Konu Başlığı: Davet Ve Davetçi Gönderen: Ekvan üzerinde 23 Eylül 2011, 18:02:08 Davet Ve Davetçi Allah Rasulü, vahyin verdiği ağırlık ve kafasında canlandırdığı bir dizi sorularla Hira'dan evine döndü. Hanımı Hz. Hatice, onu teselli ettikten sonra, kitap ehlinden olan ve geçmiş peygamberlerle ilgili geniş kültüre sahip olan amcası Varaka b. Nevfel'e götürdü. Nevfel onu dinledikten sonra şu gerçekleri dile getirdi: "Bu hz. Musa'ya gelen Namus (melek)'un aynısıdır. Keşke milletinin seni sürgüne göndereceği zamana kadar yaşayabilsem de sana yardun etsem". Rasulullah (s.a.v)'da kendisine sordu: "Bunlar beni sürgüne mi gönderecekler?" Varaka da "Evet, senin getirdiğin şeyi getirip de kendisine düşmanlık yapılmayan hiç kimse yoktur. Eğer senin zamanında yaşarsam, sana olan gücümle yardım ederim" diye cevap verdi. (Ancak Varaka daha önce vefat etti.) Rasulullah'a inen ilk ayetler, gerçekten İslami hareketin ilk basamağında olanlar için taptazedir. Yüce Allah, elçisini önce bilgi yönünden bilmediğini öğretmek suretiyle işe başlatıyor. Alak Suresi'nin ilk beş ayeti Rasulullah'ın Allah'ın elçisi olduğunu ortaya koyarken, Müddesir Suresi'nin ilk yedi ayeti de Rasulullah'ın ne gibi işler yapması gerektiğini öğretiyordu. Yani bu ayetlerle, Rasulullah'ın insanlara Allah'ın mesajını iletmesi ve onları İslam'a davet etmesi isteniyordu. Peygamberlik makamına gelindikten sonra, artık sarınma, örtünme ve beklemenin mümkün olamıyacağı, onurlu ve şerefli bir görevin kendisini beklediği Yüce Allah tarafından ikinci emirde iletiliyor Allah Rasulüne. "Ey bürünüp sarman habibim, kalk kafirleri inzar et. Rabbini yücelt." Bu hitap sadece Allah'u Teala'nın bu elçiye gönderdiği ilk emir değildir. Daha önce de gördüğümüz gibi, Nuh (a.s) gibi, kavimleri dalalet ve sapıklığa itilmiş bir çok elçiye bu emir verilmişti. " Onları elem verici bir azapla korkut." Bu emir, dava adamı için her zaman canlılığını ve tazeliğini korumaktadır. Cehalet ve sapıklığa tökezlenmiş her topluma bu düsturla gidilmelidir. Evet Nuh, İbrahim, Musa ve Muhammed'lerin izlediği yegane düstur... Kalkıp kafirleri inzar (korkutma) etmek ve Rabbi yüceltmek. Bu yüce emri, sadece toplumlara has kılmak doğru bir davranış değildir. İslami hareket içerisinde bulunan her davetçi için bu emir tazedir, yenidir. Davetçi için işte Mekke dönemi, Mekke toplumu; işte tazeliğini koruyan ilahi emir. "Kalk, korkut ve Rabbini yücelt..." Yüce Allah, elçisini "kalk, korkut ve Rabbini yücelt" emriyle başbaşa bırakmıyor. Bu emirle birlikte onda bulunması gereken bazı kısa ve özlü vasıfları da kendisine hatırlatıyor: "Elbiseni temizle, kirden (günahtan) sakın. Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma. Rabbin için (eza ve cefaya) sabret." Evet, bu vasıflar sadece bir peygamberde bulunması gereken vasıflar değildir. İslamî hareket içerisinde yer almış her davetçinin sahip olması gereken temel vasıflarıdır. Zira insanlığı uyarmak, dünya kötülüklerinden ve dolayısıyla ateşten, azaptan kurtarmak basit görevler değildir. Ağır olduğu kadar da bir takım yükümlülükler ister. Bu yükümlülük altına girecek olan herkesin temizliğine son derece dikkat etmesi gerekir. Temizlik sadece elbisede değil, her türlü nefsanî arzulardan, şeytanî vesveselerden de temizlenmek gerekir. Arkasından şirk, sapıklık ve azabı getiren her şeyden de sakınmak gerekir. Daveîçi, bizzat kendisi kötülüğe bulaşmayacağı gibi, bunların failleriyle de hiç bir surette uzlaşma ve kaynaşmaya girmeyecektir. Yüce Allah'ın devamla Peygamberinden ve dolayısıyla bütün davetçilerden istediği; "yaptığın" iyiliği çok görerek başa kakma". Yani yaptığnı asla büyütmemeyi, mübalağalandırmamayı ve başa kakmamayı istemektedir. Ve son emirde de, "Rabbin için sabret". İşte yapılan bütün işlerin son aşaması olan sabır, zorlu mücadelenin sonunda sabır, nefsin arzularına, şeytanın hile ve deiselerine kalbin meyillerine, düşmanın güçlülüğüne karşı sabır. İşte; yüce Allah'ın elçisinden ve dolayısıyla bütün elçilerden istediği vasıflar... O halde kendisini bu yola vakfeden her şahsın sahip olması gereken vasıflar bunlardır. Evet, tıpkı Rasulullah gibi, her davetçi elbisesini, vücudunu, kalbini her türlü kirden, pislikten, şirk ve günahtan arındırmalıdır. Yani akide, inanç, ahlak ve davranışlarında temiz ve sadece Allah için olmalıdır. Bu faziletli işe bir başkasını ortak etmemeli ve mükafaatını da yine Allah'tan beklemelidir. Sonra böylesine büyük bir görevi üstlenenin gururlanmaması ve boynundan büyük işler yapmaya kalkışmaması, gereksiz ve yersiz taleplerde bulunmaması zorunludur. Davetçinin yüklendiği görev, oldukça ağır ve tehlikeli olabilir. Bu vazifeyi yerine getirirken binbir zorluk, meşakkat ve muhalefetle karşı karşıya kalabilir. Davetçinin ailesi, akrabası, kavmi hatta bütün toplum ona karşı çıkabilir. İşte bu noktada davetçi, bütün muhaliflerine karşı azmini ve cesaretini kırmayacak, vazifesini kararlı ve azimli bir şekilde yürütecektir. Davetçi her türlü oyunlarla, korku ve üzüntülerle, hatta maddi menfaatlerle yolundan uzaklastınlmaya çalışılacaktır. Hatta bunlann yaınsıra servet, mevki gibi alternatiflerle denenecektir. Davetçinin bütün bunlara karşı yapacağı şey, sabretmesi, duyarlı olması ve tutumundan zerre taviz vermemesidir. Evet, İslamı tebliğ etmeye kalkan her müslümanm bu Kur'anî ölçülere mutlaka uyması gerekir. [112] [112] Beşir İslamoğlu, İslami Hareketin Tarihi Seyri, Denge Yayınları, İstanbul, 1993: 90-93. |