๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslami Hareketin Tarihi Seyri => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 24 Eylül 2011, 09:14:39



Konu Başlığı: İbrahim ın Tevhid Hareketi
Gönderen: Ekvan üzerinde 24 Eylül 2011, 09:14:39
İbrahim (a.s)'ın Tevhid Hareketi


Semud kavmi helak oldu ama hak ile batıl arasında mücadele durmadı. Salih (a.s)'dan sonra İslam (tevhid) mesajını dünyaya ulaştırmak için put kıran İbrahim'i gö­rüyoruz tarih sahnesinde.

'Hz. İbrahim'in yaşadığı döneme bir göz attığımızda, toplumun bütün siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel hayatının şirk esası üzerine kurulduğunu açıkça görmek mümkündür. İbrahim (a.s)'ın doğduğu Ur şehrinde, tarih­çilerin kayıtlarına göre beşbin tane tanrı mevcuttu. Nüfu­sun ekseriyeti ticaret ve sanayi ile uğraşmakta ve dolayı­sıyla bütünüyle maddeci bir zihniyete sahipti. En başta gelen eğilimler servet sahibi olmak ve lüks bir hayat tar­zına sahip olmaktı. (Onun için de faizin âlâsı yürürlükte idi. Hal böyle olunca, İbrahin (a.s)'ın getireceği tevhid inancı, sadece memleketin bir sınıfını veya putperestelerin inancını değil, bütünüyle ülkenin ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi yapısını değiştirecekti. Bu amaçla, İbra­him (a.s)'ın davetini kabul etmek, toplumu temelden değiştirmek ve yepyeni temellere oturtmak demekti. Bu da o toplum için en ağır bir teklifti. Çünkü boğazına kadar, iliğine kadar, et ve kanına kadar şirke gömülmüş bir top­lumu ıslaha çalışmak gerçekten ağır bir yüktür. Böylesine çile ve cefa ile karşı karşıya gelecek bir elçinin daha kü­çük yaşta iken Rabbi tarafından terbiye edilmesi ve yetiştirilmesi gerekirdi. Çünkü elçiye yüklenen görev ve ema­netler, kabiliyet ve enerji ister, güç ve potansiyel ister.

İbrahim (a.s), tevhid emanetini yüklenince ilk yapmak istediği uğraş, onların putperestliğini yoketmek ve İslam'a çağırmaktır. Yüce Allah, İbrahim (a.s)'ın putperestlerle olan mücadelesini şöyle dile getiriyor:

'Kitapta İbrahim'e dair anlattıklarımızı da hatırla. Şüphesiz o, dosdoğru bir peygamberdi. Hani babasına demişti ki; babacığım, işitmeyen, görmeyen ve sana bir faydası olmayan şeylere niçin tapıyorsun? Babacığım, doğrusu bana, sana gelmemiş olan bir ilim gelmiştir. Öy­leyse bana uy da seni dosdoğru bir yola (İslam'a) çıkara­yım. Babacığım şeytana uyma. Çünkü şeytan, Rahmana başkaldırmıştır. Babacığım, doğrusu sana Rahman katın­dan bir azabın gelmesinden korkuyorum. Böylece şeyta­nın dostu olarak kalırsın.'

“Babası dedi ki 'sen benim ilahlarımı beğenmiyor mu­sun? Ey İbrahim! Andolsun bundan vazgeçmezsen seni taşlarım. Uzun bir müddet benden ayrı git.” [51]

'İbrahim (a.s)'ın yaptığı bunca davet, ne yazık ki şirke batmış kalplerin derinliğine ulaşmıyor, onlara fayda sağlamıyordu. Kendilerini yıllar boyu şirk bataklığı içinde görmüş putperestlerin kalpleri, gözleri ve kulakları bunca ikazlara rağmen duymuyor ve görmüyordu. Artık ihtarlar, ikazlar, davet ve tebliğler fayda sağlamıyordu. Onlar o kadar azgınlaşmışlar ki İbrahim (a.s)'ın şaka yaptığını sa­nıyor ve onun davetini hafife alıyorlardı. Yüce Allah, İb­rahim (a.s)'ın kavmiyle olan tartışmalarını şöyle dile getiryordu:

"Hani İbrahim babasına ve kavmine demişti ki 'bu tapınıp durduğunuz heykeller de nedir?' Onlar da 'babalanrınızı bunlara tapar bulduk' demişlerdi. O, 'andolsun ki sizler de babalarınız da apaçık bir sapıklık içindesiniz' dedi. Onlar, 'sen bize gerçeği mi getirdin? Yoksa şaka mı ediyorsun?' dediler. O da dedi ki, 'hayır, Rabbimiz gökle­rin ve yerin Rabbidir ki onlan O yaratmıştır. Ve ben bun­lara şahitlik edenlerdenim." [52]

İbrahim (a.s) dönemindeki müşrik putperestlerin bu davranışları gösteriyor ki onlar şeytana niçin ve nasıl uyduklarını dahi bilmemektedirler. Körü körüne, heykel ve taşlara zaman harcamışlardı. Onlarla sağlam ve her şeyi doğru olarak değerlendirebilecek bir anlayış ve görüş kal­mamıştı. Onlar fikren ve ruhen ölmüş, hurafe ve gelenek­lerin, örf ve ananelerin altında ezilip ve bocalayıp duru­yorlardı. Onun için de İbrahim (a.s)'ı daveti karşısında 'şaka mı ediyorsun bizimle' diyorlardı. İşte şirk, bid'at ve hurafelere boğulmuş toplumların hali bundan ayrı ola­maz. Onlar beş duyudan o kadar mahrum kalmışlar ki kendi putları gibi putlaşmış, robotlaşmış ve kendi putla­rından farkları kalmamıştı.

Bu vahşi ve beyinsizlerin başına kral olarak geçen ve tarihte Nemrut adıyla bilinen budala, İbrahim (a.s) ile tartışmaya girerek, aptallığını bütün boyutlarıyla ortaya koy­muştur. Yüce Allah, aralarında geçen mücadeleyi şöyle dile getiriyor:

"Allah kendisine mülk verdiği için İbrahim ile tartı­şanı görmedin mi? Hani İbrahim: "Benim Rabbim hem öldürten, hem de diriltendir' deyince, O: 'Bende diriltir ve öldürürüm', demişti. İbrahim:'Allah güneşi doğudan getirir, haydi sen de onu batıdan getir'deyince, O küfre­den herif donakaldı. Öyleya, Allah zalimler güruhunu hi­dayete erdirmez."[53]

İbrahim (a.s), kral Nemrut ile mücadele ederken onu hiç bir zaman Allah'ın varlığına davet etmemiştir. Çünkü Nemrut da diğer krallar gibi Allah'ın varlığına inanıyor­du. Ancak bu inançla birlikte Allah'a şirk koşuyor, kendi­ni Allah'tan üstün kabul ediyordu. Nemrud'un ilahlik da­vası, göklerin ve yeryüzünün ilahı olmak değildi. İbrahim ve milletinin üzerinde yaşadığı sosyal hayatın Rabbi ol­mak, bütün sosyal hayatı merkezi bir otorite ve kendi diktatörlüğü ile yönetmek; helal ve haramı tayin etmek, emir ve yasaklar koymak suretiyle onların hürriyetine son ver­mek istiyordu. İbrahim (a.s)' da bu mücadelesinde, hük­mün ancak Allah'a ait olacağını, bu yetki ve salahiyetin kimseye verilemeyeceğini, yaratan, yöneten, sevk ve ida­re edenin yine Allah olduğunu anlatmak istiyordu. İbrahim (a.s), 'haydi sen de güneşi batıdan getir' demekle o azgın herifi susturmuştu. Bu suskunlukla onun aczi ortaya açık bir şekilde konduğu halde yine de Alah'a iman edip, İbrahim (a.s)'a tabi olmamıştır. Kendini beğenmişlik, nef­sinin arzu ve isteklerine sıkı sıkıya bağlılık onu öylesine bir dereceye çıkarmıştı ki hak ve hakikati anladığı halde despot diktatörlüğünden bir türlü vazgeçip Allah'a ve el­çisine itaat etmeyi nefsine yediremiyordu. Hatta bu gurur ve böbürlenme ile çıkarlarını altüst eden elçiyi yakalayıp öldürmek istiyordu. Çünkü Allah'ın mucizeleri karşısında daha fazla tahammül gösteremiyordu.

"İbrahim (a.s) bir gün fırsatını bulup onların putlarını kırınca aralarında şu tartışma olmuştu: 'Sen mi-bu ilahlarımızı kırdın ey İbrahim ' dediler.

İbrahim dedi ki 'belki onların şu büyüğü bunları kır­mıştır. Eğer konuşurlarsa sorun onlara bakalım.'

Bunun üzerine vicdanlarına müracaat ettiler de 'doğ­rusu siz haklısınız,' dediler. Sonra yine eski kafalarına döndüler. 'Sen gerçekten biliyorsun ki bu putlar konuşa­mazlar dediler.

İbrahim: 'O halde Allah'ı bırakıp da size hiç bir zarar ve fayda vermeyecek şeylere mi tapıyorsunuz? Yuh size ve Allah'tan başka taptıklarınıza! Hala akıllanmıyacakmısınız?' dedi.(Nemrut ve kavmi şöyle) dediler: 'Bunun (İbra­him'in) yolunda ilahlarımızın öcünü alın. Eğer bir iş ya­pacaksanız'

Biz de dedik ki: 'Ey ateş, İbrahim'e karşı serin ve se­lamet ol.'İbrahime bir tuzak kurmak istediler. Fakat biz, kendilerini daha ziyade hüsrana düşürdük." [54]

Yüce Allah, elçisine ve dolayısıyla dinine karşı çıkan herkesi mutlak surette cezalandırmış ve cezalandıracak da. Bu ceza bir tufan olur, bir kasırga olur, bir deprem olur, bir sinek olur, bir deniz olur, bir merkep olur, içle­rinden çıkmış kendileri gibi bir insan olur... Nihayet Al­lah nasıl dilerse öyle olur. Burada asıl önemli olan konu, Yüce Allah'ın, elçisini, hazırlanan tuzaklardan kurtarması, müslüman olmayan putperest milleti de cezaların bi­riyle topyekün cezalandırmasıdır.

Yüce Allah, kulu ve elçisi olan İbrahim (a.s)'ı ateşten koruduğu gibi, evlatlarını da korumuş ve onlara peygamberler arasında üstün mevki ve mertebe de vermiştir. Kur'an-ı Kerim İbrahim (a.s)'ın önderliğinden ve evlatla­rından şöyle bahsediyor:

"Ve hatırlayın o zamanı ki İbra­him'i Rabbi bir takım kelimelerle imtihan etmişti. O, bun­ları tamamen yerine getirince 'seni insanlara imam yapa­cağım' demişti. O da 'zürriyetimden de' demişti. Allah da 'zalimler ahdime ermez' demişti. Hani İbrahim Beytullah'ın temelini İsmail ile birlikte yükseltiyordu. 'Ey Rabbimiz, ikimizi de sana teslimiyette sabit kıl. Soyumuzdan müslüman bir ümmet yetiştir. Bize ibadet edeceğimiz yer­leri göster. Tevbemizi kabul et. Zira tevbeleri kabul eden ve hakkıyla esirgeyen sensin sen' diyorlardı.' Ey Rabbimiz, onların arasında, onlara senin ayetlerini okuyacak, kitabı ve hikmeti öğretecek, onları iyice temizleyecek bir peygamber gönder. Şüphesiz ki aziz olan sensin sen' di­yorlardı. Kendini bilmeyenlerden başka kim İbrahim'in dininden (İslam dan) yüz çevirir. Şüphe yok ki, biz onu dünyada beğenip seçtik, şüphesiz ki ahirette de o Salihler zümresindedir. Hani Rabbin ona 'teslim ol' dediği zaman, o da 'Alemlerin Rabbına teslim oldum' demişti. İbrahim bunu oğullarına da tavsiye etti. Yakub da 'Ey oğullarım, sizin için Allah, dinini seçti. O halde siz de yalnız müslü­man olarak can verin' dedi. Yoksa Yakuba ölüm geldiği zaman siz de orda hazır mıydınız? Hani o oğullarına 'benden sonra nereye ibadet edeceksiniz?' dediğinde on­lar, 'senin ilahına ve ataların İbrahim'in, İsmail'in ve İshak'ın tek ilahı olan Allah'a ibadet edeceğiz ve biz O'na teslim olmuşuz' demişlerdi." [55]

Yüce Allah, sevdiği kulu İbrahim'i herkesin tabi ol­duğu bir imam (önder) yaptığını beyan ediyor. Çünkü İb­rahim (a.s), yüce Allah'ın sınavını kazanmıştı. Bu sınavın mahiyetini İbni Kesir şöyle açıklıyor:

"Muhammed İbni İshak... İbni Abbas'tan nakleder ki o şöyle demiştir:

"Al­lah'ın Hz. İbrahim'i deneyip de onun hepsini yerine getir­diği imtihanın sözleri şunlardır:

Allah Teala, İbrahim'in kavminden ayrılmasını emrettiğinde İbrahim (a.s) Allah adına kavminden ayrılmıştı. Sonra Nemrud onu ateşe atıp Allah uğrunda yakmak istemiş, İbrahim buna dayanmış­tır. Sonra Allah Teala adına hicret etmiştir. Keza Allah onu canı ve malıyla imtihan edip, konuklar kıssası’ onun durumunu ve tahammülünü ölçmüştü. Allah, oğlunu kes­mesini emretmiş, o da bu imtihanda basan göstererek oğ­lunu kesmeye koyulmuştur. Bütün bunlardan sonra her şeyiyle Allah adına yoluna koyulup imtihanda basan gös­terince, Allah Teala ona 'teslim ol' demiş, o da'ben alem­lerin Rabbına testim oldum' demişti. Halkın aksine ve on­lardan ayrı olarak Nemrut'a değil, âlemlerin Rabbine tes­lim olmuştur. Hasan el- Basri de, Allah Hz. İbrahim'i yıl­dızlarla denedi ve ondan hoşnut oldu. Güneşle denedi on­dan hoşnut oldu. Ay'la denedi ve ondun hoşnut oldu [56] dedi.   

“İbrahim (a.s), Allah'ın bu çetin sınavını en güzel şekil­de başarınca Allah da İbrahim'i insanlara imam kılacağını beyan etmiştir. Kendi soyundan da imamlar isteyince, Al­lah da 'zalimler imamlık (önderlik) hakkına sahip olamazlar' karşılığını vermişti. Zalimlerin imamlığı konusunda müfessirlerin görüşü şudur:

Mücahid, 'hiç bir zalim be­nim imamım olamaz. Ben hiç bir zalimi kendisine uyulan imam yapamam. Hiç bir zalim kendisine uyu­lan imam olamaz',demiştir.

İbni Abbas da, Allah Hz. İbrahim'e soyundan Al­lah'ın ahdine eremiyecek zalimin geleceğini haber veri­yor ve İbrahim Halil’in soyundan da olsa zalimlerin hiç bir işin üzerine gönderilemeyeceğini bildiriyor. İbra­him'in soyundan zalimler olduğu gibi, Allah'ın emrini yerine getiren, Allah'ın istediklerini tebliğ eden muhsin kişilerin de bulunacağını beyan ediyor. 'Hiç bir zalimin zulmü konusunda senin üzerine Allah'ın bir ahdi yok­tur. Ona itaat etmen gerekmez. Zalimlerin hiç bir ah­di yoktur. Eğer onlarla bir sözleşme yaparsan sözleş­meni boz', denmektedir.

İbni Cerir:

"Allah'ın imamet ahdine hiç bir zalim eremez. Bu ayette Allah dostu İbrahim'in soyundan ge­lenlerin arasında kendi nefsine zulüm edenlerin bulunabi­leceğini belirtmektedir."

“Fahreddin Razi de şöyle der:

"Onlar (zalimler) Al­lah'ın emirlerinin kendilerine emanet edildiği kişiler olamazlar. Kendilerine uyulamaz. Dolayısıyla dili imamı olmazlar. Böylece fasıkin imametinin batıl ol­duğu bu ayetin delaleti ile sabit olmuştur. Aleyhi selatü ve sellim efendimiz buyuruyor ki:

“Yaratana isyan konusunda hiç bir mahluka itaat yoktur.”

Ve yine bu ayeti kerime gösteriyor ki fasık hakim olmaz. Hüküm mevkiine geçtiği zaman onun verdiği hükümler uygu­lanamaz. Şehadeti kabul edilmez ve Rasulullah'tan naklettiği hadis benimsenemez. Fetva verirse fetvasına itibar edilemez. Namaz için öne geçirilemez. [57]

Görüldüğü üzere imamlık veya diğer bir adıyla önder­lik, sıradan basit bir görev değildir. Babadan oğula geçen veya soy sop takip eden bir veraset malı olmadığı gibi, zalim, facir, fasık, münafık ve müşrik gibi kimselerin de gelip oturduğu bir makam değildir. İmamlık; iman, amel, şuur ve yaptırıcı güce sahip olanların hakkıdır. Bu üstün meziyetlere sahip olmayanlar babası ve atası ne olursa ol­sun, o yüce makama getirilemez. İslam bir saltanat ve hükümdarlık dini değildir. İslam, hak ve adalet dinidir. Kim o mertebeye ulaşırsa onun hakkıdır.

İmamlığı sadece bir devlet başkanı olarak düşünmek doğru değildir. İmamlık; risalet imamlığı, hilafet imamlı­ğı, devlet imamlığı, cemaat imamlığı ve namaz imamlığı şeklinde geniş düşünmek lazımdır. Hangi şekliyle olursu alsun, o makamlara geçen şahsın zalimlik, fasıklık ve benzeri sıfatlardan uzak kalarak tam bir adalet sıfatına sa­hip olmaları şarttır.

Yüce Allah'ın İbrahim Resule söylediği sadece ona münhasır edilemez. Her dönemde ve her asırda geçerli bir kaidedir. Zalimlik ve fasıklık yaparak Allah'ın dinini ha­fife alan herkes için geçerli bir ölçüdür bu. Dün de, bu gün de, yarın da olsa onlar bu ulvi ve yüce makama geti­rilemez. Zira bu konuda Allah'ın vaadi kesindir. 'Zalim­ler ahdime erişemez' ayeti hakkında müfessir Kutub şöy­le diyor:

'İslam, itaat ve amel esasına dayanmayan bütün bağları ve alakaları tamamen koparıp atar. İtikat ve amel bağları kopunca hiç bir şekilde akrabalık ve kan bağını kabul etmez... İtikat ve amel zinciri ile bağlanmadıktan sonra bütün rabıta ve değerleri kökünden siler...

Bir milletin iki nesli itikat yönünden muhalefet eder­se, aradaki bütün bağlar kesilir. Hatta itikat ipi kopunca kan ile koca, baba ile evlat arasındaki bağlar dahi kopar... Müşrik Araplar ayrı, müslüman Araplar ayrıdır. Şirk dev­rinin Arabi ayrı şey, İslam devrinin Arabi ayrı şeydir. Aralarında ne bir bağ, ne bir alaka, ne de bir akrabalık vardır. Ehl-i kitaptan iman edenler ayrı, İbrahim, Musa ve İsa (a.s)'ın dininden inhiraf edenler ayndır. Aile; babalar­dan, torunlardan ve evlatlardan ibaret değildir. Bu değer, aralarında müşterek bir itikat bağı olunca doğrudur... Üm­met de muayyen bir ırkın bir biri ardınca gelen nesiller topluluğundan ibaret değildir. Millet ırkları ve cinsleri, renkleri ve vatanları ne olursa olsun birleşen mü'minler topluluğundan ibarettir... İşte Kerim olan Allah'ın şu Rabbani beyanından fışkıran iman tasavvuru, iman duy­gusu, iman şuuru, iman düşüncesi bundan ibarettir...' [58]

İbrahim (a.s)'ın tevhi'd mücadelesini tahlil ederken, tevhid'in zıddı olan putçuluk hakkında yüce Allah, İbra­him'in şöyle dua ve niyazda bulunduğunu bildiriyor:

"Ha­ni İbrahim demişti ki: 'Rabbim bu şehri emniyetli kıl, be­ni de, oğullarımı da puta tapmaktan uzak tut. Rabbim, çünkü onlar insanlardan bir çoğunu baştan çıkardılar. Bundan sonra bana uyan bendendir. Bana karşı gelen kimseyi de sana terk ederim. Sen bağışlarsın, merhamet edersin." [59]

Üstad Seyyid Kutub, İbrahim (a.s)'ın 'bizi puta tap­maktan uzak tut' duasını, İslam'ın öğretileri doğrultusun­da günümüz şarûanın da göz önünde bulundurarak şöyle izah ediyor:

"Hz. İbrahim'in hem kendisini hem de çocuklarını, Allah'tan, tapınmaktan korunmasını istediği put, sadece Arapların ilkel cahiliyet dönemlerinde yaptıkları gibi basit ve alelade şekilden ibaret değildir. Veya muhte­lif cahiliyet sistemlerinin taş, ağaç, kuş, hayvan, yıldız, gök cismi, ateş, ruh veya hayaller biçiminden ibaret değil­dir put...

Bu basit ve alelade puta tapınma şekilleri Allah'a şir­kin bütün anlamlarını içine almaz. Allah'tan başka tapını­lan putları ihtiva etmez. Yalnızca bu basit ve alelade şirk ve put şekilleri üzerinde durarak, Kur'andaki şirkten maksadın bunlar olduğunu kabul edecek olursak, sonsuz dere­cede şekilleri olan şirk mefhumunu iyi kavramış olmayız, Ve bugün beşeriyetin içine saplandığı şirk ve modem ca­hiliyet şekillerinin gerçek yüzlerini tam olarak göremeyiz,

Bunun için şirkin mahiyetini derinliğine araştırmak ve putun şirkle olan alakasını açığa çıkarmak gerekir. Aynca put nedir ve mahiyeti neden ibarettir, bunu da apaçık ola­rak meydana çıkarmak zorundayız. Putun çağdaş cahiliyetlerde değişen ve görünen yönleri üzerinde durmalıyız.

Allah'tan başka ilahın olmadığını belirten 'Lailahe il­lallah'ın zıddı olan şirk, hayatın hiç bir meselesinde, Al­lah'ın buyruğuna dayanmayan ve hiç bir konuda Allah'ın dininin emirlerini benimsemeyen nör sistem ve her vazi­yet şirk halidir...                     

Tek bir İlah olarak Allah'tan başkasını tanımadığını söyleyip de abdest, namaz, oruç ve hacc gibi dinin emir­lerini yerine getirdiği halde; siyasi, içtimai ve iktisadî ko­nularda Allah'tan başkasının koyduğu hükümlere bağla­nanlar... Değer ölçülerinde ve hükümlerinde Allah yapısı olmayan düşünceleri ve fikirleri benimseyenler... Gelene­ği, ahlakî, adet ve alışkanlıkları itibariyle, giyindiği kıya­feti ve elbiseleriyle bir takım insanları tanrı tanırcasına onların icat ettikleri kılık ve kıyafetlere girip, modalarına uyan ve Allah'ın şeriatının yasakladığı şekillere bürünenler... Evet bunlar şirkin alasını işlemektedirler. Bütün ge­rekçeleriyle birlikte söyledikleri 'Eşhedü enlâ ilahe lah' kelime-i şehadetin zıddını yapmaktadırlar... İşte gü­nümüzdeki insanların çoğunun yanıldıkları noktalardan birisi budur...     

Put... Hiçbir zauran o, ilkel ve basit şekilde olamaz. Dikilen heykeller biçiminde olması şart değildir... Put, putlaşmak isteyenlerin arkasına gizlendikleri birer işaret ve alâmetten başka bir şey değildir. Onlar insanlan kendilerine kul köle yapmak için o dikili putların arkasına sığı­nırlar ve onun gerisinden kendi buyruklarını rahatça yürütürler.

Hiç bir zaman için bir putun konuştuğu, duyduğu ve gördüğü görülmemiştir... Ancak putların arkasına gizlen­miş olan rahipler ve mabet bekçileri mırıldanarak etrafın­da onun adına dualar okur ve bereketler dağıtan muskalar asarlar. Sonra da kitleleri ezmek ve kölesi, kulu haline ge­tirmek istediği kimselerin adına o putlan konuştururlar.

Herhangi bir yerde herhangi bir zamanda idarecilerin ve kahinlerin adına konuştuklan ve Allah'ın izni, müsadesi olmaksızın hükümler koydukları ve kanunlar vaiz et­tikleri, hareket ve işlemler yaptıkları şeyler ortaya sürüle­cek olursa... İşte bu ortaya atılan şey tabiatı, mahiyeti ve vazifesi itibarıyla putun ta kendisidir...

Bir yerde bunlar arma olarak 'ırkçılığı' mı seçiyorlar? Bir yerde arma olarak 'vatanı' mı çıkarmak istiyorlar? 'Halkı' mı kendilerine bayrak yapmak istiyorlar veya 'bir sınıfı' mı kendilerine işaret olarak yükseltiyorlar? Sonra da insanlardan bu yükseltilen,- armalara, şiarlara, işaretle­re ve bayraklara Allah'ı bırakıp kulluk etmelerini mi istiyorlar? Halkın bu kaldırılan alametler uğruna fedakarlığa katlanmasını mı istiyorlar? Malım, mülkünü, ahlakını, ırz ve namusunu bu uğurda harcamasını mı diliyorlar?

Ve her ne zaman bu işaretlerin, alametlerin ve armaların isteğiyle Allah'ın kanunları ve şeriatı çatışacak olsa hep Allah'ın şeriatını onların isteğine göre yontarak şekil­ler vermek mi istiyorlar? Ve Allah'ın emirlerini bırakıp o armaların ve işaretlerin veya daha doğru bir tabirle bu putların, o putların arkasına saklanmış olanların istek ve emirlerini mi yerine getiriyorlar?... İşte orada putçuluk vardır. Allah'tan başkasına tapınma vardır. Yoksa putun mutlaka bir ağaçtan dikilmiş veya bir taştan yontulmuş olması zaruri değildir. Put bir sistem olabilir, bir arma olabilir, bir ekol olabilir...

Hem islam sadece ağaçtan ve taştan yontulmuş putları yıkmak için gelmemiştir ki... Bunca gelmiş geçmiş peygamberler silsilesi sadece bu putları yıkmak için uğraş­mamışlardır ki. İslami hareket, yalnızca ağaçtan dikilmiş veya taştan yontulmuş putları yıkmak için tarih boyunca bunca fedakarlıklar yapmış, bunca acı ve izdıraplara kat­lanmamıştır...

Bilakis İslam, gerçek manada Allah'a kulluk ve her meselede Allah'ın emirlerine itaat ile her ne şekilde ve ne surette olursa olsun Allah'tan başkasına kullâk ve itaa­tin ayrılış noktalarını kesinkes belirtmek için gelmiştir. Her devirde ve her zaman için geçerli olan prensipleri iyi­ce inceleyip tevhid esmasına mı, şirk esasına mı dayandı­ğını ortaya koymak gerekir. O sistemde ve prensipte Al­lah'ın hakimiyetinin mi esas alındığını yoksa putların hakimiyetinin mi esas alındığını belirtmek icab eder...

Dilden söyledikleri kelime-i şehâdet ile 'Allah'ın di­nine’ girmiş olduklarını ve fiilen yaptıkları abdest, taha­ret, eda ettikleri namaz, tuttukları oruç ve ifa ettikleri hacc dolayısıyla müslüman olduklarını sanıpta bunun dı­şında kalan ahkam ve diğer hususlarda Allah'tan başkasının buyruklarına uyanlar, Allah'ın enirinin zıddı olan sis­tem ve prensipleri benimseyenler, Allah'ın şeriatına ta­mamı tamamına zıt olan hükümleri tatbik edenler... Sonra bu her gün yenilenen putların istediğini yerine getirmek ve arzularını tatmin etmek için bu uğurda ırzlarını, ahlak­larını, mallarını ve canlarını verenler... Bu putların istek ve arzularıyla dinin emir ve hükümleri çatıştığı zaman Al­lah'ın emir ve hükümlerini arkaya atıp putların istek ve arzularını yerine getirenler...

Evet bütün bu yaptıklarına rağmen hala 'Allah'ın di­ninde' olduklarını ve 'müsluman' kaldıklarını sananlar bir kere kendilerine gelsinler de içinde yüzdükleri şirki gör­sünler...

Allah'ın dini bu kendilerinin müsluman olduklarını sananların tasavvur ettiği gibi zayıf değildir, basit değil­dir. Şurası muhakkak ki Allah'ın dini, hayatın en küçük meselelerine, bütün teferruatına kadar şamil olan tam ve mükemmel olan bir hayat nizamıdır, doktrindir. Esas ve temelleri bir yana hayatın en ufak bir meselesinde dahi yalnız ve yalnız Allah'ın buyruklarına uymaktır... Ve Al­lah'ın, başkasını kabul etmediği yegane din, İslam dini budur...

Şirk yalnızca Allah'tan başka ilahların olmadığını ka­bullenmekle bitmez. Allah'tan başka hüküm koyan Rablerin bulunmadığını da kabullenmek gerekir. Puta tapıcılık sadece dikilen bir ağaca ve yontulan bir taşa tapımak değil, hatta ondan daha fazlasıyla kaldırılan bayraklar, flamalar, işaretler ve bunların arkasına gizlenen güçler, nüfuzlar ve isteklerdir.

Ve işte buna göre herkes kendi yurduna baksın en yü­ce hüküm ve makam kimin elindedir? Bütünü bütününe kimin dinine bağlanmışlardır?... Kimin emrine uymakta­dırlar?... Şayet bu konuların hepsinde hakimiyet ve emir Allah'a aitse işte onlar katıksız olarak Allah'ın dinindedirler. Şayet bu hakimiyet ve emir Allah'tan başkalarına ait ise, onlar Allah'ın dininde değil, hakim olan putların ve tağutların dinindedirler... Allah cümlemizi muhafaza buyursun..."  [60]

İbrahim (a.s)'ın tevhid hareketini daha fazla uzatma­dan yeğeni Lut (a.s)'ın, dünyanın gösterişine kapılmış o en çirkin kavimle olan mücadelesini görelim. [61]



[51] Meryem: 19/41-45.

[52] Enbiya: 21/52-56.

[53] Bakara: 2/258.

[54] Enbiya: 21/62-70.

[55] Bakara: 2/124-133.

[56] İbn-i Kesir; c.2, s.530-531.

[57] Aynı eser; c.2, s.530-536.

[58] Fizilal'il-Kur'an; c.l, s. 240.

[59] İbrahim: 14/35-36.

[60] Fizilal'il-Kur'an; c.9, s.87-90,

[61] Beşir İslamoğlu, İslami Hareketin Tarihi Seyri, Denge Yayınları, İstanbul, 1993: 42-55.




Konu Başlığı: Ynt: İbrahim ın Tevhid Hareketi
Gönderen: ✿ Yağmur ✿ üzerinde 21 Ağustos 2015, 10:29:50
Esselamu aleykum;
Hz.ibrahim as. peygamberimiz Ur kavmini yola koymak , putları yıkıp İslam'a çağırmak için çok uğraştı...Özellkle babasını da bu konuda çok uyardı ,dil döktü ama İslam'ı bir türlü kabullenmedi hatta Ur kavminde bazıları Hz.İbrahim as ın şaka yaptığını düşünüyorlardı ve artık çok azmışlardı..Rabbim helak olmuş böyle bir kavme benzetmesin inşalalh milletimizi...Rabbim c.c. razı olsun..

"Hani İbrahim babasına ve kavmine demişti ki 'bu tapınıp durduğunuz heykeller de nedir?' Onlar da 'babalanrınızı bunlara tapar bulduk' demişlerdi. O, 'andolsun ki sizler de babalarınız da apaçık bir sapıklık içindesiniz' dedi. Onlar, 'sen bize gerçeği mi getirdin? Yoksa şaka mı ediyorsun?' dediler. O da dedi ki, 'hayır, Rabbimiz gökle­rin ve yerin Rabbidir ki onlan O yaratmıştır. Ve ben bun­lara şahitlik edenlerdenim." [52]


Konu Başlığı: Ynt: İbrahim ın Tevhid Hareketi
Gönderen: ilayikelimetullah66 üzerinde 21 Ağustos 2015, 16:13:07
Ateşin gül bahçesi kesildiği İbrahim ( a.s  )
Ululul azm peygamberlerdir İslam'da Ulu'l azm peygamberler, Kur'an'da Ahkaf suresinin 35. ayetinde yer alan , hayatı zorlukla, çileyle geçen peygamberler için kullanılmış özel bir ifadedir.ömrü Tevhid mücadelesiyle geçmiştir . Allah ona rahmet eylesin . Ruhuna fatiha


Konu Başlığı: Ynt: İbrahim ın Tevhid Hareketi
Gönderen: Ceren üzerinde 21 Ağustos 2015, 17:32:40
Aleykümselam.Rabbim bizleri Hz.İbrahim gibi doğruyu gören,sonsuz teslimiyet içinde olan,Allahın yolunda giden ,tevhid inancı ile yaşayan kullardan olalım inşallah....


Konu Başlığı: Ynt: İbrahim ın Tevhid Hareketi
Gönderen: Ramazan. üzerinde 23 Ağustos 2015, 12:19:42
Ve Aleykümüs Selam . .Amin Ecmain . Hz. İbrahim (a.s.) Ulu ALLAH c.c.'ın bütün imtihanlarından başarıyla geçmiştir . Rabb'im bizleri de bu dünya imtihanını başarıyla tamamlayanlardan eylesin.
ALLAH c.c. razı olsun .


Konu Başlığı: Ynt: İbrahim ın Tevhid Hareketi
Gönderen: ❣ Muhammed ❣ üzerinde 31 Ağustos 2015, 17:35:04
Ve Alleykümselam Ve Rahmetullah Ve Berekatuh...Rabbim bizleri yolamış olduğu peygamberleri gibi daima tam teslimiyet içinde olmayı nasip eylesin İnşaAllah.İmtihanlara karşı sabırlı olmayı nasip eylesin İnşaAllah.Allah c.c razı olsun İnşaAllah...