Konu Başlığı: İslam'da Çelişki Var Mıdır? Gönderen: Ekvan üzerinde 01 Ekim 2010, 18:44:57 İslam'da Çelişki Var Mıdır? Dünyada herhangi makul bir kimsenin istediği vasıfların başında, her şeyden önce, şu şart vardır: Bir meselenin ileri sürülüşünde veya bir tezi müdafaa ediş tarzında çelişki ve tezata düşmeye meydan vermemek. Akıl sahibi alelade bir insan bile, karşısındakinin sözlerinde bir mantık silsilesinin bulunmasını ister. Sözlerde bir çelişki bulursa hemen itiraza kalkar. Daha ileri bir akıl sahibi, hiçbir zaman böyle çelişkiyi gerektiren sözlere tahammül etmez. Fakat ne tuhaf ve acayip bir vakıadır kî, itiraz edilecek olan, akıllının da üstünde bir dâhi değil, aklın yaratıcısı ve bütün hikmetlerin sahibi bulunan Hak Tealâdır. Yâni bu itiraza mâruz kalacak olan alelade câhil, bilgisiz bir kimse değildir. Bu insanlık çapındaki vak'alara itiraz edecekler arasında, ilimde önde gelen şahıslar, hadiseleri incelemeye tâbi tutan akıl ve zekâ temsilcileri, hikmet ve irfanla tanınmış sahabîler ve dünya muamelâtını iyi bilen içtimaiyatçılar da (sosyal bilimciler) vardı. Düşünce ve bilgi sahibi bu seçkin kişiler, elbette ki, Allah'ın muazzez kelâmında, çelişki olmasını istemezler. Böyle bir yanlışlığa da tahammül etmelerine imkân olabilir miydi? Yâni onlara şöyle mi hitap edilmesi lâzımdı: Ben arzın ve semavatın yegâne hükümdarıyım, sizlere de yeryüzünün ayrı ayrı köşelerinde birer küçücük hükümdarlık ihsan buyurdum. Ve sonra da halka şöyle mi İlâhî ferman erişti: Ey halk! Benim buyruklarıma itaat edin. Benden başka, o diğer ufacık hükümdarlara da itaat etmekten uzak durmayın. İsterlerse bu iktidar sahipleri, benim hükümlerim ve emirlerim hilafına icraatta bulunsalar dahi, yine onlara uymakta kusur etmeyin. Bu idareciler kendi menfaatleri için bir kanun uydururlar, bundan başka herhangi bir kanunu da kabul etmezler. İlâhî kanunları yürürlüğe koyacakları yerde, arızî ve cemiyeti gittikçe dejenere eden kanunları tatbik ederler. Gözleri ve idrâkleri İlâhî kanunları görmemezlikten gelir. Kendi nefislerine tapan bu zümre, keyfî kanunlarına hak kanunu ismi de vererek, halkı bu bozuk prensiplerle idareye kalkışırlar. Hak Tealâ, kendi mümtaz peygamberlerini, ancak şunun için vazifeli kılmışlardır ki, yeryüzü sakinlerini ilâhî dine davet etsinler, sonra da bu hayatî davetin tam zıddı bir şekilde hidâyete çağırdıklarının kanunlarına destek versinler (!) (Hatta Han Bahadır Sahib'e göre bu yolda hizmet etmelerini bile tavsiye ediyormuş.) Hem de irâde buyurmuş ki, bu dinden başka bir din'e de bir nizama da çalışıp hizmet edebilirsiniz (!). O din'in de. - Gayri ilâhî din - muvaffak olması için uğraşıp liyakatinizi gösterin diye mi buyurmuş (!). Bir taraftan, bütün yeryüzü sakinleri arasından bir zümreyi seçerek, bir has ümmet kurmak isteyecek, onlara doğru yolu gösterecek, onlar vasıtasiyle de doğru yolun (mârufun) yayılmasını sağlamak yoluna gidecek, eğri yolu (münkeri) de bu ümmet vasıtasiyle ortadan kaldırtacak; bu ümmete de helâl haram ve saireyi öğretecek; diğer taraftan da kalkıp onların bazı seçkinlerine sözkonusu münkerleri korumayı farzı kifâye mi kılacaktır? Bu kimselere siz de gelin, bu eğri yol (münker) lerin ayakta tutunması ve revaç bulması için, sarfedilen gayretlere iştirak edin mi denmiştir? Veya doğru yolun karşısına çıkıp durun; bu yoldan kimseyi geçirmeyin dîye mi talimat verilmiştir? Doğrulukları kaldırıp, bunların yerine eğrilikleri ayakta tutmayı mı telkin edilmiştir? İtaat etmeyenler indinde bizim doğru yol dediğimiz eğri yoldur, eğri yol diye bildirdiğimiz de doğru yoldur; onlar böyle dedikleri için, siz de gelin onların vasıflandırdıkları gibi harekete geçin, bunların kalkınması için çalışın diye mi buyurulmuştur. İşte çelişki meselesi açık olarak buradadır. Bizim için olduğu kadar muarızlarımız için de tezat bundan başka bir şey değildir. Bu, o kadar açık ve bellidir ki, düşünüp taşınmaya da ihtiyaç yoktur. Fakat düşünülecek ve hayret edilecek asıl nokta şurasıdır ki, tefsir yazmış bulunan, fıkıh ve makulat ilimlerinde tedris etmek kabiliyetini ihraz etmiş bîr zümre,.. kendi akıllarının yettiği kadar .. Collectorlük: (maliye nazırlığı), devlet işleri idareciliği ve bunun gibi koca koca mevkilerin ve makamların mesuliyetini ellerinde tutarlar da, bu işlerde bu gibi mevzularda da çelişkiye düştüklerinin farkına bile varmazlar. Sonra da Hak TeaIâ hakkında, onların akılları öyle bir hâle gelir ki, alelade, akılsız, bilgisiz, cahil bir avam halktan bile buna benzer fahiş bir hata ortaya atılmaz. Han Bahadır Sahib, yazısında şöyle diyor: "İki âyetten de açıkça sabit oluyor ki, Hazret-î Yûsuf Mısır hazinelerinin başına geçtikten sonra da Mı-sır'da Firavunun saltanatı devam ediyordu. Mısır Firavununun dini de kanunu da o ülkede, yürürlükte bulunuyordu. Yoksa, Allah istemeseydi, Melik'in kanununa göre O, kardeşini alıkoyamazdı. Bu cümlelerden açık bir şekilde anlaşılıyor k, Mısır'da Melik'in "dini" o zaman yürürlükteydi." |