๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => İz Bırakanlar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 03 Temmuz 2010, 15:55:16



Konu Başlığı: Esmai ilahiye
Gönderen: Sümeyye üzerinde 03 Temmuz 2010, 15:55:16
Esma-i İlahiye


Esma-i İlahiye, Sıfât-ı Sübhaniye doğrudan doğruya Zat-ı Uluhiyet'le münasebete geçen müntehiler için birer perdedir Belli bir noktadan sonra bu isimler de sıfatlar da müntehilerin nazarından silinip gider ve geride sadece Zâtın şuââtı kalır Biz bu şuââta “Sübühât-ı Vech” adını veriyoruz Sübühat-ı Vech karşısında Zât'tan –ki ona Zât-ı Baht deniliyor- başka her şey erir

Şe'n-i Rububiyet, Sıfât-ı Sübhaniye, Esma-î İlahiye hilkate doğru gelir yani tecellileri ef'âl alemine akseder ve ortaya âsâr çıkar Mesela bizler hepimiz âsâr içinde mütalaa ediliyoruz Buraya kadar anlattıklarımızda Üstadla, sofilerin ve kelamcıların mütalaarında farklılık yoktur Ancak, bu türlü tasnifleri yapabilmek için farklı düşünen, farklı yorumlara sahip olanların düşüncelerini de bilmek lazım Risalelere bu zaviyeden bakınca epistemolojik alandaki kıymetini takdir etmekten kendinizi alamazsınız Çünkü Risaleler yukarıda bahsi geçen veya geçmeyen, başka sahalardaki kavramlar ve ıstılahlar da dahil tarifler, açıklamalar ve yorumlar getiren adeta bir fihristtir Yalnız bunları ortaya çıkartabilmek için kısmen de olsa literatüre vakıf olmak ve çok dikkatli okumak gerekir Aksi halde anlayamamadan veya Risaleler'in sistematiğine vakıf olamamadan kaynaklanan yanlış değerlendirmeler yapılabilir
Şe'n-i Rububiyet üzerinde kısaca duralım Şe'n-i Rububiyet işin doğrusu çoklarının üzerinde durduğu ama çok da anlaşılmayan bir ıstılah Doğrudan doğruya Zat-ı Uluhiyet'le alakalı Bu yüzden bazıları bu kavramı hiç tahlil etmeye yanaşmamış Kur'an-ı Kerimde ‘şe'n' kelimesi, “ Külle yevmin hüve fi şe'n - O her an yeni tecellilerle her şeye müessirdir” (Rahman, 55/29) şeklinde geçiyor Kelamcılar da kullanıyorlar Fakat Üstad şe'n kelimesine terakkinin basamaklarından biri, belli seviyede mütalaaların çıktığı yer gibi manalar veriyor Mesela Cenâb-ı Hakk'ın “Hayat” sıfatı Hayat, Zât-ı Uluhiyet'te gerçek hayata esas teşkil edebilecek; münezzeh, mukaddes, müberrâ ve sadece Zât-ı Uluhiyet'e şayeste bir şe'n, tabir caizse bir kabiliyet Bunun yanısıra aynı ölçülerde bir “irade”, “kudret”, “sem'”, “basar”, “kelam” kabiliyeti de var Bunlar hakiki anlamda irade, kudret, sem', basar ve kelam değil, aksine birer sıfat ve bu sıfatların dayandığı şe'ndir ki şuûnât-ı ilahiye buna deniyor Böyle bir yorumu yapabilmek bir ufuk meselesidir, bir idrak mevzuudur Bu tür şeyler seyr-i sülûk-i ruhanide belli mertebelere ulaştıktan veya Cenâb-ı Hakk'ın cezb u incizabıyla kavradıktan sonra ancak söylenebilir Yoksa insanın konuştuğu şey sadece başkalarının söylediği şeyleri nakilden ibaret kalır

Şimdi öyle bir şe'ne dayalı olan yukarıda arzettiğim sıfatlar olduğu gibi Esma-i İlahiye de var Yalnız Esma-i İlahiye bu sıfatlara dayanırMesela Allah'ın Semî' ismi sem' sıfatına, Basîr ismi basar sıfatına, Hayy ve Muhyî isimleri hayat sıfatına dayanır Üstadın bir yerdeki yaklaşımıyla Esmâ-i İlahiye'nin ortaya çıkışı böyledir Bir sıfata bazan değişik isimler de raci olabilir Yalnız şu ayırımın yapılması lazım: Zât-ı Uluhiyet'in isimleri Zâtının aynı değildir Ehl-i Sünnet bu ince ayırımı “sıfatlar Zât'ın ne aynı, ne gayrıdır” demek suretiyle yapmış ve bu vartadan sakınmıştır Bence bu yaklaşım İmam Ebû'l-Hasen Eş'arî Hazretleri'nin insanları düşünce inhirafından kurtarma adına ortaya attığı kurtarıcı bir simittir İşin aslı bunun da tam anlamıyla ne demek olduğunu pek bilemiyoruz Aliyyü'l-Kari İmam Eş'ari'nin bu düşüncesini manzum olarak şöyle ifade eder: “Sıfâtullahi leyset ayne Zâtin / Ve lâ gayrin sivâhu ze'n-fisâli – Sıfatullah Zatının aynı değildir, fakat ondan ayrılabilecek şekilde gayrı da değildir” İmam Eş'ari bu mütalaa ile Mutezile'nin sıfatları inkar edip, “bunlar Zât'ın aynıdır; yani mesela hayat, Allah hayattadır, dolayısıyla hayatla tecelli eder” demelerinin önünü kesmek istemiş ve Zat-ı Uluhiyet sadece Zat-ı Baht'tan ibaret değildir mülahazasını ortaya koymuştur

O dönemde cereyan eden bu tartışmalarda birileri de çıkıp “Sıfatlar Zât'tan gayrıdır” demiş ve bu defa tartışmalar taaddüd-ü kudema etrafında dönmüştür Yani Allah hem Vahid ve Ehad hem de sem', ilim, irade, basar, hayat gibi bir çok kadim sıfatı var İşte “Allah'ın sıfatları Zâtının ne aynıdır ne de gayrıdır” bu vartalardan insanı kurtaran bir yaklaşımdır ve bütünüyle tekniktir Bana göre bunlar kelam kitaplarına, o mevzuda yazılmış şerhlere vakıf olan insanların müzakere edebileceği konular

Bu sıfatların her birerlerine raci isim veya isimler var dedik biraz önce Bu isimleri de biz yine nazari olarak biliyoruz Fakat ufku o aleme ulaşan birisi mesela Abdulkadir Geylani Hazretleri diyor ki “Esmâyı müsemmâdan gayrı göremez arif” Bunun manası: arif baktığı her şeyde, ef'alde, esmada sadece Müsemmâ-i Akdesi görür demektir Çünkü Üstad'ın yaklaşımıyla “Allah isimleriyle malum, sıfatlarıyla muhat”tırİsimle sıfatın ayrılmasının sebebi Zât çerçevesini belirlemek içindir Bunun için “sıfat”lar denir Çünkü O'nu sınırlayamaz, bir çeper içine alamazsınız Zıddı yoktur O'nun, niddi de yoktur ki O'na çeper olsun

Üstad farklı bir dille aynı hakikatı şöyle ifade eder: “Hakiki hakaik-i eşya Esma-i İlahiye'den ibarettir” Yani bizim gördüğümüz, hissettiğimiz, duyduğumuz, beş duyu organımıza ve aynı zamanda aklımıza hitap eden yanlarıyla hissettiğimiz eşya Esma-i İlahiye'nin bir tezahüründen ibarettir Fakat baktığımız, hissettiğimiz şeylerde Esma-i İlahiye'yi görme de bir ufuk meselesidir Ağaçta, taşta, toprakta, insanda her şeyde Esma-i İlahiye'yi görebilme bir derece, mertebe ve seviye meselesidir Bu açıdan, varlık ve hadiseler Esma-i İlahiye ile çok irtibatlıdır Bunları birbirinden ayrı düşünmek mümkün değildir Onun için rahatlıkla denebilir ki varlığın tevil ve yorumu mevzuunda da en sıhhatli, en inandırıcı, en yanıltmayan kaynak Esma-î İlahiye'dir

Üstad, değişik yerlerde, dolaylı yollardan Esma-i İlahiye'nin izahında bulunmuş, bazı isimleri izah etmiş Mesela Haşir Risalesi'nde Adl ismi, Hakim ismi demiş izahını yapmış Beka sıfatı, Kayyum ismini gerektiriyor demiş Kendisinin de İsm-i Azam olarak kabullendiği “Ferdün, Hayyün, Kayyûmün, Hakemün, Adlün, Kuddûs” isimleri üzerinde ariz ve amik tahliller yapmış Lem'alarda bu isimlerin değişik tecellilerini anlatmış Şimdi, orada anlatılan şeyler açısından Esma-i İlahiye meselesine bakacak olursak şu espriyi kavramada yarar var: Esma-i İlahiye'nin Zât-ı Uluhiyet'e bakan yanları vardır Mesela bunlardan Kuddûs ismini ele alalım Kuddûs ismi, Cenab-ı Hakk'ın Zâtına taalluk eden yanıyla Allah'ın bir ismi Allah'ın bu ismi, Zâtına ait bir kısım hususiyetleri -isterseniz “mâ yûcedu fîhi ve lâ yûcedu fî ğayrihî - Onda bulunur, başkasında bulunmaz” anlamında hasais diyelim- gerektirir Bu da Kuddûs isminde hepinizin bildiği gibi mukaddes, pâk, arızasız, arı-duru manalarını ihtiva eder Veya Allah Ehaddir Öyleyse iki değildir, ikilikten münezzeh ve mukaddestir Sameddir, herkes Ona muhtaç ama O kimseye muhtaç değildir “Lem yelid ve lem yûled” O doğurmamıştır; doğurulmamıştır Birisini doğurmamış, aynı zamanda birisi tarafından da doğrulmamıştır Şimdi Kuddûs ismi Zât-ı Uluhiyet'e taalluk eden yanı itibariyle ve Kur'an-ı Kerim'in bize verdiği çerçevede Zât-ı Uluhiyet mülahazasına yakışmayan bütün şeylerden münezzehtir demektir Hazreti Hakkı'nın o manzum ifade ettiği şeylerde:

Bulunmaz Rabbimin zıddı ve niddi misli alemde
Ve suretten münezzehtir, mukaddestir Taâlallah
Şerîki yok, berîdir doğmadan, doğurmadan ancak,
Ehaddir: küf'ü yok, “İhlâs” içinde zikreder Allah
Ne cism u ne arazdır; ne mütehayyiz, ne cevherdir;
Yemez içmez, zaman geçmez, berîdir cümleden Allah
Tebeddülden, tağayyürden; dahi elvân u eşkâlden,
Muhhakkak Ol müberrâdır, budur selbî Sıfâtullah

O halde Kuddûs dendiği zaman Allah kutsaldır, Allah mukaddestir, Allah beşerî ve mahlukata ait avârızdan münezzehtir şeklinde anlamak lazım

Fakat ef'âl alemine taalluk eden cihetiyle Kuddûs ismi yeryüzünde, kainatta, mahiyet-i insaniyede nezahete, nezafete vesiledir, ona sebep olan bir isimdir Hatırlayacağınız gibi Lem'alar'da diyor ki mealen: yeryüzünde şu kadar hayvanat ölüyor, fakat ism-i Kuddûs'ün bir cilvesi olarak yeryüzü hiç levsiyatla kirlenmiyor Adeta bir kısım sıhhiye memurları gibi kurtlar, karıncalar hisselerine düşen temizliği yapıyorlarCanavarlar lâşeleri temizliyor, hastalıklı hayvanları başka hayvanlar parçalıyor, yiyor Böylece ekosistemdeki denge ve nezafet korunuyorGerçekten insanların kirleten elleri meseleye karışmasa Amazon, Mississipi, Nil, Tuna temiz akıyor
Veya insan mahiyetine bakan yanı ile göz kapaklarının açılıp kapanmasıyla göz temizleniyor, burnunuzun içindeki kıllarla burun temiz tutuluyor, insan genzine olumsuz şeyler gitmiyor, ağzınızın kapanmasıyla ağzın içine bir şey kaçmıyor vs Demek her şey lisan-ı haliyle “Ennezâfetü mine'l-iman – Temizlik imandandır” diyor ve Kuddûs ismini gösteriyor

Kayyûm ismine geçelim; Kayyûm, Cenab-ı Hakk'ın Kıdem ve Bekâ sıfatına dayanır Kayyûm kendi kendine kaim demek Gece teheccüd namazına kalktığımız zaman “Allahümme leke'l-hamd, Ente Kayyûmü's-semâvâti ve'l-ard ve leke'l-hamdü” duasını okuruz Yani “Gökleri ve yeri tutan Sensin!” deriz Cenab-ı Hakk'ın Zâtına bakan yanı itibariyle Allah Zâtıyla kaim ki buna literatürde “Kıyamün bi nefsihî” denir Zaten başka biriyle kaim olsaydı Allah bir şeye muhtaç olurdu O ise bir kusurdur ve Allah ondan münezzehtir
Varlık alemine taalluk eden yanı itibarıyla varlığın dünyada da ahirette de kıyamı Allah iledir Onun için Cenab-ı Hakk “Kayyûmu's-semâvâti ve'l-ard” bazı ezkâr yazarlarına göre “Kayyîmi's-semâvâti ve'l-ard”dır

Bu iki isimde görüldüğü gibi bütün isimlerin bir Zât-ı Uluhiyet'e bakan yanları bir de ef'al ve âsâr alemine bakan yanları vardır Onun için tekrar ifade edelim; ef'al ve âsâr alemi içinde neyi tahlil etmek istiyorsak en sıhhatli kaynak Esmâ-i İlahiyedir , ona müracaat etmek gerekir

Şimdi Üstad'ın yaklışımını bir daha tekrar edeyim: “Hakiki hakaik-i eşya Esmâ-i İlahiye'den ibarettir” Üstad'dan başka birisinin bu sözü söylediğini hatırlamıyorum Ama sofilerin bu mevzudaki yaklaşımı Üstad'ın dediği şeye yakındır Derler ki onlar eşyanın hakikatlarına bakınca, sen-ben, değişik simalar, değişik çehreler, eğer Esma-i İlahiye'nin tecellisinden ve belli şeylerde temerküzünden ibaretse, insanın “benim” demeye hakkı yoktur Çünkü her şey O'ndandır Ama bu tesbiti ifadede kullandıkları söz biraz iltibasa açık Muhyiddin İbn Arabi ekolüne mensup kişilerin veya ondan evvel gelen Sühreverdî, Hallac ve İbn Farıd gibi kişiler bunu ifade ederken “Heme Ost” demişler Yani madem her şey O'nun isimlerinden oluyor, ve isimler sıfat-ı Sübhaniyesine dayanıyor, sıfatlar şe'n-i Rububiyet'te temerküz ediyor, öyleyse her şey O'ndan ibarettir Vahdet-i Vücuda giden bir yol bu
İmam Rabbani Hazretleri ise sahabeye dayanarak “Heme ez Ost - Her şey O'ndan” demiş “Her şey O” değil, “Her şey O'ndan” Bu, büyük oranda sünni çizgiye daha yakın “Her şey O'ndan”dır, doğru Fakat bu da “şuhud” ifade ediyor Yani görülen her şey bir yönüyle O'ndan ibarettir Madem gördüğünüz şu simalarda, sima-i Rahman mütecellidir, insan simasında da görülür, “İnnallahe halake Âdeme alâ sûreti'r-Rahman” bunu anlatır Üstad çok farklı bir yaklaşımla izah ediyor bunu Diyor ki “İnsan öyle aciz, öyle fakir, öyle muhtaç, öyle tutarsız, öyle dermansız ki onun haline bakınca bir Rahmaniyet ve Rahimiyet olmazsa ayakta durması mümkün değil” Yani insan hal diliyle “Tut elimden, tut ki edemem Sensiz” diyor İşte bu yönüyle onda bir suret-i Rahman, belki suret-i Rahmaniyet, suret-i Rahimiyet mütecellidir demek daha uygun Bu daha selametli bir yaklaşım bana gore Sui tevile kapıları kapatıyor

Sonuç olarak “Hakiki hakaik-i eşya Esma-i İlahiye'den ibarettir” zaviyesinden esmaya ve ef'al alemindeki hadiselere bakma usulü'd-dinin esaslarına uygun bir bakış açısıdır Böylece insan ifrat ve tefritlerden kurtularak hem fantezilerin arkasına düşme, hem esbabı her şey sayma, hem de “Her şey O” veya şuhud ifade eden “O'ndan” deme vartalarından kurtulmuş olur


Fethullah Gülen