๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslami Hükümlerin Esas ve Hikmetleri => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 18 Ağustos 2011, 13:32:06



Konu Başlığı: Tasarruflarda Kullanılan İfadelerin Anlamları
Gönderen: Ekvan üzerinde 18 Ağustos 2011, 13:32:06
Tasarruflarda Kullanılan İfadelerin Anlamları


Bir kimse; satım, kira, rehin, vekalet, selem, boşama, azat, nikah, zekat, keffaret, adak, hedy vb. bir tasarrufu ikrar etse veya bunlar üzerine yemin et­se yahut boşama, azat, adağı bu tasarruflardan birine bağlasa, kişinin ikrarı, yemini ve taliki bu tasarruflann geçersiz olanlarına değil, geçerli olanlarına hamledilir. Çünkü zahir olan budur.

Kişi tasarruflarda kullandığı ifadeleri kendine göre yorumlasa bakılır: Kul­landığı ifade, niyet ettiği şeye uygunsa mahkeme açısından yorumu kabul edilmemekle birlikte dinî hüküm açısından kabul edilir. Çünkü müftü fetva soran kişinin açıklamalarını esas alır. Hakim ise kanunî delilleri ve zahir du­rumları esas alır. İfade, kişinin niyet ettiği şeye hamledilecek durumda olmaz­sa fetva açısından da kişinin sözü kabul edilmez. Kişi ifadeyi, istediği anlama koymayı kastetmiş olsa bile doğru görüşe göre bu ona yarar sağlamaz.

Bir kimse hırsızlık ikrarında bulunsa ikrar ettiği malı sahibine tazmin et­mesi gerekli olur. Çünkü "hırsızlık" sözcüğü haksız yere başkasının malını alma durumunda kullanılan anlamı açık bir lafızdır. "Hırsızlık" ikrarında bulunan kişi hakkında el kesme cezası doğrudan gerekli olmaz. Çünkü in­sanların çoğu hangi şartlarda elin kesileceğini tam olarak bilemezler. Bu se­beple alimlerin bu konuda görüş ayrılığı vardır.

Bir kimse nikah, satım veya kira tasarruflarını gerçekleştirdiğim iddia et­se en doğru görüşe göre bu iddia kanuna uygun tasarrufa hamledilir. Satım, kira, nikah akdinin şartlarını belirtmesine gerek olmaksızın o kişinin iddiası dinlenir. İmam Şafiî'nin bir görüşüne göre insanların nikahın şartlarında ih­tilaf etmeleri sebebiyle nikahın şartlarını belirtmesi şarttır. Bazı alimler bu­nun satım ve kira akdinde şart koşulmamasını ileri sürerek Şafiî'ye itiraz et­miştir. Diğer bazıları ise nikah konularında gösterilen ihtiyat sebebiyle onu kira ve satım akdinden ayırmışlardır. Şafiî'nin görüşünün cariyelerin satımı meselesinde de uygulanması gerekir.

"Satımın şartlarının açıklanması nikahtan daha Önceliklidir" denseydi bu daha kuvvetli bir görüş olurdu. Çünkü nikah akitlerinde yaygın durum, bunların muteber şartlara göre yapılmış olmasıdır. Satım akitleri ise, sözlü ifadelerin yer almadığı sırf fiille yapılan satımlar ve görülmeyen malın satı­mının yaygın olması sebebiyle böyle değildir.

Bir kimse; süt emme, miras, kişinin fasîklığı, suyun necisliği gibi şer'î sı­nırları ve hakikatinde ihtilaf edilen bir şey iddia etse, dava konusu için iki durum söz konusu olur.

l- Derecelerinin farklı olması.

Bunun iki örneği vardır:

A- Süt emzirme konusunda şahitlik: Hakim için üç durum söz konusudur:

a- En düşük derecenin söylenmesi. îmam Mâlik gibilerine göre bir veva iki kere emme kişiyi emzirene haram kılar. Hakimin bu davayı dinlemesi ve hüküm vermesi gerekir. Çünkü şahitlik, kabul edilme ve edilmeme arasında kalamaz.

b- Üç defa emzirme olduğunun söylenmesi. Sadece emzirme konusunda şahitlikle yetinilmez. Çünkü şahitlik haram kılan üç ve daha dü­şük emzirme arasındadır.

c- Kişinin "ben falan kadından birkaç defa emdim" demesi. Üç emzirmenin haram kıldığını kabul edenlerin bu şahitliği kabul etmesi ge­rekir. Çünkü bu, haram olan ve olmayan arasında mütereddit de­ğildir. Beş emzirmenin haram kıldığını söyleyenler nezdinde bu şa­hitlik yapılsa, bu şahitliğe göre hüküm verilmez. Çünkü bu söz, beş emzirme anlamına gelebileceği gibi daha azına da yorulabilir. B. Kişinin mirasçının yalnızca belirli bir şahıs olduğuna şahitlik edip mi-rasçılık sebebini zikretmemesi. Örneğin kişi "Ben şahitlik ederim ki bu şahıs falan kişinin mirasçısıdır. Onun başka mirasçısı yoktur" der. Ha­kim zevil-erham'[3] mirasçı olabileceği görüşünde ise bu şahitliği ka­bul eder. Çünkü söz konusu kişi zevil-erhamdan ise bu özelliği ile mi­rasçı olur. Zevil-erhamdan değilse akrabalık veya vela ile mirasçı olur. Şahitlik, mirasçı kılan ve kılmayan iki durum arasında mütereddit de­ğildir. Çünkü şahitlik en düşük sebeplere hamledilse bile hüküm yine sabit olmaktadır.

Hakim, zevi'l-erham'ın mirasçı olmasını kabul etmeyen kimselerden ise, şahit; babalık, kardeşlik vb. gibi mirasçilık sebebini açıklamadıkça hakim onun şahitliğini kabul etmez. Çünkü söz konusu kişinin şahitliği rnirasçılığı sabit kılan ve kılmayan durum arasında mütereddittir.

Şahit, bir kimsenin, kardeşlik sebebiyle mirasçı olduğunu açık olarak ifa­de etse, bu kardeşlik hem ana tarafından hem baba tarafından olabileceği için şahitlik kabul edilmez. Şahit, kişinin ölenin oğlu olması sebebiyle miras­çı olduğuna şahitlik etse kabul edilir. Çünkü mirasçılığın erkek kardeşlere münhasır olması bunu kabul edenlere göre ana tarafından erkek kardeşler için de söz konusu olabilir.

2- Şahitlik edilen konunun farklı dereceleri bulunmayan, kendisine mahsus ve çoğunlukla o anlamda kullanılan bir sözlü ifadesi olmayan ko­nulardan olması.

Bunun Örnekleri şunlardır:   

1- Kişi bir su veya yiyeceğin necis olduğuna şahitlik eder. Şahit, üzerinde icma edilen veya hakimin kabul ettiği bir sebep belirtirse hakim onun şahitliğini kabul eder. Şahitliğini herhangi bir kayıt belirtmeksizin ya­parsa kabul edilmez. Çünkü o, necasetler konusunda bilgisiz olabilir yahut yırtıcı kuşlann artıkları gibi kimi konularda hakimin necis oldu­ğuna inanmadığı bir şeyin nedsliğine inanıyor olabilir.

2- Şahitlerin fasıklığım ileri sürmek, mutlak olarak yapıldığında kabul edilmez. Çünkü fasıkhğı ileri süren kişi bilgisizliği sebebiyle dinde fa-sıklık sayılmayan bir durumu fasıklık sebebi saymış olabilir. Yahut ha­kimin fasıklık saymadığı bir durumu fasıklık sebebi saymış olabilir.

3- İkrah / zorlama konusunda şahitlik, mutlak olarak yapıldığında kabul edilmez. Çünkü şahit, bilgisizliği sebebiyle veya hakimin ikrah sayma­dığı bir durumu kendisinin ikrah sayması sebebiyle gerçekte ikrah ol­mayan bir şeyi ikrah gibi kabul etmiş olabilir. Tasarruflar için kullanılan lafızların aksine geçerli bir ikrah için yaygın olarak kullanılan belirli bir lafız yoktur. İkrahı en düşük dereceye hamletmek de caiz değildir.

Tüm bunlarda genel ilke şudur: Kabul edilen ile edilmeyen arasında1 mü­tereddit bulunan iddia, şahitlik ve rivayetlere itimat etmek caiz değildir. Çünkü bunları kabul edilenlere hamletmek kabul edilmeyenlere hamletmek­ten daha öncelikli değildir. Temel prensip, şahitlik edilen ve haber verilen şe­yin sabit olmamasıdır. Bu temel prensip ancak kesin bir bilgi veya dinin ben­zerlerine itimad ettiği bir zan ile terkedilebilir.

Yine şahitliklerde tereddütlü ve mücmel olan lafız kabul edilmez. Çünkü bu hasmın maksadım lafzı bir delaletle tam olarak ifade etmemektedir. Ta-sarruflardaki lafızlar ise böyle değildir. Bu lafızlar, medlullerini açık bir bi­çimde ifade ederler. Bu belirttiklerimiz dikkate alındığında şu iki mesele problemli olmaktadır:

a- Herhangi bir sebep belirtilmeksizin mülkiyet konusundaki mutlak şahitlik kabul edilir. Borçlar konusundaki şahitlikler de böyledir. Oysa mülkiyet ve borçları doğuran sebepler ihtilaf edilen konulardandır. Şahit bilgisizliği sebebiyle veya hakimin görüşüne aykırı olarak mül­kiyet ve borcu gerçekte sebep olmaya elverişli olmayan bir duruma isnad etmiş olabilir. Bu gerçekten problemli bir konudur.

b- Şahit: "Şu iki kişi arasında evlenmeyi haram kılacak derecede süt yakınlığı vardır" dediğinde bazı sahabelerin belirttiğine göre süt hı­sımlığı sabit olur. Oysa şahit, haramhğm bir, üç veya beş emzirme ile meydana geldiğini zannetmiş ve haramlığı da bu inancına ve mezhebine binaen ifade etmiş olabilir, insanlar kendi inanç ve mez­heplerine göre bir şeyin haram veya helal olduğuna inanır, vacip kılar veya yasaklar.

Şahit, herhangi bir ayrıntıya girmeksizin bulunan çocuğun bulan kişinin mülkü olduğunu belirtirse bu konuda iki görüş bulunmaktadır. Çünkü şahit, zilyedliğin bulan kişinin zilyedliği olduğunu bilmeksizin mülkiyeti buna is-nad etmiş olabilir.

tkrar meselesinde de şu yönden problem vardır: insan çoğunlukla geçer­li olduğuna inandığı şeyi ikrar eder. Oysa insanların yaptığı akitlerin tümü geçerli değildir. Bunların geçerli olanları olduğu gibi fasid olanları da vardır. Fasid olup olmadığında ihtilaf edilen akitler hiç de az değildir. Hatta yaygın olan budur. Şu halde kişinin herhangi bir detay belirtmeksizin yaptığı ikrarı geçerli akitlere hamletmek problemlidir. Özellikle de muâtât (tarafların her­hangi bir lafız belirtmeksizin almak ve vermek suretiyle fiilen yaptıkları alış­verişler) satımlarında böyledir. Bu tür satımlar değersiz mallarda çokça ya­pılır. Kişi değersiz bir şeyi sattığını veya aldığını ikrar ettiğinde, muâtât satı­şını kabul etmeyen bir hakim onu bu ikrarı ile nasıl sorumlu tutabilir?

Yine kişinin görmediği bir malı satın alması çokça meydana gelen bir du­rumdur. Özellikle de katlanmış kumaşlarda ve adete göre satımda bakılıp incelenmeyen kumaş, giyecek, deriler vb. de böyledir. Bu durumda şahitlik eden kişiye detayların sorulması gibi ikrar yapan kişiye de detaylar sorulur, îkrar eden kişi geçerli bir sebep belirtirse buna göre hükmedilir, değilse hük­medilmez. Kişi hırsızlık ikrarında bulunursa ikrar ettiği malı borçlanır, ay­rıntıları belirtmedikçe eli kesilmez.

Şöyle bir soru sorulabilir: Bilinmeyen bir şeyin ikrar edilmesini kabul edip sonra da ikrar eden kişiye detayları sorduğunuz gibi, bilinmeyen bir şey konusundaki şahitliği de kabul edip, sonra şahitten detaylarını sorsanız olmaz mı?

Buna şu şekilde cevap veririz: Bu konuda görüş ayrılığı vardır. Tercih edi­len bunun kabul edilmesi ve tıpkı ikrar edene detayların sorulması gibi şahi­de de detayların sorulmasıdır. Çünkü bu ikisi arasında mühim bir fark yok­tur. Zira şahide detayları sormak davayı çözmeye daha yakındır. Şahit de­tayları bildirmezse şahidin ana hatlarıyla belirttiği durumun detaylarını da­valının belirtmesini gerekli kılarız. Nitekim ikrar eden kişinin ana hatlarıyla belirttiği ikrarını detayları ile açıklamasını da gerekli kılarız.