Konu Başlığı: İslâmi Hükümetin Durumu Gönderen: Ekvan üzerinde 21 Eylül 2010, 07:59:22 İSLÂMI HÜKÜMETİN DURUMU İslâmî hükümetin hususî bir durumu vardır. Bu hükümet davet edici bir özelliğe sahiptir. Kendi salâhiyeti hududları dahilinde ve idare ettiği ülkelerin dairesi içinde "Din" i kaim kılmak için çalışır. Bütün dünya milletlerine karşı İslâmın gerçeklerini açıklamak yolunu tutar. Ve dünyanın diğer bütün milletlerini de İslâm yoluna davet eder. Bu hükümetin ayrı hususiyetlerinden biri de tebliğci (misyoner), ve öğretici (muallim) oluşudur. Bu hükümet, bütün icraatını muhabbet, kardeşlik, müşavere, acıma, merhamet ve dert ortaklığı esaslarını gözönünde tutarak yürütür. İşte İslâmî hükümetin esas hususiyet ve vasıfları bunlardır.A. "Eğer Allah isteseydi, herhalde onlar da Allaha ortak koşmazlardı. Biz de seni onlara koruyucu dikmezdik. Sen de onlara gözcülük etmezdin. Ve Allah'tan başkasını çağıranlara sövmeyiniz. Çünkü onlar da bilmedikleri için düşmanlıklarından Allah'a söverler." (En'am: 107 - 108). Mesele şudur: O, sizi davetçi ve tebliğci (misyoner) kılmıştır. Sizi belediye başkanı, komiser, polis müdürü tayin etmemiştir. Sizin vazifeniz, halkı aydınlatmak, Hakkı belirtip, halka Hakkı gözetmeği Öğretmek, halka doğru yolu göstermek için çalışmaktır. Şayet bir kimse, hakkı kabul ederse ne âlâ, aksi takdirde kabul etmeyebilir de. Siz, halka zorla hakkı kabul ettirmeye vazifelendirilmiş bulunmuyorsunuz ki, halka hakkı zorla kabul ettiresiniz. Zira onların bu inkârları size bir mesuliyet yüklemiş olmaz. Size denmemiştir ki, nübüvvet dairesi cahilinde, bâtıl peşinde koşan hiçbir kimse kalmayacaktır. Böyle kimseleri bırakmıyacaksınız. Yine size denmemiştir ki, illa Allah yolunda çalışmayanları yok edeceksiniz. Onlara zorla hakkı öğreteceksiniz. Acaba bir ilahi işaretle bütün insanlar Hak yolunu tutmazlar mıydı, Fakat maksat bu değildir. Maksat şudur ki, insanlar Hak ile batıl arasını ayırt etmekte serbest olsunlar. Sonra Hakkın aydınlığını gözönüne alarak batılın karanlığına bakıp bunların hangisinin iyi olduğunu seçsinler. Bu bakımdan sizin de esas çalışma şekliniz, bu aydınlığın size göstermiş buluduğu yolda da yürümeniz olmalıdır. Karanlıkta yolunuzu şaşırıp sapıtmamalısınız. Başkalarına da bu yolu gösterip, onları da karanlıktan kurtarmalısınız. Bu daveti kabul eden halkı da kendi başına bırakmamalı ve birlikte çalışmalısınız. İsterse bunlar ehli dünya gözünde hakir görünen kimseler olsun. Bu daveti kabul ettikleri takdirde sizin gibi olurlar ve sizin yolunuzdan yürürler. Aksi halde bu daveti kabul etmeyenlere de gücenmek yoktur. Onlarla yumuşaklıkla geçinme yolunu tutacaksınız. Olabilir ki, gittikleri yolun kötülüğünü anlarlar da doğru yola giderler. Fakat kendi yolları üzerinde gitmekte ısrarlı olurlarsa, o zaman da onları kendi hallerine bırakırsınız.[280] B. "Allahın rahmet ve keremi itedir ki, sen onlara yumuşak davranırsın. Yoksa, seıı kaba ve katı yürekli olsaydın, herhalde onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Şimdi onları bağışla ve kendileri için de mağfiret dile. İş hakkında kendileriyle müşaverede bulun. Karar verir sen Allaha tevekkül et. Elbette ki, Allah tevekkül edenleri sever." (Âl-i İmran: 159). C. "Ehl-i kitab ile ancak güzellikle tartışınız. Ancak onlar arasından zulmeden zâlimler hariç." (Ankebût: 46). Yani tartışırken edilirken makul delillere istinat edilmelidir. Terbiyeli bir şekilde ve en uygun kelimelerle konuşma devam etmelidir. Şiddet gösterilmez ve iğnelemeye kalkışılmaz. Yumuşaklık gösterilerek karşı tarafın düşüncesini düzeltmek mümkün olur. Tebliğci ve davetçi (misyoner) in vazifesi öyle bir şekilde söz söylemektir ki, muhatabının gönül kapılarını açabilsin. Hak sözler. oradan içeri girebilmelidir. Doğru yol en canlı şekilde gösterilmelidir. Davetçi "pehlivan" değildir ki, güreşerek ve dövüşerek rakibini alt etmek yoluna gitsin. Belki o bir hekim gibi, bir doktor ve tabib gibi, hastanın mizacını yoklayarak nabzına göre şerbet vermesi gerekir. Her zaman da şunu düşünmek icabeder: Acaba verilen ilâçlar da bir yanlışlık var mıdır, yoksa yok mudur, İlâçların yanlış olmamasına dikkat edilecektir. Çünkü yanlış ilâç hastalığı tedavi edeceğine bilakis hastalığı arttırır. Şu meseleyi de gözönünde bulundurmak lâzımdır: Hastaya öyle ilâç verilmelidir ki, hasta fazla sıkıntı çekmeden hastalıktan bir an evvel kurtulsun, iyileşsin. Bu hidayet, ehli kitab ile tartışırken gözönüne alınmalıdır. Fakat illâ ehl-i kitapla böyle olacak da diğerleri ile olmayacak değildir. Bu usul, din tebliği için Kur'an-ı Kerimin koymuş olduğu umumî bir kaidedir. Kur'an-ı Kerim muhtelif yerlerde bu hususu tekrar tekrar bildirmiştir: "Rabbının yoluna, hikmetle, güzel öğütle davet et ve kendileriyle en güzel şekilde tartış." (Nahl: 125). "İyilikle fenalık aynı değillerdir. Muhaliflerin hücumuna karşı) müdafaada, öyle bir usul tutmalısın ki, en iyisi olsun. Sen göreceksin ki, seninle aranızda düşmanlık bulunan kimse bile bu şekilde sıkı bir dost olup gider." (Secde: 34). "Siz fenalığı iyilikle karşılayın. Bâz onların ne gibi vasıflar (ona muhalefet için) uydurduklarını biliyoruz." (Müminim: 96). "Afv ile işe giriş, iyiliğe emr et, cahillerden yüz çevir. (kendi hallerine bırak). Eğer şeytan vesvese düşüncesini sana iletmek isterse, o zaman Allah'a sığın." (A'raf: 199 - 200) Yani zulm yolu tutmuş bulunanlara karşı, onların zulümlerinin çeşidine göre muhtelif tavır ve hareketlerde bulunulacaktır. Asıl mesele yine her zaman, her kavimle, her milletle yumuşaklık ve tatlılıkla geçinilecektir. Dünyada Hak yolu davetçisinin izzet ve şerefi, birine karşı yumuşak davranmakla ortadan kalkmaz ve zillet olmaz. İslâm kendi tabileri, izzet ve şerefin bulunmasını zarurî saymıştır. Fakat tatlı söz söylemek, acizlik ve miskinlik değildir. Ancak herhangi bir zâlim, izzet ve şerefle oynamaya kalkarsa o zaman onu kendi haline bırakırlar. Yumuşatmanın çaresini ararlar.[281] D. "İşte Firavun yeryüzünde dik kafalılık etti. Ve yeryüzü halkını bölük bölük ayırdı." (Kasas: 4) Yani onun hükümetinin usulü şu değildi ki, devletinin hudutları içinde yaşayan halk hukuk bakımından eşit olup, birbirleriyle aynı olsunlar. Belki onun medeniyet ve siyasetinin gereği şu idi ki, ülkesinin sakinleri gurup gurup, bölük bölük ayrılsınlar. Bir kısmına imtiyazlar tanınsın, üstün haklar verilsin; diğerlerine aynı hak ve imtiyazlar verilmesin! Bir kısmı hüküm sürsün, diğerleri ise mahkûm durumda bulunsunlar. Şimdi şüphe yoktur ki, İslâmda da Müslüman ve zimmî arasında fark gözetilir. Hukuk ve salâhiyetler bakımından bu iki camia aynı değillerdir. Fakat burada fark meselesi başka bir şeydir. Firavunî fark meselesi, bambaşka bir şeydir. Buradaki fark, Firavnî farkın tamamen aksine, tamamen onun zıddına, soy-sop, renk, lisan ve sınıf imtiyazları üzerine değildir. Bir usul ve meslek (meşreb) farkı meselesidir. İslâmî hükümet nizamında zimmîlerle müslümanlar arasında kanun bakımından hiçbir fark yoktur. Kanun karşısında bunlar eşittirler. Fark ancak siyasî bir farktır. Bu farkın menşei de şundan başka bir şey değildir. Bir hukuk usulü hükümetinde, hükümetin idaresini elde tutmak, bu usule inanmış olan kimselerden oluşmuş bulunan cemaatin hakkıdır. Her kim bu cemaate girerse ve bu usulü kabul ederse, o da bu hükümeti yürütmeye hak kazanmış olur. Yoksa herhangi bir kimse bu usulü kabul etmediği takdirde, o zaman bu cemaatin dışında kalır ve hükümeti yürütmeye iştirak edemez. Şimdi bu tefrik ile Firavunî şekildeki tefrikin arasında benzerlik acaba nerededir? Orada bir zümre hâkim, diğer bir zümre de mahkûm durumdadır. Mahkûm zümre ise, siyasî ve kanunî haklardan hatta insanî haklardan bile mahrum vaziyette bulunuyor. Hiçbir şey onların haklarını tekeffül garanti etmiyor. Bütün gelir, menfaat, hep hükümran bulunan hâkim zümrenindir, bu zümreye hastır. Hak hukuk denilen şey de yine bu hâkim zümreye aittir. Diğerlerine bir şey verilmez. Verilirse de ancak hâkim zümre tarafından merhameten verilir. E. "Ey halk, sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da onun eşini halk eden ve ikisinden de bir hayli erkekler ve kadınlar üretip her tarafa dağıtmış bulunan Rabbiniz den çekininiz." (Nisa: 1) Yukarıdaki bahislerde, insanların eşit haklarından bahsetmiştik. Bilhassa aile ve hanedan nizamın iyiliği ve sağlamlığı için zarurî olan kanunların konulmuş olduğunu işaret edelim. Bu mukaddimede bir taraftan Allah korkusu, O'nun rızasının hilafına bir harekette bulunmaktan kaçınmak, diğer taraftan da şu meseleyi gözönünde bulundurmak lâzımdır: İnsanların aslı birdir. Ve bunlar birbirlerinin kanlarından, etlerinden, kemiklerinde ve derilerinden ortaya çıkmışlardır. "Sizi bir tek nefisten yarattık" demek, insanların asıl hilkatlerinin bir tek fertten olduğunu bildirir. Başka yerde Kur'an-ı Kerim bu meseleyi kendisi açıklamaktadır: "Yeryüzünde bulunan ilk insan Adem'di. Dünyadaki insanların nesli ondan gelmiştir." Diye bilgi verilmiştir. "Bu tek nefisten de onun eşini halkettik." Bu hususun tafsilatı hakkında bilgimiz yoktur. Bu tek nefisten onun eşinin nasıl yaratıldığı mevzuunda malumat sahibi değiliz ve olamayız da. Tefsir Ehlinin beyanı bu kadardır. Bible (Kitab-i Ahdi Atik) de böyle beyan eder. İlk önce Adem Aleyhisselâm, sonra da Havva yaratılmıştır. Fakat Allah'ın Kitabı bu hususta bir şey söylemez ve bir şey açıklamaz. Hadis-i Şeriflerde bu mevzu hakkında bazı açıklamalar vardır. Bunlar da halkın anlayacağı vaziyette değildir. Bu bakımdan bu mesele üzerinde fazla durup Havva nasıl yaratıldı diye vaktimizi boşuna zayi etmeyelim. (!) Ancak şunu bilmeliyiz ki, insanların hepsinin aslı birdir. D. "Din hususunda isteksizlik (zorlama) yoktur." (Bakara: 256).[282] Burada dinden maksat Allahu Taalâya mahsus bulunan akide demektir. Yukardaki cümle Ayetelkürsîde beyan buyurulmuştur. Bütün yaşayış nizamı bu fikre istinat eder. Ayet-i kerimenin mefhumunun manası şudur ki, "İslâm" öyle bir itikat, ameli ve ahlâki nizamdır ki, zorla kimseye bir şey kabul ettirmek istemez. Bu beşerî bir fikir değildir ki, baskı yapılarak, zor kullanılarak, birisine kabul ettirilsin.[283] Yukardaki âyetler ve onların açıklaması İslâmî hükümetin hususî durumunu ve mizacını aydınlatır. İslâm kendine has olarak yegâne hükümet sistemi ve yegâne hükûmet rejimidir ki etkin kuvvetle birlikte yine aynı zamanda dert ortaklığı, merhamet, şefkat, dostluk ve sevgiyi de bir arada bulundurmaktadır. İşte bu, öyle bir hükümet sistemidir ki, insanlık için tam bir rahmet olarak gelmiştir. Buna göre bu devletin esası ve hareket tarzı müşavere üzerine konmuştur. Konu Başlığı: Ynt: İslâmi Hükümetin Durumu Gönderen: Ceren üzerinde 03 Ocak 2017, 19:55:53 Esselamu aleyküm.Rabbim müslüman yöneticilerin ülkelerini allahın izni dairesinde,peygamber efendimizin ve şeriatin kurallarına göre yöneten kullardan eylesin inşallah...
|