๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslami Hükümlerin Esas ve Hikmetleri => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 19 Ağustos 2011, 14:08:41



Konu Başlığı: Zanların Doğru Çıkmamasının Hükmü
Gönderen: Ekvan üzerinde 19 Ağustos 2011, 14:08:41
Zanların Doğru Çıkmamasının Hükmü


Zanların doğru çıkmamasının çeşitli örnekleri vardır. Bunların bir kısmı şunlardır:

• Bir kimse ictihad ettikten sonra bir yöne yönelerek namaz kıldıktan sonra, zannının doğru olmadığı ortaya çıksa namazın iadesinin gerekli olup olmadığı konusunda iki fatklı görüş vardır.

• Kişi abdestinin bozulup bozulmadığmda şüphe etse, istıshabı esas alarak namaz kılsa, sonra zannının doğru olmadığı ortaya çıksa namazın iadesi gerekir. Çünkü din, abdestsizliği giderme konusuna özen gös­termiştir.

•  Yolculuk halinde teyemmüm yapan kişi bir kafile görerek onların yanında su olduğunu zannetse, bu zannı doğru çıkmasa bile teyemmü­mü bozulur.

•  Teyemmüm yapan kişi suyun bulunmadığını zannederek teyemmümle namaz kılsa, sonra bir eşyasında suyun bulunduğu ortaya çıksa ve­ya araması gereken bir yerde bir kuyu bulsa, namazı yeniden kılması gerekir.

•  Kişi temizliğin asıl olduğu konusundaki istıshaba dayanarak necaset bulunduğu halde namaz kılsa sonra zannının doğru olmadığı ortaya çıksa namazını yeniden kılması gerekir.

• Kişi temiz olduğu zannıyla bir yerde namaz kılsa sonra oranın necis olduğu ortaya çıksa namazı yeniden kılması gerekir. Bu konuda farklı görüş belirtmenin delili yoktur.                                      .

•  Bir kimseye namaz vaktinin girdiği haber verilse o da vaktin girdiği zannıyla namazı kıldıktan sonra zannın doğru olmadığı ortaya çıksa namazı yeniden kılması vacip olur.

•  Müslümanlar gece karanlığında bir takım karaltılar görerek bundan' korksalar, şiddetli korku zamanında kılınan korku namazı kılsalar sonra bu karaltıların hayvan olduğu anlaşılsa, namazın hükmü konu­sunda iki farklı görüş vardır. Birincisine göre iade gerekmez. Çünkü Yüce Allah korku namazını yalnızca korkuya bağlamıştır. Burada da korku gerçekleşmiştir. İkinci görüşe göre ise zannm doğru olmaması ve zaruretin bulunmaması sebebiyle namazın yeniden kılınması ge­rekir.

• Bir kimse müslüman ve erkek zannettiği kişinin arkasında namaz kılsa, zannın doğru çıkmaması halinde, bu durumun nadiren meydana- gelmesi sebebiyle namazı tekrar kılması gerekir. En kuvvetli görüşe göre hünsa-i müşkilde de aynı durum söz konusudur.

Bir kimse abdestsizliklerden temizlendiğini zannettiği kişinin arkasında namaz kılsa, zannı doğru çıkmasa, namazı tekrar kılması gerekmez. Çünkü o, temiz olduğunu zannettiği kişinin arkasında namaz kılmakla yükümlü tutulmuştur. Bir önceki mesele ile bunun farkı küfür ve dişili­ğin çoğunlukla gizli olmamasıdır. Hünsalık da böyledir. Çünkü hünsa-lık adetin dışında garip bir durumdur. Sıradışı ve garip durumların ya­yılması için her türlü etken de mevcuttur. Bu yüzdendir ki hangi bölge­de bir hünsa-i müşkil varsa o, insanlar arasında meşhur olur.

Bir kimse, güneş tutulmasının devam ettiğine inanarak küsuf namazına başlasa, zannı doğru çıkmasa namazı bozulur. Namazın nafileye dö­nüşmesi konusundaki görüş ayrılığı buraya uygulanamaz. Çünkü kü­suf namazına benzeyen nafile bir namaz bulunmadığından bu nama­za yapılan niyet başka bir nafileyi kapsamaz.

Kişi helal olduğunu zannettiği maldan zekatını verse, zannı doğru ol­masa, bununla zekat borcu düşmez. Burada görüş ayrılığını gerektire­cek bir durum yoktur. Kişi üzerine vacip olduğu zannıyla bir borç ve­ya malı ödese, zannı doğru olmasa ödediğini geri alır.

Kişi, fakirin yıl sonuna kadar fakir kalacağı zannıyla sene dolmadan ona zekatını verse, sonra fakirin zenginleşmesi ile zan doğru çıkmasa zekat borcu düşmez. Diyaneten ödediğini geri alabilir, çünkü karşı ta­rafın teslim aldığı zekat olmaktan çıkmıştır.

Bir kimse, zekatı almaya hak sahibi kılan fakirlik, borçluluk, kitabet ak­di yapma gibi sebeplere sahip olduğu zannıyla birine zekat verse, zan­nı doğru çıkmasa zekat borcu düşmez. Ödediğini geri isteyebilir.

Oruç mükellefleri Şaban ayının devam ettiği zannıyla Şabanı otuz güne tamamlasalar, sonra gündüz olunca zanlarının doğru olmadığı ortaya çıksa, kaza vacip olur. Günün kalan kısmında yeme içmeyi terk etme konusunda iki görüş vardır.

Oruç tutan kişi gecenin devam ettiğini zannederek sahur yapsa, zannı doğru çıkmasa kaza gerekir. Zannı doğru çıkarsa veya doğru olduğu kesin olarak bilinmezse kaza gerekmez. Çünkü asîolan gecenin devam etmesidir. Oruçlu gecenin girdiği zannıyla yemek yese, zannı doğru çıkmasa kaza gerekir. Çünkü aslolan gündüzün devamıdır. Kişi oru­cun bozulduğu zannıyla gündüz vakti yemek yese veya cinsel ilişkide bulunsa, zannı doğru çıkmasa orucu bozulmaz.

•  Esir bir kişi oruç konusunda ictihad ederek zanna binaen oruç tutsa,

zannı doğru çıkmasa, oruç Ramazan ayından sonraya denk düşerse yeterli olur. Ramazandan önceye denk düşerse iki görüş vardır. "Ye­terli olmaz" görüşünü esas alırsak tutulan orucun nafile yerine geçip geçmemesi konusunda iki ihtimal söz konusudur.

• Kişi bir mescitte itikaf yapsa, sonra mescidin gaspedilriiiş olduğu veya  bir şahsın özel mülkü olduğu ya da başka bir amaç için vakfedilmiş ol­duğu ortaya çıksa itikaf bozulur.

• Hacılar Zilkade ayını tamamlayıp, zanlanna binaen Zilhicce'nin dokuzuncu günü vakfe yapsalar, sonradan vakfeyi onuncu gün yaptıkları ortaya çıksa, az bir topluluk iseler kaza vacip olur. Hacıların tümü bu durumda ise genel meşakkat sebebiyle kaza vacip olmaz. Sekizinci gün vakfe yaptıkları ortaya çıkarsa bunun nadiren gerçekleşmesi sebe­biyle iki ihtimal de söz konusu olur. Çünkü Zilkade hilali konusunda iki kere yalancı şahitliğin yapılması nadirdir.

• Bir kimse sahip olduğunu düşündüğü belirli bir hayvanı hedy veya sadaka yahut kurban olarak adaşa, sonra bu zannı doğru çıkmasa adak geçersiz olur. Bir kimse hayatta olduğunu düşünerek kölesini azat et­se veya devesini hedy veya kurbanlık olarak belirlese sonra zannmın doğru olmadığı anlaşılsa tasarruf batıl olur. Bir kimse oruç tutmanın caiz olduğu bir gün zannıyla belirli bir günde oruç tutmayı adaşa son­ra zannı doğru çıkmasa adağı geçersiz olur.

•  Bir kimse sahibi olduğunu zannettiği bir mal üzerinde bedelli akit, teberru, vakıf, hibe, vasiyet, ariyet, hediye gibi bir tasarrufta bulunsa, sonra zannının doğru olmadığı ortaya çıksa tasarruf geçersiz olur.

•  Bir kimse bir akit içinde başka bir akdi şart koşsa, şart koşulan kişi bunun kendisi üzerine vacip olduğunu zannederek akdi yerine getirse, sonra vacip olduğu konusunda zannı doğru çıkmasa, en doğrusu rü­künleri ve şartları bulunduğundan tasarrufun geçerli olmasıdır. Ancak kişinin vacip olduğu zannıyla borç ödemesi sonra da zannının doğru çıkmaması durumu bundan farklıdır. Çünkü borcu ödeme, borcun sa­bit olmasını gerektiren bir ıskat işlemidir. Oysa borç hakikatte mevcut değildir. Bizim Örneğimizde kişinin vacip olduğunu zannettiği akit ise böyle değildir. Çünkü akdin özü, rükünleri ve şartlarıyla mevcuttur. Kadı Hüseyin bu konuda yanılarak akdi borca kıyas etmiştir.

•  Bir kimse babasının hayatta olduğu zannıyla onun malını satsa, sonra babasının ölmüş olduğu ve kendisinin de ona mirasçı olduğu ortaya çıksa satışın geçerli olup olmadığı konusunda iki görüş vardır.

Kişi kendisinin zannederek babasının malını satsa, sonra malın babasın­dan kendisine miras olarak kalmasından sonra sattığı ortaya çıksa, kesin ola­rak rızası bulunduğundan önceki satışı geçerli olur.

•  Kişi vekaletinin devam ettiğini düşünerek, vekil kılındığı bir malda tasarrufta bulunsa sonra müvekkilin ölmesi veya müvekkilin vekalet ko­nusu mal üzerindeki mülkiyetini ortadan kaldırması sebebiyle vekilin zannının doğru olmadığı ortaya çıksa tasarrufu geçersiz olur. Müvek­kilin vekili azletmesi durumunda ise iki görüş vardır.

Devlet başkanının ölümünden sonra hakimler onun sağ olduğu zannıyla tasarrufta bulunsalar, tasarrufları geçerli olur. Çünkü devlet başkanları onla­rı kendisi adına değil halk adına tayin etmiştir.

Hakimin ölmesi durumunda onun naiblerinin azlolup olmadığı konusun­da görüş ayrılığı vardır. Bunun sebebi naiblerin hakimin mi yoksa müslü-:man halkın mı naibi olarak kabul edilmesi ile ilgilidir.

'• Bir kimse bir köleyi azat etme konusunda vekil kilınsa sonra bir köleyi müvekkilin olduğu zannıyla azat etse, söz konusu kölenin kendisine ait olduğu anlaşılsa azat geçerli olur.

•  Bir misafire yemek sunulsa, o da bunu misafir edenin olduğu zannıyla yese, zannın doğru olmadığı ortaya çıksa yemeğin bedelini öder. En doğru görüşe göre ödediği bedeli kimseden geri alamaz.

• Bir kimse sahip olduğunu zannettiği bir köle üzerinde azat, bedelli azatlık sözleşmesi, kendisinin ölümünden sonra kölenin hürriyetine ka­vuşturulması tasarruflarını gerçekleştirdikten sonra köleye sahip ol­madığını anlasa tasarruf geçersiz olur.

•  Bir kimse evlenme engellerinin bulunmadığını zannettiği bir kadınla evlense, zannının doğru olmadığı ortaya çıksa veya kadını evlendiren kişinin onun velisi olduğunu zannederek evlendikten sonra zannı doğru çıkmasa nikah geçersiz olur.

Erkek, evliliğinin devam ettiğini düşünerek kadına nafaka verse sonra ve­kilinin onu boşadığı ortaya çıksa kadın da bunu bilse veya erkeğin kayıpiık halinde kadın nikahı feshetse veya kadın irtidat ettiği için nikah münfesih olsa yahut süt emzirme, sıhriyet vb. sebeplerle nikah münfesih olsa erkek ka­dına verdiğini ondan geri alır.

Koca nikahının devam ettiğini zannederek karısını boşasa veya îla yapsa yahut zıhar yapsa, sonra zannının doğru olmadığı ortaya çıksa boşama, îla ve zıhar geçersiz olur. Yine kadının iddetinin devam ettiğini düşünerek ko­ca karısına ric'at etse, zannının doğru olmadığı anlaşılsa, ric'ati geçersiz olur.

Bir erkek bir kadını yabancı olduğunu zannederek boşasa sonra onun kendi karısı olduğu ortaya çıksa veya başkasına ait olduğunu zannettiği kö­leyi azat ettikten sonra kölenin ona ait olduğu anlaşılsa boşama ve azat ge­çerli olur.

Bir erkek cariyesi olduğunu veya hür olduğunu zannettiği bir kadınla iliş­kide bulunsa sonra zannı doğru çıkmasa iddet ve emsal mehir gerekli olur.

• Hakim veya devlet başkanı kısas veya had cezası olarak bir kimseyi öl­dürse, zina suçu sebebiyle recm etse veya bir had cezası olarak sopa vurdursa, had vurulan kişi ölse, sonra kişinin suçlu olmadığı ortaya çıksa tazminat gerekli olur. Bu tazminat, suçu infaz eden kişiden isten­mez. Tazminat devlet başkanı ve hakimin âkılesi tarafından mı yoksa devlet hazinesi tarafından mı tazmin edilir? Bu konuda görüş ayrılığı vardır.

Hakim, şahitliğe ehil olduğunu zannettiği kişinin şahitliği ile veya ikrara ehil olduğunu zannettiği kişinin ikrarı ile hüküm verse yahut ehil olduğunu zannettiği bir kişiyi yetimlerin mallarına veli tayin etse sonra zannının doğru olmadığı ortaya çıksa tüm bu hükümler geçersiz olur.

Hakim kendi bilgisine göre hükrnetse sonra hakimin hükmünden önce hakkın ıskat edildiği ortaya çıksa hakimin hükmü geçersiz olur.

Müctehid şer'î bir hüküm konusunda ictihad etse sonra zannının doğru olmadığı ortaya çıksa, bu ilk zanna denk veya ufak bir farkla ondan daha güçlü bir zan ile ortaya çıkmışsa bakılır: Eğer bu zanna bir hüküm bağlan­mışsa müctehid ilk hükmünü bozmaz, ilk içtihadına dayandırdığı hükümle­rin dışındaki hükümleri ikinci içtihadına dayandırır.

iki içtihadın kaynaklan birbirinden oldukça farklı olur ve ilk zanda isabet etmiş olması çok uzak bir ihtimal olursa ilk hükmünü bozar. Örneğin ilk iç­tihadı bir nassa, icmaya, celi kıyâsa veya külli'kaidelere aykırı olursa hükmü­nü bozar. Eğer ilk içtihada hüküm bağlanmamışa hükmü ikinci içtihada bağlar. Ancak iki zan birbirine eşit olursa en doğru görüşe göre tercih yap­maksızın tevakkuf etmesi vacip olur.