๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslami Hareketin Tarihi Seyri => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 23 Eylül 2011, 17:44:40



Konu Başlığı: Harekete Dinamiklik Kazandıran İlahi Faktörler
Gönderen: Ekvan üzerinde 23 Eylül 2011, 17:44:40
Medine İslam Sitesinde Harekete Dinamiklik Kazandıran Diğer İlahi Faktörler


Mekkî ayetlerin oluşturduğu yeni insan tipi, Medi­ne'de artık bütün yükümlülükleri taşıyabilecek kapasiteye sahipti. Mekki ayetlerin özellikle üzerinde durduğu inanç ve akide, şimdi Medeni ayetlerle muamelat ve eyleme dünüştürülüyordu. Akide ve inanç bir yapının temeli ise, muamelat ve eylem de yapının kendisidir. Gelen Medeni ayetler, sağlam inanç ve akideye sahip olan bu insanları ahlak ve hukuk yönünden de yetiştirip olgunlaştırmalıydı. Mekke sokaklarında üst giymeden dolaşabilen, yürürken müşrik kadınlar gibi yürüyen kadınlar artık değişmeliydiler. Erkeklerle iç içe girip kendilerini korumayan, onlarla konuşurken konuşmalarına dikkat etmeyen kadınlar artık Medeni ayetlerin muhatabı olmuş ve kendilerine yeni bir hayat seçmişlerdi. Öte yandan aile, miras ve ticari hukuk da Medeni ayetlerle yeni bir boyut kazanmıştı.

Medeni ayetler gerçekten kadının değerini yükseltmiş, onları müşrik kadınlardan ayırmıştır. Evden çıkarlarken üstlerine elbise almaları, yüzlerini örtmeleri, başörtülerini gerdanlarını kapatacak şekilde uzatmaları, zinetlerini ve ırzlarını korumaları, müşrik kadınlar gibi yürümeyi bırak­maları gibi emirlerle muhatap olmuşlardı bu ayetler inin­ce.  [154] Aynı şekilde erkeklerimde gözlerini haramdan ve ırzlarını zinadan korumaları hukuku getirilmişti. Yani çe­şitli münasebetlerden doğan kötü yollar kapanmış ve kö­tülükte ısrar edenlere de suçun nevine göre ceza konulmuştu.

İslam'ın adilliğine bakınız ki önce insanları ilahi bir terbiyeden geçirir, sonra da bu terbiye bağlamında onlara hukuk kuralları getirir; önce suça teşvik eden bütün yolları kapatır, sonra da hukuka bağlı kalmala­rını ister. Bütün suç sebepleri ve önleyici tedbirler alındıktan sonra kişi halen suçta ısrar ediyorsa ona da en adil ceza verilecektir. İşte kırk yıllık örnek İslam toplumu, bu hukuk üstünlüğünün şahididir.

İslam, yıllardır peşkeş edilen ekonomi ve ticareti 'yiyin-için, fakat, israf etmeyin' düsturuna bağlayarak, mül­kiyet ve ticaret piyasasını serbest bırakmıştır. Zira israf, lüks kavramıyla özdeştir. Lüks olan her şey, israftır, ha­ramdır. Yani insanın ihtiyacından fazlası ve lüzumsuz olan her şey lükstür, israftır ve haramdır. Bu konuda müslümanların çok hassas olmaları gerekir. İslami hareket lükslerle içice olamaz. Osman (r.a)'ın hilafet görevini görkemli bir konakta yürütmesi, Ebu Zer gibi sahabeler tarafından hemen eleştirilmiştir. Evet, bugün de İslami hareketin içinde mutlaka çağdaş Ebu Zer'ler olmalı, lüks ve israfa karşı çıkabilmelidirler. Aslında lüks ve israf, görkemli hayat, dünyanın şaşaası hep Ebu Zer gibi algı­lanmalıdır. Değilse zühd ve takva, şükür ve kanaat biline­mez. Çünkü zühd, takva, şükür, kanaat etmek, sadaka da­ğıtmak, zekat kurumunu çalıştırmak İslam ekonomisinin can damarıdır. Öyleyse İslami hareketin mensuplarının bu değerleri çok iyi algılamaları ve değerlendirmeleri gere­kir.

Ekonomi ve ticari hayatın can damarı olan servet ve para sadece zengin ve güçlülerin elinde toplanmamalıdır. Bu ilahi kural İslami harekette mutlaka uygulanmalıdır. Güçlü, İslam devletinin nazarında güçsüzün hakkını verinceye kadar güçsüzdür. Güçsüz de güçlüden hakkını alıncaya kadar İslam nazarında güçlüdür." diyen Hz. Ebu Bekir, İslam hukukunun üstünlüğünü ve güçsüzlerin her zaman güçlülerden hakkını alabileceğini ayan-beyan ortaya koymuştur.

Tarih şeridinde yaşanmış ve bugün de varlığı kaçınıl­maz olan en büyük fitne kadın ve paradır. İslami hareke­tin mensupları bu iki fitneyi ön yargılı olarak reddederler­se her an için basarı sağlayacaklardır. Bu açıdan hareketin mensupları özellikle bu iki fitneye karşı gayet duyarlı ve uyanık olmalıdırlar. Çünkü dünya kurulalı beri sıcak veya soğuk bütün harplerin dayandığı temel esas, servet ve güç sahibi olmak, iktidar ve hükümranlığı ele geçirmek, in­sanları kendine kul-köle yapmak ve arkasından dilediği gibi yaşamaktır. Evet savaşların yeryüzünde yapılmasının asıl amacı budur. Ancak İslamın savaş amacı, dinin sade­ce Allah'a has kılınmasıdır...

İşte ilahi naslarla yetişip, sırf bu amaçla savaşan müslümanlar kısa zamanda Medine'de güçlenmiş, kısa za­manda kovuldukları Mekke'yi müşriklerden temizleyerek insanların topluluklar halinde İslama girmelerine yardım­cı olmuşlardır.

Allah Rasulü'nün ordusu Mekke üzerine yürüyüp kan­sız olarak fethettikten sonra Havazin, Sakif, Huneyn, Evtas, Taif ve Tebük gibi beldeleri de fethetmeye çalışarak İslama girmelerini sağladı. Ancak, Havazin, Sakif ve Huneynliler kıskançlık göstererek müslümanlara karşı çık­mıştı. İslam ordusu onlara karşı bir hayli fazla olduğu hal­de, onlara karşı takındıkları emniyet, gurur ve azamet his­sinden dolayı mağlup olarak dönüp kaçmışlardı. Yüce Al­lah müslümanların mağlubiyetinden şöyle bahsediyor:

"Şüphe yok ki Allah, size bir çok savaş yerlerinde za­fer verdi. Huneyn gününde de size yardım etti. O vakit Huneyn'de çokluğunuz size güven vermişti de bir faydası olmamıştı. Yeryüzü o genişliği ile başınıza dar gelmişti. Sonra da bozularak arkanızı dönmüştünüz. Sonra Allah, Rasulünün ve müminlerin üzerine rahmetini indirdi, gör­mediğiniz ordular indirdi de, küfredenleri azablandırdı. İşte bu kafirlerin cezasıdir." [155]

Bu olayda müslümanlar sayı çokluğuna güvenerek Al­lah'ın yardımını unutmuşlardı. Halbuki bir cemaatin sayı çokluğuna aldanıp, Allah'a güven ve bağlarını sağlamlaş­tırmaya lüzum görmeyerek bu zahiri çoklukla hareket et­mesi temelden bir mağlubiyettir. Bu olay, İslam strateji­sinin neye dayanması gerektiğini açık bir şekilde vurgulamaktadır. Geçmişte bir çok milletler sayı çoklu­ğuna, modern silahlara ve güçlü vasıtalara güvenerek bir avuç müslüman karşısında açık bir şekilde mağlup olup gitmişlerdi. Müslümanlar da düşmanın çokluğuna ve güçlü vasıtalara sahip olmasına rağmen sadece Allah'a güvenerek, O'na bağlı kalarak düşmanları mağlup etmiş, büyük zaferler kazanmışlardır. En mo­dern silahların konuştuğu günümüzde takip edilecek yol, elde mevcud olan bütün imkanları seferber ettik­ten sonra sadece Allah'a güvenmek, O'na bağlanmak ve O'ndan yardım dilemektir. Akide esaslarından ha­reket eden müslümanın kaybedeceği hiç bir şeyi yok­tur, her halükarda Allah'ın yardımını görecektir. [156]



[154] Nur: 24/31.

[155] Tevbe: 9/25-26.

[156] Beşir İslamoğlu, İslami Hareketin Tarihi Seyri, Denge Yayınları, İstanbul, 1993: 139-143.