๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslami Hükümlerin Esas ve Hikmetleri => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 19 Ağustos 2011, 14:10:31



Konu Başlığı: İki Zahirin Çelişmesi
Gönderen: Ekvan üzerinde 19 Ağustos 2011, 14:10:31
İki Zahirin Çelişmesi


îki zahir tearuz edebilir. Alimler bu konuda görüş ayrılığı içinde olabilir. Bunun iki örneği vardır:

1- Eşlerin her biri ev eşyasının kendisine ait olduğunu iddia etse veya eş-

lerden biri tüm eşyada ortaklığı iddia etse İmam Şafiî'ye göre zilyed-likten elde edilen zanna bakarak eşya her ikisine eşit dağıtılır. Kimi alimler ise yaygın olan adetten elde edilen zahir durumu esas alarak eşlerden her birine kendisine uygun eşyanın verileceğini söylemekte­dir. Bu güçlü ve zahir bir görüştür.

Buna göre Örneğin koca asker olup kadının ip bükme aletine, ayakkabıla­rına ve başörtülerine ortak olduğunu iddia etse, kadın da kocasının atma, si­lahına, kaftanlarına, kemerlerine, kalkanına, miğferine, zincirden yapılma zırhına ortak olduğunu iddia etse, def edilmesi mümkün olmayacak şekilde içimizde şu zanm buluruz: Orduya ilişkin şeyler kocanın, kadınlara ilişkin şeyler de kadınındır.                                                                             

Koca fakih olsa fıkıh kitapları konusunda veya Kur'an okuyucusu olup..' kıraat kitapları konusunda, hadisçi olup hadis kitapları konusunda, haca-i matçı olup hacamat aletleri konusunda, dokumacı olup dokuma aletleri konusunda, baytar olup baytar aletleri konusunda karısı ile anlaşmazlığa düş-seler yahut da koca kadınlara ait olan sürmedanlık, ip bükme aleti, ayakka­bılar konusunda karısı ile anlaşmazlığa düşse her biri kendi içlerinde def et­meleri mümkün olmayan şu zanm bulurlar: Yukarıda belirtilen işleri yapan kocalarla ilgili olan aletler onlara ait kabul edilir. Kadınlara özgü şeyler de kadınlara ait kabul edilir. Bir asker ile karısının yukarıda sayılan haklar ko­nusunda ortak olması ne kadar uzak bir ihtimaldir!

2- insanlar hilali araştırdıkları sırada iki adil kişi hilali gördüğüne şahitlik

etse, onların dışında kimse hilali gördüğünü söylemese alimler bu ko­nuda ihtilaf etmişlerdin Yalan söylemeyi engelleyen adaletlerinin sabit olmasıyla doğru söyledikleri ortaya çıktığından înıam Şafiî onların şahitliğini kabul etmiştir. Bazı alimler ise bu iki şahsın şahitliklerini reddetmiştir. Çünkü adet onları yalanlamaktadır. Adete göre büyük topluluk hilali gördüklerinde bunu yayarlar ve konuşurlar. Hilali gör­düğünü yalnızca iki şahit konuştuğunda, adetten elde edilen zahir, o iki kişinin yalan söylediğini veya o ikisinin sözlerinden elde edilen zannın zayıflığını gösterir.

Bunların tümü hükümlerin veya hükümlerin sebeplerinin süburunu göste­ren delillerdir. Bu delillerden herhangi birinin gerçek dışı çıkması çok nadirdir. Bu yüzden, küçük ve nadir mefsedetlerin gerçekleşmesinden korkarak yaygm ve büyük maslahatlar kaybolmasın diye din bu delillere itibar etmiştir.

Istıshab veya zannın bitişik olmadığı bir yeminle hüküm verilebilir. Niyet ve hayız gibi yalnızca bir insanın açıklaması ile bilinebilecek bir konuda söz konusu kişinin yemini böyledir. Emanet bırakılan kişinin malı geri verdiği veya malın telef olduğu konusundaki yemin, emin konumunda olanların malın telef olduğu konusundaki yeminleri de böyledir.

[Yalnızca Zahir veya Yalnızca îstishaba Göre Hüküm Verilemeyecek Durumlar]

Daha önce yalnızca zahire veya yalnızca istıshaba göre hüküm verilebile­ceğini belirtmiştik. Bazı durumlarda ise başka bir sebepten kaynaklanan zan eklenmedikçe yalnızca zahir ve yalmzca istıshaba göre hüküm vermek yeterli olmayabilir.

Bunun örnekleri şunlardır:

1- Davalıya elindeki mal konusunda yemin ettirilmesi durumunda, iki za­hirden elde edilen iki zan bir araya gelir. Bu meselede davalının zil-yedliği doğru söylediğini göstermektedir. Yine yemini de doğru söyle­diğini gösterme hususunda zahirdir. Çünkü yaygm duruma göre Yü­ce Allah'ı tanıyan kişi onun adına yalan yere yemin etme cüretinde bu­lunmaz.

2- Hasmın yeminden kaçınmasından sonra davacıya yemin ettirilmesi. Davacının yemininden elde edilen zannı eklemedikçe hasmın yemin­den kaçınmasından elde edilen zan ile yerinilmez.

3- Zahirden elde edilen zannı eklemedikçe asıl istıshabından elde edilen zanla yerinilmez. Davalıya zimmeti veya bedeni ile ilgili bir hak konu­sunda yemin ettirilmesi böyledir. Aslolan hem zimmetinin hem bede­ninin beri olmasıdır. Yemininden elde edilen zannı eklemedikçe sade­ce asıl istıshabından elde edilen zan ile yetinemeyiz.

4- Temiz ve kirli bir kap birbirine karıştığında veya temiz ve necis bir el­bise birbirine karıştığında kişi istıshaba dayanarak bunlardan birini kullanmak istediğinde bu caiz olmaz. Çünkü ictihaddan elde edilen zannı eklemedikçe istıshabdan elde edilen zanna göre hüküm vereme­yiz. Kıble konusunda îstıshab mümkün değildir. Çünkü hiçbir yön hakkında kıblenin orada bulunmasının asıl olduğunu söyleyemeyiz. Kıbleyi belirleme konusunda istıshabı eklemenin mümkün olmaması sebebiyle ictihaddan elde edilen zan ile yetiniriz.

Su ve idrar birbirine karıştığında ictihad söz konusu olmaz. Çünkü bu ko­nuda yalnızca ictihaddan elde edilen zan ile yetinilmez. İkisini ayıran; kıble ve hükümler konusunda bunun imkansız olması, temiz ve necis su konusun­da içtihadın ise kolay olmasıdır.    .

Ramazan ayının ve namaz vakitlerinin girmesi konusundaki ictihad ise, herhanği bir asıl istıshabı olmaksızın yalnızca zahirden elde edilir.

[Münkeri Nehyetmenin Zanna Bağlı Olması]

Şöyle bir soru sorulabilir: Diğerlerinde belirttiğiniz gibi münkeri nehye-den kişinin fiili zanna bina edilebilir mi?

Buna şöyle cevap veririz: Evet diğer meselelerde olduğu gibi münkeri nehyetmek de zanna bağlıdır. Örneğin bir insan başkasına ait bir elbiseyi üzerinden çıkartırsa, elbisesi çıkarılanın zilyedliğinin zahir olması sebebiyle bu fiili nehyetmemiz vacip olur.

Bir kimsenin bir kadını zorla kendi evine götürdüğünü ve kadın inkar et­tiği halde onun kendisinin eşi veya cariyesi olduğunu iddia ettiğini gördü­ğümüzde bunu nehyetmemiz vacip olur. Çünkü aslolan onun iddia ettiği şe­yin olmamasıdır.

Bir kimse diğer bir şahsın îslam ülkesine girmiş kafir bir harbi olduğunu iddia ettiği halde söz konusu kişi bunu yalanlasa, iddia sahibinin iddiasını reddetmemiz gerekir. Çünkü Yüce Allah kullarını şirkten uzak olarak yarat­mıştır, içinde bulunulan ülke de yaygın olarak müslümanlarin yaşadığı bir yer plduğundan bu ülke, içindeki kişilerin müslüman olduğunu zahiren gös­termektedir.

Bu konularda zanlarımız isabet ederse Yüce Allah'ın yerine getirmemizi vacip kıldığı maslahatları yerine getirmiş oluruz.-Bununla Allah'ın rızasını kastettiğimizde sevap alırız. Zanlarımız doğru çıkmazsa kasıtlarımızdan do­layı sevap alırız, bu konuda mazur oluruz. Nitekim Hz. Musa'nın, Hızır'ın gemiyi delmesi, çocuğu öldürmesine itiraz etmesi mazur görülmüştür. O bu itirazını şöyle diyerek yeminle güçlendirmiştir: "Gerçekten sen fena bir şey yaptın!",[44] "Gerçekten sen (ziyanı) büyük bir iş yaptın!"[45]

Eğer Hz. Musa, geminin delinmesi ve çocuğun öldürülmesindeki masla­hatı bilseydi, Hızır'ın gemiyi o şekilde bırakmasında geminin gaspedilmesi mefsedeti, çocuğu hayatta bırakmasında ana-babasına nankörlük ve azgınlık etmesi mefsedeti bulunduğunu bilseydi Hızır'ın hareketlerine itiraz etmez ona bu konuda yardımcı olur ve görüşünü doğru bulurdu. Çünkü bunda Al­lah'a yakınlık vardır. Bizim zannımızda böyle bir olay meydana gelse hük­mü aynı olur. Bunun çeşitli örnekleri vardır:

, Bir yetime ait bir gemi bulunsa, vasi geminin gasp edilmesinden korksa, gemiyi delmesi halinde zalim kişinin gemiden uzak duracağını bilse az bir' şeyi zayi etmekle daha büyüğünü korumak için gemiyi delmesi gerekir. Çünkü az ve değersiz bir şeyi zayi ederek büyük ve önemli bir şeyi korumak en güzel tasarruflardandır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: ''Yeti­min malına ancak en güzel bir şekilde yaklaşın."[46]

Öldürülmesine kesin olarak hüküm verilmiş kişi devletten kaçsa, devlet başkanı onu yakalayanların öldürmesini erhretse, mahkum ölümünü engel­lememiz için bize sığınsa, olayın içyüzünü bilmediğimizde ona yardım et­memiz vaciptir. Hatta onu öldürmek için peşine düşen kişiyi öldürmekten başka imkanımız olmasa öldürürüz, işin iç yüzüne vakıf olsak bu konuda yardım ederdik ve yardım etmenin sevabını alırdık. Çünkü Allah nezdinde bizim üzerimize vacip olan budur.

Şöyle bir soru sorulabilir: Lian yapan eşlerden birinin yeminlerinde ve li-anında yalancı olduğu bilindiği halde din iki tarafın lian yapmasına nasıl ce­vaz vermiştir?

Buna şu şekilde cevap veririz: Her biri ile birlikte sözünün tasdik edil­mesini gerektiren zahir bir durum olduğundan din buna cevaz vermiştir.' Koca açısından zahir olan; onun zina İsnadında doğru söylemesidir. Çünkü yaygın duruma göre kocalar eşlerine zina isnadında bulunmaz. Kadın açısından zahir olan onun doğru söylemesidir. Çünkü aslolan zina etme­miş olmasıdır.

Bunun bir benzeri de şudur: Bir kimse "şu kuş karga ise karım boş olsun, kölem hür olsun, cariyem hür olsun" dese, diğer bir kimse de "eğer o kuş karga değilse karım boş olsun, kölem hür olsun, cariyem hür olsun" dese, kuşun ne olduğu bilinmese, her iki kişiyi de bu şartı ileri sürmeden önceki hallerinde bırakırız. Çünkü her biri hakkında aslolan onların cinsel istifade hakkına ve köle ile cariyenin mülkiyetine sahip olmalarıdır. Bu örnek, lian konusuna benzemektedir. Bu sözü söyleyenlerin kölelerinden biri diğerine intikal etse, onun hakkında mefsedet gerçekleştiğinden, her iki köle konu­sunda da onlara sahip olan kişinin kısıtlama altında olacağını kesin olarak bilirdik.

Dinin kaynakları konusunda zan ile amel etmemizin sebebi zanlann na­diren gerçek dışı, çoğunlukla doğru çıkmasıdır. Nadiren gerçek dışı çıkma ihtimalinden korkarak zanlarla amel etmeyi terk edersek, nadiren meydana gelen küçük mefsedetlerin meydana gelmesinden korkarak yaygın ve büyük maslahatları zayi etmiş oluruz. Bu, Yüce Allah'ın dinleri kendisi için koydu­ğu hikmetine aykırıdır.

Allah akıl sahiplerini kitaplarını göndermeden önce bile bu gibi yöntem­lere yönlendirmiştir. Onların ticaret, sanat, ikamet, yolculuk ve diğer hare­ketler konusundaki tasarruflarının çoğu nadir mefsedetlerin meydana gelme ihtimali bulunmakla birlikte yaygın maslahatlara bina edilmiştir. Örneğin yolcu, kendisi ve malının yolculuk esnasında telef olma ihtimali bulunmak­la birlikte çoğunlukla sağ salim yolculuğu bitirme ihtimaline dayanarak yol­culuk yapmaktadır. Nadiren kendisi ve malının yok olma ihtimali varsa da buna nisbetle kurtulma ihtimali daha büyüktür.

Bir kimse devenin ısırması, katır tepmesi; eşeğin yere atması, bir zorbanın kendisini öldürmesi gibi nadiren meydana gelebilecek sebeplerden korkarak din ve dünyasının maslahatlarını ihmal ederek evinde otursa, akıllı kişiler o kadını ahmak, aptal ve delilerden sayarlar.

Eğer kişinin peşinde zorba birisi veya onu korkutan bir düşmanı yahut ısırmak isteyen saldırgan bir köpek olur da canını tehlikeye atarak bunların karşısına çıkarsa bu kez de akıllı kişiler onu ahmak ve aptallardan sayar, şe­riatlar da onu kınar.

1 Bir kimse ailesi, malı, yurdu, çocukları ve dinini koruma uğrunda savaş­mayı terkederse onun bu korkaklığı en büyük kabahatlerden sayılır. Çünkü bu korkaklığı ona en büyük maslahatlarını kaybettirir. Kişinin bir maslahatı elde etmesi ya da mefsedetleri def etmesi söz konusu olmadığı halde canını ve organlarını tehlikeye atması çirkin sayılırsa akıllı kişiler bunu onun kaba­hati olarak görür.                                               .

Daha önce belirttiğimiz üzere Yüce Allah; kullarını dünyevî maslahatla­rın büyük bir kısmını elde etmeleri ve dünyevî^mefsedetlerin büyük bir kıs­mını da terketmeleri için bunları bilecek şekilcfe. yaratmıştır. İstikra yönte­miyle bu durum incelenirse Allah'ın insan fıtratına yerleştirdiğinden çok az bir kısmının bunun dışında kaldığı görülür. Bu yüzdendir ki insan tabiatının teşvik ettiği şeylerin büyük bir kısmına dinler de teşvik etmiştir. Doğruya ancak akıl sahipleri vakıf olur.

Şöyle bir soru sorulabilir: Alimler çokça şu ifadeyi kullanırlar: "Kesin ola­rak kişi üzerine vacip olan bir şeyden ancak kesin bir delil ile kurtulunur". Bu ifade nasıl değerlendirilmelidir?

Buna iki şekilde cevap veririz:

1- Yakın (kesin), şeriatta mecazen muteber zan için kullanılır.

2- Yüce Allah bize vacip olduğu konusunda zanna sahip olduğumuz sözler ve fiilleri vacip kılmıştır. Kesin olarak bilinen şey zan edilen bir şey olur­sa, mükellef yerine getirdiği şeyin zan edilen şey olduğunu ve Allah'ın kendisini yalnızca zan yolu ile ulaştığı şeylerden sorumlu tuttuğunu, zannın oluşması halinde kesin bir hüküm vermesinin zannın bağlı oldu­ğu şeyin kesinliğine hükmetmek olmadığını, aksine zannının varlığı ko­nusunda kesin hüküm vermek olduğunu kesin olarak bilir. Yine zannın mevcudiyetine kesin olarak hükmetmekle zan konusu şeyin mevcudi­yetine kesin olarak hükmetmek arasında fark olduğunu da bilir.

Buna göre Kabe'nin belirli bir yönde olduğu zanruna sahip olan kişi, bu yöne dönmenin vacip olduğuna kesin olarak hükmeder, Kabe'nin orada ol­duğuna kesin olarak, hükmetmez.

Veraa uygun olan mükellefin şüphelendiği şeyi terkedip şüphe duyma­dığı şeyi esas almasıdır, "ihtiyat" denilen de budur. Buna göre temiz ve ne-cis bir kap birbirine karışsa, başka kap yoksa ictihad vacip olur. Kişi içtiha­dı sonucunda birinin temiz olduğu sonucuna ulaşırsa, kesin olarak temiz olan bir suya ulaşma imkanı bulunmadığında onu kullanması vacip olur. Nitekim kıbleyi bilmesi mümkün olmayan kişinin ictihad ederek, bu içtiha­da uygun hareket etmesi gerekir. Kişinin yanında temiz olduğunu kesin lolarak bildiği bir su bulunursa karışık iki kap arasında ictihad yapması va-|cıp değil caiz olur. İçtihadı onu kesin bir sonuca ulaştırırsa iki temiz sudan hangisini dilerse kullanabilir. Zira belirttiğimiz gibi zan ile temiz olduğu Jüşünülen şey kesin olarak temiz olan gibidir. Bu, kesin olarak temiz olduğu bilinen bir elbiseyi giyme imkanı bulunan kişinin temiz olduğu zan edi­len elbiseyi giymesi gibidir.

Burada şu ihtimal de söz konusudur; Hz. Peygamberin (s.a.v.) "Sana şüphe vereni bırak, şüphe vermeyeni al" sözü sebebiyle temiz bir suyun bu­lunması halinde içtihadı esas almak caiz değildir.

Bu hadisi genel anlamda almak probleme yol açmaktadır. Çünkü hadiste­ki emir kipi sebebiyle bunu vacip olarak kabul edersek menduplar hadisin dı­şında kalır. Hadisteki emri menduplara yorarsak bu zorlama bir yorum olur. Her ikisine de yorarsak mecaz .ve hakikati birleştirmiş veya müşterekleri bir­leştirmiş oluruz. Emir kipinde yaygın olan vaciplik olduğundan hadisteki em­ri vaciplere yormak daha önceliklidir. Umum ifadelerde yaygın durum bunla­rın tahsis edilmesidir. Hadisi yaygın olan durum gereği vacibe yormak umu­ma yormaktan daha iyidir. "Hayır yapın"[47] ayeti de buna örnektir.

Yüce Allah, yalnızca kendi zatının ve sıfatlarının bilinmesi gibi kesin bil­gi veya inancın şart olduğu durumlarda zan ile amel etmeyi kötülerniştir. İki durum arasında açık bir fark vardır. Yine güçlü zannın şart koşulduğu du­rumlarda zayıf zanla amel etmeyi de yermiştir.

Özetle söylersek vacip, mendup ve mubahın maslahatlarının çoğu şer'î ölçülerle belirlenebilen zanlara dayalıdır. Haram ve mekruh mefsedetlerin çoğu da yine şer'î ölçülerle belirlenebilen zanlara dayalıdır.

Namaz kılan kişi namazın farzlarında veya rekat sayılarında şüphe etse, bu durumda kesin olarak bilinen şeyi esas alarak namazına devam eder. Ke­sin olarak bilinenden kastedilen bilgi değil kalpte yer eden inançtır. Hz. Pey-gamber'in (sa.v.) namazı tamamladığına inanarak ikinci rekatta selam ver­mesi de bunu gösterir. Kesin bilgi şart olsaydı, bu olmadığından Hz. Pey­gamber selam vermezdi.

İmam rekat sayılarında şüphe etse cemaat namazı tamamladığım bildir­mek için "Sübhanallah" diyerek onu uyarsa, cemaat adeten hepsinin unut­muş olması mümkün olmayacak sayıda ise imam onların sözüne uyarak na­mazını tamamlar, çünkü namazın tamamlandığım kesin olarak bilmiş olur.

Şöyle bir soru sorulabilir: Yüce Allah'ın şu ayeti hakkında ne dersiniz? "Ey İman edenler! Zannın birçoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı gü­nahtır."[48] Yine Hz. Peygamber'in (s.a.v.) şu hadisi hakkında ne dersiniz? "Zandan kaçının, çünkü zan, sözlerin en yalanıdır"[49]

Buna şu şekilde cevap veririz: Ayette zarının tümü yasaklanmamış yal­nızca bir kısmı yasaklanmıştır. Bu da zanna bina edilmesi caiz olmayan şeyi zanna bina etmektir. Mesela bir insanın zina ettiğini, hırsızlık -yaptığını, yol kestiğini, adam öldürdüğünü, bir malı aldığını, birinin ırzına iftira ettiğini zannederek, şer'î bir delil olmaksızın söz konusu kişiyi sorumlu tutmak ve­ya belirtilen zanna dayanarak bu konularda o kişi aleyhine şahit tutmak gü­nahtır.

Yukarıdaki ayetin tam olarak açılımı şöyledir: "Zanna uymaktan çokça kaçının. Çünkü bazı zanlara uymak günahtır". Ayeti bu şekilde anlamak ge­rekir. Çünkü zarını harekete geçiren sebepler bulunduğu halde zannı yasak­lamak doğru olmaz. Çünkü bu, kaçınmaya güç yetirilemeyen bir şeyden ka­çınmakla yükümlü tutmak olur. Çünkü sebepleri gerçekleştiği halde kişi zannı içinden def edemez. Allah kimseyi gücünün yetmediği şeyden sorum­lu tutmaz.

Hadisin açılımı ise şöyledir: "Bazı zanlara uymaktan sakının". Daha önce belirttiğimiz durumlarda zanna uymanın vacip olması ve kimi durumlarda caiz olması sebebiyle hadisin anlamını bu şekilde belirledik. Uyulmasının vacip ve caiz olduğunu belirttiğimiz zanlara uymak dünya ve ahirette kur­tuluşun sebebidir. Sonucu böyle olan bir zan, bir hayır getirmeyen veya bir zararı def etmeyen bir bilgiden daha hayırlıdır. Rahman'm rızasını ve cen­netlerde oturmayı gerektiren bir zan ne yücedir!

Pek çok bilgi Yüce Allah'ın öfkelenmesine ve cehennemde ebedî kalmaya yol açabilir. Bü bilgi sahiplerinin çoğunun islam'ı terkettiğini, imanı bir ke­nara bıraktığım, din ilimlerini kötülediğini, tabiat ilimlerini övdüğünü bizzat gördük. "İşte onlar dünya hayatında çabaları boşa gidenlerdir. Oysa onlar iyi işler yaptıklarını zannediyorlar".

Her türlü mutluluk Kur'an'a uymak, İslam şeriatına ve Hz. Peygamber'in (s.a.v.) sünnetine bağlanmaktadır. Buna aykırı davrananlar, aykırılıkları ora­nında Allah'tan uzaklaşmış olur. Artık dileyen bu aykırılığını azaltsın dile­yen çoğaltsın. Aldanan kişi toz-duman dağılınca altındaki hayvanın at mı yoksa eşek mi olduğunu anlayacak! Şimdiki zamanda bunların örneği tıpkı islam'ın başlangıcındaki münafıkların örneği gibidir.


[44] Kehf,74

[45] Kehf, 71

[46] En'am, 152

[47] Hac, 77

[48] Hucurat, 12

[49] Buharı, Edeb, 10, 484; Müslim, Birr, 4, 1985