Konu Başlığı: Ülül Emr ve İtaat Usulü Gönderen: Ekvan üzerinde 26 Eylül 2010, 02:25:57 Ülül Emr ve İtaat Usulü "Ey iman etmiş olan kimseler, Allaha itaat ediniz, O'nun Resulüne de itaat ediniz. Ve kendi içinizden çıkan ülülemre de. Bir şey hakkında ihtilâfa düşerseniz ve siz Allaha ve ahiret gününe iman edenlerden iseniz, bu işi Allaha ve O'nun Resulüne havale ediniz. İşte bu en iyi ve en güzel tevildir. (En – Nisa: 50). Bu âyet-i kerimede, üç mühim nokta belirmektedir. Bunlardan her biri Anayasa hükümleri (Düsturî hükümler) dirler. Anayasa meseleleriyle alâkalıdırlar. İlk önce şu nokta üzerinde duralım ki, Allah ve sonra Resulüne itaat, itaatın aslıdır. Her müslüman fert, müslümanlık vasfı ile ve her müslüman kavim nıüslüman kavim olmak hususiyetiyle bu meselelere bağlı bulunmalıdır. Bu itaat herhangi bir itaatden en öne alınmalıdır. Ülülemr'in itaat bundan sonra gelir. Bunlardan daha önce ve daha evvel değildir. Bunların zımnında ve bunların tahtındadır. Serbestçe değildir. Bu mevzunun daha geniş izahını aşağıdaki âyet-i kerimede bulacağımız gibi hadisi şeriflerde de göreceğiz: "Hiç bir mümin erkeğe ve hiçbir mümin kadına şu hak düşmez ki, Allah ve O'nun Resulü bir işte hallü fasl edip (çözüm getirip) hüküm versinler de, ister bu mesele onların lehine ister aleyhine olsun (ona tabi olmasınlar). Her kim Allaha ve O'nun Resulüne karşı gelirse elbetteki apaçık bir dalalete düşmüş olacaktır." (El . Ahzâb: 36) "Her kim Allahın nazil kılmış bulunduğu üzerine hüküm vermezse, böyleleri kâfirlerdirler. Böyleleri zalimlerdirler. Böyleleri Fasıklardırlar." (El- Mâide: 44 - 45 - 47) Ve Hadisi Şeriflerde: "İster hoşuna gitsin ister hoşuna gitmesin, her müslüman erkeğe ve her müslüman kadına, masiyet (isyan) yolunda emir verilmedikçe dinlemek ve itaat etmek lâzımdır." "Ancak masiyet için emir verilmiş olursa ne dinlemek vardır ne de itaat etmek." (Buhari ve Müslim) "Eğer size, işlerinizi yürütmek için Zenci bir köle de tayin edilse, ve sizin işlerinizin başına getirilirse, Kitabullah ile sizin işlerinizi İdare etmek yolunu tutarsa, onu da dinleyecek ve itaat edeceksiniz." (Müslim) "Masiyet (günah) için itaat diye bir şey yoktur. Elbette ki, itaat doğru iş (maruf) içindir." (Buhari ve Müslim) "Allaha karşı isyan yolunu tutmuş olana itaat yoktur." (Tabaranî) Kitap ve Sünnetin bu sağlam ahkâmı şu hususu kuvvetle ifade eder ki, İslâmî hükümetle kanun hazırlayan meclis Hak Teâlanın ve Resulünün ahkâmına muhalif olan bir kanun koyamaz. Eğer böyle bir kanun ortaya koyarsa, bu kanun derhal reddedilir ve yürürlüğe gelmesine mâni olunur. Bu şekilde, ayetler ve hadisler de bu hususu bildirmektedirler ki, herhangi bir İslâmî hükümette adaletin mevcut olması için Allah ve O'nun Resulünün kanunlarını infaz etmek ve yürür hale koymaktan başka bir çâre olamaz. Hattâ herhangi bir hâkim de ilâhî kanuna muhalif bir kanunu, — kanun yapanlar böyle kanun yapmışlar diye — tatbik edemez. İki kanunun birbirine muhalif ve zıt olduğu görülürse, Allah ve O'nun Resulünün kanunu elbette ki, kanun yapıcı meclisin ve kurulun kanunlarının üstünde olacaktır. Ayetler ve Hadisler bu hususu açık bir surette belirtmişlerdir. İslâmî hükümetin icra organları da böyle, Allah hükmüne ve Resûlullahın Sünnetine aykırı bir kanunu tatbik edemiyeeekleri gibi her hangi bir zabıta veya başka kanunları yürütmekle vazifeli kurullar da bunu yapamıyacaklardır. Hiçbir idarî teşekkül , Allah ve Resûlullaha karşı gelmek mefhumunu taşıyan bir kanun veya herhangi bir nizamı yürürlüğe koyamazlar. Eğer bu hususu gözönünde bulundurmaz ve dinlemezlerse o zaman halk kendilerine itaat etmez ve edemez; itaat ederlerse Hak Taalâ indinde günahkâr olurlar. Kanunu da kanun yapıcısını da, yürütücülerini de dinlemeyip itaat etmezlerse Hak Taalâ indinde mücrim sayılmazlar. Bunun hilafına böyle işlere kalkışan ve Hak Taalânın ve Resulünün ahkâmına muhalif kanun ortaya çıkaran hükümet kendisi cürüm (suç) işlemiş olup günahkâr mevkiine düşer. ikinci mühim nokta da şudur: Herhangi bir İslâm hükümetinin başında bulunan "ülül-emr" müslüman olmalıdır. Bu noktanın iki sebebi vardır. İki sebep de âyet-i kerimede belirtilmiştir. Birincisi şöyledir: "Ey iman etmiş bulunan kimseler" Ve devamla; "Sizden olan, sizin içinizden bulunan ülül-emr" Denmiş olduğuna göre, burada her iki mefhum da açık bir surette anlaşılıyor. Bunlardan birincisi: "Ülül-emre itaat hükmü" dür. Her müslüman ülül-emre itaat edecektir, fakat ikincisinde de bu ülül-emrin sizin içinizden, sizden olması söylenince yani ülül-emrin de müslüman olması lâzımdır. Müslüman olan ülül-emre itaat edilecektir. Pek tabiîdir ki, müslüman olmayana değil. İkincisi de şudur: ihtilâf halinde, ihtilaflı mesele Allah Taalâya ve Resûlullaha havale edilecektir. Bu şekilde hüküm verilmiştir. Açıktır ki, halk ile hükümet arasında herhangi bir suretle ihtilâf ortaya çıkabilir. O zaman Allahın ve O'nun Resulünün hükmünün hakem olarak kabul edilmesi lâzımdır. Bu da elbette Müslüman ülül-emr için olabilir; kâfir ülül-emr için olamaz. Bundan başka, istinatlı hadiselerde de bu hususta açıklık vardır. Bunu teyid mahiyetinde hatta tekid mahiyetinde Hadisler mevcuttur. Nitekim yukarıda bahsettiğimiz gibi Hazret-i Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellemin hadislerini de yine göz önünde bulundurmak icabeder. Buyurmuşlardır ki: "Eğer size, işlerinizi yürütmek için Zenci bir köle de tayin edilse ve sizin işlerinizin başına getirilse Kitabullah ile sizin işlerinizi idare etmek yolunu tutsa, onu da dinleyecek ve itaat edeceksiniz." Ve yine: "Allaha karşı masîyet yolunu tutmuş olana itaat yoktur." Burada yine Hazret-i Ubâde İbn-i Sabit'den rivayet edilen bir Hadisi nakledelim. "Hazret-i Ubâde ibn-i Sabit buyuruyor ki: Biz Zat-ı Saadeti Nebevilerine biat ettiğimiz zaman şu hususlar üzerine biat ettik: Kendi amirlerimiz (hüküm verenler) ile ihtilâf çıkarmıyalım, fakat onların işlerinde açıktan açığa bir küfr görürsek ve onların bu küfrü Allah indinde bizce sabit görünürse, o zaman iş değişir." (Buhari ve Müslim) Başka bir hadiste de şu şekilde anlatılmıştır ki, halk, fena muamele yapan hâkimler ve idareciler hakkında, "kendilerine karşı gelelim mi?" diye sordukları zaman, Resulü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle cevap verdiler: "Hayır madem ki sizin aranızda namazı ayakta tutuyorlar..." (Müslim) Bu en kesin hüccetlerden sonra şu hususta artık şüphe kalır mı ki, İslâmî bir hükümetin başına her ne şekilde olursa olsun gayrı müslim bir Sahibi Emr (Devlet Reisi) getirilmiş olabilsin. Böyle olursa bu iş şuna benzer ki, meselâ komünist ve sosyalist hükümetin başına getirilecek olan devlet reisi komünistliğin yahut da sosyalistliğin muhalifi bir kimse olsun. Veya herhangi bir Cumhuriyet hükümetinin Cumhurbaşkanlığına Cumhuriyete muhalif bir başkanın getirilmesi hiç akla sığarmı? Elbette ki böyle bir şey realite olarak mümkün değildir. Üçüncü nokta da şudur: Ayet-i kerimenin medlulü gereğince, müslümanlar ile ülül-emr arasında ihtilâf çıkabilir. Buradan da şu anlaşılıyor ki, müslümanlarla ülül-emr arasında ihtilaf çıkması men edilmiş değildir. Müslümanlara da ihtilaf çıkarabilmek hakkı tanınmıştır. İhtilâf çıktığı zaman, bu ihtilâfı halledecek merci ancak Allah Taalânın Kitabı ve O'nur. Resulünün Sünnetidir. Bu iki kaynak, her ne şekilde hüküm verirlerse, — ister ülül-emrin lehine ve halkın aleyhine, ister halkın lehine ve ülül-emrin aleyhine, — her iki tarafda buna razı olacak ve kabul edeceklerdir. Şimdi şu mesele aydınlanmış oluyor ki, her ne suretle olursa olsun, ihtilâfı halledecek bir idare sistemi de bulunmalıdır ki, bu idare de Allahsın Kitabı ve O'nun Resulünün Sünneti ile ihtilâfı halletsin. Bu idare veya kurul, herhangi bir ulema meclisi, bir yüksek adalet divanı (Superm court) ne olursa olsun bir teşekkül olacaktır. Bunun ne şekilde teşekkül edeceği hakkında Şeriat bizi muayyen bir yer tutmağa mecbur kılmamıştır. Fakat ne de olsa böyle bir idare veya kurul olmalıdır. Bu kurul da şu vasıfları taşımalıdır ki, icrâî, teşriî (kanun yapan) ve adlî organlarının aleyhine ve bu organların verdikleri hükümlere ve kararlara, bu kurul veya idarenin nezdinde dava açılabilip karar istensin. Bu idare veya kurulun da elbette ki, esas usulü Kitap ve Sünnetin hidayetleri ışığı altında işleri çözüme kavuşturmak ve hakkı batıldan ayırmak olacaktır. |