๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslamda Hükümet => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 23 Eylül 2010, 17:22:44



Konu Başlığı: Zimmilerin Hakları
Gönderen: Ekvan üzerinde 23 Eylül 2010, 17:22:44
IV. ZİMMİLERİN HAKLARI

Soru:
Ben Büyük Hindu Kurulunda (Hindu Mana Sebha) da memurum. Geçen sene Hindu Kurulunun vilâyet propa­ganda sekreterliğine seçildim. Zat-ı alilerinizi ismen tanı­yorum. Kıymetli kitaplarınızdan "Müslümanlar ve Siyasî Çekişmeler, "islâmın Siyasî Nazariyesi", "İslâmî Hükü­met Nasıl Kaim Kılınır?" ve "Selâmet Yolu" nu ve di­ğerlerini okudum. Bu eserleri tetkik ettikçe İslâm hakkın­daki görüşüm tamamen değişti. Ve bende şöyle bir ka­naat yer etmiş oldu: Eğer bunlar daha evvel, ele alınmış olsalardı, şimdi çok karışık bir durum arzeden Hin-du — Müslüman meselesi böyle bir hal almazdı.

Zat-ı faziletlerinizin, ileri sürdüğü ve insanları davet ettiğiniz bu ilâhî hükümet yolu benimsenip tatbik edilmiş olsaydı, böyle bir rejimde yaşamak benim için de bir övünç vesilesi olurdu.

Buna rağmen, bazı hususları sormak cesaretinde bulunacağım. Bu mevzuda sadece mektup yazmakla değil, Zat-ı faziletlerinizle bizzat görüşmek de istiyorum.

İlk Önce şu hususun, tarafınızdan aydınlatılmasını rica ediyorum: Hindular, Hükûmet-i İlâhiyede ne dere­cede yer alırlar? Kendilerine Ehl-i Kitap hukuku mu tanı­nır, yoksa sadece zimmî hakkı mı tatbik edilir? Ehl-i Kitap ile zimmîlerin hukukuna ait risale ve kitaplarınız elime geçmedi. Ben ancak şu kadarını biliyorum ki, Müslüman Arapların Sindh'e yürüyüş tarihinde islâm orduları ku­mandanı Muhammed İbn-i Kasım ve Sindh'de onun ye­rine geçenler, Hindûlara da Ehl-i Kitap hukuku tanımışlar ve Ehl-i Kitap muamelesi yapmışlardır. Ümid ederim ki, Zat-ı faziletleri bu hususta geniş bir şekilde fikir beyan buyururlar. Ve ayrıca, Ehl-i Kitap ile Zimmî hukuku ara­sındaki farkları da etraflı olarak açıklamanızı rica ediyo­rum. Acaba bu sınıfa mensup azınlıklar, memleketin asayiş ve inzibat işlerinde vazife alabilirlermi? Asker, zabıta ve kanun icra eden eleman olarak, Hindûlara da bir pay ve hisse verilebilir mi? Şayet verilmediği takdirde, Hindûların çoğunlukta bulundukları eyaletlerde, Hükûmet-i ilâhiye kanunları gereğince, Hindular da hü­kümet işlerine iştirak edebileceği hususunu Zat-ı fazilet­leri, kabul etmeğe hazır mıdırlar?

İkinci sualim de şudur: Acaba Kur'andaki askerlik ve devlet işleri (Divanî ahkâm) müslümanlar gibi Hindulara da teşmil edilebilir mi? Acaba Hindûların kendi millî ka­nunları (Personal Law) Hindular üzerinde icra edilebilir mi, edilemez mi? Benim şahsî fikrim şudur ki, Hindular kendi irsî kanunlarında aile sisteminde ve buna benzer hususlarda kendi kaidelerine (Menu şaster'a göre) yaşa­yışlarını devam ettirebilirler. Eğer ettiremezlerse sebebi­nin açıklanmasını istirham ediyorum.

Şu da malumu âlileridir ki, bu sualler sadece dağınık ve muhtelif hukuk mevzuu olarak takdim kılındı.


Cevap:

Ben, zat-ı alilerinizin, mektupla bildirdiği bu fikirlere, kendimce büyük kıymet vermekteyim. Şurası bir hakikat­tir ki, Hindistanda Hindu - Müslüman meselesi karma karışık ve halledilmesi gayet zor bir mesele haline gel­miştir. İki ayrı camianın bir arada yaşama problemi, hak ve adaletle çözüm yolu bırakılıp, şahsî, ailevî, zümre ve ırkî esaslar üzerinden halletmek yolu tutulduğundan bu ağır mesuliyet onların boynunda korkunç bir vebal olarak kalmıştır. Böyle ters bir tutum, şimdiki içinden çıkılmaz durumu meydana getirmiştir. Bu talihsiz gidişe biz de katılmak ve işt'râk etmek zorunda kalıp, hiçbir fayda elde edememişizdir.

Zat-ı alilerinizin, ileri sürdükleri sualleri simdi sırası ile ve mümkün olduğu kadar kısa olarak cevaplandır­maya çalışacağım.

1. Eğer Hükûmet-i ilâhiye kurulursa, böyle bir rejimin vasfı bir kavmin ve bir milletin başka bir kavim veya mil­lete ve yahut da kavimler ve milletlere tahakküm etmesi demek değildir. Belki bu hükümetin vasfı, usul üzerine kurulmuş olmasıdır. Böyle bir hükümetin zahirdeki yöne­ticileri memleketin halkı ve o memlekette oturanlardır. Bunlar da bu usule inanmış olan kimseler olmalıdırlar. Bu usule inanmak ve bu usulü kabul etmek istemeyen di­ğerleri, yahut da her ne şekilde olursa olsun, bu usule güvenleri bulunmayanlar, böyle bir hükümetin içinde, böyle bir hükümetin iktidarı altında "Ehl-i Zimme" vasfını elde ederler. Yani bunların muhafazasının mesuliyeti usulî hükümeti yürütenlerin ve yönetenlerin üzerinde olur.

2.      "Ehl-i Kitab" ve "Amm Ehl-i Zimme": (Alelu­mum zim­miler) arasında hukuk bakımından herhangi bir fark yoktur. Ancak fark şu noktadadır ki, Ehl-i Kitap ka­dınlarla, müslüman erkekler evlenebildikleri halde diğer Ehl-i zimme kadınları ile evlenemezler. Fakat hukuk ba­kımından ise bu iki camia arasında herhangi bir fark yoktur.

3.      Zimmîlerin hukuku hakkında geniş denecek dere­cede bir yazı yazmış değilim. Fakat usulen size arzedebilirim ki, zîmmî iki çeşittir. Yani zimmîlik iki şekil ile ortaya çıkar. Biri, İslâmî hükümetin zimmîliğini kabul ettikleri zaman bu hükümetle anlaşma yapılarak ortaya çıkan ikincisi ise, anlaş­ma olmaksızın zimmîlikleri kabul edilenler. Birinci kısım zimmîler hakkında anlaşmada ne varsa, onlar hakkında dikkate alınır ve anlaşmanın şartla­rına göre hareket edilir.

İkinci kısım zimmîler için şeriatte lâzım gelen nokta­lar gözönünde bulundurulur. Bu esaslara göre, onların canlarını, mallarını, şeref ve haysiyetlerini korumakla mükellef oluruz. Kendi canımızı, malımızı, şeref ve hay­siyetimizi koruduğumuz gibi, onların da bu haklarını ko­rumamız gerekir. Onların bu mevzudaki hukuku müslümanlarınki ile denktir. Zimmî kanının değeri de müslüman kanının değeri kadar olur. Kendi dinleri üze­rine amel etmek hususunda tamamen serbest olurlar. İbadethanelerini muhafaza ettikleri gibi bu mabetler islâmî hükûmet tarafından korunur. Kendi dini talimlerini tanzim. etmek hakkında mâîik bulunurlar ve zorla Islâınî Tâlha krndüeıine yüklenemez.

Zımmilere ait, islâm Anayasasındaki (düştün) fau nünü inşallah geniş bir şekilde ele alarak kitap halinde neşredeceğim.[208]

4. Zimmilerin şahsi hukuk ve şahsi kanunlarına ge­lince, bu husus kendilerine tanınmış bulunan dini serbesti­nin lâzım gelen bir neticesidir. Bu bakımdan îslânu hü­kümet, onların nikâh, talak (evlenme ve bo­şanma) irsi, mülkî (Law of the land) ve diğer kanunlarına dokuna. m az. Ancak onların icra edemiyecekleri kanun­lar, tatbi­kiyle memleketin nizamını ve başkalarının ser­bestisine zarar getirebilecek mahiyette olan kanunlardır. Meselâ simim millet veya cemaat faizciliği caiz sayar. Halbuki İslâm böyle bir şeye müsaade edemez. Bu gibi menfî ha­reketlere meydan verdiği takdirde, memleketin iktisadî du rumu bozulur gider. Tabiîdir ki, buna maııi olunur, ve yi­ne bu örnek gibi, bir zimmî kavmin telâkki­sine göre zina caiz olabilir, islâm rejimi buna müsaade ederse, o zaman onların kötü ve yakışık almaz işleriyle fahişelik (Prosti-tution)  memlekette alır yürür. Halbuki insan ahlakının aksine olan bu iş, ceza kanunumuzun (kanun-u ta'zirat: Criminal law) ile dahi men edilmiştir. Elbette ki, medenî kanun ile de men edilir ve müsaade edilmez. Bu ölçülere göre diğer hususları da mukayese edebilirler.

5. Zat-ı alileri bir de zimmîlerin memleket zabıta­sında ve diğer mülkî idarelerde vazife alıp alamıyacağını soru­yorlar. Meselâ, polislik, askerî hizmetler, kanun icrası işleri ve buna benzer resmî vazifelerde Hindulara da bir iştirak payı düşer mi, düşmez mi? Düşmez ise, ozaman çoğunluğu Hindûlarla meskûn bulunan eyaletlerde siz müslümanlar, hükümeti İlâhiyede Hindûların da iştirâk edebilecekleri bir durumu kabul etmeye hazır mısınız?

Bu soru bence iki yanlış anlayıştan ileri geliyor. Biri şudur ki, usulî gayrı millî hükümet (İdeological Non-National State) in sahih olan hususiyetini ve doğru vas­fını, gözönünde bulundurmuyorsunuz. İkinci nokta da şudur: Çalışma hayatı ve iktisadî sahadaki düşüncenin de aydınlanması icabeder. Birinci sırada ben bunu açık­ladım ve aydınlattım. Usul üzerine kurulmuş bulunan hükümeti yani ideolojik devleti yürütmek ve bunu muha­faza etmenin ve ayakta tutmanın mesuliyeti bu nizama inanmış olan halkın üzerindedir.

Ancak inanmış bir camia böyle bir hükümetin ruhunu temsil edebilir. Tam bir iyi niyetle din ve imanlarından aldıkları yüksek hasletlerle hükümetlerini ideal seviyeye çıkarabilmek için büyük gayretler sarfetmek ancak böyle bir topluluktan beklenebilir. Bu hükümetin devam etmesi için icabında harp meydanlarında canlarım da feda et­meye hazır bulun­malıdırlar. Diğerleri ise, bu usule inan­mamaktadır. Böyle bir hükümete iştirak ederlerse, o za­man ne bu hükümetin kurulmasının gayesini anlarlar ne de böyle bir hükümetin ruhuna vakıf olurlar. Bu hüküme­tin ruhuna göre işleri yürütemedikleri gibi ne de halis bir niyetle bu hükümetin ayakta tutunması için samimiyetle gayret sarfedebilirler. Devletin diğer mülkî ve idarî işle­rinde vazife alacak olurlarsa, memur zihniyetiyle iş görür ve gün geçirerek ücret alırlar.

Bu zümre, askerî işlerde çalışmak ve asker olmak isterlerse, böyle bir şeriat içinde, ücretli asker (Merece-naries) vasfından başka bir vasıfları olamaz. Kendilerin­den böyle bir ahlâkî bir haslet de beklenemez. Pek tabiî olarak, İslâmî hükümet için bir fedakârlık ve müzaharet göstermezler.

İslâmi devlet sisteminde, ehl-i zimmeye herhangi bir iş yüklenmez. Askerî işlerin bütün ağırlığını müslümanlar yerine getirirler. Ehl-i zimme'den ancak bir nevi müdafaa vergisi alınabilir. Fakat hem askerî hizmet gördürmek, hem de müdafaa vergisi almak gibi, iki vazife ehli zimme'ye yüklenemez. Ancak ehli zimme kendi arzu ve gönül rızaları ile askerî hizmet görmek İsterlerse, o za­man kendilerinden müdafaa vergisi alınmaz.

Mülkî işlerde ve sivil dairelerde çalışmalarına ge­lince, kilit noktalarda (key positions) ve temel meseleleri ilgilendiren idarî ve asayiş işlerinde yine ehl-i zimmeye bir vazife verilmez. Fakat diğer memuriyetlerde zimmîle­rin çalıştırılmasında bir sakınca yoktur.

Şûra meclisi azalığma seçilmek için de ehl-i zimme'ye oy verilmez. Elbette ki, zimmîler ayrı bir mü­messil veya mümessiller bulundurabilirler. Bu mümessil­ler, zimmîlerin medenî haklarınnı ve özgürlüklerini koru­mak ve zimmîlerin işleriyle alâkadar olmak için müşave­relere iştirak ederler. Aynı şekilde, memleketin umumî işlerinde, intizam ve asayiş meselelerinde de kendi ca­mialarının isteklerini ve dileklerini aksettirebilirler. Müna­sip gördükleri şekilleri de ileri sürebilmek haklarıdır. Bü­tün bu işleri İslâmî noktayı nazara göre idare eden merci, Şûra Meclisi (Assembly) dir.

Açık ve kesin olan mesele şudur ki, hükûmeti ilâhiye herhangi bir kavmin, herhangi bir milletin veya herhangi bir zümrenin sultasında değildir. Bu hükümet ancak, bu usulü kabul edip inananlar tarafından yönetilir ve yürütü­lür. Hükümete ancak bunlar iştirak edebilirler.

İdareci kadro, ister Hindu - zade olsun, ister Sirkh-zâde olsun. Hangi kavimden olursa olsun yeter ki, bu usule gerçekten inanmış olsun. İslâmın devlet nizamına inanmayanlar Müslüman - zade bile olsalar, böyle bir hükümette yerleri olamaz. Olabilmesi için bir sebep de gösterilemez. Ancak bu hükümetin muhafazasında (Protection) korunmasında faydalı olabilirler. Fakat hü­kümeti yöneltmek, yürütmek işine iştirak edemezler.

Zat-ı alilerinizin şu şekilde bir sorusu da var: Diyor­sunuz ki, "Hindûların çoğunlukta bulunduğu eyaletlerde, Hükûmeti İlâhiyedeki Hindular gibi bir vaziyetleri olabil­mesini müslü­manlar kabul edebilecekler midir? Esasen Müslim Legue, liderlerinden bunu istemek lâzımdır. Nite­kim alış veriş meseleleri ve değiş tokuş işleri de böyledir.

Şimdi biz burada başka sorular soracak, sonra da bunları kendimiz cevaplandıracağız.

Hindular için her nerede hükümet kurmak icap ederse etsin, orada ancak iki esasî şekilde hükümet gö­rebilirsiniz.

1.      Ya bu hükümet Hindu mezhepleri esası üzerine kurulmuş olacaktır.

2.      Veyahut da bu hükümet, milliyetçilik ve vatanper­verlik yani muayyen bir ülkecilik üzerine bina edilecektir.

Birinci şekil tercih edilirse, böyle bîr durumda siz de kabul edersiniz ki, Hindular, hukukî bakımdan Hükûmeti ilah kurmazlar. O zaman biz de hukuk zaviyesinden bu hükümete "Ram Rac" hükümet diyebiliriz. Böyle bir hü­kümette pek tabiîdir ki, hükümetin başında bulunacak kimse de Hindu mezhebinden olacaktır. Noktası nokta­sına mensup olduğu mezhebe göre icraat yapacaktır. Başka türlü hareket etmesi de muhtemel değildir. Eğer böyle bir hükümette hukuk kaidelerine çok iyi dikkat edi­lirse, muameleleriniz bizimkinden daha iyi olursa elbette ki, o zaman bu hükümet ahlaken bizden üstün olmuş olur. Böyle olunca, şu ihtimal de yok değildir ki, bir gün bizim hükümeti İlâhiyemiz sizin Ram Rac hükümetinizle değişmiş ola. Yok eğer bu hususlar ve bu muameleler dediğimiz gibi değil de, dediğimizin aksine olursa, o za­man da er veya geç neticenin aksine tecelli edeceği şüp­hesizdir.

İkinci şekle gelince, hükümetiniz vatanperverlik ve milliyetçilik esasına göre kurulduğu takdirde, o zaman da bu hükümet Cumhuriyet (Demokracy) rejimini seçecektir. Böyle bir rejim kabul edilirse, orada bulunan müslümanlar da sayıları nisbetinde bu hükümete iştirak edeceklerdir. Kendilerine de bu hükümette sayıları nisbetinde bir hak tanınacaktır. Fakat Hindu milliyetçiliği, esas olarak alınırsa, o zaman oradaki müslümanlara mağlup bir millet muamelesi yapılacak (Subject Nation) ve onlara bu gözle bakılacaktır.

Bu iki şeklin ikisinde de siz yine Müslümanca mua­mele yapılmasını mı istiyorsunuz? Her ne şekilde olursa olsun, İs­lâmî hükümette Zimmîlerin hakkındaki muame­leler, Kur'an-ı Kerim ve Hadislerin hükümlerinden başka türlü olamı­ya­caktır. Siz istiyorsunuz ki, millî hükümetiniz Müslümanları katliam etsin. Tek bir İslâm çocuğu hayatta bırakmasın. İslâmî hükümet de mukabele-i bil-misil (ay­nıyla karşılık vermek) olarak, intikam almak maksadiyle, kendi ülkesi dahilinde bulunan zimmîlere aynı muameleyi yapsın. Böyle şey olamaz. Mesele bunun tamamen aksi­nedir. Hindu hükümette, Cumhurbaşkanı veya başku­mandan müslüman vatandaşlardan yapılabilir mi? Bunun gibi, herhangi bir zimmînin de İslâmî hükümetin başına getirilmesi veya islâm ordularının başına başkumandan tayin edilmesi muhaldir, yalnız herhangi bir zimmî İslâmî Hükümetin işlerinde muayyen şartlar dahilinde vazife alabilir.