Konu Başlığı: Kanun Yapma, Şûra ve İcmâ' Gönderen: Ekvan üzerinde 25 Eylül 2010, 09:11:53 KANUN YAPMA, ŞÛRA VE İCMÂ' Pakistan'da İslâmî kanunun icra kılınması bahsi meyanında İslâmî kanun yapmaya ait muhtelif fikirler ileri sürüldü. Bu bağlamda bir dost, muğlak bir üslûp ile şu yazıyı yazmıştır: "İslâmda kanun yapmanın hakikat ve mahiyeti ve bunun çalışma dairesinin tayini hakkında bir hayli ifrat ve tefrit yolu tutulmuştur. Bir taraftan şu mesele ileri sürülüyor ki, İslâmda herhangi bir şekilde kanun yapmanın yeri yoktur. Kanunu Allah Taalâ ve O'nun Resulü koyar. Müslümanların vazifesi de bu kanuna göre işlerini tanzim etmek ve bu kanunu icra etmekten başka bir şey değildir. Diğer taraftan da bazılarının düşüncesine göre, kanun yapmanın çerçevesi o kadar geniştir ki, müslüman hükümdarlar da bu meselede kendilerine, bir hak tanınmış olduğunu düşünürler. Onlara göre Peygamber Sallallahu aleyhi ve sellem, sadece ibadetlere ait esas meseleleri kararlaştırmış fakat diğer işler üzerinde değiştirme ve düzeltmeler yapılabilir. Meselâ, namaz, oruç ve bunlar gibi amelî bir şekilde gösterilmiş olan hususlar hakkında da ilâveler veya çıkarmalar olabilir, diyorlar. Şimdi lütfedip de şunu bize izah buyurun ki, İslâm'da kanun koymanın ölçüsü nedir ve bunun çeşitleri varsa nelerdir? Ve yine şunu da izah buyurmanız rica olunur ki, Hülefanın ferdî ve müşavereli hükümlerinin ve yine fakihlerinin ve Müctehidler görüşleri ve hükümlerinin kanun olma bakımından vasıfları nedir ve ne derecededir? Bu meyanda eğer Şûra ve İcmâ'ın hakikati üzerinde de bazı aydınlatmalarda bulunulursa çok münasip olacaktır." KANUN YAPMANIN USULÜ İslâmda ibadetler dairesi içinde kanun yapmanın asla yeri yoktur. Ve buraya herhangi bir kanun sığdırılamaz. Elbette ki, ibadetler hariç, diğer muamelât için muayyen bir hudud içinde kanun yapma imkânı vardır. Ve buraya kanun yapma sığar. Kitap ve Sünnetin sükût ile görüş belirtmeksizin geçtikleri noktalarda ve meselelerde herhangi bir şekilde kanun yapmak mümkündür ve olabilir. İslamda kanun yapmanın esasen şu usul üzerine olması gerekir; İlkönce ibadetlere ait hiç bir noktaya temas edilmeyecektir. İbadetler hakkında ne yapılırsa, ne edilirse kararlaştırılmış gibi olması gerekir. Buraya her ne suretle olursa olsun, yeni bir ibadet şekli, uydurulup sokulamayacaktır. Bunlara ait ne şekilde hükümler konmuş ise o hükümler devam edecektir. Ve kimse bunlardan ayrılmayacaktır. Ne yapılmış ise yapılacak, ne bırakılmış ise bırakılacaktır. Şâri' (Allahu Taalâ ve O'nun Resulü Sallallahu aleyhi ve sellem) herhangi hususta, elbette ki, muamelât hakkında da sükût ile geçmişse ve nedense bahsetmemişse, bunun üzerinde biz, kendi düşüncemize göre hareket etmekte serbest olduğumuzu anlayabiliriz. imam Şâtıbî, Kitab El - İ'tisâm'da bu usulü şu şekilde beyan eder: "İbadetlerin hükmü, âdetlerin hükmünden ayrıdır. Adetlerde kaide şudur ki, her neyin hakkında sükût ile geçilmişse, (yani bir şey söylenmemişse) bunlar üzerinde istendiği gibi düşünülüp çalışılmaya müsaade edilmiştir. Bunun hilâfına, ibadetlerde böyle bir mesele istinbat edilemez. Bu mesele Şeriatın aslında mevcud değildi. Nitekim adetlerin hilâfına ibâdetlerin esası açık hükme ve açık izne tabidir. Şu farkla ki, âdetlerde bizim aklımız doğru yolu tayin edebilir. Fakat ibadetlerde aklın kendisine, Allaha yakın olmak yolunun nasıl olduğu malum değildir." (Cilt: 2, S: 115) II MUAMELAT HAKKINDA KANUN YAPMANIN DÖRT BÖLÜMÜ a. Tâbir: Şârı'in (kanun koyucunun) bir mesele hakkında açık emrini veya açık nehyini tayin edip bu mesele hakkındaki Nassın menşeini belirtmek. b. Kıyas: Şârı'in doğrudan doğruya açık hüküm verdiği hususlara değil de onlara benzer hususları ölçerek hükmün illetini somut hale getirip bu hükmün esası üzerine ikinci bir hüküm meydana çıkarmak. Ve bunların müşterek sebeplerini ortaya koymakla mümasil vak'alarda tatbik eylemek. c. İstinbat ve içtihad. Şeriatın beyan ettiği geniş ölçüdeki usulleri cüz'i meselelere ve muamelelere intibak ettirmek. Nass'ları belirtmek, delilleri ortaya koymak ve bunların niçin gerektiklerini bildirmek ve Şârı'in bizim yaşayışımıza ait işleri ne şekilde tanzim etmek istediğini ortaya çıkarmak. d. Şeriat sahibinin bize hidayet yolu göstermediği ve açık bir hüküm vermediği hususlarda, İslâmın geniş maksat ve maslahatlarını gözönünde bulundurarak, zarurî bulunan kanunları koyup bu hususu da tamamlamak. Bununla beraber bu kanunlar da İslâmın ruhuna aykırı olmamalıdır. İslâmın mizacına muhalif bulunmamalıdır. Nitekim Fakihlere göre ıstılah olarak bunlara Masâlih-i Mürsele veya istihsan ve başka isimler de verilmiştir. Masâlih-i Mürselenin manası, "Umumî Maslahatlar" demektir. Biz muvafakatımızla bunları gözönüne alırız. "istihsân" dan da maksat şudur: Bir muamele hakkında zahirî kıyas ile hüküm verilir. Fakat bundan daha ehemmiyetli bir mesele için bu hüküm değişir ve başka bir hüküm verilebilir. O zaman birinci hükmün yerine, ikinci hükme tabi olmak icabeder. Buna "İstihsan" denir. III MASÂLİH-İ MÜRSELE VE İSTİHSAN Kıyas ve istinbat tabiri için fazla detaya, girişmeye ihtiyaç yoktur. Fakat Masalih-i Mürsele ile İstihsan hakkında biraz malumat vermek yerinde olacaktır. İmam Şatıbî, Kitab El - İ'tisâm'da bu konu üzerine ayrı ve müstakil bir bölüm yazmıştır. Orada bu hususu güzel bir şekilde açıklamıştır. Hiçbir Usul-ü Fıkıh kitabında onun kadar bu meseleyi iyi anlatan esere rastlamadım. Bu mevzu hakkında detaylı deliller ileri sürerek ispat ediyor ki, Masâlih-i Mürsel'den maksat, bazılarının anladıkları gibi kanun yapmanın kapısını tamamen açık bırakmak, demek değildir. Belki bunun için üç şart lâzımdır: Birincisi: yapılacak olan kanunun Öyle yapılması lâzımdır ki, Şeriatın maksatlarına tamamen uygun olmalıdır. İkincisi: Halkın önüne çıkacak olan bu kanunlar akla uygun olup, herkesin kabul edebileceği bir şekil arz etmelidir. Üçüncüsü: Bu kanunlar hakikî ihtiyaçları karşılamalıdır. Yahut da herhangi bir hakikî probleme cevap verecek bir mahiyette olmalıdır. (Kitab El-İ'tisâm, Cilt: II, S: 110-114) Sonra "İstihsan" bahsine geçerek, devamla şunları bildiriyor: Zahirî vaziyete göre, herhangi bir delil üzerine mukayese edilerek bir muamele için hususî bir hüküm verilmişse, fakat Fakihin nazarında, bundan daha iyi bir şekil bulunduğu takdirde ve ilk verilen hüküm maslahata muvafık olmazsa, yahut da verilmiş olan hükümde her ne suretle olursa olsun bir noksanlık bulunur ve yahut da karışıklık ortaya çıkma ihtimali varsa, İslâmî noktayı nazardan bunu bertaraf etmek gerekiyorsa, yahut da verilmiş olan bu hüküm örf ve âdetlerin aksi bulunursa o zaman, bu hüküm bozulup, bunun yerine münasip hüküm vermeye "İstihsan" denir. Her ne suretle olursa olsun "îstihsan" için şu şart vardır ki, zahirî kıyası bırakıp da kıyas hilafı hüküm vermek için, kuvvetli bir şart ve durum olmalıdır ki, makul delillere istinad etmeli ve makul delillerle ispat edilmek imkânı mevcut olmalıdır. |