> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Tarihi Eserleri > İslami Hareketin Tarihi Seyri  > Raşid Halifelerden Sonra Neler Oldu
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Raşid Halifelerden Sonra Neler Oldu  (Okunma Sayısı 1454 defa)
22 Eylül 2011, 18:06:20
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« : 22 Eylül 2011, 18:06:20 »



Raşid Halifelerden Sonra Neler Oldu?


Abdullah b. Sebe'nin kurduğu Sebeiye örgütü Medi­ne, Cemel ve Sıffin olaylarında kendilerince başarı sağla­yarak İslam vahdetini bölmüş, Küfe ve Şam diye ikiye ayırmışlardı. Hz. Ali öldükten sonra yerine oğlu Hasan getirilmişti Kûfeliler tarafından. Hz. Hasan öteden beri İs­lam birliğinin parçalanmasına üzülüyordu. Bunun için elinde yeteri kadar askeri ve siyasi kuvvet olduğu halde büyük fedâkarlıkda bulunarak, bir takım şartlarla Küfe ve bölgesini altı ay idare ettikten sonra 'Muaviye'ye teslim etmişti. Böylelikle Muaviye önce asi bir vali iken şimdi

bütün İslam topraklarının hükümdarı olmuştu. Muaviye artık maksadına ermişti. Daha hayatta iken yerine oğlu Yezid'i sultan tayin etmesi, soyu için koltuğu garantiye almıştı. Muaviye'nin ölümünden sonra işbaşına gelen Yezid'e Kûfeliler biat etmeyerek Hz. Hüseyin'in etrafında birleştiler. Hz. Hüseyin ve bir kısım öncüler zaten Muaviye'ye de biat etmeyerek Mekke'ye çekilmişlerdi.

Hz. Hüseyin yetmiş kadar müslümanla silahsız ve techizatsız olarak Mekke'den Kûfe'ye giderken, Kerbela'da korkunç bir komplo ile karşılaşmış; silahsız olan bu garip müslümanlar Yezid'in askerleri tarafından topyekün katledilmişlerdi. Bu olaya üzülen Mekke müslümanlan Abdullah b. Zübeyr'i kendilerine emir seçerek ona biat ettiler ve böylece Hicaz bölgesinin güvenliğini sağlamaya çalıştılar. On yılı aşkın bir süre Hicaz bölgesi Abdullah'ın yönetiminde kalmıştı. Yezid, Hicaz bölgesini de Abdul­lah'tan kurtarmak için büyük bir ordu teçhiz ederek gön­dermiş, Mekke ve Medine ateşe verilerek yağma edilmiş­ti. Buna rağmen Abdullah imamlığına devam etmişti. An­cak bir müddet sonra Emevi hükümdarlığına geçen Abdul Melik, Mekke'ye ikinci bir ordu göndermiş, Abdullah'ın başı kesilerek Şam'a getirilip halka teşhir edilmişti. Böy­lece Hicaz Bölgesinde de Emeviler hakim hale gelmişler­di.

Artık bundan sonra saltanat ve krallık adına işlenen cinayetleri saymak mümkün değildir. Bir avuç masum Hüseyinlerin katledilip, başlarının Medine sokaklarında oynatılmasını hangi mantık kabul eder, hangi vicdanı sızlamaz! Emevi saltanatı Hüseyin'den sonra Abdullah'ı da halletikten sonra büyük bir bayram coşkunluğu içindeydi. Zira artık onlara karşı çıkacak güç görünmüyordu. Oku­dukları hutbelerde kendilerini haklı göstermek için Hz. Ali ve Hüseyinlere lanetler yağdırıyorlardı.

Sahih ve meşru bir harekete sahib olan Abdullah b. Zübeyrin ölümünden sonra, Ömerb. Abdulaziz'i görmek­teyiz. Ömer b. Abdulaziz devletin başında kaldığı sürece tıpkı atası Ömer b. Hattab gibi adalet ve eşitlikten asla ayrılmadı. Yaptığı icraatlarla halifeliğin ilk yıllanın müslümanlara hatırlattı. Tecavüz ve yolsuzlukların her türlüsü­ne alışmış olan Emevi idarecileri onun adaletinden, idare ve sisteminden bayağı rahatsızlanmış ve neticede ona bir suikast hazırlayarak şehid etmişlerdi.

Ömer b. Abdulaziz, işbaşında kaldığı sürece bir çok hayırlı faaliyetlerde bulunmuş, ilk iş olarak zevcesinin al­tın ve mücevheratını devlet hazinesine bırakması olmuş­tu. Sonra Emevilerin İslam'a soktuğu bid'at ve hurafeleri temizlemiş, hutbelerde Ali'ye yapılan küfürleri hemen kaldırmıştı. Fedek arazisini tasarrufuna geçiren Mervan'dan geri alarak eski haline getirmişti. [176] Kısaca haya­tını Allah için ortaya koyan bu halife uzun ömürlü olama­mış, kapitalistlerin zehirletmeleri sonucu öldürülmüştü. Yani Emevilerde bir ışık yanmış, o da kısa zamanda söndürülmüştü.

İslam devleti saltanat ve krallığa dönüştürülürken, cahiliyeden bir takım kalıntıları da beraberinde getirdi. Cahiliyenin liderliğini yapan Sebeistler müslüman geçinen­lerden bir çok yardımcı bularak yönetimi sözde onlara teslim ettiler. Yıllardır uğraş verdikleri planlarını bir nok­tada gerçekleştirmiş oldular. Yönetim halifelikten çıkıp cahiliyenin eline geçince sosyal hayatın bozulması daha da hızlanmıştı. Cahiliye bir kanser gibi sosyal hayatı kemirip bitiriyordu. Artık gün geçtikçe her şey tabiatıyla de­ğişiyordu. Saray çevresi saltanat ve koltuklarını garanti altına almak için zekat müessesinden rahatlıkla yararlana­biliyorlardı. Sekiz sınıfa sarfedilmesi gereken zekat, artık

sadece saltanatı ayakta tutan bir kurum haline gelmişti. Saltanat sahipleri iktidarı ellerinde tutabilmek için her türlü entrikalara başvurabiliyor ve İslam'ı te'vil ederek kendi çıkarlarına uygun hale getirebiliyorlardı.

İslam'ın gün geçtikçe tahribata uğraması, saray çevre­sinin zevku sefaya dalmasına bağlanamaz. Sebeistlerin ve diğer yıkıcı hiziplerin bunda büyük rolü vardır. Bunlar öncelikle, saf ve berrak olan İslam'ı, yeni İslam göster­mekle yıkmaya çalışmışlardı. Bu münafıklar, sahabe ve sünnet kavramlarının arkasına gizlenerek sinsice çalıştı­lar. Sahabe kavramını asli kimliğinden çıkararak, onu de­recelendirmeden üstün bir meziyete sahip kıldılar. Öyle ki şehadet getiren ve Rasulullah'ı uzaktan dahi olsa gören, sahabedir ve gökteki yıldız gibidir. Artık kim bu vasıftaki birine tabi olursa hidayettedir. Ve konu şu noktaya çekil­miştir:

Emevi saltanatını kuran bir sahabedir. O halde bu saltanat meşrudur. Çünkü Sahabe gökteki yıldız gibidir, o ne yaparsa doğrudur, haktır. İşte bir takım art niyetliler bu sahabe kavramının arkasına gizlenerek İslam'da olmayan esasları böylece İslam'a soktular. Halbuki sahabe tanımı öyle olmadığı gibi, onun her yaptığı da doğrudur, şeklin­de bir mantık asla kabul edilemez. Sahabe, Rasulullah'ı bir kez görmek değildir. Sahabe, Rasulullah'ın arkadaşı, onun getirdiği davayı beraber omuzlayan, davadan taviz vermeyen seçkin insanlardır ki bunlar kendi aralarında derecelenmektedir. Oysa zahirde her şehadet getirip Ra­sulullah'ı gören kimse gökteki yıldız gibi olsaydı, o za­man Abdullah b. Sebe de bir yıldız olacaktı ve her yaptığı da doğru kabul edilecekti. Kaldı ki bu mantık İslam'ın bütünlüğüne asla sığdırılamaz.

Sahabe kavramının arkasına gizlenen fanatik eylem­ciler, her Rasulullah'ı göreni sahabe kabul edip, gökteki yıldız kabul edince, 'onun her söylediği doğrudur' mantığından hareketle hadis uydurmaya başladılar. Çünkü ha­dis üretmek, kendi siyasi emelleri için elzemdi. Bu konu­da öylesine ileri gittiler ki hadisi Kur'ana eşit ve hatta da­ha yüksek bir seviyeye çıkarttılar. Böylece sosyal hayatta Kur'an'ı devre dışı bırakarak hadise ağırlık verdiler. An­cak Kıır'an'i da zaman zaman kendi emelleri doğrultusun­da yorumlamaya, te'vil etmeye ve tahrife gitmişlerdi.

Şimdi aklımıza hemen 'Kim benden olmayan bir sö­zü bendendir diye gösterirse cehennemde yerini hazırla­sın' sözü ile Ebu Bekir ve Ömer'lerin halifelikleri döne­minde hadis konusunda gösterdikleri titizlik geliyor. Sanki o mübarek insanlar bu günleri biliyorlarmış gibi dav­ranmışlardı.

İslam'ı yıkma faaliyetlerini üstlenen o hain herifler, sahabe ve hadis kavramları arkasına gizlenerek İslam'a bir çok bid'at ve hurafe sokmayı başardılar. İslam'ı sosyal, ekonomik, kültürel, hareket ve cihad gibi temel esaslar­dan uzaklaştırarak törensel bir din, mistisizmi bir tasavvuf ve rasyonel biri felsefe haline getirdiler. İslam'ın değişmeyen temel kaynağı Kur'an dururken halk Beni İsrail hi­kayeleri, Hint-Yunan ve İran felsefelerinin kültürüyle ye­tiştirilmeye başlandı. Ve böylece asırlar boyu Kur'an ile iletişim sağlanamadı. Diğer yandan saray çevresi dini kendi tekellerine almış, sultanların ihtiyacı olan 'fetva ku­rumu'nu kurdurtarak bir çok bilgini kendi amaçları doğ­rultusunda kullanmışlardır. Zira 'fetva kurumu' her konu­da sultanların yardımına yetişebiliyordu. Sultanların ha­berleri olmadan hiç bir fetva geçerli olamazdı. Eğer İmam Ebu Hanife gibiler fetva makamına gelmekten çekinmişlerse mutlaka bir bildikleri vardı. İslam, hiç bir zaman böyle din kurumu, din sınıfı, ruhban sınıf diye bir ayırım kabul edemez. Zira Allah Rasulü'nun ve diğer Raşid hali­felerin dönemleri açıktır. Onlar böyle bir sınıflandırmaya asla yanaşmadılar. Bizzat kendileri hakim ve müftü ol­dukları gibi bir devlet başkanı ve bir ordu kumandanıydı­lar. Ancak etrafında müsteşarları vardı ki bunlarla zaman zaman istişare etmeleri gayet tabiiydi.

Saltanat döneminde 'din sınıfı'nın oluşumu beraberide bir çok olumsuzluklar getirdi. Felsefe ve tasavvuf, iti­kadı ve fıkhi mezhepler dini ilimler, din dışı ilimler gibi tasnifler yapıldı. Felsefe ve tasavvuf kanalıyla İslam öyle bir hale getirildi ki, zahir alimleri saray çevresinde fıkıhla uğraşırken, batın alimleri de felsefe kaynaklı tasavvufla ilgilenerek müritlerine cennet parsellerini dağıtıyorlardı. Zamanla siyasi otorite, batın alimlerini de yanına alarak içice yaşamaya başladılar. Zahir alimleri siyasi otoritenin hukuksal yönden bir kanadı olurken, batın alimleri de hu­kukun uygulanması için gerekli olan manevi alt yapıyı hazırlayan diğer kanadı oluyordu.

Zahir ve batın alimleri devletin siyasi nüfuzunu güç­lendirince devlet, batın alimlerini manevi sultanlık diye bir makam verdi. Böylece devlete bağlı manevi bir mües­sese kuruldu. Daha önce sultanlar bir iken şimdi iki oldu. Maddi/asıl/sultan, manevi sultan. Biri zahiri dünyayı yö­netecek, diğeri de batini dünyayı yönetecek. Batıni sultanlara öyle vasıflar, öyle sıfatlar verildi ki bir anda bir çok şeyi yapabildikleri gibi, bir anda dünyanın etrafını dolaşıp gelebilirlerdi. İster gökyüzüne çıkar, ister yeryü­züne iner; ister camide imam, ister savaşta asker; isterse tekkede bir zahid, isterse meyhanede bir kadehçi... Kim­se onlara bu konuda dil uzatamaz; Zira meyhanede de ol­sa onların bir bildikleri vardır. Bu bilgi, zahiren, veya bu gözlerimizle bilinemez. Kısaca manevi sultanlar için bir sınır yoktur. Diğer yönden batini sultanlık, tıpkı zahiri sultanlık gibi babadan oğula gizlice tevarüs ederdi.

Biz bu konuda daha ileri giderek batıniciliğin tasav­vuf...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Raşid Halifelerden Sonra Neler Oldu
« Posted on: 26 Nisan 2024, 21:46:05 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Raşid Halifelerden Sonra Neler Oldu rüya tabiri,Raşid Halifelerden Sonra Neler Oldu mekke canlı, Raşid Halifelerden Sonra Neler Oldu kabe canlı yayın, Raşid Halifelerden Sonra Neler Oldu Üç boyutlu kuran oku Raşid Halifelerden Sonra Neler Oldu kuran ı kerim, Raşid Halifelerden Sonra Neler Oldu peygamber kıssaları,Raşid Halifelerden Sonra Neler Oldu ilitam ders soruları, Raşid Halifelerden Sonra Neler Olduönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes