๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslami Hükümlerin Esas ve Hikmetleri => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 06 Eylül 2011, 17:19:52



Konu Başlığı: Caydırıcı Cezalara Misaller
Gönderen: Ekvan üzerinde 06 Eylül 2011, 17:19:52
Geçmişte İşlenmiş Olup Cezası Ancak Hak Sahibinin Affı Ya Da Cezanın Uygulanmasıyla Düşen Suçlara Yönelik Caydırıcı Cezalara Misaller


- Namuslu bir insana, had cezası gerektiren zina iftirası atan kimsenin bunu ilgili kimseye bildirmesi gerekir ki onu affetsin ya da had cezasının uy­gulanmasına karar versin. Zina isnadı hakim huzurunda yapılırsa, hakimin bunu zina isnad edilen kimseye bildirmesinin gerekip gerekmediği tartışma­lıdır. Tercih edilen görüş bildirmesi gerektiği yönündedir. Bunun delili Hz. Peygamberin şu sözüdür: "Ey Üneys, filan kadına git sor, şayet zina ettiğini itiraf ederse onu recmet."[93] Hz. Peygamber bu sözü kadına zina haddini uy­gulamayı istediğinden değil, bilakis ona iyilik olsun diye söyledi. İffetli biriy­se iftira haddinin uygulanmasını isteyebileceği gibi affedilmesini de isteye­bilir. Şayet susarsa kendisine bir şey yapılmaz. Ama zina ettiğini itiraf eder­se recmedilir.

- Adam öldürme veya organlarını yok etme suçlarında, suçu işleyen kişi, cezanın uygulanması hakkına sahip olan kimseye durumu bildirir ki kısas cezasının uygulanması ya da affedilmesi konusunda tercihte bulunsun. Bu suçlardan biri hakimin gözü önünde işlenirse, suçlunun durumu hak sahibi­ne bildirme mecburiyetinin olup olmadığı konusundaki görüş ayrılığının burada da geçerli olması gerekir.

- Başkasına ait bir malı el kesme cezasını gerektirecek şekilde çalan kim­senin işlediği bu suçu mal sahibine bildirmesine gerek yoktur. Ancak hırsız­lık suçunun bildirilmesi için değil, sadece malı telef olmuşsa o mal miktarın­da hırsızdan alacağı olduğunu bilmesi ve böylece alacağını alması ya da ala­cağını silmesi için mal sahibine malının çalındığı bildirilir. Çünkü hırsızlık suçu için caydırıcı mahiyette konulan ceza, Allah hakkı olan had cezaların­dan bindir. Evla olan suçu işleyenin bunu beyan etmemesidir. Şayet çaldığı mal sağlamsa o malı çaldığını itiraf etmeksizin ona iade eder, ya da mal sa­hibine iade etmek üzere vekil tayin ettiği kimseye verir. Şayet kendisinin ia­de etme imkanı varsa başkasını vekil tayin etmez. Çünkü gasbettiği malı mal sahibinden başkasına teslim etme hakkı yoktur. Sadece hakim ve yardımcı­ları gibi malı gasbeden kişiden alma yetkisi olan birine verebilir.

- Yol kesme suçu için uygulanan had cezası Allah hakkı kabul edilirse hırsızlık haddi gibidir. Sadece aldığı malı sahibine iade eder, uzuvlarının ke­silmesinden kurtulmak için malın niye kendisinde olduğundan bahsetmez. Şayet bu ceza kul hakkı kabul edilirse, ilgili şahsa durumun bildirilmesi ge­rekir ki cezayı uygulasm ya da devlet başkanına uygulatsın. Bu suç kendisi­ne karşı işlenen kimse için evla olan zina, içki ve hırsızlık hadlerinde olduğu gibi bunu gizlemesidir. Suçu işleyen için de evla olan suçunu gizlemesidir. Şayet devlet başkanına cezayı tatbik etmesi için ya da büyük bir günahı ilan etmekle dine bağlılığını ortaya koymak ve kötü kimseleri kötülüklerden sa­kındırmak için suçunu beyan ederse bu caiz olur.

Günahkar suçlu kimsenin yanlışlarını izhar etmesi, günah olan bir şeyi kasten, alenen yapması mekruhtur. Hz. Peygamberin şu hadisi bunun delili­dir: "İşlediği günahı açığa vuranlar hariç ümmetim affedilecektir. Geceleyin günah işleyip sabahleyin şöyle şöyle yaptım diye anlatan kimse işlediği gü­nahı açığa vuran kimsedir. Bu kimse Rabbi ayıbını örttüğü halde onu ifşa et­miştir.[94]

Kul hakkını ihlal eden bir suça şahit olan kimsenin bu konuda şahitlik yapması ve ilgili kimselere durumu bildirmesi gerekir. Şayet ihlal edilen Allah hakkıysa şu durumlar söz konusu olur: maslahat şahitlik yapmayı gerektiriyorsa şahitlik yapılır. Mesela suçlu zina, hırsızlık, erkeklerle sapık ilişkiye girme gibi suçları tekrar tekrar işliyorsa veya sürekli içki içiyorsa bu mefsedetlerin izalesi için şahitlik yapmak evladır. Ancak maslahat su­çun Örtülmesini gerektiriyorsa suçu örtmek gerekir. Mesela iyi huylu bir insandan bu suçlardan biri istisna olarak sadır olduktan sonra, kişi o suçu işlemeyi terk edip tövbe ederse bu konuda şahitlik etmemek evladır. Hz. Peygamber (sav) Maiz hakkında Hezzal'a şöyle demiştir: "Onu elbisenle örtseydin ya ey Hezzal!"[95] Bir başka hadiste de şöyle buyurulmuştur: "îyi kimselerin hatalarını görmezden gelin."[96] Sahih olan bir diğer hadis de şöy­ledir: "Kim bir müslümanın ayıbını örterse, Allah da onun dünya ve ahiret-te ayıplarını örter."[97]

Şahitlerin, zina yapan kimsenin tövbe ettiğini ve masum olduğu söylene­bilecek şekilde iyi haî sahibi olduğunu bildikten sonra zina yaptığına dair şa­hitlik yapmaları caiz olur mu, sorusuna şöyle cevap veririz: Had cezası töv­be ile düşecekse şahitlik yapmak caiz olmaz, düşmeyecekse şahitlik caiz olur. Ancak evla olan şahitlik yapmamaktır.

Fakihlerin, suç işleyen kimseye tazir, had veya kısas cezası vacip olur, de­melerinin anlamı nedir, sorusuna da şöyle cevap veririz: Bu söz, cezanın uy­gulanmasına imkan tanımalarının vacip olması anlamında mecazdır. Zira alimler; katilin kendini öldürmesinin, bir insanı yaralayanın kendini yarala­masının, hırsızın kendi elini kesmesinin, zina edenin kendisine sopa veya recm cezası uygulamasının, tazir cezasını hak edenin bu cezayı uygulaması­nın caiz olmadığında icma etmişlerdir. Allah (cc) emanetlerin ehline verilme­sinin vacip olduğunu açıkça beyan etmiştir. Emanetlerin ehline verilmesi, ehil olan kimsenin emaneti almasına imkan sağlamaktan ibarettir. Cezaların suçlulara tatbikinin vacip oluşu da böyledir.

Dinde haklar iki çeşittir:

a- Hak sahibine elde etme, alma imkanı vermenin vacip olduğu haklar. Allah'ın ve kulların emanetleri böyledir.

Allah'ın baba ve vasileri yetimlerin mallarına emanetçi kılması, başkası­na ait elbiseyi rüzgarın sürükleyip yanma getirdiği kimseyi o elbiseye ema­netçi kılması, O'nun emanetlerine örnek olarak verilebilir. Yİne kendisinde başkasına ait bir emanet bulunan kimse, emanet sahibinin ölmesi ve hakkın varislere intikal etmesinden sonra şayet bu haklarından haberleri yoksa on­ları bundan haberdar etmek zorundadır. Bundan sonra yapması gereken sa­dece hak sahiplerinin haklarını almalarına imkan tanımaktır.

Bir başkasına emanet olarak bırakılan mallar kulların emanetlerine örnektir. Burada da sadece emanet sahibinin bunu almasına imkan tanıma zorun­luluğu vardır.

b- Hakkın sahibine teslimi külfetinin onu elinde bulundurana ait olduğu durumlar. Satın alınan malın bedeli, ödünç alınan mal ve gasbedilen mallar böyledir.

Bir insanı öldüren ya da yaralayan kimseye bunlardan hangisinin vacip olduğu konusunda ihtilaf edilmiştir. Bazılarına göre emanetlerde olduğu gi­bi cezanın uygulanmasına imkan tanıması gerekir. Bazılarına göre ise ödünç alman, gasbedilen mal, satın alman malın bedeli ve borçlarda olduğu gibi ce­zanın uygulanmasını bizzat sağlaması gerekir.

Bu ihtilafın pratik sonucu celladın ve kısas cezasını uygulayan kimsenin ücreti konusunda ortaya çıkar. Şayet sadece cezanın uygulanmasına imkan tanıması gerekir denirse suçlu cezayı uygulayanın ücretinden sorumlu olmaz. Ama cezanın uygulanmasını sağlaması gerekir denirse cezayı uygula­yanın ücretini vermek zorunda kalır. Nitekim borç sahibi, borcunu öderken ilgili malı tartan ya da ölçen kimselerin ücretini de öder.

[Sehiv Secdesinin Hem Telafi Edici Hem de Caydırıcı Olması]

Sehiv secdesi ilgili maslahatın elde edilmesi açısından telafi edici, şeytanın namazda vesvese vermesine engel olması açısından caydırıcıdır. Secde, şey­tanı hakir kılar. însan secde edince şeytan ondan uzaklaşıp ağlamaya başlar; "yazık, ademoğlu secde etmekle emrolundu ve secde ederek cenneti kazandı, ben secdeyle emrolundum ama secde etmeyip cehennemlik oldum." der.

Şöyle bir soru sorulabilir: Hac yasakları dokuz tanedir. Bunların kasden yapılması hususunda caydırıcı olarak kefaret cezaları vardır. Ancak evlenme ve başka birisini evlendirme istisna edilmiş bunlar hakkında caydırıcı olarak kefaret değil tazir cezası konmuştur. Bunlar arasındaki fark nedir?

Buna şöyle cevap verilir: Evlenen ve evlendirilen kimseler bununla elde edecekleri gayeye ulaşmış değillerdir. Diğer yasakları yapanlar ise onların yasaklanmasına sebep olan gayeyi gerçekleştirmiş olurlar. Güzel koku ve yağ sürünme, dikişli elbise giyme, başı örtme, cinsel ilişki ya da başka bir yolla boşalma, av eti yeme, saçı traş etme ve tırnak kesme fiillerini yapanlar için bunların gayeleri hasıl olur. Bu nazların peşinde koşmaktan kişiyi alı­koymak için kefaret cezası konmuştur. îhramlıyken evlenme ve evlendirme ise onlardan beklenen gayeyi gerçekleştirmeyen ve geçerli olmayan sözden ibarettir.

Mümin bir kimse, Allah'ın günah kıldığı bir şeyi ancak ondan elde edece­ği hazzın çok olmasından ötürü yapar. Hiçbir hazzı olmayan bir günahı yap­maktan uzak durur. Bu tür günahlar için az işlenmesi hasebiyle bir caydırıcıya ihtiyaç yoktur. Ancak çoğunlukla haz elde edilen günahlar farklıdır. Bunlar için bir caydırıcı olmazsa yaygm olarak yapılır hale gelir. Böylece bunların mefsedetleri gerçekleşmiş olur. Dolayısıyla içki içerek aklî meleke­lerini gideren kimseye had cezası uygulanması gerekir. Zira içki içenler ço­ğunlukla bundan haz ve mutluluk duyarlar. îçkiyi aklî melekelerini gider­mesi için İçmezler. Bunun gaye olacak hiçbir tarafı yoktur. Sarhoşluktan du­yulan haz ve coşkudan ötürü içki içerler.

Bir kimse aklı giderici bir içkiyi sarhoş olmayacak kadar içse ona had ce­zası uygulanmaz. Çünkü buna teşvik eden bunu yapmaya götüren pek bir Şey yoktur. İhramlı kimsenin nikahlanması ihram müddetince cinsel ilişkiyi helal hale getirmeyeceği için akıllı bir kimse için hiçbir haz ve maslahat do­ğurmaz. Dolayısıyla bu, hiçbir haz doğurmayan mücerred bir günah olması sebebiyle çok nadir olarak yapılır. Ama güzel koku sürünme, dikişli elbise giyme ve diğer hac yasaklan böyle değildir.

Allah (cc)'m; günahtan elde edeceği hazza yönelik arzusu çok olan ve nefsi kendisini günaha daha fazla yönlendiren kimseye vereceği cezayla arzusu ve onu yönlendiren şeyler az olan kimseye vereceği ceza bir olmaz. Hz. Peygamberin şu sözü buna delildir: "Allah kıyamet gününde üç kim­seyle konuşmaz, onlara bakmaz ve onlar için çetin bir azap vardır. Ashab onlar kimdir ey Allah'ın Resulü diye sorar. Bu kimseler kaybetmiş ve hüs­rana uğramışlardır; zina eden yaşlı kimse, kibirlenen dilenci ve yalan söy­leyen hükümdar."[98] Bu kimselerin azabı daha şiddetlidir; zira yaşlılıkta zi­na arzusu, fakirlikte kibirlenme arzusu ve hükümdarlar için yalan söyle­me arzusu zayıftır. Dolayısıyla bu kimseler çok basit gayelerden ötürü ha-ram olan bu fiilleri yaparlar. Üstelik onların sahip oldukları dünya nimet­lerinden Ötürü bunları yapmaya ihtiyaçları yoktur. Sahih bir hadis-i şerif şöyledir: "Cehennemden çıkacakların sonuncusu olan kimse, Rabbinden bir şey ister ve isteği yerine getirilince başka bir şey istemeyeceğine dair Rabbine söz verir. Buna rağmen tekrar bir şey isteyince Rabbi sözünde durmadığını ona şöyle hatırlatır! ey ademoğlu, sana yazıklar olsun, yine sözünde durmadın. Resulullah şöyle buyurur: ama Rabbi onu mazur gö­recek, zira o sabredemeyeceği bir şey görüp istemiş olacaktır."[99] Yani mah­rum kalmaya sabredemeyeceği bir şey istemiş olacaktır. Sözünde durmamaya sevkeden şeyin çok önemli oluşundan ötürü Rabbi de onu mazur görecektir.

İnsanların da böyle düşündüğü görülmektedir. Son derece çirkin bir ka­dınla zina eden kimse kendisini zinaya teşvik edecek şeyin zayıf olması ne­deniyle insanlar tarafından kınanır. Halbuki çok güzel bir kadınla zina eden kimse bundan ötürü değil, sadece günaha girdiği için kınanır.

Hac yasaklarından bir Özür sebebiyle caiz olanların kefareti, normalde ke­faretleri caydırıcı olarak görenlere göre de caydırıcı değil telafi edicidir. Ke­faretleri telafi edici olarak görenlere göre ise ibadette meydana gelecek nok­sanlık için telafi mahiyetindedir. Bu yasaklardan birini yapmak caiz olduğu zaman, onu yapmak vacip olur. Mesela açlıktan ölme tehlikesi yaşayan ih-ramlı kimsenin avlanan hayvan etinden yemesi vacip olur. Bunun kefareti caydırıcı değil, bilakis telafi edicidir. Çünkü Allah'ın vacip kıldığı ya da izin verdiği bir şey için bir caydırıcı bulunması söz konusu olmaz. Engelleme, gerçekleşen mefsedetler içindir.

Nebiz içmeyi kendisi için mubah gören bir Hanefi'ye had cezası uygulan­masının anlamı nedir, sorusuna şöyle cevap veririz: Nebiz onun için mubah değildir, nebiz içmekle hata etmektedir. Din bilmeyerek hataen kendisinden mefsedet sadır olanları affetmiş, bilerek kasten kendisinden mefsedet sadır olanları ise affetmemiştir.

Farklı görüş beyan eden her iki müctehidin de isabet ettiğini söylersek, bir Hanefinin nebiz içmesi mubah olmaz mı, sorusuna da şöyle cevap veririz: Her iki müctehidin de isabet ettiğini söyleyenler bu konuda karşı tarafın görüşünün, kendisine istinad edilen hükmü nakzedecek bir delile dayanmama­sını şart koşmuşlardır


[93] Buharı, Eyman, II/523

[94] Buhari, Edeb, 10/486

[95] Ebu Davud, Hudud, 6/214

[96] Buhari, Edebu'l-müfred, 136

[97] Müslim, Zikir ve Dua, 4/2Ü74

[98] Müslim, İman, 1/102

[99] Müslim, İman, I/174-175