๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslamda Hükümet => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 29 Eylül 2010, 20:55:15



Konu Başlığı: İslâm İçin En Büyük Tehlike
Gönderen: Ekvan üzerinde 29 Eylül 2010, 20:55:15
İslâm İçin En Büyük Tehlike


Kâinatın Efendisinin, ümmeti namı hesabına üzül­düğü, endişe ettiği ve korktuğu bu şekilde bir fitnenin ortaya çıkmasıdır. Böyle bir durumun ne kadar büyük bir tehlike oluşturduğunu Zatı Risaletpenahileri elbette ki, çok iyi biliyorlardı. İsâm'ın ilk mes'ut devrinden günü­müze kadar, islâm Ümmetinin felâketlerine bu feci fitne­den başka bir şey sebep olmamıştır, demek mümkündür. Zat-ı Saadetlerinin bu fânî dünyayı terk ettiklerinden bir kaç sene sonra, Hâşimi ve Emevî taassubunun netice­sinde fitne baş gösterdi. İşte bu kahredici fitne, İslâmın asli siyaset nizamını o zaman dağıtıp param parça et­mekte gecikmedi. Bu yıkıcı kasırganın neticesinde çok geçmeden Araplık, Acemlik, Türklük taassubu çeşitli şe­killerde meydana çıktı. Bu parçalanmalar ve esastan kopma hareketleri İslâmın siyasî birliğine son vermiş oldu. Daha sonra, İslâm ülkelerinde muhtelif hükümetler kurulmaya başladı. Bu yeni kuruluşlar fitnenin son hal­kalarını meydana getirdi. Bu başka başka devletler İs­lâm'ın aslî birliğinden ayrıldılar. Son asırlarda dünyada iki büyük İslâm Devleti vardı. Bu iki, devlet dünyadaki öbür İslâm devletlerinin hepsinden kuvvetli ve hepsinden daha büyük ve nüfuzlu idiler. Bunlardan birisi Türk Osmanlı devleti, diğeri de Hindistan Moğol (Timu-rî) devleti idi. Ayni fitne bu iki devleti de yeryüzünden sildi süpürdü. Hindistandaki Timurî hükümeti, halkı Hindistanlı ve Mo­ğol (Timurî) diye ikiye ayırdığı için son buldu. Türkiye'de ise, halkı Türk, Arap ve Kürt diye birbirinden ayırdıkları için koca imparatorluk dağılıp gitti.

İslâm tarihinin başından beri, bu tarihin tamamına bir kere göz atalım. O devirde her nerede bir İslâm Devleti kurulmuş ise, bu hükümette, ırkçılık, nesilcilik, kavmiyet­çilik imtiyazları dikkate alınmaksızın, her zümreden ordu kumandanları, kalem erbabı, kılıç sahibi kahramanlar devlet hizmetinde istihdam edilmişti. Siz bir Iraklıyı Afrikada, bir Şamlıyı Iranda, bir Afganlıyı Hindistanda diyanetle, vefakârlıkla, sadakatle ve emanetle ittiba ile hizmet gördüklerini görebilirdiniz. Bunlar bu ülkelerde sanki kendi memleketlerinde bulunuyormuş gibi canla başla çalışıyorlardı. İslâmî hükümetler kurulduğu zaman, hiçbir vakit, bu hükümetin elemanları muayyen bir yerden muayyen bir ırktan seçilmiş değillerdi. Her ırktan ve her memleket halkından seçilmişlerdir. Her yerden, her memleketten iş başaranlar, ellerinden iş gelen müslümanlar bu hükümette vazife almışlar ve işleri en iyi şekilde yürütmüşlerdir. Bu elemanlar, Darül - İslâm olan her ülkeyi kendilerine vatan, memleket ve yurt bilmişler­dir.

Fakat ne zaman, şahsi garaz ve taassup ortaya çık­mış, fitne baş göstermiş, fesat ayaklanmışsa böyle bir ortamda renk, nesil, ırk, ülkecilik, memleketçilik imtiyaz­ları görülmüştür. Bu defa islâm düşmanlarına karşı kulla­nılacak olan kuvvetler, birbirlerini ezmek için harekete geçmişlerdir. Müslümanlar arasında iç çekişmeler baş göstermiş ve müslü­manlık kudreti ve kuvveti zayıflayıp ortadan kalkmış, yabancılar da müslümanlara musallat olmak imkânını bulmuşlardır.