Konu Başlığı: İslamın Siyasi Nazariyesi Gönderen: Ekvan üzerinde 01 Ekim 2010, 18:34:34 BÖLÜM: II HAZIRLAYICININ NOTU Hindistan'da Müslümanların yeni siyasi uyanışları bizim için yeni yeni bir takım meseleler doğurmaktadır. Bunların en mühimi istikbalde Müslümanların siyasî nizamı ne olacak, düşüncesidir. Her Müslümanın gönlü, kendi içtimaî nizamlarının İslâm temelleri Üzerine kurulmuş olmasını istemektedir. Fakat günümüzde, dünya müslümanlarının çoğu, Müslümanlığı sevmelerine rağmen hakikî müslümanlığı iyi anlamıyorlar. Şu şekilde ki, onlar İslama inanıyorlar, İslama bağlıdırlar; fakat İslâmın emrettiği şekilde yaşamasını bilmiyorlar. Bu meseleyi, Müslümanların düşüncelerine yerleştirmek için, Mevlânâ Mevdûdî Sahib İslâmın hayat nizamının ne olacağının esas plânını, tertiplemiş ve ortaya koymuştur. Tafsilatiyle anlatmıştır. Onun bu husustaki beyanatından biri Lahor'da 1939 da toplanmış bulunan "Müslüman Kardeşler Birliği" nin toplantısında konferans şeklinde sunulmuştu. Daha o zaman, Müslümanlar, kendi millî vaziyetlerinin ne şekil alabileceğini dahi tayin etmiş değillerdi. Mevlânâ bu bahsinde, kendisi bizzat, İslâm Milletine (ümmetine) İslâmî hükümetin temelinin ne şekilde olabileceğini anlatmıştı. Bu hükümetin ne maksatla kurulabileceğini ve bunun esasa ait ilkelerinin ne olacağını bildirmişti. Önümüzdeki sahifelerde göreceğiniz bu makale, ikinci bir defa Mevlânânın gözden geçirmesinden sonra, zamanın değişmesiyle hükmünü kaybeden bazı kısımları çıkardıktan bazı ilâveleri de ekledikten sonra, muhterem okuyucuların huzurlarına arz edildi. Muhterem Müellif bazı yerleri, daha geniş bir şekilde anlatmıştır. İslamın Siyasi Nazariyesi Elbette şu hususları bir hayli duymuş, çok yerde de görmüşsünüzdür: "İslâm bir Cumhuriyet rejimidir", "İslâm, otoriteyi tasvip eder, o halde mutlakıyet yâni diktatörlüğü benimser". "İslâm sosyalizmin öncüsüdür". Bu ve bunlar gibi diğer iddialar. İslâmın doğuşundan sonra, birinci asırdan itibaren başlayan ve günümüze kadar söylenegelen bu sözlerin ardı arkası kesilmiş değildir. İlmî bir temele dayanmayan bu sözler, daha ziyade bu mevzuda konuşan şahsın kanaatine göre bir vasıf almış ve bu yolla halka sirayet etmiştir. Ancak, benim düşünceme göre, hakikî dini anlamış, incelemiş ve kavramış bulunan kimselerin sayısı binde, belki onbinde bir çıkmaz. Hele İslâmın tam bir hayat nizamı olduğunu kavrayanların sayıları bunlardan daha da azdır. Evvelâ şu, "İslâm bir Cumhuriyet rejimidir; iddiasını tetkik etmek yerinde olur. İslâm'ın Cumhuriyet rejimi nasıl bir Cumhuriyettir? Bu Cumhuriyetin gayesi ve asıl mahiyeti nedir? içtimaî veya siyasî adalet hususunda ne gibi hükümler ve ne gibi kaideler koymuştur. Bunları hangi esaslara dayanmıştır? Bazı kısa görüşlüler, İslâm'ın bir kısım dış şekil ve hükümlerine bakarak, ona Cumhuriyet veya en üst kademedeki idareciyi körükörüne desteklemek maksadiyle de bazan âmiriyet, meşrutiyet, diktatörlük veya sosyalizm gibi isimler takmakta ve bu sistemleri Islama iliştirmek yoluna gitmişlerdir. Çok zamanlar bu gibilerin, kendi zihinlerinde uydurdukları bir şeyler belirir ve derhal İslâmı da bu kılığa sokup bu şekilde göstermek yolunu tutarlar. Onlara göre dünyadaki, bilhassa, dünya ülkelerinde iktidar sahibi bulunan kudretli devletlerin, kendi ülkeleri üstünde tahakküm eden hükümetlerin çeşitli sistemlerini gözönüne koyup, bunların kabul edilmesini isterler... Hele en fazla moda olan ve herkes tarafından beğenilen kaç şekil varsa, uysun veya uymasın, o şekle sokup, o kılığa girdirip, ortaya çıkmak için uğraşırlar. Bunu ispat etmeye kalkışmayı da kendilerince en büyük dinî hizmet sayarlar. Onlar, ihtimal ki, İslâm'ı şu şekilde anlamaktadırlar: Felâketten kurtulmuş bulunan bir yetim çocuk gibi, birisi tarafından himaye altına alınmalı. Yahut da şöyle düşünürler: Bizim şerefimiz, sâdece müslüman olmaya bağlı değildir. Muasır medeniyet yolunda terakki etmemize ve ilerlememize bağlıdır. Bu terakki ve ilerleme ne yolda olursa olsun. İşte bu gibi düşüncelerin neticesinde, bu günkü dünyada sosyo - komünizmin gürültüsü ve patırtısı büyümüş müslümanlar arasında kabul görmüş, bu yıkıcı akım, müslümanları da kendi hedefine sürüklemiştir. Bu çılgın gurup bir de İslâmiyeti, bir nevi sosyo-komünizmdir diye tanıtan kitaplarının yeni baskısını piyasaya sürmekten çekinmemişlerdir. İş bu kadarla bitmemektedir. Ne zaman diktatörlük (Dictatorship) modası ortaya çıksa, bu zümre hemen ortaya atılıp, Emir'e itaatin farz olduğunu - ileri sürmüşlerdir. Arkasından bir de fetva çıkararak, islâm nizamının heyeti umumiyesi ve her prensibinin "Emire itaat-ı mahz-dır" yâni İslâm diktatörlüktür diye ilân etmeye kalkışmışlardır. Hülâsa, günümüzde islâm'ın siyasî gerçeği ve hüviyeti, bir nevi muamma ve bilmece halini almıştır. Bu bilmece diğer bir ifade ile, bir kafeste bulunan çeşitli kuşların ötüşlerine benzer. Herkes kendi temayül ve meşrebine göre islâm'a bir elbise biçmek yolunu tutmuştur. İşte bütün bu sebeplerden dolayı, derin bir araştırma ve ilmî metodlara uygun bir tahkike girerek İslâm nazariyesinin esas prensiplerinin ne olduğunu gün ışığına çıkarmayı kendimize farz saydık. Bunu yapmaktan maksadımız, sadece şu başı boş ve dağınık, aslı ve esası olmayan düşünceleri ve boş fikirleri bertaraf etmek değil dir. Bu şekilde düşünenlerin ve bu hatalı yola gidenlerin ağızlarını kapatmak da değildir. Esasen bu gibiler, kendi sözleri ve kendi fikirlerini ilân etmekle, cehaletlerini, bilgisizliklerini kendileri ispat etmişlerdir. Onların iddialarına göre, İslâmda herhangi bir siyasî ve medenî nizam yoktur. Bu anlayışlarıyla, cehaletlerini ispat etmek için bize lüzum bırakmamışlardır. Belki, gerçeği insanlığa arz etmek ve insanlık camiasının ufkundaki sunî sis ve bulutların dağılmasına vesile olarak, onları aydınlığa kavuşturmak en aziz emelimizdir. Zira, onların bu aydınlığa herhalde ihtiyaçları vardır. İsterse, bu ihtiyaçlarının olduğunu anlayacak kadar anlayışları ve şuurları olmasın... Esas Mukaddemeler Her şeyden önce şunu bilmek gerekir ki, islâm bazı dağınık fikirler, dağınık düşünceler ve dağınık hareket tarzından meydana gelmiş bir toplam değildir. Bu kolleksiyonda şuradan bir şey, buradan başka bir şey derleyip bir araya getirilerek, sıralanıp tertibe konmuş olamaz. İslâm, baştan sona kadar intizamlı bir binaya verilen isimdir. Temelinden sonuna kadar sağlam bir temele dayandırılarak inşa edilmiştir. İslâm'ın en büyük erkânından tutun da, en ufak cüz'iyatına kadar, herşeyin mantık esaslarına dayanan bir usul üzerine konulmuş olduğu görülür. İslâm, insan yaşayışının her şubesine ait, öyle sağlam kaideler ve kanunlar koymuştur ki, bunların hepsinin ruhu ve esas özu hep, bu ilk usulden alınmıştır. İşte bu ilk usulden muhtelif dallar ayrılır. Bunları, çok dalı bulunan bir ağacın esas köküne ve bu köke bağlı dallara benzetilebilir. İlk usul bu köktür. Sıra takip ederek bu kökten gövde çıkar. Daha sonra da dallar ve daha sonra da ince dallar meydana gelir. Fakat nasıl bu ince dallar, dallara ve dallar da gövdeye ve köke bağlı olarak bir bütün teşkil ederlerse, İslâm da bu hikmete eş olarak, her cüz'ü birbirine bağlı bir bütün teşkil eder. Bunun içindir ki, İslâmî yaşayışın herhangi bir dalı veya şubesi ele alınınca, doğru bir neticeye varmak için, asıl kökü ve esası ele almak lâzıım gelir. Böyle yapılmadığı takdirde, islâm'ın ruhu asla anlaşılmış olmaz. |