Konu Başlığı: İnsan Hakları Gönderen: Ekvan üzerinde 23 Eylül 2010, 01:50:53 BÖLÜM: 12 İNSAN HAKLARI HAZIRLAYICININ NOTU Bir zamandan beri şöyle bir sual üzerinde durulmaktadır; Acaba İslâm'da esas insan haklan garanti altına alınmış mıdır, alınmamış mıdır? Sadece Avrupa tarihlerine ve Avrupanın siyasî sahada ilerlemesinin seyrine vâkıf olan kimseler, bilgisizliklerinden, bu hususta asıl ilerleme yalnız Avrupa ülkelerinde olagelmiştir, diye düşünmektedirler. Bu düşünce temelinden yanlış ve hatalı bir düşüncedir. Halbuki, islâm, "insan haklarını" garanti altına aldığı zamanlar, dünyada kimse insan hakkı denilen nesneden haberdar bile değildi. (İşte ilahi hidayetin mucizesidir ki, yaşayış sahasında bu esası izah etmiş ve insan düşüncesinin ulaşabildiği kadar bunu anlatmıştır.) Mevlanâ Seyyîd Ebu'l - A'lâ Mevdûdî Sahîb de Lahor'da bir kulüp'de yapılan toplantıya davet edilmesi üzerine vermiş olduğu konferansta, insan haklarına temas ederek insanî hukuku her yönüyle açıklamışlardı. Halil Hamidî Sahîb de bu konferansı o zaman kaleme almışlardı. Burada aynen nakledilmektedir. İnsan hakları, bir taraftan İslâmî Hükümetin Anayasasının (düstur) ayrılmaz bir parçası olduğundan, diğer taraftan da İslamın bütün kontrol altında tutması bu esasa dayandığından, bu kitabın üçüncü kısmına bu hukukun nelerden ibaret olduğunu anlatmakla, başlıyoruz. İNSAN HAKLARI Biz müslümanları ilgilendiren mesele şudur: İnsan hakları bizim için yeni bir düşünce değildir. Başka milletlerin nazarında bu hakların tarihi belki U.N.O. (United Natione Organisation) "Birleşmiş Milletler Teşkilâtı" ile başlasa da bizim için ehemmiyeti yoktur. İsterse bu mesele İngilterenin (Magna Charta) sı "Şahsi Hürriyet Kanunu" ile başlasın yine bizce bir mesele teşkil etmez. Bizim bu husustaki düşüncemiz çok eskidir. Bu vesile ile insan hakları üzerinde durmak ve insanlığın esas haklarını izah etmek hususunda, arzedeyim ki, ilk evvelâ insan haklarının ortaya çıkış tarihini gözden geçirmek icabeder. Temel haklar nelerdir? Hakikatte bu tuhaf bir meseledir. Yeryüzünde bir insan, insanlar arasında insanlık hususunda kendi kendisine şöyle bir soru sorabilir: İnsan olan benim temel haklarım nelerdir? İnsandan başka bu kâinatta yaşayan öteki mahlûkat da vardır. Onların da bir hakları olması icabetmez mi? Bu hakları, fıtrat kendisi ortaya koymuş tur. Siz kendi kendinize bu hakları ortaya çıkarmamışsınız. İnşandan başka diğer mahlûkat düşünce sahibi değildir. Yalnız insan düşünce sahibi olduğundan acaba benim haklarım nelerdir diye kendi kendine bu soruyu sorabilir. Bu sorunun neticesinde de bu hakların nelerden ibaret olduğunu tayin eder. O zaman bu haklar da belirmiş ve kararlaştırılmış olur. Şu da tuhaf bir meseledir ki, kâinatta bir o kadar mahlukat arasında hiç birisi, insanın kendi hemcinslerine karşı yaptığı muameleleri yapmaz ve insanın insana karşı reva gördüğü hususları reva görmez. Hattâ görüyoruz ki, hayvanlar arasında bile öyle bir hayvan yoktur ki, kendi cinsinden olan diğer hayvanların üzerinde tahakküm etmeğe kalksın. Yahut da yine kendi cinsinden olan hayvanların üzerine sebepsiz saldırsın. Fıtratın kanunu bir hayvanı başka bir hayvana gıda maddesi olarak kararlaştırmış ise, gıda ihtiyacı olmadan bir hayvan diğer bir hayvana taaruz etmez. Herhangi bir yırtıcı hayvan da gıda zarureti, olmadan veya bu ihtiyacını gördükten sonra, sebepsiz yere başka hayvanın üzerine çullanıp öldürmeye kalkmaz. Hayvanlardan hiç birisi de kendi cinsinden olan hayvanlara, insanların kendi cinsinden olan insanlara yaptıkları muameleler gibi muamele etmezler. Belki bu, Hak Taalânın insanları hayvanlardan üstün olarak yarattığı ve hayvanlardan efdal kıldığının neticesidir ki, insan böyle muamelelere baş vuruyor. Yine bu Allahu Taalânın verdiği zekâ ve kuvvetin mucizesidir; İnsan bu dünyada harikulade işler başarıyor. Arslanlara bir bakalım: Şimdiye kadar arslanlar birbirleriyle dövüşmek için bir arslan ordusu kurmamışlardır. Herhangi bir köpek, şimdiye kadar başka bir köpeği köle olarak kullanmaya kalkmamıştır. Herhangi bir kurbağa başka kurbağaların ağzını kapatmaya yeltenmemiştir. İşte sadece insan, kendisini Hak Taalânın hidayetlerinden müstağni zannederse, o zaman elinde bulunan veya herhangi bir vesile ile eline geçmiş olan kuvvet ve kudreti kendi cinsinden insanlar üzerinde denemeye kalkar. Kendi cinsinin efradına karşı zulüm ve zorbalık yolunu tutar. İnsan, yeryüzünde yaşayışa adım attığı zamandan bugüne kadar, bütün hayvanların yapamıyacağı bir şekilde kendi cinsinin üzerine saldırmıştır. Yalnız ikinci dünya savaşında neler olduğunu söylemek kâfidir. Bununla da ispat ediliyor ki, insan herhangi bir şekilde olsun, diğer insanların hak ve hukukunu gözönünde bulundurmak istememektedir. Sadece Hak Taalânın insana göndermiş olduğu hidayetlerin sayesinde ve peygamberler vasıtasiyle gelen ahkam vasıtasıyla insanlık haklarına öğrenmiştir. Hakikatte ise, insana insanlık haklarını tayin eden, insanın kendisi değil, insanı yaratmış bulunan Halik'dir. Nitekim, ancak Halik, insan haklarının nelerden ibaret olduğunu ve nelere dikkat etmek lâzım geldiğini de detaylı bir şekilde insanlara bildirmiştir. İçinde bulunduğumuz devirde insan hakları anlayışının ilerlemesi; Elbette şurasını da nazarı itibara almak icabeder ki, insan hakları üzerinde İslâmî nazariyeyi ortaya koymadan önce, bir kere insan hakları meselesinin tarihçesine göz atmak yalnız faideli değil, hatta lâzımdır. 1. İngilterede King John (Kral Con) 1215 milâdî senede "Magna Charta" yı yürürlüğe koydu. Bu iş, (Barons) derebeylerinin baskısı neticesinde ortaya çıktı. Bu husus Kral ile derebeyleri arasında bir nevi anlaşma mahiyetinde bir şeydi. Bu anlaşmada emirlerin yani derebeylerinin istekleri daha fazla dikkate alınıyordu: Fakat bu anlaşmadan halkın hak ve hukukundan birşey bahis mevzuu değildi. Sonradan halk bu anlaşmanın içinden bazı manalar çıkardılar ki, bu iş de, anlaşmayı yazanların kendilerini bile hayretler içinde bıraktı. On yedinci asırda kanun ile meşgul olan zümre şu hususu ortaya attılar: Bir suçun araştırılması sırasında, yargı mercilerinin karşısına çıkılmadan (Trail by Jury) sebepsiz yere hapsedilmek, adalete muhalif (Rights of Habcas Corpus) olup doğru değildir. İngiltere vatandaşlarından vergi almak hakları da yalnız muayyen şekilde olacaktır, keyfi olmayacaktır. 2. Tam Paine, 1737 - 1809 Pomflit'in "İnsan Hakları" (Rights of Man) Avrupa komuoyu üzerinde büyük tesirler icra etti. Avrupalının fikrinde yeni bir inkılap vücuda getirdi. Pomflit 1791 de Avrupa ülkelerinde insan hakları düşüncesini yaydı. Bu zat, İlhamî dine inanmıyordu. Eassen o zaman İlhamî din (Vahy ile gelen din, Peygamberlerin getirdikleri din) aleyhinde cereyanların Avrupaya yayıldığı devirdi. Bu yüzden Avrupa halkı, ilhami dinlerde insan haklarından bahsedilmediği kanaatine sahip bulunmuyorlardı. 3. Fransız inkılabı tarihinin parlak sahifelerinden biri de "İnsan Hakları Beyannamesi" dir. (Declarâtion of the Rights of Man). Bu beyanname de 1789 da ortaya çıktı. Bu da 18 nci asrın içtimaî, felsefî nazariyelerinin ve bilhassa Roussau'nun içtimaî islahat fikirlerinin (Social Contract Theory) sonucu idi. Burada millî hâkimiyet, serbestlik, eşitlik ve fıtrî hak ve hukuk ispat edilmeğe çalışılıyordu. Burada oy hakkı, kanun yapma hakkı, vergi meseleleri ve vergi alma hakları kamuoyunun kontrolüne bırakılıyor ve suç tahkikinin de kazaî meclis (Trail by Jury) de isbat edilmesine çalışılıyordu.[222] Bu insan hakları beyannamesini, Fransız Anayasasını hazırlayan kurul, o zamanki inkılap devrinde Anayasanın başına koyup, bunun için Anayasada bir yer ayırdı. Anayasada da bu hususa çok ehemmiyet verildi. 4. Amerika Birleşik Devletlerinde, on maddelik ıslahat kanunu olarak İngiliz Cumhuriyet düşüncesini ihtiva eden bütün hak ve hukuka yer verildi. 5. İnsan hakları ve sorumlulukları önem kazanmaktan sonra, Bogota konferansında 1948 Amerika hükümeti de bu hakları dikkate aldı ve ehemmiyetle üzerinde durdu. 6. Sonra Birleşmiş Milletlerin nazariyesi ve düşüncesi olarak yavaş yavaş ikmal edilmiş bir şekilde her yöndan dikkate alınarak ele alındı. Ve en son "International humain's rights" "Milletlerarası insan haklan beyannamesi: Âlemî Menşur-î Hukuk-i İnsanî" adı ile ortaya kondu. 1946 senesi aralık ayında Birleşmiş Milletlerin umumî toplantısında mevcut beyannameye şöyle bir madde de ilâve edilip, insanlar arasında "ıskatı cenin": (Genocide) (Çocuk düşürtmek/kürtaj) de milletlerarası kanuna aykırı bir suç olarak kabul edildi. Daha sonra 1948 aralık ayı "iskatı cenin" hakkında cezalar tertiplendi ve bu suçun önüne geçmek için bir karar imzalandı. 12. Ocak. 1951 de bu karar yürürlüğe girdi. Bu karar da "iskatı cenin" tanımlanarak aşağıda yazılı bulunan fiillerden herhangi birini yapmak suç sayıldı. Yani herhangi bir millî, nesebi veya ahlâkî (Ethi-cal) zümre veya bunun bir kısmını ortadan kaldırılması cürüm addedildi. 1. Herhangi bir zümrenin fertlerini öldürmek. 2. Bu gibi kimselere akli veya badeni ağır zarar verdirmek. 3. Bu fertlerin üzerine, bilerek yaşayışlarını bozmak için bir kısım kimseleri saldırtmak. Yani böyle bir saldırının maksadı, bir züreyi ortadan kaldırmaya yönelik olacak. 4. Herhangi bir zümrenin zürriyet organlarını bozmak ve doğurmalarına mani olmak. 5. Zorla bir zümrenin çocuklarını başka bir tarafa nakletmek ve devşirmek. 10. Aralık. 1948 de ortaya çıkan Milletlerarası İnsan Hakları Beyannamesinin önsözünde şöyle deniyor: "Esas insan hakları, insan fertlerinin şeref ve haysiyeti bakımından, kadın ve erkeğin eşit hakları olmasını gerektirir." Ve yine Birleşmiş Milletlerin kuruulşunun gayesi anlatılırken şu husus da ileri sürülmüştür: "İnsan haklarına hürmet edilmesini sağlamak, nesil, zümre, lisan ve din imtiyazı gözetilmeden bütün insanlara temel serbestliği gözönünde tutmak ve milletlerarası bir iş birliği yoluna gitmek..." Yine bu şekilde Birleşmiş Milletlerin 55 nci oturumunda şu beyanname neşredildi: Birleşmiş Milletler Kurulu, insan haklarına ve herkes için uluslararası hak ve hürriyete hürmet göstermek ve muhafaza etmek için çalışır. Bu beyanname hakkında hiçbir devlet tamsilcisi muhalif görüş ileri sürmemiştir. Yalnız, bu beyannamede sadece umumî sözler ileri sürüldüğünden muhalif görüş beyan edilmedi. Zira bahsedilen prensiplerin teferruatına inilmiyor, sözle iktifa yetiniliyordu. Milletlerarası herhangi bir anlaşma da yoktu ki, beyannameye imza koyan hükümetler verdikleri söze bağlı bulunmaya zorlanabilsinler. Ve milletlerarası bu kanunu yürütmek yolunda hükümetleri zorlamak mümkün olsun. Şu noktayı da açık olarak söyleyelim ki, bütün bunlar sadece bir ölçü olmaktan başka bir şey değildi. Yalnız böyle bir ölçü gözönünde bulundurulmaya çalışılıyordu. Halbuki, bazı devletler buna bile oy vermekten kaçınmışlardı. Yani ne lehte ne de aleyhte oy kullanmışlardı.[223] Görüyoruz ki, bu beyanname, insanlığın bu dünyadaki en basit haklarını hiçe sayan hatta yok eden devletler tarafından neşredilmektedir. Buna rağmen yine de kendilerini dünyanın en medenî ve en ileri milletleri olarak ilân ediyorlar. Ve böyle bir durumda da sömürgelerini ellerinde tutmak istiyorlardı.[224] Bu kısa beyanımızdan sonra anlaşılıyor ki, bu hususa ait Avrupa düşüncesinin tarihi iki yüz küsur seneyi aşmamaktadır. Bu belli tarihten önce insan hakları diye bir mefhum hayal bile edilmiyordu. Bundan başka, eğer bugün bu haklardan bahsediliyorsa, bunun arkasında herhangi bir mesned (Authority) ve herhangi bir icraî kuvvet (Sanction) da mevcut değildir. Bu beyanname sadece iyi bir temenniden başka bir şey olamaz. Buna mukabil, İslâm insan haklarını Kur'an-ı Kerimin beyanında ve bilhassa İslâm Peygamberi Sallallahu Aleyhi ve Sellemin Veda Haccında verdikleri hutbede ortaya koymuştur. Birleşmiş Milletlerin veya Avrupanın bu düşüncesinden çok daha önce ve çok daha evvel İslâm kendi milleti için, ister akide bakımından olsun, ister ahlâkî ve dinî bakımdan olsun, bu hükümlere itaat edilmesini farz kılmıştır. Bu hak ve hukukun korunması hususunu da Zat-ı Risaletpenahileri, kendi devri saadetlerinde nazarı, dikkate aldıkları gibi, Hülefa-i Raşidin devrinde de dikkate alınmıştır. Şimdi, İslâmda bu hak ve hukukun ne şekilde kaim kılındığını etraflıca anlatmaya çalışacağım: |