๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslami Hükümlerin Esas ve Hikmetleri => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 17 Ağustos 2011, 13:45:03



Konu Başlığı: Kabul Edildiği Durumlar
Gönderen: Ekvan üzerinde 17 Ağustos 2011, 13:45:03
Umum İfadeyi Tahsis Etmede, Mutlak İfadeyi Takyid Etmede Ve Bunların, Dışındaki Durumlarda Adetlerin Ve' Hal Karinelerinin Sarih/Açık İfadelergibi Kabul Edildiği Durumlar


Bunun çeşitli örnekleri vardır:

1- Mutlak satım akdinde yapılan vekalet akdinde vekalet, emsal bedel ve bölgede yaygın olarak kullanılan nakid ile sınırlıdır. Zira dine göre, halk arasmda uygula nagelenyaygın durum, akit ve tasarruflarda açık­ça ifade edilmiş gibi kabul edilir. Müvekkil şöyje demiş kabul edilir: "Bu malı bu ülkede tek para birimi kullanılıyorsa kullanılan bu para birimi üzerinden, birden fazla para birimi kullanılıyorsa en yaygın olan birim üzerinden emsal bedel ile sat"

Şu durum bunu gösterir: Bir kimse vekiline "Benim bu evirni sat" dese, kişi de bir ceviz karşılığında evi satsa, örf ehli yukarıdaki sözle bunun kaste-dilmediğini, sözün kapsamına bunun girmediğini kesin olarak söylerler. Yi­ne kişi bin dirhem değerindeki bir cariyesini satmak üzere birini vekil tayin etse, vekil de onu bir hurma tanesine satsa, aklı başında olan herkes, bu ko­nuda vekilin yaptığının aksini gösteren yerleşik bir örf bulunduğundan, sö­zün kapsamına bu fiilin girmeyeceğini kesin olarak bilir.

2- Kadının evlendirme konusunda verdiği iznin; kendisine denk bir kimse ile ve emsal mehir karşılığında verilmiş bir izin olduğu her­kesçe bilinir. Şu durum bunu gösterir: İnsanların en şerefli, faziletli ve zenginlerinden bir şahıs, bir kimseye "kızımı evlendirme konu­sunda seni vekil kıldım" dese, adam da kızı yaratılışı çirkin, fasık bir köle ile yarım dirhem karşılığında evlendirse, örf ehli müvekkilin sö­zünden bunıın kastedilmediğini kesin olarak bilir. Çünkü onlara gö­re müvekkilin.sözü, denk bir şahısla ve emsal bir mehirle sınırlandı­rılmıştır. Hiç şüphesiz bu, sözün asıl anlamına (örf ile) eklenen bir anlamdır.

3- Kişi evini bir seneliğine kiraya verme konusunda birini vekil kılsa, evin emsal kira bedeli de bin dirhem olsa, vekil evi yarım dirheme kiralasa kira akdi, satımda belirttiğimiz sebeple geçerli olmaz.

Kişi eşine "bana bin dirhem verirsen boşsun" dese, bu konudaki örf sebe­biyle paranın verilmesi peşin olmakla sınırlandırılır. Bu mesele farklı ihti­mallerin de söz konusu olabileceği tartışılabilir bir konudur.

Yine kişi eşine "dilersen boşsun" dese, bu konudaki örf sebebiyle, kadının dilemesi hemen orada yapılması kaydı ile sınırlanır. Bu iki konudaki örf, sa­tım ve kira akitlerinde akdin malın değeri ve ülke para birimi üzerinden ya­pılması konusundaki örften daha düşük seviyededir.

4- Kişi olgunlaşmaya başlayan meyveyi sattığında, toplama vaktine kadar bekletilmesi ve o tarlanın suyu ile sulanmaya izin verilmesi gerekir Çünkü bu ikisi örf ile şart koşulmuştur. Örf ile şart koşulan şey sözlü olarak şart koşulmuş gibi kabul edilir.

Şöyle bir itiraz söz konusu olabilir: Bir kimse bir koyun alarak satıcının onu sulaması ve yemini vermesini şart koşsa veya bir süre satıcının mülkiye­tinde kalmasını şart koşsa bu geçerli olmaz. Öyleyse diğer meseledeki şart koşma nasıl geçerli oluyor?

Buna şu şekilde cevap veririz: Çünkü ihtiyaç bunu gerektirmektedir. Söz konusu mesele, bu akdin maslahatını elde etmek için genel kaideden yapıl­mış istisnalardan biri olmaktadır.

5- Vedialar ve emanetlerle ilgili akitlerde kullanılan sözler, malın emsalnin korunacağı şartlara hamledilir. Örneğin kıymetli cevherler ve altın, kumaş ve odunların korunduğu yer ve şekilde korunmaz. Bu konuda yerleşik örf gereği, emanet edilen şeyin benzerlerinin korunduğu yer ve şekilde korunması açıkça söylemek gibi kabul edilir.

6- Bir nesne üzerinde yapılacak sanatlar, o konudaki benzer işçiliğe hamledilir. Örneğin kişi kalın pamuklu bir kumaşı ve dipkî gibi ince kuma­şı dikmek üzere ücretle tutulduğunda, bu akit âdeten her birinin dikiş şekline göre yapılmış kabul edilir. Terzi dipkî kumaşını pamuklu ku­maşlar tarzında dikerse hiçbir ücrete hak kazanamaz. Zira bu konuda kişinin söylediği sözle beraber, dikilecek şeyin emsallerinin dikiş tar­zında olması açıkça söylenmiş gibi kabul edilir.

Bina yapımı için adam tutulmasında da böyledir. Her bir akit, binanın la­yık olduğu, emsal binalarda bulunan düzenlemenin güzelliği ve uyum ile aynı dereceye hamledilir.

Yemek pişirmek ve ekmek yapmak için adam tutmada da akit, aynı şekil­de ne aşırı ne de az, emsalinin pişirileceği kadar olacak şekilde yapılmış sayılır. Adeten emsallerinde olduğu şekilde işçi ekmeği fırında bıraksa sonra her iki taraf da ekmeğin yandığında ittifak etseler, işçinin un bedelini tazmin etmesi gerekmez, çünkü Örfün gereği, açık olarak söylenen lafız gibi kabul edilir. Eğer un sahibi bunu lafzen söylemiş olsaydı, işçinin yine tazmin etme­si gerekmezdi. Çünkü işçi unu, sahibinin izni ile itlaf etmiştir. Aynı şekilde örfün izni ile itlaf etmek de sözlü izin ile itlaf etmek gibi kabul edilir.

Binek hayvanlarının kiralanmasında akdin, adete uygun gidiş ve adete uygun mesafe ile sınırlanması da böyledir. Yolculuklarda binmek için kira­lanan hayvanlarda kişisel eşyaların, yemek ve içecek kaplarının taşınması da, bu konudaki yerleşik Örf sebebiyle akitte açık olarak dile getirilmiş gibi kabul edilir. Köyler ve şehirler arasında gidip gelmek için hayvanın kiralan­ması durumu ise bundan farklıdır.

Akitte açıkça şart koşulmasa da, arazi kiralanması durumunda kuyu ve nehir sularının, örf sebebiyle akde girmesi de böyledir. Hizmet için tutulan kişinin hizmetinin, kiralayan kişinin rütbe, makam ve haline layık olacak hizmetle kayıtlı olması da böyledir.

Kitapları yazarak çoğaltan kişinin mürekkebi ve terzinin ipi konusunda Örfte farklı uygulamalar bulunduğundan ihtilaf edilmiştir.

Yine örfün hükmü ile namaz vakitleri, yeme, içme süreleri ve gecenin ki­ra akdinde söz konusu menfaatten istisna edilmesi de böyledir. Örfte hizmet süresine dahil sayılan vakitlerden farklı olarak yukarıda belirtilen süreler hizmet süresinden istisna edilir. Akitte kullanılan lafızlar, örfte bulunan uy­gulama ile sınırlanır. Örfteki uygulama açıkça konuşulmuş gibi kabul edilir, çünkü örfün delaleti lafzın delaleti gibidir.

Bunun ibadetlerdeki benzeri itikaftaki kişinin ihtiyaçlarını görme zaman­larında itikaf yaptığı yerden çıkmasıdır. Kişi sanki şöyle demiş gibi kabul edilir: ihtiyaç zamanları dışında bir ay itikaf edeceğim.

Kira, belirli bir süre ile-sınırlandırıldığında işçinin çalışma şekli yavaşlık ve hızlılık konusunda adete ters düşmeksizin Örfte bulunan orta derecede çalışma ile sınırlı olur.

7- Tek bir akitle birden fazla'malın satılması durumunda, değer satılan mallara bölünür, tek bir akitle birden fazla menfaatin kiralanması du­rumunda, kira bedeli kiralanan menfaatlere bölünür. Örneğin satım akdinde kişi biri. bin dirhem, diğeri beş yüz dirhem değe­rinde iki cariyeyi toplam dokuz yüz dirheme satsa, bunun altı yüz dirhemi­ni bin dirhem değerindeki cariye için, üç yüz dirhemini beş yüz dirhem de­ğerindeki cariye için kabul ederiz.   .....

Kira akdinde, Mekke'de bir evin kiralanmasını düşünelim. Hac zamanın­da burada bir evin aylık kirası on dirheme, senenin geriye kalan tüm ayları­nın kirası da on dirheme denktir. Bu sebeple hac ayının kirası olarak kira be­delinin yarısı, senenin geri kalan kısmı için de kiranın geri kalanı hesaplamr. Örfe göre insanlar bedelin en üstününü en üstün şeye, bedelin en düşüğünü en düşük şeye harcarlar. Üstün olanı üstün ile, düşük olanı düşük ile muka­bele ederler. Kira akitlerinde de böyledir.

Akıllı bir kimse şunda şüphe etmez: Bir kimse bin dirheme bir boncuk ve bir İnci satın alsa bedelin çoğunu inciye verdiğini, azını boncuğa verdiğini bilir. Yine bir kimse değerli bir evle birlikte değersiz bir ev, yavaş bir atla bir­likte hızlı bir at, kesmeyen bir kılıçla birlikte keskin bir kılıç kiralasa kira be­delinin büyük kısmını menfaati çok olana, bedelin az olan bölümünü men­faati az olana verdiğini bilir.

Bu kaideden dolayı; "birlnüd_aeve hurması"[24] ve muratala[25] geçersiz ol­muştur. Yine bu kaideye binaen kişinin bedelden belirlediği bir payı almak da geçersiz olmuştur. Bir bedel karşılığında iki köle satın alan kişinin bedeli kölelerin değerine göre taksim edip sonra her bir köleyi bu ayırımın gerek­tirdiği bedele satın aldığını bildirmesi caizdir.

Bazı alimlerin "bir müd acve hurması" meselesinde, ribanın geçerli oldu­ğu malı, kendi mislinden ribanın geçerli olduğu diğer malla mukabele etme­leri gerçekten uzaktır. Çünkü bu görüşte olan alimin belirttiği durum, akdi yapan iki kişinin hiçbirinin aklına gelmez. Tek bedelle satın alman mallarda, bedelin malların değerine taksim edilmesi ise böyle değildir. Bu yaygın olan ve anlaşılan bir durumdur.

Şöyle bir şey söylenebilir: Akitlerin vaz edilişinde temel prensip bedelin, elde edilmesi amaçlanan şey karşılığında olması ve bedelin bölümlerinin amaçlanan şeyin bölümlerine dağıtılmasıdır. Buna göre bir bedel karşılığı hac yapan kişi hac esnasında ölürse ücretin tümünün düşmesi gerekmez mi? Çünkü Ölen kişi, adına hac yaptığı kişinin amaçladığı şeylerin hiç birini ger­çekleştirememiştir.

Buna şu şekilde cevap veririz: Eğer, ücretle hac yapan kişinin yarıda bı­raktığını başkasının tamamlamasını kabul edersek bu durumda kiralanan ki­şi amaçlanan şeyin bir kısmını elde etmiştir. Bunu kabul etmezsek bu du­rumda şu iki görüş söz konusudur:

a- Kiralanan kişi hiçbir şeye hak kazanamaz. Kıyasa uygun olan da bu görüştür. Çünkü kiralayan kişinin amaçlarından hiçbirini gerçekleştirememiş­tir. Zira kiralayanın amacı hac borcundan kurtulmaktır. Oysa kiralayan hac rükünlerinin hiçbirinden kurtulmamıştır. Diğer kiralama akitleri bundan farklıdır. Örneğin duvar yapmak üzere tutulan bir kişi duvarın yarısını yap­sa, buğdayı Öğütmek üzere tutulan kişi bir kısmını öğütse, elbise dikmek üzere tutulan kişi elbisenin bir kısmını dikse, mushafı yazmak üzere tutulan kişi bir kısmını yazsa tüm bu durumlarda ücretle tutulan kişi, ücreti verenin amaçlarından bir kısmını gerçekleştirmiştir. Hac için ücretle tutulan kişi ise ücret verenin amacından hiçbir şeyi gerçekleştirmemiştir. Ücretle tutulan ki­şi hac rükünlerinin büyük bir bölümünü yerine getirse bu durum şuna ben­zer: Cuale akdinde, köleyi yakalaması karşılığında bir bedel alacak olan kişi kaçan köleyi bir aylık mesafeden yakalayarak bedel verecek şahsın kapısına getirse, ona teslim etmeden önce köle kaçsa, ittifakla hiçbir bedele hak kaza­namaz. Çünkü bedel verecek olanın amaçladığı şeyin hiçbir bölümünü ger­çekleştirmemiştir.

b- Ücret hac fiillerine bölünür, haca diğer amellere kıyas etmek suretiyle kişi yaptığı miktarın ücretine hak kazanır, yapamadığının ücreti düşer. Bu, doğruya uzak bir görüştür. Çünkü diğer amellerde amaçlanan şeyin bir kıs­mı yerine geldiği için yerine gelmeyen kısmın bedeli düşer. Hac fiilinde ise amaçlananın hiçbir kısmı yerine gelmemiştir. Akitler bedellerin suretlerine değil amaçlanan şeyin yerine getirilmesine dayanır. Bu, ücretle tutulan şah­sın maslahatını esas almakla birlikte kıyasa uzak bir görüştür.

8- Ücretle çalışan sanatkârlara iş yaptırılması durumunda bunlar örfte yaygın olan ücrete hak kazanır. Kişi, dellâl, berber, kan alıcı, kalıpçı, maran­goz, hamal, çamaşırcı gibi ücretle çalışan bir kimseyi iş gördürmek için tut­sa en doğru görüşe göre bunlar âdette yaygın olan ücrete hak kazanırlar, çünkü örf buna delalet eder.

"Emsal ücrete hak kazanırlar" denilemez. Çünkü örfün yaygın olmasını, sözlü ifade gibi kabul ederiz. Dolayısıyla söz konusu kişiler ems,al ücretten fazlasına hak kazanırlar. Bu, onların emsalücretten fazlasına çalıştırılacağını sözlü olarak söylemek gibidir. Hibe edilecek şey karşılığında alınacak sevap konusunda da bunun benzeri söylenmiştir. Denilmiştir ki kişi hibe edilen şe­yin değerine göre sevap kazanır. Bunun, yukarıda belirtilen derecede örfte yaygın olması şart koşulmaz.                     

9- Yemek tamamen misafirlerin önüne konulduğunda ve âdeten onların yemeği yiyeceği süre geçince, yemeye teşebbüs etmeleri mubah olur. Misafirlerin hiç biri, yemeği verenin razı olduğunu bilmedikleri sürece yemeği kediye veya dilenciye veremezler. Alt tabakadan kişilerin, şeref sahibi kişilerin önüne konulan ve üst düzeyde kişilere ait değerli yemeklerden yemesi caiz değildir. Çünkü bu konuda ne lafız ile ne de örf ile bir delalet yoktur. Aksine örf bunu engellemektedir.

Şöyle bir soru sorulabilir: Örfe göre misafirin doyacak kadar yemesine izin verilir. Misafir doyacağı miktardan fazla yediğinde bu haram olur mu?

Buna şu şekilde cevap veririz: Buradaki fiil izne aykırı diye doyacak mik­tardan fazla yemenin haram olmaması gerekir. Çünkü örfte izin doyacak miktarla sınırlı değildir. Burada haramlık kişinin sağlığını bozması, bir fay­da söz konusu olmadığı halde yiyeceği ifsad ederek zayi etmesi sebebiyledir.

Şöyle bir soru sorulabilir: Bu bilinmeyen mi yoksa bilinen bir konuda ve­rilen izin midir? Çünkü misafirlerin her birinin yiyeceği miktar izin veren ta­rafından bilinmemektedir?

Buna şu şekilde cevap veririz: İbahacta mubah kılman şeyin mubah kılan tarafından bilinmesi şart değildir. Örneğin bir kimse bahçesinin meyvesin­den yenmesini mubah kılsa veya bir koyun yahut devesini verse, yahut bir atını ariyet olarak verip yararlanma süresini sınırlandırmasa, veya meyve­sinden sürekli olarak yararlanması için birine hurma ağacı verse tüm bunlar caizdir. Bu, ihtiyacın gerektirmesi sebebiyle bilinmeyen şeylere rıza göster­me konusundaki kaideden istisna edilmiştir.

Şöyle bir soru sorulabilir: Misafirlerden biri on insanın yiyebileceği kadar çok yiyen birisi olsa, yemeğin sahibi onun o kadar çok yiyeceğini bilmese,

doyacak kadar yemesi caiz olur mu?

Buna şu şekilde cevap veririz: Örfün yiyecek miktarı konusunda gerektir­diği miktardan fazla yemesi caiz değildir. Çünkü bunu aşan miktarda ne laf-zen ne de örfen izin bulunmaktadır.

Yine, yemek az olur da kişi büyük büyük lokmalar şeklinde hızlıca çiğne­yip yutarak yemeğin çoğunu yese ve arkadaşlarını mahrum bırâksa, Örfen ve lafzen izin bulunmaması sebebiyle bu caiz olmaz. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.v.): "meyvenin izinsiz olarak peşpeşe yenmesini yasaklamıştır",[26]

"Peşpeşe yemenin hükmü nedir?" diye sorulursa, şu şekilde cevap veri­riz:

Peşpeşe yemede çeşitli durumlar söz konusudur:

a- Yemek çok olup, herkesin doyacağı miktardan da fazla olursa ikram edilenlerin tümü diledikleri şekilde ister tek tek ister peşpeşe yiyebilirler.

b- Yemeğin az olması.

Bu misafirler hakkında geçerli bir yasaktır. Yemek sahibi ise tek tek veya her ne kadar misafirperverliğe ve yemek adabına aykırı olsa da peşpeşe yi­yebilir.

c- Yemeğin yiyenler arasında ortak olması. Bu da misafirlerin peşpeşe ye­melerinin yasak olması ile aynı özelliktedir!

10- Örfe göre, hakim ve valilerin makamlarına, açık olduğu zamanlarda ve girilmesi adet olan vakitlerde, hüküm ve dava için girilir, kişi ihti­yacı görülünceye kadar orada kısa veya uzun süre oturabilir. İhtiyacı­nı gördükten sonra orada uzun süre oturmak istese veya ihtiyacı olma­yan kişi gezip bakmak yahut davalılar arasında cereyan eden olayları görmek için girerse en kuvvetli görüşe göre bu konuda adet olması se­bebiyle caizdir.

11- Örfte giriş konusunda izin bulunması sebebiyle medreselere girilebi­lir. İzinsiz olarak kiliselere girmek, bu konuda örfî veya kavlî bir izin bulunmaması sebebiyle caiz değildir. Çünkü hıristiyanlar, Müslüman­ların oraya girmesini istemezler.

12- Güçlü olan görüşe göre ev sahibinin eve girilmesine izin verdiğini evin çocuğunun haber vermesi ile evlere girmek caiz olur. Çünkü ço­cukların ev sahiplerinin izin vermediği bir konuya cüret etmeleri uzak bir ihtimaldir. Çocukların bir hediye getirerek hediyenin sahibinin onu hediye ettiğini haber vermeleri durumu da böyle olup, o hediyeyi al­mak ve ondan yararlanmak caizdir.

Eve girmeye bir fasik izin verse veya hediyeyi fasık bir kimse getirse ba­na göre görüş ayrılığı söz konusu olmaksızın bu fiilleri yapmak caiz olur. Çünkü fasığın sözü dinde makbul ve muteberdir. Fasığın gerçekte yalan ol­duğu halde böyle bir şeye cüret etmesi çocuğunkinden daha uzak bir ihti­maldir. Bana göre durumu bilinmeyen kimse hakkında da hüküm böyle olup duraklamaya gerek yoktur, insanların uygulaması böyledir. îzin veri­len şeyin sahibinin her seferinde bunu bizzat yapması zor olduğu için bu maddede belirttiğimiz durum genel kaideden istisna edilmiştir. Bu dinin te­meli "bir şey daraldığında genişletilir" kaidesine dayanır.

13- Adete göre kaybolması halinde sahibinin aramayacağı, iltifat etmeye­ceği değersiz her türlü kayıp malı bulanın alması, mülk edinmesi ve kullanması, bu konuda o malın harcanması ile ilgili adetin yaygın ol­ması sebebiyle caizdir.

Mektup kağıtlarını mektubun gönderildiği kişinin dilediği şekilde kulla­nıp yararlanması da örfün izni sebebiyle caizdir. Hediyelerin içine konduğu kap, kılıf vb. şeylerde adet, değerlilerinde olduğu gibi bunların sahibine ge­ri gönderilmesi ise bunlardan yararlanmak caiz olmayıp, geri gönderilmesi vaciptir. Eğer değersiz çömlekler ve hurma yaprağı parçalarında olduğu gi­bi âdet bunların hediye gönderilen kişiye bırakılması ise, bu konudaki yay­gın adet sebebiyle hediye alanın bunlardan yararlanması caizdir. Değerli ve değersiz arasında orta derecede bulunursa, mubah kılan durumdaki şüphe sebebiyle ondan yararlanmak haram olur. Küçük veya büyük iğne gibi de­ğersiz ariyetlerin geri verilmesi de vaciptir. Çünkü bunların ariyet alana kal­ması ile ilgili ne sözlü izin ne de örf vardır.

14- Sahibi bulunan su kanalları ve nehirlerden su içmek ve hayvanları su­lamak, bu sulama kanal ve nehirlerin sahiplerine zarar vermiyorsa, bu caiz olur. Çünkü örfen izin verilen şey, sözle izin verilmiş gibi kabul edilir.

Bir kimse, içinde az bir su bulunan bir su kanalına bin tane deveyi sulama­ya getirirse âdet olan miktarın üzerindeki kısmın caiz olduğunu düşünmüyo­rum. Çünkü bu miktarda deveyi sulamayı ne sözlü izin ne de örfî izin gerek­tirir. Su kanalı veya nehir yetim veya genel vakıf gibi izni geçerli olmayan ki­şiye ait ise veya bunların mülkiyeti bir yetim yahut vakıftan sakıt olarak, izni muteber olacak bir kişiye ait mescitlere geçse mubah olurdu. Bana göre bura­da tevakkuf etmek gerekir. Çünkü hak sahibinin açık izni burada etkili değil­dir. Şu halde sahibin izni yerine geçen mutad örf nasıl etkili olabilir?

15- Din veya örfte mecaz olarak kullanımı yaygın olan Arapça lafızlar ha­kiki anlamlarından mecaza hamledilir. Buna örnek olarak namaz, ze­kât, oruç, hac ve umre gibi lafızları verebiliriz. Yine haber vermede kullanılan lafızlar, inşaya hamletmek, "sattım, kiraladım, tazmin et­tim, vekil kıldım, hibe ettim, borç verdim, sadaka verdim" şeklinde muamelelerde geçmiş zaman kalıbını kullanmak. Yine bazı durumlar­da örfe binaen gelecek zaman bile inşaya delalet eder. Mesela: "şuna şahitlik ederim" ifadesi şahitlik edildiği; "şunu iddia ederim" ifadesi iddiada bulunduğu anlamına gelir. Yoksa bunların gelecekte yapılaca­ğı anlamına hamledüemezler. Çünkü "şahitlik ederim" sözü hem şim­diki hem gelecek zaman için kullanılmakla birlikte örfte bu kalıp şim­diki zaman şeklinde anlaşılır.

"Sen hürsün, boşsun" ifadeleri sözlükte lafız dışında sabit ve gerçekleş­miş bir şeyi haber vermede kullanılsa da örfte bunlar hürriyet ve boşama ta­sarruflarını inşa etmede kullanılır. Çoğunluğun görüşüne göre boşama ve azat tasarrufları bu ifadelerin son harfleri ile, bazı alimlere göre de ifadeler sonrasında sabit olur.

16- Medreseler için yapılan vakıflar, hak sahiplerinin hak ettiği şeyleri, kendilerinin fıkh, anlama, tekrarlama, ders verme konularındaki dere­celeri oranında farklı olarak dağıtmaya hamledilir.

Yine Örfte yaygın duruma göre vakıf gelirleri öncelikle vakıf binasının imar edilmesinde kullanılır. Nasıl ki müvekkilin vekaletteki sözü, peşin ola­rak emsal bedelle ve ülkedeki yaygın para birimi üzerinden olarak anlaşıh-yorsa burada da vakfı yapanın sözü, öncelikle vakfın imarının yapılması şek­linde anlaşılır.

Vakfedilen medresede öğretim zamanı da sabah saatlerinde yapılmaya hamledilir. Çünkü bu konuda yaygın Örf vardır. Müderris dersi gece veya öğle vakti yahut güneş doğmadan önce vermeye kalksa bu engellenir.

Özetle müderris, yardımcısı ve fakihlere harcanacak bedeller o bölge ve­ya yöre örfünün gereğine göre ayarlanmalıdır. O beldede bir örf bulunmaz da müderris ve yardımcısına fazilet ve güzel öğretim konusunda onlarla ay­nı derecede bulunan kimselere diğer vakıflarda ödenen bedeller verilir.

Fakihlere de nüfuzları ve salahiyetleri ölçüsünde vakfın gelirinden veri­lir. Vakfın imareti öncelikledir. Sonra yaptığı işten ücreti hak eden kişilere ücretleri verilir. Müderris veya diğer vazifelilere o bölge örfününün gerektir­diğinden daha fazla ödeme yapılmaz. Fakihlere layık oldukları vazife verilir. Onlara hem medresedeki görevleri hem de diğer vazifeler için Ödeme yapı­lır. Vakfın her yeri emsalinin layık olduğu şekilde imar edilir.

Medreselerde öğretilen ilimler: Mezhep (fıkıh), cedel, hilaf, usul-i fıkıh ve kelam ilmidir. Bunların en üstünü mezhep ve usul ilmi, sonra hilaf, sonra ce-deldir. En sonda kelam ilmi bulunur. Mezhep ilmi ile ye (inilebilir.

17- Yaygın örfe binaen değersiz şeyleri üstün kişilere hibe etme sevabı ge­rektirir.

18- Evlerin satımında, binalar ve ağaçlar, satıcı tarafından ayrıca belirtil-mese bile yaygın örfe binaen satım akdine girer. Bunların arazi ve ar­sa satımında akde girmeleri ise uzak bir ihtimaldir. Çünkü açık alan­larda, ara'zi ve arsalarda, bina ve evlerin aksine bunlar mülkiyetten ay­rılıp tek başına satılabilir.

19- Kabul edenlere göre köle ve cariyenin satımında elbiseleri de yaygın örf sebebiyle satım akdine dahil olur.

20- Borçlan ödemede vekil kılma durumunda örf. hükmüne göre vekilin borcu ödediğine dair şahit tutması gerekir.

21- Definenin cahiliye devrine ait mi cahiliyeden başkasına ait mi olduğu konusunda üzerinde bulunan cahiliye ve İslam işaretlerine itimat edilir. Üzerinde islam dönemine ait alametler bulunan define buluntu mal hükmünde olup, etrafa duyurulması gerekir. Üzerinde cahiliye dönemine ait alametler bulunan define, beşte birinin hazineye veril­mesi gereken define kapsamındadır. Her iki devre ait alametlerin ol­madığı ve iki devre ait olması da muhtemel defineler nassa göre bu­luntu mal hükmündedir. Bazıları ise Hz. Peygamber'in (s.a.v.) "Defi^ nede beşte bir zekât vardır"[27] sözünün genel anlamı dolayısıyla bunla-, rı define kapsamında.kabul etmiştir.

22- Devlet başkanının cezaları infaz eden kişilere sopa vurma ve tazir uy­gulama konusunda verdiği izin; ne hızlı ne yavaş orta vuruşa, ne çok uzun süre ne de kısa bir süre orta bir zamana hamledilir.

Devlet başkanı, recm cezasının uygulanmasını emrettiğinde bu yalnızca mutad olan taşlarla yapılır. Büyük kaya parçaları ile yapılması caiz olmadı­ğı gibi küçük çakıl taneleri ile yapılması da caiz değildir.

Sopa cezası uygulanacak kişiye sopa, çıplak olarak vurulmaz. Aslında Kur'an'da yer alan ifadeye göre, dil bakımından cezanın çıplak uygulanma­sı gerekir. Çünkü "celede" fiili bir kimsenin cildine vurmak anlamına gelir. Nitekim "reese" fiili bir kimsenin başına vurmak, "rakebe" fiili de bir kimse­nin dizine vurmak anlamına gelir. Ancak cezanın uygulanması konusunda­ki sebebiyle bu lafız kişinin bedeninin üzerindeki şeye vurmak anlamına gel­miştir. İmam Malik erkeğin elbiselerinin çıkarılacağını söylemiştir. "Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun",[28] ayeti sopa vurmanın elbise ile yapılacağım göstermektedir, kadının elbiselerinin çıka­rılmayacağında icma vardır. Burada hem kadın hem erkek hakkında aynı ifade kullanılmıştır. Ayette sanki şöyle denmektedir: Her birinin elbiseleri üzerinden sopa vurun.

Dilsizin yaptığı işaretler bütün insanlar tarafından anlaşılabiliyorsa açık söz gibi kabul edilir. Örneğin ona "karını kaç kere boşadın?" diye soruldu­ğunda parmaklarıyla üçü gösterirse veya "kaç dirhem aldın?" diye soruldu­ğunda parmaklarıyla beşi gösterirse bu işaret açık söz gibi kabul edilir.

İnsanların tümü değil de çoğu tarafından anlaşılabilen işaretlen ise zahir durum gibi kabul edilir. Hakkında tereddüt edilen bir işaret olursa kinaye gibi kabul edilir. Şu durum da böyledir: Hastalık ve başka bir sebeple bir kimsenin dili tutulduğunda ona "falanın sende bin dirhem alacağı var mı?" diye sorulduğunda başı ile "evet" anlamında işaret yapar veya başını yuka­rı kaldırıp "hayır" anlamında işaretederse bu kabul edilir. Yine ona "Zeyd'i öldürdün mü?" diye sorulduğunda yapacağı işaret de böyledir. Bu kişinin yazısı da işareti gibi kabul edilir.

Konuşabilecek durumda olan kişinin yazısının sözlü ifadesi gibi kabul edilip edilmeyeceği konusunda iki görüş vardır.



[24] Bir müd acve hurması; kaliteli olan bir ölçek acve hurmayı kalitesiz iki ölçek hurma İle değiş­mektir

[25] Muratala; az ölçek iyi cins hurmayı çok ölçek kalitesiz hurma ile değişmektir.

[26] Buharı, Şerike, 5, 131; Müslim, Eşribe, 3, 1617

[27] Buharı, Zekat/3, 364; Müslim, Hudûd/3, 1334

[28] Nur,2