Konu Başlığı: Kur'an-ı Kerimin Usûle Ait Hidayetleri Gönderen: Ekvan üzerinde 25 Eylül 2010, 08:57:49 CEVAP: KUR'AN-I KERİMİN USÛLE AİT HİDAYETLERİ Karışıklık olduğu bahsedilen bu soruya cevap verebilmek için, Kur'an, Sünnet, Sahâbi devrinin teamülü, umumî akıl ve dünyanın belli başlı çalışma sistemlerini hep bir araya toplarsak, bize yardımcı olacaklardır. Bunların hepsinin başında Kur'ana bakalım. Mukaddes kitabımızda bu hususta usule ait üç hidâyet vardır. Birincisi: "Bilmiyorsanız; zikir ehline (bilen kimselere) sorunuz." (Nahl: 12; Enbiya: 7. Bu ayet-i kerimede "Ehlü'z - zikr" kelimesinin çok manalı bir ıstılah olduğunu gözönüne almak gerekir. "Zikr" kelimesi Kur'an ıstılahında hususî bir şekil arz eden bir ders için kullanılmıştır ki, bu dersi Allah ve O'nun Resulu, Ümmete öğretmişlerdir. "Ehlü'z-zikr" o cemaat yahut da o halk topluluğuna denir ki, bu dersi gerçek olarak talim etmiş ve öğrenmişlerdir. Burada sadece "bilgi: ilim" (Know ledge) kasd edilmemiştir. Belki böyle denmekle burada Kitap ve Sünnetin bilgi ve ilmine değinilen bir nokta kasd edilmiştir. Buna göre âyet-i kerime şu şekilde anlaşılmış olur ki, muaşeret ve toplumsal hususlarda merci olan makamı o kimseler işgal edebilir ki, bunlar Kitab-ı ilâhî bilgisine sahip ve onun usullerine de vâkıf bulunurlar. Bunlar, Resulü Ekremin öğrettiği gibi Tâlimi İlâhiyi kavramışlardır. İkincisi: "Kendilerine, korkulu veya emniyetli bir mesele vuku bulursa, bunu yayarlar. Eğer bunu Resule ve kendilerinden olan Ülülemre bıraksalardı herhalde bunlar meselenin hakikatini meydana çıkarır ve işin iç yüzünü onlara Öğretirlerdi." (Nisa, 83). Buradan anlaşılıyor ki, muaşereti ve sosyal işlerde karşılaşılan mühim meselelerde ister emniyetli işler olsun, isterse korkulu ve endişeyi gerektiren meseleler veya harbe ait hususlar olsun, yahut da endişeyi gerektirmeyen veya üzerinde düşünülen hususlar olsun — müslümanlar için Allahın Resulü ve O ulvi Resulden sonraki devirlerde müslümanlar arasından çıkmış bulunan ülülemr (buyruk sahibi idareciler gibi) merci olarak kararlaştırılmıştır. Ülülemr mevkiinde olanlar "istinbat" etmek salâhiyetine sahiptir denmektedir. Yani karşılaşılan muamelelerde bunlar, hakikati ortaya koyabilirler. Allahın Kitabı ve O'nun muazzez Resulünün gösterdikleri yollardan, bunun ne olacağını meydana çıkarırlar. Bu âyet-i kerimede sosyal ve muaşeret işlerinde, ehemmiyetine göre genellikle Ehlü'z-zikir yerine "ülülemr" merci olarak Kararlaştırıldığından, ülülemrin de Ehlü'z-zikirden bu işi daha iyi halledeceklerine delil olur. Fakat ülülemr de, hususiyet itibariyle yine kendileri Ehlü'z-zikir'dendirler. Nitekim, bunlar da karşılaştıkları muameleleri Allahın Kitabı ve O'nun Resulünün kavli ve hidayetleriyle hallederler. Ümmetin çözülemiyen işlerini bu iki mesnedin ışığa altında sahih görüş ile karara bağlarlar. Üçüncüsü: "Onların isleri, aralarında müşavere iledir." (Şûra: 38). Bu âyet-i kerimede de müslümanların işlerinin çözümünün faslının son şeklinin ne olacağı bildirilmiştir. Bu üç usulü bir araya toplayınca görürüz ki, bütün ihtilaflı işler hep: "Bunları Allah'a ve O'nun Resulüne bırakınız." Mefhumunun menşeine bağlanmıştır. Bilfiil bu hususun gözönünde tutulması emredilmiştir. Halk karşılaştığı meseleleri Ehl'üz-zikre havale edecektir. Onlar da bu meseleleri Hak Taalânın ve O'nun Resulünün hükümlerine göre karara bağlayacaklardır. Memleket ve toplumsal işler ve daha ehemmiyetli meselelere gelince bunları da ülülemr'in karşısına getirecekler ve birbirleriyle müşaverede bulunarak Kitabullah ve Sünnet-i Resulullah ile hak ve hakikati ortaya koyacaklar ve karara bağlayacaklardır. DEVR-İ SAADET-İ NEBEVİ'DE İHTİLAFLARIN HALLEDİLME USULÜ Şimdi, Devr-i Saadet-i Nebevî'de Sallallahu aleyhi ve sellem ve Zat-ı Risaletpenahîlerinden sonraki Hülefa-i Raşidin zamanında ihtilâfların nasıl halledildiğini tetkik edebiliriz. Zat-ı Saadetlerinin hayatlarında, karşılaşılan işler doğrudan doğruya Zat-ı Risaletpenahilerine intikal ettirildi. Bildirildiğine göre, Allahın hükmü ve O'nun Resulünün kararı, ihtilaflarının halledimesinin mesnedi idi. Buna göre Zat-ı Saadeteri kendileri, ihtilafları hallederlerdi. Fakat burada başka bir mesele de vardır ki, o devirde, İslâm ülkeleri bir hayli genişlemişti. İslâm çok geniş beldelere yayılmıştı. Bu ülkelerin muhtelif yerlerinde bir hayli işler ve meselelerle karşılaşılırdı. Bunların hepsini, doğrudan doğruya Zat-ı Saadetlerinin huzuru mübareklerine intikal ettirmenin maddeten ve bilfiil imkânı yoktu. Maddî ve fiilî olarak da Zat-ı Risaletpenahîlerinin bu kadar işle meşgul olmaları da mümkün değildi. Bunun için, memleketin muhtelif yerlerine Zat-ı Risaletpenahileri tarafından muallimler gönderilmiş, halkın işlerini öğretmek için memurlar tayin edilmişti. Bu zevat da halka dini öğretirler ve onlara karşılaşacakları meseleleri ne şekilde halledeceklerini öğretirlerdi. Bundan başka her ülkede, her vilâyette, emîr, âmil, kadı (hâkim) ler de tâyin edilmişlerdi. Bunlar da kendilerinin hangi çerçevede nasıl çalışacaklarını bilen kimselerdi. Bundan dolayı, sahih usul ile meseleleri hallederlerdi. Bu zevat; "Bunu Allah'a ve O'nun Resulüne havale ediniz..." âyet-i kerimesinin ışığı altında işleri mükemmel olarak çözümünü gözönüne alırlardı. Bu usulü, Zat-ı Risaletpenahileri Sallallahu aleyhi ve sellemin kendileri beğenmişlerdir. Zikredeceğimiz şu hadis-i şerifte Zat-ı Saadetleri, ihtilafların ne şekilde halledileceğini ve meselelerin nasıl karara bağlanacağını açıklamışlardır. "Resulullah Sallallahu aleyhi ve sellem, Muâz Radıyallahu Taalâ anh'ı Yemen'e âmil: vali tayin ettikleri zaman, buyurdular ki: — Ey Muâz! işleri nasıl çözecek ve karara bağlayacaksın? — Allahın Kitabına göre, Ya Resulallah. — Ya, Allahın kitabında buna göre bir hüküm olmazsa? O zaman ne yaparsın? — Böyle bir durumda, Sünnet-i Resulullah'a göre karar veririm. — Ya, Sünnet-i Resulullahta da buna ait bir hüküm bulamazsan? — O zaman, kendi reyime göre içtihat ederim. Allahın Resulü, şöyle buyurdular: — Hamd olsun O Allaha ki kendi Resulünün seçtiği konseyi muvaffak kılmıştır.[195] Zat-ı Risaletpenahîlerî, devr-i saadeti nebeviyelerinde, müşavere nizamını gözönünde bulundururlardı, Hak Taalâ tarafından vahy gelmemiş bulunan hususlarda müşavere ederlerdi. Müşavere ettikleri zevat da Ehl'ür - rey ve değerli kimselerdi. Müşaverelerin en parlak misallerinden bir tanesini burada kaydedelim; Zat-ı Risaletpenahilerî Sallallahu aleyhi ve sellem, halkın namaza toplanması için ne yapılacağı hakkında müşaverede bulundular. Bu görüşme neticesinde de bildiğimiz "Ezan" takarrür etti. Zat-ı Risalepenahîleri de böyle olmasına karar verdiler. |