Konu Başlığı: İslam Milliyetinin Temeli Gönderen: Ekvan üzerinde 30 Eylül 2010, 08:37:36 İslam Milliyetinin Temeli Hak Taalâ ve O'nun Resulü, cahiliye milliyetinin bütün maddi, hissi ve hayali temellerini yıkıp, yok etmişlerdir. Dünyadaki milletlerin bir çoğunun kuruluşuna esas teşkil eden bütün bu mevhum şeyleri, cemiyetin sinesinden kesip, atmışlardır. Renk, soy, ırk, neseb, vatan, ülke, yer, dil, geçim sebebiyle birleşme ve bu sayılan ayrılık unsurlarını besleyen ve meydana getiren koyu cehaletle beraber mâkul olmayan her düşünceye son vermişlerdir. Şerefli ve haysiyetli bir yaşama imkânı, istisnasız olarak, insanlığın her ferdine aynı ölçü ve seviyede tanınmıştır. İnsanlık ailesini, biribirine hasım ve düşman eden, ayrı ayrı milletler topluluğunu zehirlemiş olan bu fikirler, tamamiyle ortadan kaldırılırken yeri de boş bırakılmamış, geceyi silip süpüren bir güneş gibi, o bölüm nur ve ışık saçan yüce prensiplerle süslenmiştir. Temiz ve saf aklî delillere dayanmayan yepyeni bir milliyet mefhumu (kavramı) ortaya konmuştur. Bu yüce mefhum, madde, ülke ve neseb gibi unsurlara dayanmaz. Dayandığı tek husus, öze ve ruha mahsus olan bir temeldir. Böyle bir nizamda bir fark ve bir üstünlük söz konusu ise bu mutlaka manevî ve ruhîdir. İnsanın karşısına, yapmacık olmayan, doğrudan doğruya kendi öz gerçeğini temsil eden fıtrî bir sadakat ortaya konmuştur ki, bu muhteşem fikrin adına da İslâm diyoruz. Allahu Taalâ'ya ibadet ve kulluk etmek, nefs temizliğine dikkat etmek, âmelin iyi olmasına özen göstermek ve Allahtan korkup çekinmek ve insanlığı bu hayat dolu prensiplere davet etmek islâm'ın şaşmayan bir şiarıdır. Bu ebedî kurtuluş davetini kabul eden bir kimse, islâm Milletinin fertlerinden biri olur. Bu daveti kabul etmeyen ise, bu Millet fertlerinden olmaz ve yabancı sayılır. İslâm'a iman etmiş bulunanların hepsi de bir millettirler. "İşte böylece sizi aracı bir ümmet kildik." (Bakara: 143) Bu millet, islâm milletidir; diğerleri ise, İslâm milleti değil, küfr ve dalalet milletidirler. Küfr ve dalalet toplumları arasında ihtilâf mevcut olduğu halde, yine İslâm milletinin karşısında hep bir millet sayılırlar. "Allah, kâfir kavmi hidayete eriştirmez." (Tevbe: 37) Bu iki millet arasındaki fark; İslam milleti hiçbir zaman soy ve ırk üstünlüğüne dayanmaz. Buradaki tek imtiyaz ancak akide ve âmel itibarı iledir. Bu ölçüye göre, bir babanın iki oğlundan biri Müslüman diğeri kâfir olduğu takdirde aralarında kapanması mümkün olmayan bir fark olacak ve ebediyen biribirinden ayrılmış bulunacaklardır. Bu iki maddî kardeş birbirlerine tamamiyle yabancı olacaklardır. Fakat iki yabancı kimseden biri dünyanın bir köşesinde diğeri de dünyanın bir ucunda olsada, eğer bu iki kimse, islâmı kabul etmiş iseler, hemen kardeş olup giderler. Onlar bu milliyetin ortak fertleri olurlar. Bu iki kavim arasında; vatan, ülke ve memleket ihtilâfı da üstünlük sahibi olmak için bir delil oluşturmaz. Burada vatan, ülke, memleket üstünlüğü olmayıp, ancak hak ile bâtıl üstünlüğü vardır. Olabilir ki, bir şehir, bir mahalle, hatta bir eve mensup iki kimseden biri Müslüman kavimden diğeri de kâfir kavmindendir. İhtilâf yalnız İslâm ve küfür arasındadır. Şehir, mahalle ve ülke kavgası mahiyetinde değildir. Bir Habeşistanlı, İslâma girmekle, İslâma girmiş bulunan bir Merakeşli (Mağribli) ile kardeş olur. İslâmda, vücudun derisinin rengi de milliyet ayırımına bir sebep oluşturmaz. Bu sebeple rengin de bir ehemmiyeti yoktur. Hak Taalâ kullarından birini beyaz. bir diğerini de siyah yaratmıştır. Renk de Hak Taalânın yarattığı bir şeydir. İslâm mefkuresine göre, en iyi renk, en iyi boya Allah boyasıdır. "Allah rengine boyarsınız, O'nun boyasından daha iyi acaba kimin boyası vardır." (Bakara: 138) İslâm nazarında bir beyaz ile bir siyah insan aynıdır. Bir milletin efradıdırlar. İslâmda ancak iki millet vardır: Biri İslâm milleti, yani Ümmet-i İslâmiye bir diğeri de Küfr milleti, yani kâfirler. Asıl ayrılık bu iki kavim arasındadır. Lisana (dil) gelince, İslâmda lisan, İslam ile Küfr arasında bir ayrılık vasıtası değildir. İslamda konuşulan herhangi bir lisan değil, kalbin lisanı mühimdir. Bütün dünyada, nekadar dil konuşan varsa, İslâma girerek Müslüman oldukları takdirde, İslâm ümmetinin bir ferdi sayılırlar. Bu itibarla Arapça konuşanla, Afrika dili konuşan arasında İslamada bir fark gözetilemez. Orduca konuşanların müslümanlığı ile Arapça konuşanların müslümanlıkları arasında bir fark gözetilmez. Bunların dilleri ayrı olduğu halde müslümanlıkları birdir. Geçim işleri ve siyaset ihtilâfları da İslâmda bir değer ölçüsü değildir. Bu mevzuda da Küfr ile islâm farkı vardır. Tutulacak yol, altın servetine göre değil, iman servetinin hükmüne göredir. İnsanî saltanat yerine İlâhî saltanata baş eğilir. Gerçekten hür karekterli olanlar, ilâhî hükümranlığa sadakat gösterir ve İlâhî hükümete bağlanırlar. Bu kurtuluş nizamına vefakâr olurlar. Kendi mal ve canlarını Hak Taalâ'ya satarlar. Bu inanışın havasını teneffüs edenler, ister Hindistanda olsunlar, isterse Türkistanda bulunsunlar veya başka bir ülkede yaşasınlar, hepsi de bir tek vücut ve tek bir ruh gibi yalnız İlâhî saltanata boyun bükerler. Bu gerçek inanışın dışında olanlar ise, İlâhî saltanata karşı gelmiş mevcut imkânlarını şeytana ve nefislerinin isteklerine satmış olurlar. O zaman bu zümre İslâm kavmi olma şerefini kaybetmiş bir başka kavim hüviyetine girmiştir. Böyle bir yaşama sistemiyle kâfirlik vasfına bürünmüş olurlar. Bunların herhangi bir devlet tebaasında olmaları veya iktisadî nizamları ne şekilde olursa olsun bu hususlar İslâmı alâkadar etmez. İslâmı alâkadar eden tek husus, bu insanların her mevzuda ilâhî saltanata uymuş olmalarıdır. Bu şekilde, islâm dairesinin ışık saçan ortamında, hissî ve maddi tek prensibin olmadığı kesin bir şekilde anlaşılır. Ve bu ortam doğruyu temsil eden aklı, saf ve temiz düşünceyi temsil eder. Bir evin içindeki iki kişiden biri bu daire çevresi içinde bulunabilir, diğeri de bu dairenin çevresi dışında kalabilir. Biri doğunun tâ uzak bir köşesinde diğeri de batının tâ bilmem neresinde oldukları halde bu iki şahıs da İslam dairesinin çerçevesi içine girerler. Sırr-ı aşk ez âlem-i erhâm nist, Û zi Sam ü Rûm ü şam nist Kevkeb-i bî şark ü garb ü bî gurûb Der medareş ney şimal ü ney cenûb. Aşkın sırrı değildir, alem-i erham'dan, Aslı gelmemiş onun Sam ü Rûm u Şam dan Bir yıldız ki yok onun, şarkı garbı, gurubu Medarında bulunmaz ne şimal ne cenubu. İkbal Bu dairenin muhiti bir tek kelimedir. Bu kelime Lâ-ilâhe illallah Muhammedun Resulullah'dır. Bu kelimeler dostluğun da düşmanlığın da temelidir. Bundan başka islâm muhitinde temel yoktur. Bu kelimelere kabul eden ile bu kelimeleri kabul etmeyenler arasında sonsuz fark vardır. Bu kelimelerin ayırdığını ne ırk ne kan ne soy, ne de başka şey birleştirebilir. Ne toprak, ne ülke, ne memleket, ne renk, ne iktisadî sistem, ne geçim, ne ekmek kaygısı, ne devlet, ne hükümet, ne de başka bir şey, bir araya getirebilir. Bu mukaddes kelimelerin birleştirdiklerini hiçbir şey ayıramaz. Bu kelimelerin birleştirdiğini ne deniz derya, ne nehir dere, ne dağ ova, ne de yeryüzünde bulunan herhangi bir kuvvet bu iman etmiş kimseleri birbirinden ayırmağa kadir olamaz. Bu en büyük gerçeği ifade eden kelimelerin çizdiği dairenin içindeki Müslüman her nerede olursa olsun müslümandır. Bu Müslümanların arasında herhangi bir fark yoktur. Bu Müslümanlar. Çinde de olabilirler, Marekeş (Mağ-rib) de de olabilirler. Siyah da olurlar, beyaz da olurlar. Hindistanın Urducasını da konuşurlar. Arapça da konuşurlar. Sami ırkından da olurlar. Aryâî ırkından da olurlar. Şu hükümetin tebaası da bulunurlar, bu hükümetin de... Dünyanın neresinde olursa olsun, her Müslüman İslâm milletinin ve islâm kavminin bir ferdidir. İslâm camiasının birer rüknüdürler islâm sitesinin hemşehrisi (citizen) idirler. İslâm ordusunun askeridirler. İslâm kanunlarının muhafızıdırlar. İslâm şeriatı yalnız ibadet, muamelât, muaşeret, geçim, siyaset değil, yaşayışın her dalında, her şubesinde olduğu gibi, tabiiyet, milliyet, ırk, lisan, vatan gibi bir Müslümana tanıdığı hakları bütün müslümanlara da tanımıştır. |