๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslami Hükümlerin Esas ve Hikmetleri => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 19 Ağustos 2011, 14:04:46



Konu Başlığı: İbadet Ve Muamelelerin Kısımlarının Açıklanması
Gönderen: Ekvan üzerinde 19 Ağustos 2011, 14:04:46
İbadet Ve Muamelelerin Kısımlarının Açıklanması


Allah nimet verip iyilikte bulunduğu kulunu kendisine taatte bulunmaya nuvaffak kılar ve bunun sevabına nail kılar. Yardımsız bıraktığı kulunu da kendisine isyan etmesine izin vermek ve bu isyana ceza vermek suretiyle rahmetinden uzaklaştırır.

Ahiret maslahatları; sevap elde etmek, cezadan kurtulmaktır. Ahiret mef-sedetleri ise; cezaya müstahak olma ve sevapları kaybetmektir. Tüm bunlar "uhrevî maslahatlar" diye ifade edilir.

ibadetlerin tümünden amaçlanan şey; Allah'ın şanının yüceltilmesi, ta­zim edilmesi, saygı gösterilmesi, O'na tevekkül etme, işleri O'na havale etmektir. Dünya ve ahirette şeref olarak O'nu ve sıfatlarını bilmek yeter. Bu bilgi, O'nun yüce cemâline bakmak dışında her türlü sevabın üstündedir.

Dünya maslahatları zaruretler, ihtiyaçlar ve tamamlayıcılar / mükem-melleştiricilerin gerektirdiği maslahatlardır. Dünya mefsedetleri ise bunların zıddını elde ederek maslahatları kaybetmektir. Tüm bunlar "dünyevî masla­hatlar" diye ifade edilir.

Yüce Rabbimiz ahirete ilişkin maslahatların imkan nisbetinde çoğaltılma­sını ve dünyaya ilişkin maslahatlarda ise zaruretler ve ihtiyaçlar ile yetinme­yi teşvik etmiştir. Zengin ve bedbahtlar az yapmaları emredilen şeyleri çok yapmaya, çok yapmaları emredilen şeyleri ise azaltmaya rağbet etmişlerdir. Bu yüzden Yüce Allah onlara öfkelenmiş, onları bedbaht kılmış, rahmetin­den uzaklaştırmıştır. Allah bu gibilerin çoğu hakkında şöyle demiştir: "siz ahiret daha hayırlı ve kalıcı olduğu halde dünya hayatını tercih ediyorsu­nuz".[52]

Nebiler ve veliler ise dünyevi amaçlardan kendilerini uzak tutmaya, ahi­rete ilişkin maslahatlara sebep olacak şeyleri çoğaltmaya rağbet etmişlerdir. Yüce Allah da onları kendine yaklaştırmış, onlardan razı olmuş, onları ken­dinden razı kılmış, mutlu kılmış, işlerini üstlenmiştir. Değersiz ve geçici bir şeyi değerli ve kalıcı bir şeye tercih eden kişi ne bedbahttır! Mevlasmı razı eden ve ahiretini dünyasına tercih eden kişinin durumu ne kadar gıpta edi­lecek bir durumdur! Amel edenler işte böyle bir şey için amel etsinler, yarış yapanlar da bu konuda yarış yapsınlar.

Dinî yükümlülüklerin tümü, kulların dünya ve ahiret maslahatlarını sağ­lamaya yöneliktir. Allah'ın kimsenin ibadetine ihtiyacı yoktur. İtaat edenle­rin taati O'na yarar sağlamadığı gibi, isyan edenlerin İsyanı da O'na zarar vermez, insanların tümü içlerindeki en günahkar kişinin kalbine sahip olsa, bu O'nun mülkünden bir şey eksiltmez. Aksine insanların tümü içlerindeki en muttaki kişinin kalbine sahip olsalar bu O'nun mülkünde bir şey arttır-maz. Kullar O'na zarar verme imkanına sahip değillerdir ki zarar verebilsin­ler, yarar sağlama imkanına sahip değillerdir ki yarar sağlayabilsinler. O'nun hidayet ettikleri dışında tüm insanlar dalalettedir. O'nun doyurduk­ları dışında herkes açtır. O'nun giydirdikleri dışında herkes çıplaktır. Yüce Allah ezelî, ilminde bazı olayları diğer bazılarına bağlamıştır. Bu, önceki olayların sonrakileri gerektirdiği ve yarattığı anlamına gelmez. Aksine se­bepleri sonuçlarına, cezalan suçlarına, sevapları taatlere bağlayan yegane güç O'dur. Bunlardan hiçbiri sonuçlarını yaratamaz. Bunların hepsi O'na da­yanır. Yüce Allah kuldan bir küfür ve isyan olmadığı halde kulunu cezalamdırsaydı bile bu yine tamamen adalet olurdu. İtaat ve iman söz konusu ol­maksızın ödüllendirse bile O kendi lütfuyla nimet veren olurdu.

Yüce Allah dünyada hükümlerini bazı sebeplere bağlayarak uygula­maktadır. Ta ki kullar bu sebepler vasıtasıyla hükümleri bilsinler, bu saye­de sebepleri öğrendiklerinde O'na itaat etmeye ve isyandan kaçmaya koş­sunlar. Onların çoğunun kendisine isyan edip etmeyeceğini, muhalefet edip iradesine uymayacaklarını bildiği halde, ezelî ilminde o şekilde yer al­ması, iradesinin geçerliliği ve onlar üzerindeki hükmü gereğince mükellef­lerin tümüne emirler ve yasaklar koymuş, itaat etmeye ve isyandan kaçma­ya davet etmiştir.

Şöyle bir soru sorulabilir: Yüce Allah kendisine itaat etmeyeceklerini, em­rine uymayacaklarını bildiği halde niçin onlara hitap yöneltmiştir? Kullar O'nun bilgisini değiştirme gücüne, hükmünü değiştirme imkanına sahip ol­madıkları halde bilgisine aykırı bir şeyi onlardan nasıl talep edebilir? Allah onları güç yetiremedikleri şeyle yükümlü tutmuş olmuyor mu? Çünkü O'nun var olmayacağını bildiği şeyin olmaması zorunludur. O'nun var ola­cağını bildiği şeyin de olması zorunludur.

Buna şu şekilde cevap veririz: Bu konuda söylenecek en güzel şey şudur: Allah'ın emrine uymayan ve yasaklarından kaçınmayan bedbaht kişilere hi­tabın yönelmesi hakikatte bir talep değildir. Bu hitap yalnızca onların bed­bahtlığı için konulmuş bir alamet ve onlara azap edilmesi için belirlenmiş bir emaredir. Çünkü Arap dilinde haberin, emir ve nehiy kipleriyle ifade edil­mesi anormal bir durum değildir. Örneğin şu ayetlerde: "Kim sapkınlıkta ise, çok merhametli olan Allah ona mühlet versin!"[53] "Bir şeyin olmasını dile­diğinde O'nun sözü sadece: ol demektir. O da hemen oluverir"[54] "Biz sizin hatalarınızı yüklenelim"[55] "De ki: İster taş olun, ister demir, isterse aklınıza imkansız gibi görünen herhangi bir yaratık!"[56]

İleride deliler, hayvanlar ve çocuklara azap edilmesi konusunda belirte­ceğimiz üzere günah işlemeyen ve Allah'a karşı gelmeyen varlıklara azap edilmesi de uzak bir durum değildir. Nitekim sahih bir hadiste şöyle denil­mektedir: "Yüce Allah ateş için bazı topluluklar yaratır"[57]

îtaat etmeyen kişiye sevap verilmesi de uzak bir durum değildir. Nitekim yine sahih bir hadiste: "Yüce Allah cennette bazı topluluklar yaratır"[58] denilmistir. îri gözlü huriler ve müslümanlarm çocukları hakkındaki hüküm de böyledir. Bu Yüce Allah'ın, kulundan herhangi bir amel söz konusu olmak­sızın yaptığı iyiliklerin ilki değildir. O, kendisine yakın meleklere, nebilere ve resullere iyilik ve ihsanda bulunduğu gibi, bu dünya menfaatleri konusunda kötülere de iyilere de ihsanda bulunmuş, yine vahşi ve evcil hayvan­lara da ihsanda bulunmuştur.

Yüce Allah taatle mükellef tuttuğu halde sevap vermeyebilir. Nitekim kendi katına yakın melekler böyledir. Dilediğini yapan ve dilediğine hükme­den alemlerin Rabbine itiraz söz konusu olamaz, itiraz edenin bedbahtlığı artar, belası şiddetlenir, cefası büyür.

îtiraz edene şöyle cevap verilir: Yüce Allah'ın rabliği kulların maslahatlai rı ile sınırlandırılmış değildir. Kullar yalnızca kendi maslahatlarına uygun şeyler yapması konusunda Rablerine sınırlama koyamazlar. Ezelî kudret sınırsız olup kulların maslahatına uygun olan, beldeleri imar eden, doğru yo­la sevketmeyi gerektiren şeylerle sınırlanmaz. Günahı ve sorumluluğu söz konusu olmayan çocuk, deli ve hayvan gibi canlıların çeşitli elem, hastalık, açlık, susuzluk, boğulma, yanma vb. gibi durumlara mübtela kılındığını biz­zat görmekteyiz. Üstelik Yüce Rabbin bundan bir yarar sağlamadığını, yok­luğundan bir zarar görmediğini, bu durumlara mübtela olanların da bundan bir yarar sağlamadığını aksine yokluğunun onlar için yararlı olduğunu bil­mekteyiz.

Bazı bedbahtlar: "Allah yalnızca belirttiğiniz kişilere sevap vermek için bunu yapmaktadır" derse bu görüşte olana deriz ki: Doğru yoldan ayrıldın. Allah'ın gücü onlara azap etmeksizin ihsanda bulunmaya yetmez mi?

Eğer "Allah'ın gücü buna yetmez" derse bu sözde açık bir yanlış vardır. "Allah'ın gücü buna yeter" derse ona "öyleyse bu güçsüz varlıklara niçin za­rar yermektedir?" diye sorulur. Bedbaht "bunu sadece kendisine minnet edilmesi zararını onlardan gidermek için yapmaktadır" derse ona üç açıdan cevap veririz:

1- Allah minneti için zarar yaratmama gücüne sahiptir.

2- Alemlerin Rabbinin minneti dünya ve ahirette bir şeref olup, kimse bu minnetten çıkamaz, ayrılamaz. Bizim zatımızı, sıfatlarımızı ve rızıkla-rımızı o yarattığı halde bu minnetten nasıl çıkarız?

3- Eğer Allah'ın minnetinde -haşa- bir zarar olduğu düşünülürse bu zararın kötülüğü kıyas kabul etmeyecek şekilde yukarıda saydığımız za­rarların kötülüklerinden daha hafiftir. Bunu şöyle bir örnekle açıklaya­biliriz: Belaya maruz kalmış bir insan düşünelim. Farz edelim ki bu kişi cüzzâmlı, iki eli ve iki ayağı kesik bir şekilde bir çöplüğe terkedilmiş. Bin kantar malı olan zengin bir insan ona uğruyor. Zengin, o kişinin bir gözünü çıkarıyor sonra da ona bir lokma yemek veriyor. Zengine "bu zayıf garibanın gözünü niye çıkarttın?" diye sorulduğunda "bu lokmayı ona yedirmek için çıkarttım" diyor. Ona "gözünü çıkartma­dan o lokmayı yediremez miydin?" diye sorulduğunda "yedirebilir-dim" diyor. "Öyleyse bu kadar zengin olmana ve onun gözünü çıkart­mama kudretine rağmen niçin bunu yaptın?" diye sorulduğunda "ba­na minnet etme durumunu ortadan kaldırarak ona iyilik etmek için yaptım" diyor.

Şimdi böyle bir durumda akıllı kişiler o zengin şahsın yaptığı şeyin çok çirkin olduğunu kesin bir şekilde ifade ederler ve onu insanların en akıl­sızlarından, en kötü amellilerinden, görüş ve düşüncesi en sakatlarından sayarlar.

Bu görüşte olanlar gayba ait hususları, görünen şeylere kıyas eden kimse­lerden iseler sonuç onları yalanlar. Çünkü bu olaylar görünüşte çirkin ama hakikatte bunların Allah'tan sadır olması güzeldir. Gaybı görünene kıyas et­meyen kimselerden iseler iki durum arasında fark bulunduğundan görün­meyeni görünene ilhak etmeleri caiz olmaz. Çünkü bu görünüşte çirkin ha­kikatte güzeldir. İmam Şafiî şöyle demiştir: "Kaderiyye Allah'ın bilgisini ka­bul ettiklerinde, kendilerine itiraz edilip tartışıldı". Bu söz şu anlama gelir: Onlar evrende meydana gelen kötülükleri Allah'ın bildiğini ve gücü; yettiği halde bunları gidermediğini kabul ederler. Gidermeye gücü yeten kişinin bunu yapmaması görünüşte çirkindir. Ancak Allah'ın bunu yapması çirkin değildir. Çünkü O'nun buna gücünün yettiği konusunda bizimle aynı görüş­tedirler.

Bunu açıklamak için şu örnek verilmiştir:

Bir kişinin bozguncu bir kölesi vardır. Efendi kölesini bağlı tutmaktadır: Köleyi serbest bıraktığında efendinin mal ve mülkünü ifsad edeceğini, cari­yeleri, kızları ve karıları ile zina edeceğini, çocuklarını ve sevdiklerini öldü­receğini bilmektedir. Efendi buna rağmen kölesini serbest bırakır. Köle de tüm bu kötülükleri işler. Efendi bunları zorlanmaksızın önleyebilecekken bunu yapmaz, yalnızca seyreder. Efendinin bu fiili, tüm zaman ve mekanlar­da akıl sahiplerinin tümünce çirkin görülür. Akıl sahipleri gayba ait şeyleri görünen şeylere kıyas etmezler. Çünkü Yüce Allah yapacakları isyan ve boz­gunculukları bildiği halde isyankarlara isyan etme gücü ve imkanı, bozgun­culara da bozgunculuk yapma gücü ve imkanı vermiştir. Bunları değiştirme gücü olduğu halde değiştirmemektedir.

Allah'ın bu yaptığının güzel olduğunda ittifak ederiz. Bu Örneklerde gö­rünmeyen ve görünen birbirinden koparsa, kıyas edilemezse diğer konular­da nasıl görünmeyen görünene kıyas edilir?

Tüm bunlardan sonra şunu söyleriz: Şer'î sebepler yalnızca bizi mükellef için maslahatları elde etmek ve mefsedetleri def etmek için konulmuştur. Bunlar AllaK'm-emirlerine uyacaklarım ve yasaklarından kaçınacaklarını bil­diği kişilerdir.

Bil ki ahiret maslahatları ancak, yiyecekler, içecekler, giyecekler, eşler ve diğer menfaatler gibi çoğu dünya maslahatları ile sağlanır. Bu yüzden şeriat; a-Sırf ahirete ilişkin maslahatların elde edilmesiyle ilgili ibadetler, b-dünya ve ahiret maslahatları ile ilgili ibadetler, c-zekat gibi dünya maslahatlarının ağır bastığı ibadetler, d-namaz gibi ahiret maslahatlarının ağır bastığı ibadet­ler gibi kısımlara ayrılmıştır.

Aynı şekilde muameleler de; satım ve kira akitleri gibi dünya maslahatla­rının ağır bastığı muameleler, taatlerle ilgili konuda taat olan bir şey için ica-re akdi yapılması gibi ahiret maslahatlarının ağır bastığı muameleler, iki maslahatın bir arada olduğu yani veren için ahiret maslahatları, alan ve ka­bul eden için dünya maslahatlarının söz konusu olduğu, verenin dünya ve­ya ahirete yönelik yapma konusunda seçim hakkına sahip olduğu veya dünya ve ahiretini ortak kıldığı muameleler gibi kısımlara ayrılır.

[ibadetlerin Türleri]

İbadetler birkaç türlüdür:

1- Allah ile ilgili konulara özgü ilim ve buna bağlı haller.

2- Allah'ı yücelten sözler. Teşbih, tahmid, tehlil, tekbir ve Allah'ı övmek için söylenen diğer sözler gibi.

3- Allah'ı yüceltmek amacıyla sadece O'na özgü yapılan fiiller. Hac, umre, rüku, secde, oruç, tavaf, itikaf gibi.

4- İçinde kul hakkı olmakla birlikte Allah hakkının ağır bastığı fiiller. Farz ve nafile namazlar gibi.

5- îki hak türünü de içermekle birlikte kul hakkının ağır bastığı fiiller. Zekatlar, keffaretler, avret yerlerinin örtülmesi gibi.

Canın dokunulmazlığı, ırz ve namusun dokunulmazlığı, şahsiyet haklan ve neseb ile ilgili konularda Allah hakkı ve kul hakkı bir arada bulunabilir.

Mallarda ise Allah hakkı kul hakkına tabidir, İnsanların mubah kılmasıy-la malların mubah olması, onların izni ile tasarrufta bulunulması bunu gös­termektedir. Cihadda her iki hak-tfa birlikte bulunur.

 [Muamelelerin Türleri]

Muameleler de birkaç türlüdür:

1- Satım ve kira gibi dünya maslahatlarım elde etmek için konulmuş muameleler. Fiyatta indirim yapma ve müsamahalar sebebiyle ahiret maslahatları da buna dahil olur.

2- Her iki bedelinin maslahatı da ahirete yönelik olan muameleler. Kur'an öğretme karşılığında hac ve umre için adam tutma, hac ve umre karşılığında veya Kur'an öğretme karşılığında, ezan okumak için adam tutmak, Oruç tutma karşılığında hac veya umre için adam tutmak, Hac, ezan veya Kur'an öğretimi karşılığında camilerin inşaatı için adam tutmak.

3- İki maslahatından biri dünyaya, diğeri ahirete ilişkin muameleler: Örneğin borç verme (karz) akdinin maslahatı, borç alan açısından dün­yevî, borç veren açısından ise Allah rızasını kastetmesi halinde uhre-vîdir.

Getirilmesi gereken bir şeyi getirmeyi tazmin etmek de böyledir. Dünye­vî maslahatı lehine tazminde bulunulana, uhrevî maslahatı ise bununla Al­lah'a yaklaşmayı kastetmesi halinde tazmin edene aittir.

4- Maslahatlarından biri dünyevî diğeri ise harcayanın seçimine bağlı olarak ya dünyevî ya uhrevî veya bir kısmı dünyevi bir kısmı da uhrevî olan muameleler. Örneğin borçlara kefil olunması böyledir. Dünyevî maslahatı lehine kefil olunana aittir. Ahirete yönelik maslahata gelin­ce kefil olan bunu bir bedel karşılığı yapmışsa bu kefalet karz akdi olur. Bedelsiz yapmış ve bununla Allah'ın rızasını kastetmişse sevabı­nı alır. Kefil olduğu miktarın bir kısmını kefil olduğu şahıstan geri al­mayı şart koşması halinde de böyledir.

Vediaları, emanetleri ve vekaletleri kabul etmede de hüküm böyledir. Dünyevî maslahatları mal sahibi, müvekkil ve emanet bırakana aittir. Uh­revî maslahatları ise, eğer bununla Allah rızasını kastetmişse kabul edene aittir.

5- Uhrevî maslahatı harcayana, dünyevi maslahatı kabul edene ait mu­ameleler. Vakıf, hibe, ariyet, vasiyet ve hediye gibi.

Bazı bedellerin ödenmesinde karşı tarafa müsamaha göstermek de böyle­dir. Dünyevî maslahatı kolaylık gösterilen kişiye aittir. Uhrevî maslahatı ise kolaylık gösteren kişiye aittir.

özetle söyleyecek olursak muameleler şu kısımlara ayrılır:

1- Kısım: Bedellerin ikisi de ibadet türünden bir fiil olmayan ve tarafların birbirine bedelde kolaylık göstermediği muameleler.

2- Kısım: Her iki bedeline de sevap verilen muameleler. İbadetleri yerine getirmek amacıyla ibadet karşılığında adam tutmak gibi.

3- Kısım: İki taraftan birinin sevap aldığı muameleler. Bu, bedellerin birinde karşı tarafa müsamaha olan muamelelerdir. Kolaylığı gösteren Al­lah rızasını kastederse sevap alır. Nitekim Yüce Allah hiçbir iyiliği olmadığı halde, insanlarla muamelede bulunan ve yanında çalıştırdığı kişiye sıkıntıda olan borçluya süre tanımasını, zengin olan borçludan olan alacaktan da vazgeçmeyi emreden kişiyi bağışlamıştır. Diğer bir rivayete göre o kişi sikke ve altın-gümüşte müsamaha gösteriyordu. Allah "biz buna ondan daha layıkız" demiş ve onu cezalandırmaktan vazgeçmiştir.

Velhasıl muameleler dünya ve ahiret maslahatlarını elde etmek ve mefse-detlerini def etmek için vesilelerdir.

Bedelde ve bedele karşılık olan şeyde yapılan indirim ve gösterilen kolay­lıklar, bununla Allah'ın rızasını kasteden kişi için sevap alınacak bir ibadet­tir. Çünkü bu iyiliklerdendir. Yüce Allah: "Kim zerre miktarı iyilik yaparsa onun karşılığını görür"[59] "Onlar hayır yapmak için koşuştururlardı"[60] bu­yurmuş, Hz. Peygamber de şöyle demiştir: "Kul','kardeşine yardım ettikçe Allah da ona yardım eder".[61] Örneğin on dirhem eden bir malı dokuza satan veya dört dirhemlik bir şeyi beşe satın alan kişi Allah'ın rızasını kastederse bu müsamahadan dolayı sevap alır. Müsamaha ister bir meyve parçası gibi küçük veya koyun paçası gibi büyük bir şeyde olsun kişi bunun ecrini alır. Ancak fakirlere karşı yapılan müsamaha zengine yapılandan daha üstündür. Akrabaya yapılan müsamaha da yabancıya yapılandan daha üstündür. Çün­kü bu hem sadaka hem,de akrabalık bağlarını kuvvetlendirmedir. Alimlere gösterilen müsamaha, zenginlere gösterilen müsamahadan daha üstündür. i iyi insanlara gösterilen müsamaha kötü insanlara gösterilenden daha üstün­dür. Vasiyette müsamaha yapılması halinde bunun üçte bir üzerinden geçer­li olması da bunu gösterir.


[52] A'lâ   IA  17

[53] Meryem, 75

[54] Yasin, 82

[55] Ankebut, 12

[56] îsra, 50,51

[57] Buhari, Tevhid, 13, 473

[58] Buhari, Tefsir, 8, 595; Müslim, 3, 2188

[59] Zelzele, 7

[60] Enbiya, 90

[61] Müslim, Zikr ve Dua, 4,2074