedîası, yâni yaratılış şâheseri ve eşsiz bir sanat hârikası olduğunu bizzat Cenâb-ı Hak beşer idrâkine îlân ediyor.

Bu itibarla O’nu anlamak, Hakk’a kullukta en mühim basamaktır. O’nu anlamadan, O’nu tanımadan, O’nun izinden gitmeden ve O’nun gönül hassâsiyetlerinden nasip almadan, ne îmânımız tam bir îman olur, ne Kur’ân’ı tam olarak idrâk edebiliriz, ne de kulluğumuz tam bir kulluk olur…

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“(Rasûlüm!) O’nu Rûhu’l-Emîn (Cebrâil) îkaz (ve irşâd) edicilerden olasın diye, apaçık bir Arap diliyle, Sen’in kalbine indirmiştir.” (eş-Şuarâ, 193-195)

O’nun 23 senelik nebevî hayatı Kur’ân’ın tefsîri mâhiyetindedir. Kur’ân’ın sır ve hikmetleri de ancak Rasûlullah r Efendimiz’in kalbî dokusundan hisse almakla anlaşılır.

O’NU TANIMANIN EN FEYİZLİ YOLU

Rasûl-i Ekrem r Efendimiz’i tanımak, O’nu satırlardan okumaktan ziyâde, sadırlardan okumakla mümkündür. Yâni, nebevî ahlâk ile ahlâklanmış, takvâ ehli âlim ve âriflerin gönül âlemlerinden feyz ve rûhâniyet alarak okumak icâb eder. O, kâmil mânâsıyla ancak, takvâ sahibi mü’minlerin kalbî duygularıyla okunabilir. O’na takvâ ile ne kadar yakınlaşabilirsek, O’nu ancak o nisbette tanıyabiliriz. Âyet-i kerîmede buyrulur:

“…Siz takvâ sahibi olun, Allah size (bilmediğinizi) öğretir.” (el-Bakara, 282)

Dolayısıyla Siyer-i Nebî’yi öğrenmek, sırf kronolojik bir okuma faâliyetiyle olamaz. Siyer-i Nebî’yi en iyi bilenler, hayatları en çok Rasûlullah r Efendimiz’e benzeyenlerdir. O’nu en iyi tanıyanlar, takvâ hayatı içinde olan ve O’nun sünnetini titizlikle yaşayıp, muhabbet ve hasretle O rahmet güneşine hilâl olan Hak dostlarıdır. Zîrâ onlar, bir gölgenin sahibine olan mutlak sadâkat ve bağlılığıyla Allah Rasûlü’nün nurlu izinden yürürler.

Peygamber Efendimiz r âyet-i kerîme ile te’yîd edildiği üzere, aslâ hevâsından konuşmazdı. O yalnızca, kendisine vahyedilenin tercümânı, tatbikatçısı, açıklayıcısı, tebliğcisi ve temsilcisi idi.

Fenâ fi’r-Rasûl, yâni Rasûlullah muhabbetinde fânî olmuş Hak dostları da, nefislerinden, hevâ ve heveslerinden konuşmazlar. Onlar bir ney gibi iç âlemlerini mâsivâdan boşaltmış olduklarından, onlardan duyulan bütün irşad sadâları, ahlâkıyla ahlâklandıkları enbiyâ nefesinden bir hissedir. Onların kalpleri, Hak ve hakîkat nurlarının aksettiği mücellâ bir aynadır. Nebevî ifâde ile; “…Cenâb-ı Hak onların işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı, akleden kalbi ve konuşan dili olmuştur.” (Bkz. Buhârî, Rikâk, 38)

Varlık Nûru Efendimiz r her şeye ebedî saâdet heyecânı bahşeden ve bütün âlemleri aydınlatan bir Güneş’tir. Vâris-i enbiyâ olan velîler de, yaşadıkları takvâ hayatıyla O Güneş’e ayna olan mehtaplar mesâbesindedirler. Mehtâbın varlığı, Güneş’in varlığına bağlıdır. Zîrâ mehtâbın bütün nûru, güzelliği ve ihtişâmı, Güneş’ten gelen küçük bir akistir…

Şeyh Sâdî, velîlerin bütün güzelliklerini Allah Rasûlü’ne borçlu olduklarını, bütün gönül sermâyelerini rûhâniyet-i Rasûlullah’tan tefeyyüz ettiklerini, Gülistan adlı eserinde temsîlî bir üslûb ile şöyle hikâye eder:

“Bir kişi hamama gider. Hamamda dostlarından biri kendisine temizlenmesi için güzel kokulu bir kil (temizleyici toprak) verir. Kilden, rûhu okşayan enfes bir râyiha yayılır...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Hak dostlarından Hz. Peygamber i kalben tanımak
« Posted on: 25 Nisan 2024, 12:58:48 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Hak dostlarından Hz. Peygamber i kalben tanımak rüya tabiri,Hak dostlarından Hz. Peygamber i kalben tanımak mekke canlı, Hak dostlarından Hz. Peygamber i kalben tanımak kabe canlı yayın, Hak dostlarından Hz. Peygamber i kalben tanımak Üç boyutlu kuran oku Hak dostlarından Hz. Peygamber i kalben tanımak kuran ı kerim, Hak dostlarından Hz. Peygamber i kalben tanımak peygamber kıssaları,Hak dostlarından Hz. Peygamber i kalben tanımak ilitam ders soruları, Hak dostlarından Hz. Peygamber i kalben tanımak önlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes