๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslami Hükümlerin Esas ve Hikmetleri => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 16 Ağustos 2011, 10:22:51



Konu Başlığı: Sonradan Varolan Bazı Varlıklar
Gönderen: Ekvan üzerinde 16 Ağustos 2011, 10:22:51
Sonradan Varolan Bazı Varlıkların Diğer Bazılarından Üstün Olmasını Bilmek


Cevher ve cisimlerin tümü zatları bakımından birbirine eşittir. Birbirine üstün olmaları sıfatları, arazları ve üstün niteliklerle faziletli amellere nispet edilmesi bakımındandır.

[Faziletlerin Türleri]

Faziletler iki türlüdür:

1- Cansız varlıkların faziletleri. Cevherin altına, altının gümüşe, gümüşün demire, ışığın karanlığa, şeffaf olanın olmayana, latifin kesife, parlak olanın mat olana, güzelin çirkine üstünlüğü böyledir.

2- Canlıların faziletleri. Bunun çeşitli kısımları vardır:

a- Görüntünün güzel olması.

b- Cisimlerin kuvvetleri. Örneğin çekme, tutma, def etme ve besleme kuvvetleri gibi. Yine cihad, savaş, zorlukları ve ağırlıkları yüklen­me kuvvetleri gibi.

c- Hayırlara çağıran ve serlere engel olan sıfatlar. Örneğin gayret, yüce gönüllülük, haya, cesaret, hilim, teenni ve cömertlik gibi.

d- Akıllar.

e- Hisler.

f- Sonradan kazanılan ilimler. Bunlar da çeşitli kısımlara ayrılır:

fa- Yüce Allah'ın varlığını, zatî, selbî ve fiilî sıfatlarını bilmek.

Fb-  Peygamberlerin gönderilmesini, ilahî kitapların indirilmesini bilmek.

Fc- Allah'ın koymuş olduğu beş hükmü (vacip, mendup, mubah, mekruh, haram) ile bunların sebep, şart ve manilerini bilmek.

g- Zikrettiğimiz marifetlerden doğan; korku, ümit, muhabbet, haya, tevekkül, tazim ve iclal gibi halleri bilmek.

h- Allah'ın emrettiği ve yasakladığı tüm konularda O'na itaat etmek.

I- Yüce Allah'ın bu marifet, hal ve taatlere bağlı kıldığı ahiret lezzetle­ri ve cismanî-ruhanî nimetler; Örneğin Allah'ın azabından emin ol­ma, O'nun yakınında olma, O'nun selam ve kelamını işitme, O'nun daimî olarak kendisinden razı olduğu müjdesine erme, acı verici azaptan kurtulmakla birlikte O'nun şerefli cemâline bakma lezzet­leri ve nimetleri gibi.

Bu faziletlerin bazısı diğer bazısından daha üstündür. Bunların en üstünü ile nitelenen kişi insanların en yücesi olur. Şüphesiz ki Yüce Allah'ı, sıfatları­nı bilme, O'nun rızasına erme ve cemâline bakmanın lezzeti geri kalan her şeyden daha üstündür.

Meleklerin en yücesi, kendisinde bu sıfatlardan en yüceleri bulunandır. İnsanların en yücesi de kendisinde bu sıfatlardan en yüceleri bulunandır. Meleklerden iki tanesi bu konuda eşit olursa biri diğerinden üstün olmaz. Aynı şekilde iki insan bu konuda eşit olsa biri diğerine üstün olmaz. Melek ve insan bu konuda eşit olursa biri diğerine üstün olmaz, tnsan bu sıfatların herhangi birinde melekten üstün olursa ondan üstün olur. Melek herhangi bir sıfatta insandan üstün olursa ondan üstün olmuş olur.

Üstünlük yalnızca kemal sıfatlarına aittir. Kemal de marifet, taat ve halle­re veya sevinçler ve lezzetlere bağlıdır. Yüce Allah peygamberlerinin ve ve­lilerinin bedenleri için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve kimsenin aklına gelmeyen nimetler hazırlamış ve onların ruhlarına tam ma­rifetler, sürekli yenilenen haller vermiş, onlara kendisine bakma, kendilerin­den razı olma, onlara selam vererek şereflendirme lezzetlerini tattırmıştır. Şu halde melekler nasıl onlara eşit olabilir?

Bil kî bedenler ruhların oturduğu evlerdir. Oturan ve evin çeşitli durum­ları vardır:

1- Evde oturan, evden daha üstündür.

2- Ev, orada oturandan daha üstündür.

3- Şeref bakımından eşittirler, biri diğerinden üstün değildir.

Oturan evden şerefli olduğunda evin değersiz olmasının bir önemi yok­tur. Şeref eve aitse oturan bu sebeple şeref bulmaz. Bedenler ruhların ev­leridir.

insanlar; insan ve meleğin hangisinin daha üstün olduğu konusunda ih­tilaf etmişlerdir. Eğer üstünlükte ruhların evleri konumunda olan bedenlerin farklılığı dikkate alınırsa şüphesiz meleklerin bedenleri, düşük şeylerden ter­kip edilen insanların bedenlerinden daha şerefli ve üstündür. Ancak beden­lere bakmaksızın ruh yönünden bakılırsa peygamberlerin ruhları meleklerin ruhlarından daha yücedir. Çünkü peygamberler şu bakımlardan meleklere üstün kılınmışlardır:

1- Elçi olarak gönderilmeleri. Meleklerden elçi olanlar azdır. Çünkü elçi olan melekler tek bir peygambere gönderildiği halde, insanlann elçile­ri ümmetlere veya bir ümmete gönderilmekte, Allah onların eliyle in­sanlara hidayet etmektedir. Dolayısıyla tebliğ sevabı ve onun aracılı­ğıyla hidayete eren her bir kişinin sevabı peygambere ait olmaktadır. Böyle bir durum melekler için söz konusu değildir.

2- Allah yolunda cihad etme görevini yerine getirmek.

3- Dünyanın musibetleri ve mihnetlerine sabretmek. Allah sabredenleri sever.

4- Allah'ın kazası acı da tatlı da olsa razı olmak.

5- İyiliği emretmek ve kötülüğü nehyetmek, kötülükleri def etmek, iyilikleri celbetmek suretiyle insanlara yarar sağlamak. Melekler bu özellik lerden herhangi birine sahip değildir,

6- Yüce Allah'ın ahirette salih kulları için hazırladığı; hiçbir gözün görme

diği hiçbir kulağın işitmediği kimsenin aklına gelmeyen nimetler. Bı nimetler, melekler için söz konusu değildir.

7- Allah'ın onlar için ahirette hazırladığı ruhanî nimetler, üns, rıza, O'nuı şerefli yüzüne bakma. Böyle bir durum melekler için söz konusu de ğildir.

Şu söylenebilir: melekler hiç ara vermeksizin gece gündüz Allah'ı tesbil ederler. Peygamberler ise ara verir, uyurlar.

Buna şu şekilde cevap veririz: Peygamberler teşbihe ara verdiklerinde on­dan daha üstün olan Allah'ı sena etme, itaat ve ibadet gibi şeyleri yerine ge­tirirler. Uyku onların bedenlerine ait bir özelliktir. Kalpleri ise uyanıktır. Ahirette de peygamberler nefes alır gibi teşbihte bulunma konusunda me­leklere eşit olacaktır.

8- Hz. Adem'e ait bir özellik de şudur: Yüce Allah ona her şeyin ismini ve menfaatini öğretmiştir ki melekler bunları bilmemektedir.

9- Yalnızca Hz. Adem'e ait olan bir diğer özellik de şudur: Yüce Allah meleklere Hz. Adem'e secde etmelerini emretmiştir. Şüphesiz ki secde edilen secde edenden daha üstün ve şereflidir.

Özetle söylemek gerekirse: Meleklerin peygamberlerden üstün olduğunu kabul edenler üstünlüğü yalnızca kendi vehmindeki hayallere veya fasid ve­himlere bağlayanlardır. Hayal ve vehimlerde Allah'ın hilafını bildiği nice şeyler yerleşir. Öyle ki bir kimse gördüğü iki kişiden birinin itaati sebebiyle diğerinden daha üstün olduğunu zanneder, oysa ki diğeri sahip olduğu ma­rifet ve haller sebebiyle ondan kat kat üstündür. Daha arif olan kişinin az ameli, daha az arif olan kişinin çok amelinden hayırlıdır.

Yüce Allah'ın celal ve kemal sıfatlarını aklında tutarak O'nu öven bir kim­senin durumu ile kalpleri gafil olduğu halde dilleriyle Allah'ı zikredenlerin durumu bir olur mu? Sürme çekilen göz, tabii olarak sürmeli olan gözle bir değildir. Marifetleri hatırlayarak halleri elde etmeye çalışan kimsenin duru­mu, herhangi bir çaba ve gayreti olmaksızın kendisine marifetler verilen ki­şinin durumu gibi olmaz.

Şu söylenebilir: Peygamberlerin belirttiğiniz konularda meleklerden üstün olduğunu kabul ediyoruz. Yine meleklerin bedenlerinin belirttiğiniz konularda peygamberlerin bedenlerinden üstün olduğunu kabul ediyo­ruz. Ancak faziletlerin çoğu marifet ve hallerin şerefine bağlıdır. Öyleyse peygamberlerin bu konuda meleklerden üstün olduğunu niçin söylüyor­sunuz?

Buna şu şekilde cevap veririz: Aynı şey sizden de istenir. Sizin belirttiği­niz şeylerde de şu durumlar söz konusudur:

1- Meleğin marifet ve haller bakımından peygambere eşit olması durumu.

Bu durumda daha önce belirttiğimiz cennet nimetleri, Allah'ın rızası ve O'nun yüzüne bakma gibi nimetler sebebiyle peygamberler melek­lerden üstün olur.

2- Peygamberlerin, marifet ve haller bakımından meleklerden üstün ol­ması. Üstelik bunun yanında onların amelleri, cennet nimetleri, Allah'ın rızası, O'nun yüzüne bakma gibi üstünlükleri de vardır. Böyle­ce peygamberler üç sebeple meleklerden üstün olmuş olur.

3- Meleğin, marifet ve haller bakımından peygamberden üstün olması. Bu durumda bile peygamber yalnızca onlara özgü olan ibadetler, cennet nimetleri, Allah'ın nzası ve O'nun yüzüne bakma gibi sebeplerle me­lekten üstün olur.

Meleklerin bedenlerinin peygamberlerinkinden üstün olması dikkate alınmaz. Çünkü beden bir evdir. Şerefli olmak evle ilgili değil, evde oturanın sıfatları ile ilgilidir. Dikkate alınması gereken ev değil evde oturanlardır. Ni­tekim peygamberler kesin olarak onları doğuran analarından üstün oldukla­rı halde analarının karnında kalmışlardır. Şu mısrada benzer bir durum söz konusudur:

îsam'ın nefsi, isamı (kayışı) şereflendirdi.[60]

Hz. İsa'nın ruhu, Hz. Meryem'in bedeninden daha üstündür. Hz. İbra­him'in ruhu, annesinin bedeninden üstündür. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) ru­hu da annesinin bedeninden daha üstündür.

Mümin kadınların çocuklarından kafir olanlar en kötü insanlardır. On­ların içinde kaldıkları yer kendilerinden daha hayırlıdır. Şöyle ki; mümin bir kadın ileride kafir olacak olan bir çocuğa hamile kaldığında kadının be­deni çocuğun ruhundan daha hayırlı olur. Çünkü çocuğun ruhunda en düşük sıfatlar bulunmaktadır ki bu da yerlerin ve göklerin Rabbi'ni inkar etmektir.

Şöyle bir soru sorulabilir: Ruhlar bedenin neresinde bulunmaktadır? Buna şu şekilde cevap veririz: Her cesette iki ruh bulunmaktadır:

1- Uyanık olmayı sağlayan ruh. Allah'ın adeti, bu ruh bedende olduğunda kişinin uyanık olmasıdır. Bu ruh bedenden çıktığında kişi uyur. Bu ruh bedenden ayrıldığında çeşitli şeyler görür. Eğer bunları göklerde görürse rüya doğru çıkar. Çünkü şeytan göklere yol bulamaz. Göğün altında görürse bu, şeytanın attığı bir vesvese ve insanları üzmek için yaptığı bir hile olur. Bu ruh bedene döndüğünde kişi uyanır.

2- Hayatta olmayı sağlayan ruh. Allah'ın adeti, bu ruh bedende olduğunda kişinin hayatta olmasıdır. Bu ruh bedeni terkettiğinde beden ölür, ruh bedene döndüğünde beden dirilir.

Bu iki ruh insanın içinde olup, Allah'ın muttali kıldığı kimseler dışında hiç kimse bedenin neresinde bulunduğunu bilemez. Bu iki ruh, tek bir kadı­nın karnındaki iki cenin gibidir.

însanın içinde üçüncü bir ruh da bulunabilir. Bu da şeytanın ruhudur. Onun bulunduğu yer insanın göğsüdür. "O insanların göğsüne vesvese ve­rir"[61] ayeti bunu göstermektedir. Hadiste yer aldığına göre : "Kişi esneyip de hâ diye ses çıkardığında göğsünde bulunan şeytan ona güler"[62], "Meleğin kalbe verdiği bir ilham, şeytanın da kalbe verdiği vesvese vardır".[63]

Bazı kelamcılar şöyle demiştir: Zahir olan ruhun kalbe yakın olmasıdır. Bana göre ruhun kalpte olması uzak bir ihtimal değildir. Melek ve şeytanın insanın içinde, iki ruhun bulunduğu yerde bulunması mümkündür. Ruhlar­dan her birinin, düşük ve yüksek sıfatların kendisi ile kaim olduğu bir cev­her olması mümkündür. Yine her bir ruhun diri, işiten, gören, bilen, gücü bulunan, irade eden, konuşan latif bir cisim olması da mümkündür. Bu du­rumda her bir ruh nakıs bir canlı içinde kâmil bir canlı, bir canlının içinde bulunan bir canlı, işiten birinin içinde işiten bir varlık, gören bir varlık için­de gören bir varlık, bilen bir varlık içinde bilen bir varlık, kudret sahibi bir varlık içinde kudret sahibi bir varlık, irade sahibi bir varlık içinde irade sa­hibi bir varlık, konuşan bir varlık içinde konuşan bir varlık olur. Allah'ın adetine göre beden bir şeyi gördüğünde ruh da onu görür, beden duyduğun­da ruh da duyar. Beden bir şey idrak ettiğinde ruh da idrak eder.

Ruhların tümünün latif, şeffaf ruhanî varlıklar olması mümkündür. Bu özellikteki ruhların yalnızca müminlerin ve meleklerin ruhları olup, cin ve şeytanların olmaması da mümkündür.

Ruhların bedenlerde olduğunun delili şu ayetlerdir: "Can boğaza geldi­ğinde, sizler o zaman (ölmekte olan kişiye) bakar durursunuz".[64] Hayatı sağ­layan ruhun bulunduğunu şu ayet gösterir: "De ki: (Sizin canınızı almakla) görevlendirilen melek sizi öldürür",[65] "Eğer doğru söylüyorsanız onu (öleni) yeniden (hayata) döndürseniz ya".[66]

Müfessirler, ayette yer alan boğaza gelen ve cesede dönen şeyin insan ruhu olduğunda icma etmişlerdir. Şu ayetler de böyledir: "Onu (Adem'in bedenini) düzenleyip ona ruhumdan üflediğimde../',[67] "ona ruhumuzdan üfledik".[68] Bu ayetlerin açılımı şöyledir: Adem'in bedenine ruhumuzdan üfledik. Hz. Peygamberin (s.a.v.) şu hadisi de böyledir: "Ruh (bedenden) çıktığında göz onu izler".[69]

Hayat ve uyanıklığı sağlayan iki ruhun bulunduğunu şu ayet göstermek­tedir: "Allah ölümleri geldiğinde nefisleri öldürür"[70] bunun anlamı: Beden­leri öldüğünde ruhlarını alır. "ölümü gelmeyenlerin de uykusunda" bunun anlamı: bedenleri ölmeyen nefislerin ruhunu uykusunda alır. Ölmesine hük­mettiklerinin ruhunu kendi yanında tutar, bedenlerine göndermez. Diğer ruhları ise gönderir. Yani uyanıklığı sağlayan ruhları ölüm vakti gelinceye kadar ruhlarına geri gönderir. Ecel gelince hayatı ve uyanıklığı sağlayan ruh­ları birlikte bedenden alır. Hayatta olmayı sağlayan ruh ölmez, diri olarak gök yüzüne yükseltilir. Kâfirlerin ruhları oradan kovulur, onlara gök kapıla­rı açılmaz. Müminlerin ruhları için ise gök kapıları açılır, bu ruhlar alemle­rin Rabbi'ne arzedilinceye kadar yükseltilir. Bu ne şerefli bir arz edilmedir!

Ruhlar, sura birinci defa üfürülünceye kadar kabirlerde bedenlerden ayrı olarak bulunurlar. Kabirde ya sevapları sebebiyle nimetlendirilir ya da azap görürler. Sura ikinci defa üfürülüp de yeniden diriltilinceye kadar müşrikler azabın dokunuşunu hissetmezler. Sura ikinci defa üfürülünce onlar: "Yazık bize! Bizi uyuduğumuz yerden kim kaldırdı?" derler.

(Öldükten sonra göğe yükseltilmenin ardından) daha sonra hem uyanık durmayı hem de hayatta olmayı sağlayan ruhlar, münker ve nekirin sorgu­laması için kabirlerde bulunan cesetlere döndürülür. Yeniden dirilme yaklaştığında uyanık durmayı sağlayan ruh alınır. Kabirdekiler kırk yıl boyun­ca uyurlar. Sura üfürülünce uyanık durmayı sağlayan ruhlar bedenlere ge­ri döner. Kâfir o zaman: "Yazık bize! Bizi uyuduğumuz yerden kim kaldırdı?" Yani bizi uykumuzdan kim uyandırdı? derler. Melekler veya mümin­ler onlara şöyle der: "Bu, Rahman olan Allah'ın size vaadettiği yeniden di­riliştir. Peygamberler yeniden dirilmeye dair verdikleri haberlerde doğru söylemişlerdi".

[Ruhlar berzah aleminde nerede kalmaktadır?]

Alimler ruhların berzah aleminde nerede kaldığında ihtilaf etmişlerdir. -Ancak şehitlerin ruhları bunun dışındadır. Çünkü Yüce Allah onları yeşil bir kuşun içine yerleştirmiştir. Bu kuş cennet meyvelerinden yer, cennet nehirlerinden içer, arşa asılı kandillerde barınır. Bir gruba göre ruhlar kabirlerin içinde bulunurlar. Bu sebeple Hz. Peygamber (s.a.v.) onlara selam vermiş ve bizim de selam vermemizi emretmiştir. O şöyle selam vermiştir: "Müminler ve müslümanlardan olan bu diyar ehline selam olsun".[71]

Diyar ehli insanların kullanımında bir evde veya evin avlusunda oturana denir. Hz. Peygamber kabir azabından sığınmayı emretmiş,[72] iki kabre uğra­mış ve onlar hakkında şöyle buyurmuştur: "Burada bulunan iki kişi azap gö­rüyorlar. Ancak büyük bir günahtan dolayı azap görmüyorlar".[73] Bu hadis, ölülerin kabrin avlusunda değil içinde olduğunu göstermektedir. Tercih edi­len görüş budur. Bu yüzden hz. Peygamber mümin hakkında şöyle demiştir: "(müminin) kabri genişletilir, insanların yeniden diriltilecekleri güne kadar kabri yeşillikle doldurulur"[74]

"Peygamberlerin bedenleri göğe yükseltilir" denmişse de bu sabit bir ri­vayet değildir.

Bir grup, kâfirlerin ruhunun Yemen'de bir kuyu olan Beyrehut'ta olduğu­nu söylemişlerse de sünnetin zahiri onları reddetmektedir. Zira Hz. Peygam­ber (s.a.v.) kabir azabından sığınmayı emrederek şöyle demiştir: "Ölülerin kabirlerde uğradığı azabı size işittirmesi için Allah'a dua ederdim ancak bu durumda birbirinizi gömmeyi bırakırdınız".[75]

Tüm ruhlar kıyamet günü dünyadakinden başka bedenlere intikal ede­cektir. Çünkü kâfirin bir dişi Uhud dağı kadar, derisinin kalınlığı üç günlük yol mesafesi kadar, makadı Mekke ve Medine şehirlerinin arası kadar ola­caktır. Müminlerin bedenleri ise Hz. Adem'in şeklinde göğe doğru altmış ar­şın olacaktır.

Şair şöyle demiştir:

O diyar bilinen bir diyar değil, o çadır bilinen bir çadır değil.

Özetle söyleyecek olursak: O ne büyük bir haberdir! Oysa biz ondan yüz çevirmişiz. En mutlu insan ahiret maslahatlarım dünya maslahatlarına tercih edendir. Çünkü ahiret maslahatları hem daha hayırlı hem daha kalıcıdır. Yi­ne o ahiret mefsedetlerini def etmeyi dünya mefsedetlerini def etmeye tercih eder, çünkü ahiret mefsedetleri hem daha kötü hem daha kalıcıdır.

Ahiretin mefsedet ve maslahatları dünya mefsedet ve maslahatları ile Öl­çülemez. Maslahatları celbetme ve mefsedetleri def etme konusunda dünya-ahirete tercih eden zarardadır, aldanmıştır. Çünkü ahiret maslahatları ka­tıksızdır, ona hiçbir mefsedet bulaşmaz. Mefsedetleri de katıksızdır, ona hiç­bir maslahat bulaşmaz. Dünyaya gelince, mefsedetlerden arınmış maslahat­lar çok azdır. Dünya üzüntü, keder, tasa diyarıdır. Bu dünyada, însan ve cin­lerin isyankârlarının ahirette uğrayacakları gibi bir bedbahtlığa uğrayan ve­ya insan ve cinlerden mümin olanların ahiretteki mutluluğu gibi mutlu olan bir kimseyi hiç duymadık. Öyleyse amel edenler böyle bir mutluluğu elde et­mek için amel etsinler, yarış yapanlar bu konuda yarış yapsınlar!

Şu sorulabilir: Hz. Cebrail Peygamberimiz'e (s.a.v.) sahabeden Dıhye'nin (r.a.) suretinde geldiğinde onun ruhu nerede olur? Dıhye'nin bedenine ben­zeyen bedende mi yoksa kendisi için yaratılan altı yüz kanadı bulunan be­dende mi? Eğer ruh büyük olan bedende ise o zaman Hz. Peygambere gelen ne ruh ne de beden bakımından Cibril değildir. Eğer ruh Dıhye'ye benzeyen bedende ise bu durumda altı yüz kanadı olan beden, insanlardan birinin ru­hu bedenden ayrıldığı zaman bedenin ölmesi gibi Ölür mü? Yoksa ruhsuz olarak yaşamaya devam eder mi?

Buna şu şekilde cevap veririz: İlk bedenden ayrılması o bedenin ölmesi­ni gerektirmez. Bu uzak bir ihtimal değildir. Çünkü ruhların ayrılmasıyla bedenlerin ölmesi aklî bir zorunluluk değildir. Bu yalnızca Allah'ın insan­ların ruhunda uyguladığı genel geçer bir adetidir. Cibrilin bedeni hayatta kalır, bu durumda onun marifet ve taatlerinden bir şey de eksilmez. Onun ruhunun ikinci bir bedene intikali şehitlerin ruhlarının yeşil kuşların ruhla­rına intikali gibi olmaz. Şehitlerin ruhlarının intikali tenasüh ehlinin görüş­lerine benzer.

Şu söylenebilir: insan, suretinin güzelliğinden dolayı sevap almaz. Çün­kü bu insanın kendi yapısı değildir. Duyu organlarının güzelliği sebebiyle de sevap almaz, çünkü bunlar da insanın fiili değildir. Aklı ve kendisini hayırlı şeyler yapmaya, şerli şeylerden uzak durmaya yönlendiren fıtrat özellikleri sebebiyle de sevap almaz. Çünkü sevap ancak kişinin kendi fiili olarak yap­tığı şeylerde söz konusudur. Nitekim ayette "siz ancak yaptıklarınızın karşı­lığını görürsünüz"[76] buyurulmuştur. Bu nitelikler ise insanın ameli değildir. Bunlarda bir sorumluluk da söz konusu değildir. Çünkü insanın kudreti dı­şındadır. Şu halde peygamberler nübüvvet ve risalet nitelikleri dolayısıyla sevap kazanırlar mı?

Buna şu şekilde cevap veririz: Risalet, sevap söz konusu olmayan şerefli niteliklerdendir. Ancak peygamber kendisine yüklenilen elçilik vazifesini yerine getirmekten dolayı sevap alır.

Nübüvvete gelince; alimler bunda ihtilaf etmişlerdir: "Nebi, Allah'tan al­dığı şeyleri insanlara bildirendir" görüşünde olanlara göre nebi, bundan do­layı sevap alır. Çünkü bu onun fiilidir. Eş'ârî mezhebinin görüşünde olup "nebi, Allah'ın kendisine bazı şeyleri bildirdiği kişidir" diyenlere göre nebi, Allah'ın kendisine bir şeyler bildirmesinden dolayı sevap almaz. Çünkü bu nebinin fiili değildir. Nice şerefli nitelikler vardır ki kişi bundan dolayı sevap almaz. Örneğin kişinin kendi çabasının sonucu olmayan ilhamlar ve sıfatla­rın en yücesi olan, Yüce Allah'ın yüzüne bakmak gibi, ki kişi bunlardan do­layı sevap almaz.

[Nübüvvet mi Risalet mi üstündür?]

Şu soru sorulabilir: Nübüvvet mi risalet mi daha üstündür?

Buna şu şekilde cevap veririz: Nübüvvet daha üstündür. Çünkü nübüv­vet Yüce Allah'a ait olan celal ve kemal sıfatlarının insana bildirilmesidir. Bu her iki ucundan Allah'a bağlıdır. Risaîet ise bundan daha alt seviyede olup kullara tebliğ etmeyi emretmektir. Bu bir ucundan Allah'a diğer ucundan kullara bağlıdır. Şüphesiz ki iki ucundan Allah'a bağlı olan bir ucundan Al­lah'a bağlı olandan daha şereflidir. Nübüvvet risaletten önce gelir. Nitekim yüce Allah'ın Hz. Musa'ya söylediği: "Ben alemlerin Rabbi olan Allah'ım."[77] sözü "Firavun'a git. Çünkü o azdı"[78] sözünden önce gelmektedir. Yüce Al­lah'ın "Firavun'a git. Çünkü o azdı" sözünden önce söylediklerinin tümü nübüvvettir. Bundan sonra ona emrettiği tebliğ ise risalettir.

Özetle; nübüvvet Yüce Allah'a ve O'nun hakkında gerekli sıfatlan bilme­ye yönelik bir nitelik iken, risalet Allah'm bütün kullarına veya bir kısmına kendisinin bilinmesi, itaat edilmesi, isyandan kaçınılması hakkında gerekli kıldığı şeyleri duyurma konusunda bir emirdir. Aynı şekilde Cebrail aleyhis-selam Hz. Peygamber'e (s.a.v.): "Yaratan Rabbi'nin adıyla oku... Şüphesiz dönüş Rabbinedir."[79] sözlerini söylediğinde bu sözler nübüvvet olmuştur. Cebrail ona okumayı emretmiş, rububiyeti, Allah'ın herşeyi yarattığını, insa­nı da alak'tan yarattığını, kalemle yazı yazmayı öğrettiğini, insana bilmedik­lerini O'nun öğrettiğini, kulların tümünün dönüşünün O'na olduğunu bil­dirmiştir. Bunların tümü nübüvvettir.

Risaletin başlangıcı Cibril'in şu ayetleri getirmesiyle olmuştur: "Ey örtü­süne bürünen! Kalk da uyar".[80]

Aynı şekilde Yüce Allah, Hz. Musa'ya "ben senin Rabbinim"[81] sözüyle rububiyeti öğretmiş, kendisine karşı göstermesi gereken edebi yerine getir­mesi için ayakkabılarını çıkarmasını emretmiş, girdiği mekanın temiz olma­sını öğretmiş, kendisini nübüvvet ve risalet için seçtiğini bildirmiş, vahyetti-ei şeyi dinlemesini emretmiş sonra "benden başka ilah yoktur. Öyleyse yal­nızca bana kulluk et, beni anmak için namaz kıl"[82] ayetini vahyetmiş, herke­sin yaptığının karşılığını göreceği kıyamet vaktinin geleceğini bildirmiştir. Nitekim Peygamberimize de bunu "Şüphesiz dönüş Rabbinedir"[83] ayetiyle bildirmiştir.

Yüce Allah'ın hz. Musa'ya bundan sonra söyledikleri de nübüvvettir. O'nun (c.c.) "Firavun'a git. Çünkü o azdı" sözü risaletin başlangıcıdır.

Üstünlük ve eşitlik niteliklerini bilmeyen bir kimsenin bir insanı başka bir insandan üstün görme veya ikisini eşit görme yetkisi yoktur. Peygamberlerin ve meleklerin ruhlarında yer alan marifet ve halleri bilmeyenlerin şer'î bir de­lil olmaksızın bunları birbirinden üstün veya birbirine eşit görmeye kalkışma­sı caiz değildir. Bunu ancak Allah'tan korkmayan ve yalancılığın utanç verici bataklığına bulaşmaktan çekinmeyen, burnunu her şeye sokan kişiler yapar.

Kur'an'da insanın meleklere üstün kılındığını gösteren ayet vardır: "îman edip salih ameller işleyenler varlıkların en hayırlılarıdır"[84]. Ayette yer alan beriyye kelimesi meleklerin de içinde bulunduğu yaratıklardır.

Yine Yüce Allah, En'am suresinde bir grup peygamberi zikrettikten son­ra onlar hakkında şöyle demiştir: "Bunların tümünü alemlere üstün kıldık"[85] Melekler de ayette zikredilen alemlere dahildir. Çünkü alem sözcüğü eğer ilim kökünden gelirse, melekler de alimlerdendir. Alem sözcüğü alamet kö­künden gelirse melekler de Allah dışındaki tüm varlıklar da buna girer. Çün­kü varlıkların tümünde Yaratıcı'nm kudretini, iradesini, ilmini, hayatını ve hikmetini gösteren alametler vardır.

İki kişi hallerin herhangi birinde eşit olursa, üstünlükte eşit olurlar. Hal­ler aynı olduğu halde, bu hale sahip olma zamanının uzunluk ve kısalığı ba­kımından birbirinden farklı olurlarsa, uzun zaman bu hale sahip olan kısa zaman sahip olandan daha üstün olur. iki kişi hallerde birbirinden farklı olursa, hallerden biri daha şerefli ve zaman bakımından daha uzun ise bu hal sahibinin daha şerefli ve üstün olduğunda şüphe yoktur.

Bunun örneği korkan ve saygı gösterenin durumudur. Saygı, korkudan daha üstündür. Saygı halinin zamanı korku halinin zamanından uzun olur­sa kişi iki yönden üstün gelmiş olur. Zamanlar eşit olursa saygı haline sahip olan üstün olur. Saygı halinin zamanı korku halinden kısa olursa rütbe ve şe­refi üstün olduğu için saygı haline sahip olan yine daha üstün olur.

Nitekim bir dinar ağırlığındaki bir cevher bir dinardan daha üstündür. Dinar ise vasfının gümüş vasfından üstün olması sebebiyle iki dirhemden de on dirhemden de üstündür, insanların birbirinden farklı derecelerde olması da bu ölçü ile bilinir. Korkan kişi üzerinde korku niteliğinin izlerinin görün­mesi ile bilinir. Saygı duyan kişi de üzerinde saygı izlerinin görünmesi ile bi­linir. Muhabbet, rıza, tevekkül, ümit ve diğer haller konusunda da durum böyledir.

Bir insanda saygının izleri, bir başkasında da korku veya ümidin izleri gö­rüldüğünde saygı izleri görülen kişinin diğerinden daha üstün olduğunu an­larız. Yine iki kişiden birinde nimet ve lütuf sebebiyle Yaratıcısına muhabbe­tin izlerini, diğerinde celal ve cemal sebebiyle Yaratıcısına muhabbetin izle­rini gördüğümüzde celal ve cemal sıfatlarını bilmeye bağlı olan muhabbetin nimet ve lütuf sebebiyle olan muhabbetten daha üstün olduğunu anlarız. Çünkü celal ve cemal muhabbeti doğrudan Allah'ın (c.c.) zatına ve sıfatları­na bağlı olduğu halde, nimet ve lütuf muhabbeti Allah'tan başkasına (nime­tin ve lütfün kendisine) bağlıdır.

insanların dereceleri bu yöntemle bilinir. Aynı şekilde Allah'a itaat eden­lerin dereceleri de en üstün taatier ve daha düşük seviyedeki taatlerle meş­gul olmaya bağlı olarak bilinir, insanlar taatlerde birbirine eşit olursa taatier bakımından birini diğerine üstün tutmak caiz olmaz.

Bir kimsenin taatleri fazla olsa, diğerinin marifet ve halleri az olsa, mari­fet ve hallerin şerefi, amel ve sözlerin şerefine tercih edilir. Bu sebeple hadis­te şu yer almıştır: "Ebu Bekir (r.a.) sizi orucu ve namazı ile geçmemiştir. O si­zi göğsünde yer eden bir şey sebebiyle geçmiştir".[86] Sahabîlerden bazıları Hz. Peygamber'in yaptığı amelleri azımsadığmda o şöyle demiştir: "Ben içinizde Allah'ı en iyi bileniniz ve O'ndan en çok korkanınız olmayı umuyo­rum"[87] Görüldüğü gibi Hz. Peygamber marifet ve korkunun şiddetini, amellerin çok olmasına tercih etmiştir.


[60] Bu beyit, şöhreti yeni yayılan kişiler hakkında kullanılan bir tür «iarb-ı meseldir. Beyitte yer alan ilk Isam sözcüğü f bn şehber Hârib Nu'man lbnü'1-Münzir'İn adıdır, ikinci isam ise kayış anlamı­na gelen bir sözcüktür

[61] Nas, 5

[62] Buhari, edeb, 10, 611

[63] Tirmizi, 8, 332; Nesâî, Tefsir, 1, 279

[64] Vakıa, 83, 84

[65] Secde, 11

[66] Vakıa, 87

[67] Hicr, 29

[68] Sâd, 72

[69] Müslim, cenaiz, 2, 634

[70] Zümer. 42

[71] Müslim, cenaiz, 2, 617

[72] Müslim, Mesâcid ve mevâdi'is-salât, 1, 412

[73] Buhari, vudu, 1, 317; Müslim, Taharet, 1, 240

[74] Buhari, cenaiz, 3, 332; Müslim, cennet ve ne'îmiha, 47,2200-2201

[75] Müslim, Cennet ve sıfatü ne'îrrüha

[76] Tur, 16

[77] Kasas, 30

[78] Nâziât, 17

[79] AIâk, 1-8

[80] Mütkfessir, 1-2

[81] Taha, 12

[82] Taha, 14

[83] Alak, 8

[84] Beyyine, 7

[85] En'am, 86

[86] Tahricİ ehâdisi'1-ihya, Irakî, 1, 163

[87] Buhari, NUcah, 9,104; Müslim, 2, 1020