Konu Başlığı: Zimmilerin Umumi Hakları Gönderen: Ekvan üzerinde 22 Eylül 2010, 18:53:02 2. ZİMMİLERİN UMUMİ HAKLARI Şimdi zimmîlerin umumî haklarını gözden geçirelim. Bu haklar, üç çeşit zimmî için de aynıdır. Canlarının korunması: Herhangi bir zimminin kanının kıymeti, müslüman kanının kıymeti ile aynıdır. Bu noktada ayrılık ve gayrılık yoktur. Eğer bir müslüman kasten bir zimmîyi katlederse, müslüman da kısas olarak katledilir. Hazret-i Resulü Ekrem Sallallahu aleyhi ve sellem devrinde bir müslüman bir zimmîyi katletmişti. O zaman Zat-ı Saadetleri kısas olarak müslümanın katledilmesine hüküm vererek şöyle buyurdular: "Onun zimmiliğine herkesden ziyade benim sadakat göstermem gerekir."[245] Hazret-i Ömer Radıyallahu Taalâ anh zamanında Bekr ibn-i Vâ'il kabilesine mensup bir kimse, Hıyra'da bir zimmîyi öldürmüştü. Zat-ı Hilafetpenahîleri katilin, maktulün adamlarına verilmesini emretti. Nitekim, maktulün vârisleri de katili götürüp öldürdüler. Hazret-i Osman, Radıyallahu Taalâ anh kendi zamanında Ubeydullah ibn-i Ömer'in Radıyallahu Taalâ anh'ın katline fetva vermişti. Mesele şöyleydi: Zannediliyordu ki; Ubeydullah şüphe üzerine, Hürmüzan ile Ebu Lü'lü'nün oğlunu öldürmüştür. Bunun da sebebi, bu iki İranlı-nın Hazret-i Ömer'in katline iştirak etmiş olmaları ihtimali idi. Hazret-i Ali Radıyallahu Taalâ anh devrinde bir müslüman bir zimmîyi öldürmüş olmak ithamı ile yakalandı, İspat tamamlandı. Zat-ı Hilafetpenahîleri kısas yapılmasını emrettiler. Öldürülenin kardeşi gelip, "Ben kanımdan vaz geçtim". Dedi. Fakat bu söz Halifeyi ikna etmediğinden, o şahsa şu suali sordu: "Yoksa karşı taraf seni korkutup, tehdit mi etti?" Adam cevap verdi: "Hayır; Anladım ki, katilin öldürülmesiyle, kardeşim dirilmiş olmayacaktır. Bana diyet verilmesini emrediniz." O zaman, Zat-ı Hilafetpenahileri, katilin bırakılmasını emrettiler ve bu hususta şöyle buyurdular: "Bizim zimmiliğimizi kabul etmiş bulunanların kanı bizim kanımız gibidir ve onların diyeti de bizim diyetimiz gibi."[246] Başka bir rivayette Hazret-i Ali Radıyallahu Taalâ anh, şöyle buyurmuştur: "Bunlar zimmiliği kabul ettiklerinden, onların malları bizim mallarımız gibidir ve kanları da bizim kanlarımız gibi." Bu mevzu üzerine İslâm fukahası hüküm koymuş ve bu husus şu esasa bağlanmıştır: Bir müslüman kasti olmayarak ve bilmeyerek bir zimmîyi öldürürse, o zaman verilecek olan diyet, aynen müslümanlara verilecek olan diyet gibidir. Yani hata edilerek öldürülmüş olan müslümana ne mikdar diyet verilirse, hata edilerek öldürülmüş olan Zimmiye de o kadar diyet verilecek ve kasten öldürülmüş bulunan zimmî için kısas icra edilebilecektir.[247] Güvenlik ve asayiş Kanunları: Ceza kanunları, zimmîlerle müslümanlar için aynıdır. "Cürüm işlendiği takdirde müslümanın göreceği cezanın aynısını zimmî de görür. Bir müslüman bir zimminin malını çalarsa, yahut da bir zimmî bir müslümanın malını çaldığı takdirde her ikisi de aynı cezayı görür. Yani hırsızlık suçunu işlediklerinden dolayı her ikisinin de elleri kesilir. Bir zimmî erkek veya kadın için, zina ithamı olursa, veya bir müslüman erkek ve kadın için, zina ithamı bulunursa, bunların hepsi de zina cezası görürler. Ancak, burada başka bir mesele vardır: Şarap içmek hususunda zimmîler cezadan muaftırlar.[248] Medenî ve Mülkî Kanunlar: Medenî ve mülkî kanunlarda da müslümanlar ile zimmîler arasında hiçbir fark gözetilemez. Hazret-i Ali Radıyallahu Taalâ anh, "Onların malları bizim mallarımız gibidir." buyurmuşlardır. Bu cümlenin manası şu demektir ki, nasıl biz müslümanlar kendi malımızı muhafaza etmek istersek, malımızın zayi edilmesinden hoşlanmazsak, aynı şekilde onların mallarının muhafazası da müslümanlara farzdır. Bu esasa göre medenî ve mülkî kanun muvacehesinde de müslümanlarla zimmîler aynı haklara sahiptirler. Ticaret işlerindeki usullere gelince, bizim için men edilmiş bulunan bazı usuller onlar için de men edilmiştir. Diğer bakımdan, bizim için serbest olanlar onlar için de serbesttir. Meselâ, bizim için haram olan faizcilik onlara da men edilmiştir. Onlar için de haram sayılacaktır. Elbette ki, zımmîler için bazı istisnalar vardır. Nitekim, şarap içmelerine birşey denemediği için bu nesnenin satılması, alınması ve yapılması için de bir şey söylenmiyecektir. Yine aynı şekilde, müslümanlara haram olan, fa kat zimimlere haram olmayan domuz eti satmak veya domuz beslemek, domuz etinden yapılmış yemek satmak işlerinden onlar men edilmeyeceklerdir. Bu gibi, şeylerde hakları teslim edilecektir.[249] Bundan başka bir müslüman da tesadüfen bir zimmînin şarabını zayi eder ve zarara sebebiyet verdiği takdirde, sebebiyet verilen zararın tazmini lâzım gelir. "Dürer ül - Muhtar" da şöyle deniyor: "Bir Müslüman, bir zimmînin şarabını ve domuzunu zarara uğratırsa, bunları tazmin edecek ve bedelini ödeyecektir."[250] Şereflerinin ve Haysiyetlerinin Korunması: Zimmîye dille, elle eziyet etmek ve incitmek yahut da küfür etmek, dövmek, dayak atmak, veya zimmîye arkadan çekiştirmek dahi müslümanlara yapılmış gibi caiz değildir. "Durer ül - Muhtar" da bu mevzu şu şekilde yer almıştır: "Onun incitilmesinin önüne geçilir ve arkasından çekiştirmek de bir müslümanı arkadan gıybet gibi haramdır."[251] Zimmîlerle yapılmış, olan zimme akdinin müddeti, müslümanlar için daimîdir. Müslümanlar zimme akdine bağlı bulunmak ve bunu devam ettirmelidirler. Bu akdi bozmaya hakları yoktur. Fakat zimmîlere istedikleri zaman zimmîlikten çıkma hakkı tanınmıştır. "Bedayi" de bu mevzuda şu bilgi vardır: "Zimme akdi bizim için korunması lâzım gelen bir haktır. Yani bir defa zimme akdi yapıldı mı biz onu bosszamayız. Fakat zimmîler için bu hususa iltizam yoktur. (Yani onlar isterlerse zimmilikten çıkabilirler. Buna bir şey diyemeyiz). Bir zimmî ne kadar büyük cürüm işlerse işlesin, zimmilik hakkını kaybetmez. Hatta cizye vermekten imtina bile etse, yine zimmîlik hakları ortadan kalkmaz. Aynı şekilde bir zimmî bir müslümanı katletse, mesela, Hazreti Resulü Ekrem Sallallahü Aleyhi ve sellem hakkında neûzu billah yakışık almayacak sözler söylese, bir müslüman kadınının namusuna tecavüz etse dahi bütün bu müthiş suçlar zimme akdini bozmak için bir, sebep teşkil edemez. Bu kabil suçların cezaları muayyendir. Zimmî de alelade bir mücrim gibi bu cezaları görür. İşlemiş olduğu suçtan dolayı zimmîye âsi sıfatı takılarak zimmeden çıkarılamaz. Ancak zimmeden iki şekilde çıkmak vardır. Biri islâm diyarını bırakıp başka bir ülkeye gitmek. İkinci hal ise, İslâm hükümetinin aleyhinde açıktan açığa fitne ve fesat çıkarmak. Veya yine açıkça İslâm hükümetinin düşmanlariyle işbirliği yapmak."[252] Şahsî Muamelât . Zimmîlerin kendi aralarındaki şahsî muamelelerinde ve işlerinde kendilerine mahsus olan medenî ve şahsî ahkâm (Personel Law) muteberdir. İslâmî kanunlar bunların üzerinde icra kılınmaz. Bizim için, şahsî muamelatta caiz olmayan şeyler, onların kendi kanunlarında caiz olabilir. O zaman, onların bu şekildeki işlerini men edemeyiz. İslâmî adalete bu gibi davalar intikal ettiği zaman da İslâmî adalet bu hususta onların kendi kanunlarına göre hüküm verir. Meselâ onlarca akdedilen şahitsiz nikâh veya mehirsiz nikâh, yahut da kadın tarafından ödenen para (Drahoma). İkinci nikâhta iddeti talakın müddeti. Mahrem kimselerin başka başka olması. Hülefai-i Raşidin devrinden bu güne kadar, bütün İslâmî hükümetler bu usulü takip etmişlerdir. Bir ara Hazret-i Ömer ibni Abdülaziz Rahmetullahi aleyh bu hususta Hazret-i Hasan Basrî Rahmetullahi aleyhden şu şekilde bir cevap istedi: "Nasıl olur da Hülefa-i Raşidin zimme ehlini kendi hallerine terkedip, onların mahrem olanlarla nikahlanmalarına, şarap ve domuz eti yemelerine bir şey demediler ve bu zümreyi serbest taraktılar?" Bu suale Hazret-i Hasan Basrî Rahmetullahi aleyh şu cevabı verdi: "Onların cizye vermelerinin sebebi, kendi hallerine bırakılmaları ve kendi akidelerine göre hareket etmeleri içindir. Sana gelince, sen tabi olanlardansın. İslâmda (bidat koyanlardan) yenilik çıkaranlardan değilsin."[253] Fakat buna rağmen, bir meselede iki zimmî taraf arasında ihtilaf çıkarsa ve bunlar İslâm mahkemesi huzuruna giderlerse, o zaman İslâmî adalet ile ve İslâm şeriat kanunlarına göre dava görülüp hüküm verilir. Yine aynı şekilde, onların şahsî ahvaline ait meselelerde bir taraf müslüman olursa, o zaman yine dava İslâm şeriatı üzerine görülür. Meselâ bir hıristiyan kadın bir müslüman erkekle evlenmiş ve bu kadının kocası da ölmüş ise, o zaman bu kadın tam olarak İslâm kanunlarına göre muamele görür. İslâm kanununa göre vefat iddeti tutacak, ondan sonra evlenecek. Miras hususunda İslâmî ölçüye tabi olacaktır. Bunun dışında yapılacak nikâh muamelesi batıldır. |