Konu Başlığı: Hükümlerin Delilleri Gönderen: Ekvan üzerinde 19 Ağustos 2011, 14:13:42 Hükümlerin Delilleri [Delillerinin Türleri] Deliller iki türlüdür: 1- Hükümlerin şer'iyyetini / meşruiyetini gösteren deliller. 2- Hükümlerin sebeplerine bağlı olarak meydana gelişini gösteren deliller. Sebepler hükümleri meydana getirir, deliller ise gösterir. [1. Hükümlerin Meşruiyetini Gösteren Deliller] Hükümlerin meşruiyetini gösteren deliller: Kitap, sünnet, sahih kıyas, muteber istidlaldir. [2. Hükümlerin Ve Hükümle ilgili Hususların Vukuunu Gösteren Deliller] Hükümlerin kendilerinin, sebeplerinin, şartlarının, manilerinin, vakitleri-ıin, vadelerinin gerçekleştiğini gösteren deliller ise iki türlüdür. Birinci Tür: Sebeplerin gerçekleştiği ve kendisinin vuku bulduğu kesin >larak bilinen şeyler. Örneğin fecrin doğuşu sabah namazının ve bu namazdan önce ifa edilen •abahın ezam, kamet, sünnet gibi hükümlerin sebebidir. Güneşin zevali öğ-e namazının ve ona bağlı hususların sebebidir. Kişinin gölgesinin kendisi kadar oluşu, güneşin batışı ve kızıl şafağın ortadan kaybolması da ikindi, akşam ve yatsı namazları ve bu namazlara bağlı hususların sebepleridir. Fiillere bağlı öldürme ve kesme gibi sebepler, işitmeye bağlı boşama ve azat gibi sebepler ve bedelli akitler de böyledir. İkinci Tür: Sebeplerinin gerçekleştiği ve kendisinin vuku bulduğu kuvvet ve zayıflık açısından çeşitli derecede zanlarla bilinen şeyler. Bunlar da kendi içinde birkaç çeşittir. • Sırasıyla ikrarda bulunanların ikrarı, adaletli oldukları tespit edilen dört kişinin şahitliği, iki mümin erkeğin şahitliği, salih bir erkek ve iki kadının şahitliği, yeminle birlikte adil bir erkeğin şahitliği. • Adil erkeklerin çoğunlukla muttali olamayacağı konularda dört kadının şahitliği. • Yeminden kaçınanların kaçınmasından sonra karşı tarafın yaptığı yemin. Öldürülenler hakkında şüpheli delilin bulunması durumunda kasâme yeminleri. Zina isnadında bulunanlar üzerine gerekli olan lian yeminleri. Davalının yemini ve kadınların lian yeminleri dava konusunu def eder, bir hükmü gerekli kılmaz. Vakitlerin girişi, kıble yönünün tarifi, kaplara düşen necasetlerin tarifi konularında tek kişinin haberi. Malların değerini belirleyen kişilerin değer belirleme işlemi, mesheden-lerin mesh işlemi, taksim edenlerin taksim işlemi, tarladan çıkan ürünü tahmin yoluyla hesaplayanların tahmin işlemi. Başkasının nesebini kendi üzerine alanların tasarrufu, kaiflerin kıyafet ilmi yöntemleri ile nesebi belirlemeleri, kaif bulunmayan durumlarda bir ana-babaya intisap. Bir gelinin veya onun dışında başka kadınların kendi kocası olduğunu haber verdiği bir erkekle gerdeğe girmesi. Kadının âdet ve temizliğini haber vermesi. Mükellefin elindeki şeyin kendi mülkiyeti olduğunu haber vermesi. Mükellefin, ancak kendisinin açıklaması ile bilinecek bir şeyi haber vermesi. Örneğin borçlar konusundaki niyetler, ticaret yapma konusunda izinli köle ile velinin velayet altındaki kişi lehine yaptıkları muameleyi haber vermeleri. • Buluntu malın niteliklerini, çantasını, bağını haber vermek. Bu buluntu malı sahibine vermeyi caiz kılan durumdur. • Zilyedliğin hak sahiplerinin hakkına delaleti. • Ziîyedlik ve tasarrufun maliklerin mülklerine delaleti. • Yaygın haberin, yaygın olan konudaki hak sahipliğine delaleti. • İslam ülkesinin, buluntu çocuğun müslümanlığına delaleti. • Binaların sağlamlık ve şekillerinin, hak sahiplerinin haklarına delaleti. • Yolun iki tarafından biri kapalı olduğunda, yolu kullanmanın mahalle sakinlerinin yolda ortak olduğuna delaleti. • Yan cepheler, oluklar, su kanalları, su arkları, su dolapları ve nehirlerin bunların bitişik olduğu mülklerin sahiplerine ait olduğuna delalet etmesi. • İnsanlarda yaygın durumun rüşd ve hürriyet olmasına binaen rüşdü ve hür olduğu bilinmeyen kişi ile muamelede bulunmak. Eğer muameleler rüşd ve hürriyetin ispat edilmesine bağlı olsaydı gelip geçen tüccarın pek çoğu ve mukim olup çarşı-pazarda mal alıp satanlardan pek çoğu ile ayrıca ayakkabıcı, marangoz vb. gibi insanlara iş yapan meslek erbabının pek çoğu ile muamele yapamazdık. Yine insanlardan bir şeyler isteyen kişinin, fakirin ve borçluların, zekat ve sadakayı ancak kendileri nezdinde hürriyet ve rüşdü sabit olanlardan istemesi caiz olurdu. Bunda ise muameleleri, muhakemeleri ve bağışları ortadan kaldırma sonucuna götüren şiddetli bir zorluğun bulunduğu açıktır. Bu, müslümanların icmaina aykırıdır. Bu, dış görünüşün kesin olan asi istıshabına üstün tutulduğu bir konudur. Şöyle ki: Biz herkesin bir zamanlar küçükken kısıtlama altında olduğunu kesin olarak biliyoruz. Çocuklukta olan kısıtlılık ergenlikle ortadan kalkar. Bunun ortadan kalkmasından sonra ya rüşd hali ya da sefeh sebebiyle kısıtlama söz konusu olur. Bu iki ihtimalden biri diğerinden üstün değildir. Bu yüzden buluğa yaklaşan kişi, reşit olup olmamasmdaki şüphe sebebiyle, hatta buluğa yakın olanlarda çoğunlukla sefeh halinin bulunması sebebiyle kısıtlılık altında tutulur. Kişi, insanda rüşdün hakim olduğu raddeye ulaşınca, rüşd halinin egemen olması sebebiyle reşit olduğuna hükmedilir. Yine daha önce belirttiğimiz üzere yaygın olarak rüşd sınırına ulaşan ergin şahıslar ile bunların durumu bilinmese de muamele yapılması konusunda müslü-manlar icma etmişlerdir. • Asılların istishabı. Örneğin üzerinde abdest, namaz, zekat, oruç, hac, umre borcu veya bir insana ait borç olup da bunu veya rükün yahut şartlarından birini yerine getirip getirmediğinde şüphe eden kişi bunu yerine getirmelidir. Çünkü aslolan bu borçların kişinin zimmetinde varlığını devam ettirmesidir. Kişi bunlardan herhangi bir şeyin kendisine gerekli olup olmadığında, bir borcun zimmetinde olup olmadığında, elindeki bir malın başkasına ait olup olmadığında, kölesini azat edip etmediğinde, eşini boşayıp boşamadığmda, herhangi bir adak veya belirttiğimiz şeylerden birinde şüphe etse bunlardan hiçbir şey kendisine gerekli olmaz. Çünkü aslolan kişinin zimmetinin beri olmasıdır. Zira Yüce Allah, vacip olma sebepleri gerçekleşinceye kadar kullarını zimmetleri ve bedenleri Allah ve kul haklarından beri olarak yarattı. Bu yüzden mesela neseplerin babalara bağlanmasında yaygın söylenti ile yetinil-miştir. Çünkü bunun içyüzünü bilmek mümkün değildir. Nesep yaygın söylenti yolu ile sabit kabul edilmeseydi nesepleri ispat etme yolu kapanırdı. Mallar ve mallardan elde edilen menfaatler ile ilgili davalarda, bunlarda çokça tasarrufta bulunulması, sefer ve ikamet hallerinde bunlardan yararlanma sebebiyle bir şahit ve bir yemin ile yetinilmiştir. Birden fazla şahit şart koşulursa pek çok durumda ispat imkansız hale gelir. Çünkü ikamet ve yolculuk halinde her yerde birden fazla şahit kolay bulunmayabilir. Erkeklerin çoğunlukla muttali olamayacağı durumlarda yalnızca kadınların şahitliği ile yetinilmiştir. Aksi takdirde hakkın zayi olup ortadan kalkması yaygın bir hal alır. Fakihlerden biri tıpkı zina gibi adam öldürme konusunda da dört şahiti şart koşmuştur. Çünkü öldürme, zina suçundan daha büyüktür. Oysa iş bu fakihin düşündüğü gibi değildir.. Zina suçunda çok şahidin şart koşulmasının sebebi insanların iffet ve namusları ile ilgili konulan ifşa etmeden örtmek, aşiretler ve kabilelerden utanç durumunu kaldırmaktır. Din, kötülüklerini ortadan kaldırmak için zinanın ispat yollarını daraltmıştır. Çünkü dört adil şahidin iki kişinin zina fiilinde hazır bulunmaları kolay olmaz. Oysa adam öldürmede yaygın durum açısından utanç söz konusu olmaz. Aksine çoğu insanlar düşmanlarını öldürmekle övünür, aşiretleri bunu övünç vesilesi sayar. Bu, Arap şiirlerinde çokça görülen yaygın bir durumdur. İnsanların tümü zina ve livata gibi fuhuş fiillerini büyük bir titizlikle gizlerler. Bu yüzdendir ki bazı- kasidelerinde zinaya götüren fiilleri zikrettiği için Im-rü'ü'1-Kays eleştirilmiştir. Bir müslümanın yalan söylemesi ve sözünden dönmesi düşünülemez. Zarının yalan olması ve doğru çıkmaması ise düşünülebilir. Ancak yaygın olan, zannm doğru ve gerçeğe uygun çıkmasıdır. Bu yüzden din, zannı muteber kabul etmiş, akıl sahibi insanlar da dünyevi tasarruflarda ona uymuşlardır. Belirtilen delillerin tümünden elde edilen zan doğru ise dinin zahirde ve batında maslahatları elde etme ve mefsedetleri ortadan kaldırma amacı gerçekleşmiştir. Zan doğru çıkmazsa maslahatlar kaçırılmış, mefsedetler ise gerçekleşmiş olur. Dinin bu konudaki amacı gerçekleşmemiş olur. O zanna göre amel edenlerin zannın gerçek dışı olduğunu bilmemeleri sebebiyle zan-nın doğru çıkmaması affedilir. Allah herkesi ancak güç ve kapasitesi oranında sorumlu tutar. [Delillerin Tearuzu Halinde izlenecek Yol] Şöyle bir soru sorulabilir: Deliller tearuz ettiğinde ne yapılır? Bu soruya şöyle cevap veririz: En doğru görüşe göre şeriat belirleyen ve hükümleri koyan delillerde müctehid iki delil arasında seçim yapamaz. Nesh veya başka bir ihtimal ile delillerden birinin üstünlüğü ortaya çıkıncaya kadar bekler. Çaba sarfettiği halde herhangi bir tercih etmeyi gerektiren bir şey elde edemezse kıyasa başvurur. Çünkü çatışan iki delilden biri diğerinden daha öncelikli değildir. Gerçekte ne iki bilgi ne de iki zan çelişir. Çünkü çelişki aynı anda aynı şey üzerinde hem nefiy hem de isbatı bir araya getirmektir. Çelişki yalnızca bilgi ve zanların delillerinde olur. Aynı şekilde asıl ve zahir de çatışır. Zan ifade eden deliller çeliştiğinde, çelişki birbirini nakzeden iki şahitlik veya iki haber gibi iki zahir arasında ise bakılır; bu ikisi her bakımdan eşit iseler hükümlerin dayanağı olan zannın bulunmaması sebebiyle tercih yapmaksızın beklemek gerekir. Çünkü dinde ancak kesin bilgi veya itikad yahut zan ile hüküm verilebilir. Zanni iki delil çeliştiğinde, içimizde bu iki delilden birine dayalı bir zan bulursak ona göre hüküm veririz. İçimizde her ikisi için de eşit şüphe ve tereddüt bulursak tercih yapmaksızın beklemek vacip olur. Çelişki durumunda zan iki delilden biri hakkında söz konusu olur. Çünkü ondan tek başına elde ettiğimiz zan, onunla çelişen diğer delilden tek basma elde ettiğimiz zandan daha güçlüdür. Bunun örneği şudur: Zilyedlik zilyedin, elindeki malda hak sahibi olduğunu gösterme açısından zahir bir durumdur. Beyyine, ikrar ve davacının yemini zan ifade etmesindeki kuvvet sebebiyle tercihi gerektirir. îki şahitlik tearuz eder de, her İkisi de her bakımdan birbirine eşit olduğundan zan da bulamazsak bu durumda ne yapılacağı konusunda görüş ayrılığı vardır. En doğrusu belirttiğimiz gibi iki şahitlik de ortadan kalkar. İki şahitlik arasında kur'aya başvuran kişi kur'a ile bunların birinin güçlü olduğu sonucuna ulaşamaz, ikisinden biri güçlü hale gelmeyince şüphe ile hüküm vermiş oluruz. Bu ise caiz değildir. Dinde kur'a birbirine eşit iki şeyden birini tayin edip belirlemek için meşru kılınmıştır. Bu meselede ise ikisinden birinin güçlülüğü kur'a ile tayin edilemez. Kur'adan önceki şüphe kur'adan sonra da aynen devam eder. Çünkü kur'a ne zannı güçlendiren ne de açıklayan bir durum ifade eder. Birbirine karşı hak iddiasında bulunan kişiler arasında dava konusu şeyi taksim edenler, her iki delilin yansında şahitlik ettiği şeyin gereğine aykırı davranmış olur. Çünkü delillerin her biri hakkın tamamına şahitlik etmektedir. Birbirine eşit iki şahitliğin tearuzu, bir mal üzerinde iki zilyedliğin bulunması gibi kabul edilemez. Çürîkü iki zilyedliğin her biri zan ifade etmekte, diğerini yalanlamamaktadır. Oysa bu meselede iki şahitlik birbirini yalanlamaktadır. Her birinden bir zan hasıl olmamaktadır. Beyyine, içinde beyan bulunduran delildir. Tearuz eden iki beyyinede de beyan bulunmazsa, beyyinesiz hüküm vermek dine aykırı olur. "İki beyyine hasımların anlaşmasına bağlı olarak mevkuf olur" görüşünde olan kimsenin bu görüşü doğrudan ne kadar da uzaktır! Bu, dava taraflarının anlaşmasına bağlı olarak hükmün atıl olması sonucunu doğurur. |